- Katılım
- 11 Nisan 2006
- Mesajlar
- 5
- Tepkime puanı
- 3
- Puanları
- 0
- Yaş
- 37
>>Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini
>>ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.
>>
>>- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?
>>
>>- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?
>>
>>- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...
>>
>>- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz
>>bana ilk söylediğin söz suydu:
>>
>>"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını
>>gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da
>>bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:
>>
>>- Peki ya sonra ? dedi.
>>
>>- İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir
>>an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal
>>gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp
>>kaldın zaten.
>>
>>- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.
>>
>>- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz.
>>Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala
>>gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle?
>>
>>Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:
>>
>>- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.
>>
>>- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir
>>kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz
>>olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya
>>çalışıyordu.
>>
>>- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece
>>için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok
>>utanıyorum.
>>
>>- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal).
>>Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?
>>
>>- Biraz öyle...
>>
>>- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.
>>
>>- Neden?
>>
>>- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.
>>
>>- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?
>>
>>- Evet...
>>
>>- Çok garip bir insansın.
>>
>>Kemal sustu... ve sonra
>>
>>- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün
>>müdür sence?
>>
>>- Tabii ki değil.
>>
>>- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle
>>yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de
>>zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı
>>bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde
>>düşünmek.
>>
>>- Kendini soyutluyorsun insanlardan.
>>
>>- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu
>>yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi
>>vermeye de hazırım onlara.
>>
>>- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?
>>
>>- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için
>>seçilen en tehlikeli yoldur.
>>
>>- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...
>>
>>- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek
>>yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası
>>sorun bence sevilmek değil sevmektir.
>>
>>- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?
>>
>>- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi
>>içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen.
>>Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu
>>evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.
>>
>>- Nasıl yani?
>>
>>- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini
>>kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar
>>derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.
>>
>>Bunu fark eden Kemal:
>>
>>- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım
>>anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor.
>>Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey
>>yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz
>>yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar
>>vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in
>>gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini,
>>buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale
>>dönüşüyordu sesi kesik kesik...
>>
>>Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri
>>önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı
>>hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:
>>
>>"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi...
>>Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar
>>doğaldır."
>>
>>Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya:
>>
>>- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de
>>cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte
>>şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri
>>aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir
>>dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca
>>kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek
>>birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir
>>arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti
>>öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile
>>devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler.
>>Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir
>>parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun
>>onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı
>>yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri
>>insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.
>>
>>Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek
>>istiyordu Kemal'i.
>>
>>- Niye sustun?
>>
>>- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.
>>
>>- Ama tüm bunları biliyorsun sen
>>
>>- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:
>>
>>- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati,
>>korkaklıklarından cesareti öğrendim.
>>
>>- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?
>>
>>- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için
>>değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince
>>severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti
>>sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede
>>öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve
>>seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın
>>tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin
>>sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?
>>
>>- Sen sevilmekten korkuyorsun
>>
>>- Belki...
>>
>>- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim,
>>sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek
>>hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü
>>bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor
>>beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?
>>
>>- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret
>>sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.
>>
>>- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.
>>
>>- Nasıl?
>>
>>- Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...
>>
>>- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...
>>
>>- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de
>>yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil
>>mi?
>>
>>- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?
>>
>>- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç
>>uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip
>>ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir
>>insan aramazdın biliyor musun?
>>
>>- Anlamadım!
>>
>>- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar
>>insan.
>>
>>- Benliğim bu kadar kalabalık mi?
>>
>>- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler
>>yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun
>>kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan
>>yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...
>>
>>- Sözlerin çok karışık.
>>
>>- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur.
>>Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu
>>yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi.
>>Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece
>>boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını
>>düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık
>>duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin
>>anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karşı konulmaz
>>bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha
>>büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar
>>verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli
>>dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar
>>ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet
>>karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.
>>
>>Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse
>>yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya:
>>
>>- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?
>>
>>- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?
>>
>>- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile.
>>Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı.
>>Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti
>>yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.
>>
>>Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi
>>söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar
>>öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde
>>yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende.
>>Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç
>>ayrılmayacağız.
>>
>>Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği
>>hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir
>>aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.
>>
>>Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen
>>kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum.
>>Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak
>>istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen
>>dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne
>>karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak
>>istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve
>>huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni
>>kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.
>>
>>Sakin unutma
>>ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.
>>
>>- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?
>>
>>- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?
>>
>>- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...
>>
>>- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz
>>bana ilk söylediğin söz suydu:
>>
>>"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını
>>gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da
>>bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:
>>
>>- Peki ya sonra ? dedi.
>>
>>- İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir
>>an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal
>>gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp
>>kaldın zaten.
>>
>>- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.
>>
>>- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz.
>>Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala
>>gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle?
>>
>>Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:
>>
>>- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.
>>
>>- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir
>>kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz
>>olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya
>>çalışıyordu.
>>
>>- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece
>>için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok
>>utanıyorum.
>>
>>- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal).
>>Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?
>>
>>- Biraz öyle...
>>
>>- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.
>>
>>- Neden?
>>
>>- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.
>>
>>- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?
>>
>>- Evet...
>>
>>- Çok garip bir insansın.
>>
>>Kemal sustu... ve sonra
>>
>>- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün
>>müdür sence?
>>
>>- Tabii ki değil.
>>
>>- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle
>>yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de
>>zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı
>>bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde
>>düşünmek.
>>
>>- Kendini soyutluyorsun insanlardan.
>>
>>- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu
>>yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi
>>vermeye de hazırım onlara.
>>
>>- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?
>>
>>- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için
>>seçilen en tehlikeli yoldur.
>>
>>- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...
>>
>>- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek
>>yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası
>>sorun bence sevilmek değil sevmektir.
>>
>>- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?
>>
>>- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi
>>içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen.
>>Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu
>>evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.
>>
>>- Nasıl yani?
>>
>>- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini
>>kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar
>>derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.
>>
>>Bunu fark eden Kemal:
>>
>>- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım
>>anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor.
>>Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey
>>yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz
>>yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar
>>vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in
>>gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini,
>>buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale
>>dönüşüyordu sesi kesik kesik...
>>
>>Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri
>>önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı
>>hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:
>>
>>"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi...
>>Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar
>>doğaldır."
>>
>>Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya:
>>
>>- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de
>>cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte
>>şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri
>>aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir
>>dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca
>>kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek
>>birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir
>>arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti
>>öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile
>>devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler.
>>Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir
>>parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun
>>onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı
>>yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri
>>insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.
>>
>>Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek
>>istiyordu Kemal'i.
>>
>>- Niye sustun?
>>
>>- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.
>>
>>- Ama tüm bunları biliyorsun sen
>>
>>- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:
>>
>>- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati,
>>korkaklıklarından cesareti öğrendim.
>>
>>- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?
>>
>>- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için
>>değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince
>>severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti
>>sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede
>>öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve
>>seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın
>>tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin
>>sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?
>>
>>- Sen sevilmekten korkuyorsun
>>
>>- Belki...
>>
>>- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim,
>>sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek
>>hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü
>>bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor
>>beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?
>>
>>- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret
>>sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.
>>
>>- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.
>>
>>- Nasıl?
>>
>>- Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...
>>
>>- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...
>>
>>- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de
>>yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil
>>mi?
>>
>>- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?
>>
>>- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç
>>uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip
>>ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir
>>insan aramazdın biliyor musun?
>>
>>- Anlamadım!
>>
>>- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar
>>insan.
>>
>>- Benliğim bu kadar kalabalık mi?
>>
>>- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler
>>yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun
>>kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan
>>yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...
>>
>>- Sözlerin çok karışık.
>>
>>- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur.
>>Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu
>>yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi.
>>Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece
>>boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını
>>düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık
>>duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin
>>anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karşı konulmaz
>>bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha
>>büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar
>>verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli
>>dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar
>>ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet
>>karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.
>>
>>Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse
>>yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya:
>>
>>- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?
>>
>>- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?
>>
>>- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile.
>>Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı.
>>Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti
>>yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.
>>
>>Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi
>>söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar
>>öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde
>>yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende.
>>Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç
>>ayrılmayacağız.
>>
>>Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği
>>hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir
>>aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.
>>
>>Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen
>>kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum.
>>Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak
>>istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen
>>dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne
>>karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak
>>istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve
>>huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni
>>kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.
>>
>>Sakin unutma