Öfke, insanın en zayıf damarlarından biridir
Cennet'e ve Cemâlullah'ı görmeye müştak yaşayan Ashab-ı Kirâm Efendilerimiz,
kendilerine ebedî saadetin kapısını açacak amellerin peşine düşmüş; hemen her
fırsatta Rehber-i Ekmel (aleyhi ekmelüttehâya) Efendimiz'e bu hususta sorular
tevcih etmiş ve aldıkları cevaplara göre bir hayat tarzı belirlemişlerdir.
Onlardan bazıları, kendileri için hayatî ehemmiyeti olan mevzuları ve en çok
dikkat etmeleri gereken meseleleri öğrenme maksadıyla, Resûl-ü Ekrem'den
(sallallahu aleyhi ve sellem) kişiyi Cennet'e götürecek az ve öz bir ameli
haber vermesi talebinde bulunmuşlardır. Hadis kitaplarında bu şekilde soru
soran şahısların isimleri bazen kaydedilmiş, bazen de -şayet soru ve cevap o
şahıs hakkında su-i zanna sebep olabilecek gibi ise- hiç isim zikredilmeden
özellikle Habîb-i Edîb'in nasihatı üzerinde durulmuştur.
Hazreti Ebû Hüreyre'nin (radıyallahu anh) rivayet ettiği şu hadis-i şerifte de
böyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bir adam Allah Resûlü'ne "Bana nasihat et!"
dileğinde bulundu. Resûlullah ona, "Gazaba kapılma, öfkelenme!.." buyurdu.
Bunun üzerine, o şahıs, Resûl-i Ekrem'den tekrar tekrar nasihat etmesini
istedi; Sâdık u Masdûk Efendimiz de her defasında ona "Gazaplanma!.."
öğüdünü verdi.
Bilindiği üzere, "gazap", infiâle kapılma, öfke, hışım, aşırı hiddet, hoşa
gitmeyen bir hâdise karşısında intikam arzusuyla heyecanlanma ve
saldırganlık hali gibi manalara gelmektedir. Aslında, bu duygu, su-i istimal
edilmediği takdirde, hariçten gelen hücumları önlemek için itici bir kuvvet ve
tedbirli olmaya yarayan bir güçtür. Cenâb-ı Allah insana, dışarıdan gelecek
saldırılardan kendisini muhafaza etmesi için "kuvve-i gadabiye" (öfke hissi)
dediğimiz duyguyu vermiştir. İnsanın, mücahede etmesi gereken yerlerde güç
ve kuvvetin hakkını vermesi, yiğit ve yürekli olması icap eden durumlarda
cesaretli davranması ve ırzını, namusunu, vatanını, canını, malını, nefsini ve
neslini koruması ancak bu duygu sayesinde mümkün olmaktadır.
Bazıları, gazap hissinin de bir yaratılış gayesi olduğunu bilemez ve normal
insanları çok kızdıracak meseleler karşısında dahi öfke tavrı ortaya
koyamazlar; dahası hiç korkulmayacak şeylerden dahi korkar, sürekli
vehimlerle oturup kalkar ve değişik paranoyalarla hayatı yaşanmaz hâle
getirirler; bunların halini "cebânet" (korkaklık) kelimesi ifade eder. Fakat, bazı
insanlar da vardır ki, onlar da hiç yoktan yere küplere binerler, en önemsiz
hadiseler karşısında dahi aşırı hiddet gösterirler ve bir anda saldırganlaşırlar;
âkıbeti hiç düşünmeden, ölçüsüzce ve muhâkemesizce her işe girişir ve
neticesi mutlak felaket olan tehlikelere bile pervâsızca atılırlar. Kuvve-i
gadabiyenin bu ifrat hâline de "tehevvür" (korkusuzluk ve saldırganlık) denir.
Bu duygunun, adl ü istikamet üzere olanına ise, "şecâat" adı verilir. Evet,
bütün kin, nefret, hınç, hiddet, dargınlık ve kızgınlığın menşei sayılan gazap
hissi, selim fıtratların öfkesine sebep olacak vâkıalar karşısında kızmasını da
bilme, hiddeti gerektiren durumlarda hiddet gösterme, korkulacak şeyler
karşısında temkinli davranma ve onları telâşa kapılmadan savmaya çalışma
anlamındaki yiğitçe duruşun, yani "şecâat"in de kaynağıdır. Bu itibarla,
kuvve-i gadabiye, tabiatımızın bir parçasıdır ve böyle çok önemli hususları
temin etmek için mahiyetimize konmuştur.
Dolayısıyla, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun kendisinden nasihat isteyen
sahabîye defalarca "Lâtağdab - Gazaba kapılma!." demesi, hepimiz için çok
önemli bir ikazdır. Çünkü, gazap insanın en zayıf damarlarından biridir. Maruz
kaldığı kabalıkları dahi vicdan genişliğiyle karşılayabilecek, öfke hissini
kolaylıkla dengeleyebilecek ve bunu yaparken de ifratlardan, tefritlerden
uzak kalarak istikamet üzere olabilecek insan sayısı çok azdır. Bunu
başarabilmek iradeye vâbestedir ve hususi cehd istemektedir.
Aşırı öfke aklın afetidir
Haddizatında, gazap muvakkat bir cinnettir. Öfkeyle köpürmüş bir insanın o
esnadaki tavır ve davranışları iyi bir psikiyatri uzmanı tarafından
değerlendirilse ve o anda bir psikanaliz yapma imkanı olsa, onun halini
şizofreni kategorilerinden birine irca etmek mümkün olacaktır. Çünkü, aşırı
öfke aklın afetidir; şuurlu bir varlığı bile mecnun haline getirip vahşi bir
hayvana dönüştürebilir. Zira hiddet, akıl ve idrakin yerine kontrolsüz his ve
heyecanı ikâme eder; insanı, insan olma çizgisinin altına düşürür. Zaten,
gazap aklı perdelediği içindir ki, onun bir derecesi ve neticesi cinnet olarak
görülmüştür. O haldeki birinin, kanun ve kural tanıması, bir nasihatçinin
sözlerine kulak vermesi çok zordur. Nitekim, Söz Sultanı (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Kuvvetli kimse, (güreşte hasımlarını mağlup
eden) sırtı yere gelmez pehlivan değildir; hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman
nefsini yenen, gazap anında kendisine hâkim olan insandır."
Diğer taraftan, selef-i salihînin de belirttiği üzere, sohbetimize mevzu teşkil
eden hadis-i şerifteki "Lâtağdab - Öfkelenme!" sözünün manası hiç kimseye
ve hiçbir şeye kızma, hiç hiddet gösterme, asla öfke izhar etme demek
değildir. Zira, öfkenin kendisinin yasaklanması mevzubahis olamaz. Daha
önce de üzerinde durulduğu gibi, öfke tabiî bir duygu ve fıtrî bir haldir;
insanın cibilliyetinden sökülüp atılamaz. Dolayısıyla, öfkeyi bütün bütün
yasaklamak, muhali teklif etmek manasına gelir. Öyleyse, hadis-i şerifteki
emirden murad, bu konuda yapılacak temrinler sayesinde gazap duygusunun
zimamını akıl ve iradenin eline vermek ve böylece öfkenin yönünü
değiştirmektir.
Şu halde, hâlis mü'min öfkesinin yönünü Allah'ın razı olmadığı işlere tevcih
etmelidir. Nefsinin isyanlarına karşı öfkelenip onun terbiyesine koyulmalı,
gazap hislerini Müslümanlara zulmedenlere yöneltip dinin ihyası ve diyanetin
te'yidi için daha çok çalışmalıdır. Kendisini sık sık kontrol etmeli ve şayet
öfkesi Allah için değilse, hatta ona azıcık da olsa nefsânî hisler karışmışsa,
hemen susmasını bilmeli, hiddetini dindirmeli, sakinleşmeli ve affedici olmalıdır.
ÖZETLE
1- Aşırı öfke aklın afetidir; şuurlu bir varlığı bile mecnun haline getirip vahşi
bir hayvana dönüştürebilir. Zira hiddet, insanı, insan olma çizgisinin altına
düşürür.
2- Gazap duygusu, su-i istimal edilmediği takdirde, hariçten gelen hücumları
önlemek için itici bir kuvvet ve tedbirli olmaya yarayan bir güçtür.
3- Hâlis mü'min öfkesinin yönünü Allah'ın razı olmadığı işlere tevcih etmelidir.
Nefsinin isyanlarına karşı öfkelenip onun terbiyesine koyulmalıdır.
Dinlemek İçin
Cennet'e ve Cemâlullah'ı görmeye müştak yaşayan Ashab-ı Kirâm Efendilerimiz,
kendilerine ebedî saadetin kapısını açacak amellerin peşine düşmüş; hemen her
fırsatta Rehber-i Ekmel (aleyhi ekmelüttehâya) Efendimiz'e bu hususta sorular
tevcih etmiş ve aldıkları cevaplara göre bir hayat tarzı belirlemişlerdir.
Onlardan bazıları, kendileri için hayatî ehemmiyeti olan mevzuları ve en çok
dikkat etmeleri gereken meseleleri öğrenme maksadıyla, Resûl-ü Ekrem'den
(sallallahu aleyhi ve sellem) kişiyi Cennet'e götürecek az ve öz bir ameli
haber vermesi talebinde bulunmuşlardır. Hadis kitaplarında bu şekilde soru
soran şahısların isimleri bazen kaydedilmiş, bazen de -şayet soru ve cevap o
şahıs hakkında su-i zanna sebep olabilecek gibi ise- hiç isim zikredilmeden
özellikle Habîb-i Edîb'in nasihatı üzerinde durulmuştur.
Hazreti Ebû Hüreyre'nin (radıyallahu anh) rivayet ettiği şu hadis-i şerifte de
böyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bir adam Allah Resûlü'ne "Bana nasihat et!"
dileğinde bulundu. Resûlullah ona, "Gazaba kapılma, öfkelenme!.." buyurdu.
Bunun üzerine, o şahıs, Resûl-i Ekrem'den tekrar tekrar nasihat etmesini
istedi; Sâdık u Masdûk Efendimiz de her defasında ona "Gazaplanma!.."
öğüdünü verdi.
Bilindiği üzere, "gazap", infiâle kapılma, öfke, hışım, aşırı hiddet, hoşa
gitmeyen bir hâdise karşısında intikam arzusuyla heyecanlanma ve
saldırganlık hali gibi manalara gelmektedir. Aslında, bu duygu, su-i istimal
edilmediği takdirde, hariçten gelen hücumları önlemek için itici bir kuvvet ve
tedbirli olmaya yarayan bir güçtür. Cenâb-ı Allah insana, dışarıdan gelecek
saldırılardan kendisini muhafaza etmesi için "kuvve-i gadabiye" (öfke hissi)
dediğimiz duyguyu vermiştir. İnsanın, mücahede etmesi gereken yerlerde güç
ve kuvvetin hakkını vermesi, yiğit ve yürekli olması icap eden durumlarda
cesaretli davranması ve ırzını, namusunu, vatanını, canını, malını, nefsini ve
neslini koruması ancak bu duygu sayesinde mümkün olmaktadır.
Bazıları, gazap hissinin de bir yaratılış gayesi olduğunu bilemez ve normal
insanları çok kızdıracak meseleler karşısında dahi öfke tavrı ortaya
koyamazlar; dahası hiç korkulmayacak şeylerden dahi korkar, sürekli
vehimlerle oturup kalkar ve değişik paranoyalarla hayatı yaşanmaz hâle
getirirler; bunların halini "cebânet" (korkaklık) kelimesi ifade eder. Fakat, bazı
insanlar da vardır ki, onlar da hiç yoktan yere küplere binerler, en önemsiz
hadiseler karşısında dahi aşırı hiddet gösterirler ve bir anda saldırganlaşırlar;
âkıbeti hiç düşünmeden, ölçüsüzce ve muhâkemesizce her işe girişir ve
neticesi mutlak felaket olan tehlikelere bile pervâsızca atılırlar. Kuvve-i
gadabiyenin bu ifrat hâline de "tehevvür" (korkusuzluk ve saldırganlık) denir.
Bu duygunun, adl ü istikamet üzere olanına ise, "şecâat" adı verilir. Evet,
bütün kin, nefret, hınç, hiddet, dargınlık ve kızgınlığın menşei sayılan gazap
hissi, selim fıtratların öfkesine sebep olacak vâkıalar karşısında kızmasını da
bilme, hiddeti gerektiren durumlarda hiddet gösterme, korkulacak şeyler
karşısında temkinli davranma ve onları telâşa kapılmadan savmaya çalışma
anlamındaki yiğitçe duruşun, yani "şecâat"in de kaynağıdır. Bu itibarla,
kuvve-i gadabiye, tabiatımızın bir parçasıdır ve böyle çok önemli hususları
temin etmek için mahiyetimize konmuştur.
Dolayısıyla, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun kendisinden nasihat isteyen
sahabîye defalarca "Lâtağdab - Gazaba kapılma!." demesi, hepimiz için çok
önemli bir ikazdır. Çünkü, gazap insanın en zayıf damarlarından biridir. Maruz
kaldığı kabalıkları dahi vicdan genişliğiyle karşılayabilecek, öfke hissini
kolaylıkla dengeleyebilecek ve bunu yaparken de ifratlardan, tefritlerden
uzak kalarak istikamet üzere olabilecek insan sayısı çok azdır. Bunu
başarabilmek iradeye vâbestedir ve hususi cehd istemektedir.
Aşırı öfke aklın afetidir
Haddizatında, gazap muvakkat bir cinnettir. Öfkeyle köpürmüş bir insanın o
esnadaki tavır ve davranışları iyi bir psikiyatri uzmanı tarafından
değerlendirilse ve o anda bir psikanaliz yapma imkanı olsa, onun halini
şizofreni kategorilerinden birine irca etmek mümkün olacaktır. Çünkü, aşırı
öfke aklın afetidir; şuurlu bir varlığı bile mecnun haline getirip vahşi bir
hayvana dönüştürebilir. Zira hiddet, akıl ve idrakin yerine kontrolsüz his ve
heyecanı ikâme eder; insanı, insan olma çizgisinin altına düşürür. Zaten,
gazap aklı perdelediği içindir ki, onun bir derecesi ve neticesi cinnet olarak
görülmüştür. O haldeki birinin, kanun ve kural tanıması, bir nasihatçinin
sözlerine kulak vermesi çok zordur. Nitekim, Söz Sultanı (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Kuvvetli kimse, (güreşte hasımlarını mağlup
eden) sırtı yere gelmez pehlivan değildir; hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman
nefsini yenen, gazap anında kendisine hâkim olan insandır."
Diğer taraftan, selef-i salihînin de belirttiği üzere, sohbetimize mevzu teşkil
eden hadis-i şerifteki "Lâtağdab - Öfkelenme!" sözünün manası hiç kimseye
ve hiçbir şeye kızma, hiç hiddet gösterme, asla öfke izhar etme demek
değildir. Zira, öfkenin kendisinin yasaklanması mevzubahis olamaz. Daha
önce de üzerinde durulduğu gibi, öfke tabiî bir duygu ve fıtrî bir haldir;
insanın cibilliyetinden sökülüp atılamaz. Dolayısıyla, öfkeyi bütün bütün
yasaklamak, muhali teklif etmek manasına gelir. Öyleyse, hadis-i şerifteki
emirden murad, bu konuda yapılacak temrinler sayesinde gazap duygusunun
zimamını akıl ve iradenin eline vermek ve böylece öfkenin yönünü
değiştirmektir.
Şu halde, hâlis mü'min öfkesinin yönünü Allah'ın razı olmadığı işlere tevcih
etmelidir. Nefsinin isyanlarına karşı öfkelenip onun terbiyesine koyulmalı,
gazap hislerini Müslümanlara zulmedenlere yöneltip dinin ihyası ve diyanetin
te'yidi için daha çok çalışmalıdır. Kendisini sık sık kontrol etmeli ve şayet
öfkesi Allah için değilse, hatta ona azıcık da olsa nefsânî hisler karışmışsa,
hemen susmasını bilmeli, hiddetini dindirmeli, sakinleşmeli ve affedici olmalıdır.
ÖZETLE
1- Aşırı öfke aklın afetidir; şuurlu bir varlığı bile mecnun haline getirip vahşi
bir hayvana dönüştürebilir. Zira hiddet, insanı, insan olma çizgisinin altına
düşürür.
2- Gazap duygusu, su-i istimal edilmediği takdirde, hariçten gelen hücumları
önlemek için itici bir kuvvet ve tedbirli olmaya yarayan bir güçtür.
3- Hâlis mü'min öfkesinin yönünü Allah'ın razı olmadığı işlere tevcih etmelidir.
Nefsinin isyanlarına karşı öfkelenip onun terbiyesine koyulmalıdır.
Dinlemek İçin
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.