Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

hikayelere devam

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
'SADECE KUŞLARI DEĞİL...'

Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi (rh.), zamanın en büyük âlimlerindendi. Herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Sık sık tertip ettiği sohbet toplantıları çok samimi bir hava içinde geçerdi. Her sohbeti ayrı bir güzellikte olur, dinleyenleri coştururdu.

Bir yaz günüydü. Hava oldukça sıcaktı. Zenbilli Ali Efendi'nin evinin arka kısmındaki bahçede, ateş gülleri arasında sohbete oturulmuştu. Bir ara söz canlı cinslerine gelip dayandı. Hocanın, yakın arkadaşlarından biri ile aralarında şöyle bir diyalog geçti:

-Hocam, en çok hangi kuşları seversiniz?
- Ben sadece kuşları değil, bütün hayvanları fazlasıyla severim.
- Peki hocam, insanlarla alâkalı ne düşünüyorsunuz?
-İnsanları da severim; ama hepsini değil. Hayvanların hepsi sevilmeye lâyık oldukları halde, insanların hepsi sevilmeye lâyık değildir. Bazı insanlar davranışlarıyla hayvanlardan daha aşağı düşerler.
- Sizce insan mı hayvandan üstün, yoksa hayvan mı insandan?
- İnsanlar hayvandan üstün yaratık olmalarına rağmen, hayvanların da insandan üstün tarafları vardır. Meselâ onların içinde hiçbir müşrik ve münkir, hiçbir yalancı-dolandırıcı ve sahtekâr yoktur!
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Salevatın Keffareti

Râbia-tül Adeviyye, babası İsmâil'in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu. Babası çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisine;
-Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?, dedi.

Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip;
-Kapı açılmadı, deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü.

Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü.
Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki:
-Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yârın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimize yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât gönderirdin. Bu Cumâ gecesi unuttun. Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a git. O yazıyı ver."

Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. Râbia-tül Adeviyye'nin babası İsmâil Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pekçok altını da sadaka verip, bir ihtiyâcı olursa tekrâr gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti. Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatça bakıp güzel edeb ve terbiye ile büyüttüler.
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Sarhoş ve Müezzin

Sarhoş'un biri, şarabın tesiriyle bir camiye girer ve dua etmeye başlar:
- Yarabbi! Beni Cennetine koy, bana köşklerini ver, bana kevseri ver, bana hürülerine ver...
Bu yakarmaları işiten müezzin, sarhoşun yakasından tutarak:
- Ey akıldan, dinden gafil, senin camide işin ne? Sen ne yaptın ki, Allah'tan hem de bu sarhoş halinle dilyorsun? Hiç yakışıyormu?
Sarhoş bu sözleri işitince başlar ağlamaya ve:
- Müezzin efendi, müezzin efendi... ben sarhoşum, yakamdan elini çek, bana ilişme, dokunma bana, inciştme beni, kırma kalbimi. Unutma, bilmiyorsan bil. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden lütfundan günahkar kullarıda ümitlenir. Benim sana sözüm yok, ben senden mi isityorum. Tevbe kapısı açıktır. En büyük yardımcı Allah'dır. O öyle lütuf sahibidirki, O'nun lütfunun, rahmetinin büyüklüğüğ yanında kendi günahımı büyük görmeye utanıyor, günahıma büyüklük veremiyorum.
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Sarık ve Sakal

Eski elbiseli, fakir ve köse bir alim, bir kadı'nın mahkemesinde alimler sırasında üst sırada oturur. Kadı gerek giyiminden gerese tanımadığından olacak sert sert bakar. Bunun üzerine, Kadının adamı fakir alimin yanına gelerek:
- Buradan kalk. Haddini bil burası senin yerin değil. Herkesmecliisn üst tarafına layık olamaz. Senin yerin aşağısı.Ya git oraya otur, ya da çık git, der.
Alim, bakarki olacak gibi değil, kalkar ve aşağılarda bir yere oturur. Derken alimler fıkıh konusunda tartışmaya başlarlar.
- Hayır, evet, kabul edemem, ben haklıyım, şeklinde her biri birbirine üstünlük kurma sevdasıyla mücadelelerini sürdürür her biri bir dövüş horozuna döner. Bir karmaşadır gider.
Fakir alim dayanamaz kalkarak:
- Lütfen bir kere de beni dinlermisiniz? Bu konuda benim de söyleyeceğim bir kaç söz var.
- Buyurun, iyi bir şeyle biliyorsan söyle.
Alim, çok güzel bir üslup ve konuya hakimiyeti ile onları ikna etmekle kalmaz aynı zamanda gönüllerinide fetheder. Sözünü öyle bir yere kadar götürürki, kadı, çamura saplanmış eşek gibi geride kalır.
Kadı, hatasını anlar, onun faziletinide takdir ederek, raftan cübbesiğni, sarığını indirip yakdim etmek ister ve:
- Yazık olsun, senin kıymetini bilemedik. Mecliismize teşrifinizden dolayı teşekkürlerimizi sunamadık. Sizin bu kadar fazilet ile meclisin son kısımlarında oturmanızdan dolayı çok müteessirim.
Kadının iltifatı üzerine adamı da koşar, gelir, iltifatlara başlar, gönlünüğ almağa çalışır. Kadı'nın takdim ettiği sarığı, fakir alimin başına sarmağa çalışır. Ancak alim:
- Dur, çekil o sarığı sarmak istemem. Çünkü elli arşınlık sarığı sararsam, bana kibir gelir. Yarın eski elbiseli birisini görürsem, onları beğenmemezlik yaparım. o sarık başımda oldukça, beni görenler bani görenler, halkı gözümde küçük göstermeğe uğraşırlar. Sen sen ol! Sarığa, sakala bakıp da kafa tutma. Çünkü sarık pamuktandır, sakal ise bir tutam ot gibidir. İnsan başına akıl ve beyin lazımdır. Böyle sarıklar senin ve senin gibilerin başına lazımdır, der ve verilenleri rededer.

Bostan ve Gülistan'dan uyarlanmıştır.
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Sebe Kraliçesi - Belkis

Hz.Süleymanın haberdarı olan Hüdhüd kuşu ona bir gün şöyle haber getirir:
- Ben bugün şu ana kadar hiçbirimizin varlığından haberimiz olmadığı Sebe'yi gördüm onun kraliçesini gördüm. Büyüük mülkleri, geniş topraklar var. Ancak bunlar bu kadar dünyalığa rağmen Allah'ı bırakıp güneşe secde ediyorlar. Ne yaptıklarının farkında değiller.

Hz.Süleyman bu durumdan rahatsız olur. Hemen o kraliçeye ve kendi gibi Allah'a ortak koşan yöneticilerine bir mektup yazarak, hak yola, islama çağrıyor, yoksa ordularını sevk edeceğine değiniyor ve herşeyden önce ülkesine davet ediyordu. Kraliçe ülkesini akıllıca yönetiyor, acele kararların altına imza atmıyordu. Her şeyi ile mükemmeldi, sadece aklı ona Allah'ı bilmek ve sadece Allah'a ibadet etmek konusunda ihanet etmişti. Mektubu okuyunca öfkeye kapılmadı. Kendi başına bir karar almadı. Vezirlerine bu mektubu okuttu.

Bu mektup öyle sıradan bir mektup değildi. Zamanın en büyük kralından ve insanları Allah'a davet eden bir peygamberden gelmekteydi. Vezirler, güçlerinden, askerlerinden, teknojilerinin üstünlüğünden bahsetmeyue başladılar. Ancak bu konuda Kraliçe ikna olmayıp diğer yok olan krallıkları hatırlatıp, ülkenin ve halkının sonu olabileceğinide belirterek:

- Ben süleyman'a çok kıymetli hediyeler göndereceğim. Eğer bu hediyeleri kabul ederse, o gerçekten bir kraldır ve bu takdirde durmayın hemen ona savaş açın. Yok eğer hediyeleri kabul etmezse, bu takdirde o bir peygamberdir, o zaman hemen ona tabi olun!

Kraliçe, denemek içinHz.Süleyman' hediyeler gönderir. ancak Hz.Süleyman hediyelerine rağbet etmez, yüz çevirir.
- Beni dünya malı ile etkilyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Mallarınız da, şirkiniz da sizin olsun. Bana Allah tarfından verilen çok daha hayırlıdır. Durum ciddidir. Mesele davet ve itaat meselesidir, alışveriş meselesi değil.

Hz.Süleyman daha sonra orduları ile üzerlerine söyler. Heyet gelip durumu kraliçelerine anlatırlar. Analtılanları dinleyen Kraliçe ve halkı Hz.süleyman'a itaat ederler ve Hz.Süleyman'ı ziyaret etmek üzere Kraliçe yola koyulur.

Hz.Süleymanonalrın itaat etmiş oldukalrına çok sevinir ve Allah'a hamd ü senalar eder. Kraliçeye Allah'ın mücizelerinden birini göstermek isterki bu mucize ile Kraliçe Allah'ın güç ve kuvvetine, Hz.Süleyman'a vermiş olduğu nimetlere daha fazla delalet etsin. Bunun için, kraliçenin kuvvetli ve emin ellere teslim ettiği tahtını, o gelmeden önce getirmek istedi. Bu isteği yerine geldi ve mucize gerçekleşmiş oldu. Bu arada tahtın bazı detayda kalan özelliklerininde değişmesin emretti, emri yerine getirildi.

Hz.Süleyman insanlardan ve cinlerden olan ustalara camdan büyük bir saray yapmalarını emretti, onlarda yaptılar, altından su akıttılar. Durumu bilmeyen herkes her tarafın su olduğunu sanırdı. Oysa su ile nehrin arasında cam vardı. Kraliçe Belkis onu gördüğünde, hiç kuşkusuz onu su zannedip, eteklerini sıyıracaktı. İşte o zaman da hatası ortaya çıkacak, bakışının kusurlu olduğu ve dış görünüşün kendisini aldattığını idrak edecekti. Bu yöntem bin delil getirmekten daha tesirliydi.

Evet, öyle de oldu. Belkis, onca aklı ve zekasına rağmen beklenen hataya düştü. Salonun döşemesinin cam değil akan bir su olduğunu sanarak eteklerini topladı ve öylece suya adım atmak istedi. Bu arada Hz.Süleyman kendisini hemen uyardı:
- Bu, pürüzsüz bir camdır sadece...
O anda kraliçenin gözündeki perde kalktı ve dış görünüşe alkdama hususundaki cehaletini anladı. Güneşe ibadet atmekle hata yaptığını idrak etti ve:
- Süleyman'la beraber alemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum, dedi.
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Sen Namaz Kılmış Olmadın

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, bir gün mescitte ashabıyla birlikte otururken, isni Hallad olan, yeni öğrenmiş bir bedevi zat girdi. Rüku ve secdesini tam yapmadığı bir namaz kıldı.

Sonra huzura gelerek selam verdi. Resulullah Efendimiz selamını aldı ve.
- Dön namazını tekrar kıl, buyurdu.
O zat dönerek, önceki kıldığı gibi namazını tekrar kıldı. Resul-i Zişan (s.a.v.),
- Dön tekrar kıl; çünkü sen, namaz kılmış olmadın!, buyurdu.
Bu hal üç defa tekerrür edince Hallad (r.a.) :
- Ya Resulullah! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, ancak bu kadar biliyorum, doğrusunu bana öğretirmisin? dedi.
Bunun üzerine Efendimi z (s.a.v.):
- Namaz kılmak isteyince güzelce abdest al, kıbleye dön, iftitah tekbirini al, kolayına geldiği kadar Kur'an oku, sonra rükua varıp sukunet buluncaya kadar dur. Sonra başın büsbütün doğruluncaya kadar ayakta kal, sonra secdeye varıpmutmain oluncaya kadar dur, başını kaldırıp hareketsiz kalıncaya kadar otur. Bunları bütün namazlarda böylece yaparsan namazın tam olur, bundan neyi eksiltirsen namazı eksiltmiş olursun, buyurdu
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Selâme - İlk Sözcü Kadın

Selâme, Resûl-ü Ekrem Efendimizin biricik oğlu İbrahim’in dadısı olan hanımın adıdır. Yani sahabe hanımlardan biridir. Hatta hanımların çekinip de soramadıkları bir çok sualleri gelip Selâme’ye söyleyerek sordurdukları da İmam-ı Malik’in naklettiği hadisten anlaşılmaktadır.

Bir gün Resûlullah Efendimizin huzuruna gelen Selâme, rahatça sualini sorar:

– Ya Resûlallah, sen hep erkeklere müjdeler veriyor, hayırları erkeklerin yaptıklarını beyan buyuruyorsun. Kadınlara ise böyle müjdeler vermiyor, hayırlara onların da sahip olduklarını bildirmiyorsun?

Efendimiz tebessüm ederek dinlediği Selâme’ye şöyle mukabele eder:

– Ey Selâme, bunu sana yanlarında bulunduğun kadınlar mı söylediler?

Selâme çekinmeden cevap verir:

– Evet, onlar söylediler, ben de gelip arzettim.

Efendimiz buyurur ki:

– Ey Selâme, kadınlar erkeklerini razı ettiklerinde müjdeler alırlar.

Çocuklarına hamile olduklarında müjdeler alırlar.

Büyütme sırasında bakarken müjdeler alırlar.

Yani kadınlar kadınlığa mahsus hizmetleri yaparken, erkeklerin savaşa gitmelerinde, nöbet tutmalarında aldıkları büyük sevap müjdesini alırlar.

Yetmez mi bunlar kadınlara, razı olmazlar mı bu sevaplara?

Selâme’nin yüzünde bir sevinç, gözünde bir parıltı görülür bu sırada. Zira kadınlara beklediklerinden fazla müjdeyle dönmektedir artık.

* * * Denebilir ki, bu Selâme, saadet asrında hanımların Allah katındaki yüce mertebelerini açıklatan Selâme’dir. Şayet böyle bir suali sormasaydı, belki de hanımların hanımlığa mahsus hizmetlerinin erkeklerin erkeklere mahsus hizmetlerinden aşağı sevaba vesile olmadığını kimse meydana çıkaramayacaktı. Demek bu Selâme hanımlarında sözcüsü imiş.

Kaynak: Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
SELÂMLAŞMA ÂDÂBI

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:

'Binekli olan, yaya yürüyene selâm verir. Bir topluluktan birisi selâm verince, diğerlerine de kâfi gelir.'

Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Selâm vermenin sünnet oluşu, muhtelif hadîs-i şeriflerle sâbittir. Almanın farz oluşu ise, 'Size bir selâm verildiğinde, siz ondan daha güzeli ile (alın) selâmlayın. Yahut onu, aynen o selâmla karşılayın' (S. Nisâ, 86) meâlindeki âyet-i kerime ile sâbittir.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivâyet olunan bir hadîs-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: 'Selâmı küçük büyüğe, binekli olan yürüyene, yürüyen oturana ve az olan kalabalık olana verir.'

Amru'bnü Atâ (r.a.)'nın oğlu Muhammed (rh.) anlatıyor:

'Abdullah ibnü Abbas (r.anhümâ)'ın yanında oturuyordum. Onun huzuruna Yemen halkından bir adam girdi ve 'es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh' diyerek selâm verdi. Sonra bir şeyler daha ilâve etti. O zamanlar gözleri a'mâ olan İbnü Abbas (r.a.):

' Bu kim? diye sordu. Oradakiler:

' Bu sana gelen bir Yemenli'dir, diye onu kendisine tanıttılar. Bunun üzerine İbnü Abbas (r.a.):

' Selâm, bereketle tamamlanır, buyurdu.

Yani selâm, 'Ve berakâtüh' sözü ile tamamlanmış olur. Bundan başka bir şey ilâve edilmez.

Enes ibnü Mâlik (r.a.) anlatıyor:

'Ömer ibnü Hattâb (r.a.)'ı dinledim. Bir adam ona selâm verdi. O da selâmını aldı. Sonra adama:

' Nasılsın? diyerek hâlini-hatırını sordu. O da:

' Allâh'a hamdolsun, diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

' İşte, senden istediğim budur, buyurdu.'

Bu sözüyle Hz. Ömer (r.a.); mü'minin başta akıl, sıhhat-âfiyet nimetleri, İslâm nîmeti ve Ümmet-i Muhammed'den olma nimetlerini kendisine meccânen ihsân eden Allah Teâlâ'ya hamdetmesi, ona şükretmesi gerektiğini anlatmak istedi.

Alıntı: Fazilet Takvimi, 2001, Nisan
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?

ALÂÜDDİN ATTÂR (K.S.) ANLATIYOR

Şâh-ı Nakşibend hazreteleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, sohbetlerinden ayrılamayacak hâle geldim. Bu halde iken, bir gün bana dönüp;

'' Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?' buyurdu.

'İkrâm sâhibi zâtınız, âciz hizmetçisine iltifât etmelisiniz, hizmetçinizde sizi sevmelidir' diyerek cevap verdim. Bunun üzerine:

'' Bir müddet bekle, işi anlarsın' buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde, onlara karşı muhabbetten eser kalmadı. O zaman; 'Gördün mü; sevgi bizden midir, senden midir?' buyurdu. Beyt:

Eğer mâ'şûktan olmazsa muhabbet âşıka,

Âşığın uğraşması mâ'şûka kavuşturamaz aslâ!

Alıntı: Fazilet Takvimi 1997
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
SEPETLE GİDEN HURMALAR

Ashab-ı Kiram'dan Abdullah İbnü'z-Zübeyr r.a. Hazretleri anlatıyor:

Bir gece Mescid-i Haram'a gitmiştim. Baktım ki bir grup kadın Kâbe'yi tavaf ediyor. Tavaflarını bitirince kapının birinden çıkıp gittiler. Hallerinde bir gariplik sezdiğim için, şunları bir takip edip yerlerini öğreneyim, dedim. Akabe'ye kadar yürüyüp oraya çıktılar. Ben de çıktım. Sonra aşağı doğru indiler. Onların peşi sıra ben de indim. Vadide bir harabeye girdiler. Onların ardından ben de girdim. Bir de baktım, bir toplantı. Bana sordular:

- İbnü'z-Zübeyr, neden geldin?

Ben de onlara sordum:

- Söyleyin hele, siz kimsiniz?

- Bizler cin cemaatiyiz.

- Ben Kâbe'yi tavaf eden bir kadın topluluğu gördüm de onlara hayret ettim. Peşlerine takılıp buraya girdim.

- Ha, onlar bizim kadınlarımız. Sen dilediğin şeyi bizden iste!

- Ben taze hurma isterim, dedim.

O günlerde Mekke'de taze hurma yoktu. Bana bir miktar o hurmadan verdiler, ben de yedim. Sonra dediler ki:

- Artanı da yanında götür!

Kalan hurmaları alıp döndüm. İstiyordum ki bunları Mekke halkına göstereyim.

Evime geldim ve hurmaları kapaklı bir sepete koydum. Sepeti de bir sandığa kapattım. Sonra başımı yaslayıp kestirmeye başlamıştım ki, vallahi uyku ve uyanıklık arasında iken evde bir gürültü duydum. Birbiriyle şöyle konuşuyorlardı:

- Onu nereye koydu nereye?.. Sandığa koydu sandığa!..

- Açın sandığı açın! (Sandık açıldı) Hani o nerede?

- Sepetin içinde. Sepeti de açın!

- Onu açamayız ki. Onun üstüne Allah'ın ismi (besmele) okunmuş.

- Öyleyse onu olduğu gibi alıp götürün!

Böylece hurma sepetini alıp götürdüler. Cinler evden hurma sepetini aşırırken, onlara saldırmadığıma çok pişmanım.

İbn Asâkir: Tarîhu Medineti Dimaşk (Beyrut, 1995), 28/125
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Ser de Gitti Sır da

Server Baba namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer. Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir. Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler. Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister. Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir.

Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba'dan ister ve ısrar eder. Server Baba:
-Bu mümkün değil, lakin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım. siz de beni idam eder alırsınız.

Başka çare yok." der. idam edilir.

Dilinin altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır:
Ser verip sır vermeyen Server Baba.
Eyvah ser de gitti sır da gitti.

(Server, sır verme demektir.)

Hatıratım, Ali Erol
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Seyyide Tün Nefise

Allah dostlarından.... Seyyide Tün Nefise Bir akşam vakti. Kapısı çalınıyor. Komşuları, gayrimüslim bir çift. Bir ricaları var.
-Komşu, sende biliyorsun, bizim felçli bir kızımız var. Önemli bir işimiz çıktı, sabaha kadar gelemeyebiliriz. Biz gelene kadar Allah için... kızımıza bakabilirmisin?
İşi gücü ibadet ve gözyaşı olan ulvi kadın:
- Ne demek, siz işinize bakın evladınızı düşünmeyin.
Anne baba işlerine, Seyyide Tün Nefise felçli kızın yanına gider.
Saatler saatler... Allah dostunun gözleri, kızın üzerinde, sevgi dolu bakışlar ve kızdan sevgi dolu karşılıklar...
İçi bir an bir garip bir garip oluyor.
Gönül diliyle:
- Allahım Allahım, şu güzel kızı şu güzel kızı ayağa ayağa kaldır ve ona hak yolu nasip et.
Anne ve baba dönüyorlar. Hasta kızları komşularının ayağının dibinde oturmakta. Büyük bir mutluluk içersinde. Kapının açılmasıyla birlikte ayağa fırlıyor...
... ve hepsi artık, Allah'ın razı oldukları içersinde, İslamın içinde.
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
'SİLÂHINI TESLİM ET ONA!'

Ahzab Harbi'nde, hendek kazmaktan yorulan Sa'd bin Muaz (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz'in yanında oturmuş dinleniyordu. Bu esnada, toprak taşıyan Zeyd bin Sâbit (r.a.)'in çalıştığını görünce, ona işaret ederek;

' Yâ Resûlellah, dedi, Allâh'a hamd olsun ki, bunun babası beni sağ bıraktı da, sana îmân etmek şerefini bana nasip eyledi. Buas günü, ben bunun babası Sâbit bin Dahhâk ile boğaz boğaza boğuşmuştum!

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz,

'' Fakat, onun bu oğlu, ne iyi çocuktur', buyurdu.

Zeyd bin Sâbit (r.a.)'in bir ara gözlerini uyku bürüyüp kendisi uyuyakalmıştı. Kalkanı, oku, yayı ve kılıcı yanında olduğu halde, orada çalışmakta olan diğer Müslümanlar, onu hendeğin kenarında uyur bir halde bırakarak etrafı dolaşmaya gitmişlerdi. Bu esnada onun yanına gelen Umâre bin Hazm, şaka için, silâhını alıp saklamış, Zeyd bin Sâbit'in de bundan hiç haberi olmamıştı... Uyanıp silâhını bulamayınca da, heyecanlanmış ve korkmuştu! Resûlüllah Efendimiz bunu işitince, Zeyd'i çağırttı. Ona,

'' Ey uykucu! Sen uykuya daldın, nihâyet silâhın da kaybolup gitti' buyurduktan sonra, 'Bu çocuğun silâhının nerede olduğunu kim biliyor?' diye sordu.

Umâre bin Hazm,

' Yâ Resûlellah, ben biliyorum. Silah benim yanımdadır, dedi.

Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz,

'' Silâhını teslim et ona! buyurdu ve şaka yollu da olsa, Müslümanları korkutmayı veya onların herhangi bir şeyini alıp saklamayı yasakladı.

Kaynak: Fazilet Takvimi, 2000
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
SODOM ve GOMERE'NİN SON GÜNÜ

Hz Lût (a.s), Arap yarımadasını puta tapıcılıktan alıkoymak, ortaksız ve tek bir Allah'ı tanıtmaya çağıran ve bu mukaddes yolda büyük başarılar kazanan Hz. İbrahim'in amcasının oğludur. Ömrü ve peygamberliği bugün Ürdün devletinin sınırları içinde bulunan Lût gölü çevresinde geçmiştir. Günümüzde tuzlu suların doldurduğu orta büyüklükte olan su saha, eskiden toprakları oldukça verimli bir vadi idi ve o günün önemli şehirlerini sinesinde barındırıyordu. Bu şehirlerin ikisinin adını bugün de biliyor ve yapılan ilmi kazılar sonunda izlerine rastlıyoruz.

Şehirler; Şezum (Sodom) ve Omore (Gomore) şehirleridir.
Hz. Lût (a.s) Şezum şehrinde oturuyordu. Şimdi size bu çevrenin ve bu çevrede dosdoğru Allah yolunun sözcülüğünü ve yılmaz mücadelesini yapan Hz. Lût'un son günlerine ait bir hikayeyi kısaca anlatacağız...
İnsanoğlu, yolun doğrusundan bir kere çıkmaya görsün; düşmeyeceği sapıklık ve yuvarlanmayacağı uçurum yoktur. Hz. Adem'in oğlu Kabil'e yeryüzünün ilk cinayetini, üstelik öz kardeşinin canına kıydırmak suretiyle işleten şehvet hırsı, Hz. Lût'un kavmini büsbütün başka ve yüz kızartıcı bir ahlak düşkünlüğüne sürüklemiştir.

Bu sonsuz kavim erkek erkeğe cinsi birleşmeyi (livata) vazgeçilmez, sapıkça bir huy haline getirmişlerdi. Hz. Lût'un dosdoğru yolu temsil eden bir Allah resulü sıfatıyla durmak ve yorulmak bilmez bir gayret göstererek yaptığı bütün ikazlar ve verdiği bütün acı-tatlı öğütler bu ahlak düşkünlerine zerrece bir tesir etmiyordu.

Nihayet her şeyi daha başından bilen Ulu Allah'ın kesin ve değişmez hükmünün günü geldi. Hz. Lût'un sapık kavmi, Allah'ın başlarına vereceği karşı durulmaz bir felaketle, toptan mahvolacak ve yokluğun karanlıklarına gömülecekti.

Ulu Allah (c.c) bu kesin kararını bildirmek ve kendisine inanmış birkaç yakını ile birlikte, son günlerini yaşayan günahkar şehirden ayrılmasını söylemek üzere Hz. Lût'a günün birinde üç tane melek göndermişti. Melekler; genç ve yakışıklı erkek kılığına girerek yeryüzüne inmişlerdi.

Şezum (Sodom) şehrine vardıklarında doğruca Hz. Lût'un evine yöneldiler. Şehvet sapıkları şehre üç tane genç ve yakışıklı delikanlının geldiğini duyunca bir anda yollara dökülerek gelenleri görmek istediler. Meleklerin geçtiği yolun hir iki yanı, ahlak düşükleri tarafından doldurulmuştu. Tap taze erkek kılığına girmiş meleklere bakarken hepsi şehvet kururganlıkları içinde kıvranıyor; ağızlarından salyalar akıyordu. Azgın kalabalığın arasında yollarına devam eden melekler, Peygamber Lût'un evine vardılar. Kudurmuş ahlaksızların hiçbirisi, ele geçirip azgın şehvetlerini bir anlığına tatmin edebilmek için arkalarından kıvrandıkları gençlerin, şehirlerini ve çevrelerini toptan yok etmeyi kararlaştıran Allah'ın emri ile birlikte gelmiş melekler olduğunu bilmiyor ve düşünmüyorlardı.

Melekler Lût'un evine varınca önce kim olduklarını söylemediler. Arkalarına takılan kalabalık evin kapısına dayanmıştı. Anlaşılmaz sözlerle bağırışıyorlar ve Hz. Lût'un evine aldığı genç delikanlıları ellerine vermesini istiyorlardı. Hz. Lût (a.s) gelen misafirlerinden utanıyordu ve kapıda bağrışan kalabalığın azgın hırslarından endişe ediyordu.

Bir ara evinin kapısına çıktı; kudurmuş kalabalığa dündü "ey azgınlar, soysuzlar, gelenler benim olduğu kadar kendinize de aziz misafirlerdir; yani hepinizin misafirleridir. Bu kadar da mı insanlığınızı unuttunuz? Bir parça olsun kendinize geliniz." diye söze başladı.

Kalabalıktan homurtulu gülüşmelerin geldiğini duyunca "size iki tane genç ve güzel kızımı vereyim. Gözlerinizi bürüyen şehvetinizi onlarla tatmin edin de tek beni misafirlerim karşısında rezil etmekten vazgeçerek buradan uzaklaşın" diye teklifte bulundu.

Fakat kendinden geçmiş kalabalık hiçbir söz dinlememekte ve hiçbir teklife yanaşmamaktadır. Evin kapılarını arka arkaya zorluyor ve içerdeki gençleri istiyorlardı.

Ağlamaklı bir çehre ile içeriye dönen Hz. Lût'a kapıdakilerin ısrarla istediği genç misafirler; melek olduklarını, Allah'ın emri üzerine geldiklerini bildirdiler ve dediler ki; "Allah'ın emri artık kesindir. Yıllardan beri söz dinletemediğin bu beyinsiz halkın artık sonu gelmiştir. Birkaç saat sonra topuna gökten ateş ve ölüm yağacak ve şehirleri ile birlikte yokluğa kavuşacaklardır. Onların başlarına gelmek üzere olan bu felaket, ısrarla Allah'ın emirlerine karşı gelenlere ve Peygamberler'in verdiği öğütlerine arka dönen sapıklara bütün devirler boyunca ibret dersi olacaktır. Allah'ın sana emri böyledir:
Gece olunca sana inananları ve yakınlarını alacak ve ölüm kokan şu lanetlik şehirden habersizce uzaklaşacak ve şu sapık halkı lanetlik akibetleri ile baş başa bırakacaksın. Sana bunları söyleme geldik."

Allah'ın emri üzere Hz. Lût (a.s) ile inanmış yakınları meleklerin dediklerine uyarak Sodam ve Gomere'yi o gece yarısı, sezdirmeden terkettiler. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte lanetlik şehirlere ve sapık halkına gökyüzünden görülmemiş bir Allah gazabı boşalmaya başlamıştı. Ahlaksız soysuzlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Yüce Allah (c.c.) ulu sabrını iyice kötüye kullanarak günden güne daha da azgınlaşanlara yakıcı kükürt alevleri ile taşlar yağdırıyordu. Bir kaç saniyelik afet ve ölüm saçan bir yağmur sonunda, halkın yekünü ile birlikte bütün şehirlerini ilerdeki insanlığın gözleri önüne bir ibret dersinin örneği olmak üzere harabeye çevirmiş ve yerle bir etmişti.

Esirgeyici Allah (c.c.) cümlemizi görünür, görünmez ve aniden bastıran felaketlerden korusun, amin!..

KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 1122-128
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
SÖZ

Bir müslüman. Bir ateşperest. Birlikte çalışıyorlar. Namaz vakti.
Müslüman:
-Namaz kılacağım. Namaz kılarken, bana ilişmiyeceğine dair söz verir misin?
-Veririm.
Namaz....
Bir müddet sonra... Ateşperest. İbadet zamanı...
-Şimdi sıra ben de, ben ibâdet ederken, bana ilişmiyeceğine söz verirmisin.
-Olur sana ilişmem... Rahatça ibâdetini yapabilirsin.
Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, Müslüman hemen üzerine atılır. Sözünde duramaz.. Tam o esnada şöyle bir ses duyar:
- Söz verdiğin zaman sözünü yerine getir.
Bunun üzerine adama ilişmeden geri çekilir. Sonra ateşperest ibâdetini bitirdiğinde sorar:
-Evvela hücum ettin. Sonra niye vazgeçtin?...
-Allah'dan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda :
-Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir, diyen bir ses, beni o teşebbüsümden alıkoydu.
Bunun üzerine mecûsi:
-Şimdi inandım ki, asıl ve gerçek ilâh senin Rabbindir. Kendi düşmanı için dostunu bile azarlıyor. İşte huzurunda müslüman oluyorum diyerek kelime-i şehâdet getirir
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Sözün Yalanına

Bir gün Tebriz'de bir yahudi, Şems'e gelerek:
- Müjde ya Şems, Mevlana geliyor !...

Şems, bu müjde üzerine elinde ne v ar ne yoksa bu yahudiye hediye eder. Biraz sonra başka biri Şems'e gelerek:
- Yahudi seni aldattı ve bütün malını aldı. Ortada ne Mevlana var, ne birşey... Gelen giden yok... Yahudi seni aldattı.
Şems :
- Biliyorum, ben malımı ve mülkümü bu sözün yalanına verdim, doğrusuna canımı vermek lazımdı.

Dostluk.... Büyüklerin dostluğu....
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Suçlunun Savunması

Hz.Ömer (r.a.) tayin ettiği valilerden biri, Cuma hutbesi esnasında Hz.Ömer'i öyle överki, bir Sahabi dayanamaz, kalkar, valiye müdahale edip, onu susturmaya çalışır.

Namazdan sonra durum Hz.Ömer'e iletilir. Halifenin emriyle valiye karşı gelen adam yakalanıp bir suçlu gibi götürülür.
Suçlu kabul edilen Sahabi, Hz.Ömer'in huzuruna girince selam verir. Hz.Ömer (r.a.), hiddetinden selama mukabelede bulunmaz. Onu azarlar. Bunun üzerine sahabi:

- Ya Ömer! Ben bir suç işlediysem, sen iki suç işledin, diyince hiddeti birden kaybolan Hz.Ömer (r.a.):

- Nedir benim o iki suçum?

- Allah'ın selamını verdim de çok hiddetlendiğin için mukabelede bulunmadın. Vacibi terkettin. Bu bir. Suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin. Bu da iki.

Hatasını anlayan Hz.Ömer (r.a.) olayı anlatmasını isteyince, Sahabi:

- Tayin ettiğin vali, hutbede seni öyle övdü, öyle övdü ki bu söz, cemaatin üzerinde sanki fazilet yönünden senin Hz. Ebubekir'den daha üstün olduğun izlenimini bıraktı. İşte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim. Halbuki sen fazilet yönünden Hz.Ebubekir'in yarısı kadarsın.

Hz.Ömer (r.a.)

- Neden?

Sahabi:

- Orduya yardım ediniz ! emri-i peygamberi karşısında sen servetinin yarısını getirmiştin. Hz.Ebubekir ise servetinin tamamını getirmiş ve Ashabın gözlerini yaşartmıştı.

Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a.), o zattan özür dileyip dua istedi ve onu serbest bıraktı. Böyle konuşan valiyi ise hemen görevden azletti
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
SULTANIN KARŞISINDA İKEN

Birgün İslâm âlimlerinden Ali Dekkak hazretlerine sordular:
-Namazda iken, sinek kovalayan kimse için ne dersiniz?
-Allahü teâlânın huzurundaki edep, Ayaz adındaki bir Türkün, Sultan Mahmud-i Gaznevi'nin yanındakinden az olmamalıdır. Şöyle anlatırlar:
''Ayaz isminde bir genç, bir gün Sultan Mahmud-i Gaznevi'nin resmi hizmetinde bulunurken, aniden ayakkabısının burnunu salladı. Sultan, Ayaz'ın bu haline şaştı. O zamana kadar kendisinden hiçbir zaman edepsizlik görmemişti. Sultan firasetle, Ayaz'ın bir özrü olduğunu anladı.Memurlarından birisine Ayaz'ı takip edip, durumu incelemesini emretti. Sultanın adamı, Ayaz'ı takip etti.Ayaz bir köşeye çekilip, ayakkabısını çıkardı.İçinden bir akrep düştü. Ayaz,ayakkabısıyla akrebi ezerek,'
- Bugün, bana Sultanın huzurunda edebimi bozdurdun. Bugüne kadar sultanın huzurunda bir edepsizliğim görülmemiştir'' diyordu. Memur, durumu Sultan'a arz etti. Ayaz geri dönünce Sultan:
-Ey Ayaz! Bugün niçin edepsizlik yaptın? Ayağını hareket ettirdin, durdun? dedi. Ayaz özür diler bir eda ile cevap verdi:
- 'Kabahat işlemek hizmetçilerin, kölelerin işindendir.Affetmek ise, sultanların şânındandır''.
-Akrep hikayeniz bize ulaştı, deyince:
-Madem ki, haberiniz oldu anlatayım: Sizin saltanat ni'metlerimize kavuşmuş biriyim .Akrep yedi defa ayağımı soktu, dayandım. Ayağımı oynatmadım. Sekizincisinde takadım kalmadı. Ayağımın ucunu yerden kaldırdım.
Ey kardeşim, iyi dikkat et! Bir sultanın yanında, kölenin, hizmetçinin gösterdiği edebe bak! Bir de makamların en yükseği olan Allahü teâlânın huzurunda ibâdet hâlinde olanların ne edepsizlikler ettiklerini, onlardan ne cüretkâr işler meydana geldiğine bir bak! O zaman, bu ibâdetlerimizden utanmamız gerektiğini hattâ ömür boyu hâyâ sebebi ile başımızı kaldırmamamız lâzım olduğunu anlarsın.

Kaynak: Huzura Doğru
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
SURET VE SİRET

İmam Şafiî Hazretleri şöyle bir hatırasını anlatır:
'İlm-i firaset (sezgi ve anlayış bilgisi) ile ilgili kitaplar aramak için Yemen'e gittim. Konuyla ilgili kitapları derleyip toparladım. Geri dönerken konaklamak için, yolda evinin avlusunda duran bir adama uğradım.
Adam gök gözlü ve çıkık alınlı biriydi. Bu suret ise firaset ve kıyafet ilmine göre olumsuz sîretin (ahlâk noksanlığının) habercisiydi. Beni evine misafir etti. Bir de gördüm ki, pek cömert bir adam! Bana akşam yemeği ve güzel koku, hayvanıma alaf, ayrıca yatak ve yorgan gönderdi.
Bunları görünce kendi kendime dedim ki: İlm-i firaset, bu adamın oldukça düşük bir şahsiyete sahip olduğunu gösteriyor. Ben ise ondan hayır ve iyilikten başka bir şey görmüyorum. Demek ki bu ilim boş ve gerçek dışıymış!
Sabah olunca yanımdaki hizmetçi çocuğa hayvanı eyerlemesini söyledim. Hayvana binip çıkacağım sırada adama dedim ki:
- Mekke'ye geldiğin zaman, Muhammed b. İdris'in (Şafiî) evini soruver. Adam dedi:
- Peki, dün gece sana yaptığım hizmetin karşılığı nerede?
- Neymiş o?
- Sana iki dirheme yemek aldım; ayrıca aynı fiyatlarla katık, güzel koku, hayvanına yem, sana yatak ve yorgan alıverdim...
Çocuğa dedim ki:
- Oğlum, ona istediğini ver! Başka bir şey kaldı mı?
- Ev kirası nerede? Ben evimi sana genişletip kendime daralttım!
Bu durumu görünce kanaatim güçlendi ki, firaset ilmi gerçekmiş. (Ancak İslâm dini, ona uyan insanın tabiatını terbiye eder, tevbe de kötü adet ve huylarını değiştirip ıslah eder.)
Şu güzel söz, konumuzu aydınlatır:
'Suretin sîretine şahittir; başka şahit aramak zaiddir.'


Yusuf Yavuz Semerkand
 

uzm@n

New member
Local time
05:44
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
ŞAHSİ İŞLER

Saatlerce yol katetmişti kafile, binenlerde ve binek hayvanlarının da her ikisinde de yorgunluk işaretleri belirmeye başlamıştı. Su bulunan bir mekana ulaştıkları vakit, kafile konakladı. Kervanda bulunan Resul-i Ekrem (s.a.a) devesini çöktürdükten sonra indi. Hepsinin düşüncesi bir an evvel suya ulaşıp namaz mukaddematını hazırlamaktı.

Resul-i Ekrem (s.a.a) indikten sonra yürüyerek su bulunan tarafa doğru gitti, fakat biraz sonra tek söz bile konuşmadan binek hayvanına doğru döndü. Ashab ve dostları, şaşkınlıkla, kendi kendilerine; acaba burayı konaklamak için beğenmedi mi? Yoksa hareket emri mi verecek diye düşündüler. Meraklı bakışlarıyla emir vermesini bekliyorlardı. Fakat bir an için topluluğun şaşkınlığı daha da arttı. Zira gördüler ki Peygamber, devesinin yanına varınca, devenin dizbağını kaldırarak hayvanın dizlerini bağladı ve sonra, ilk maksadına doğru yürüdü. Feryatlar yükseldi etraftan, neden bu işi yapmamız için bize emir vermedin de zahmet edip geriye döndün, dediler. Bu işi yapmak bizim için büyük bir şerefti.

Onlara cevaben şöyle buyurdu: Şahsi işlerinizde asla başkalarından yardım istemeyiniz. Ve sonra şöyle devam etti sözüne; bir parça misvak için bile başkalarına dayanmayınız
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst