- Katılım
- 6 Nisan 2007
- Mesajlar
- 3,175
- Tepkime puanı
- 25
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Bugüne kadar burnundan kıl aldırmayanlar, kendilerine ilahi güçler vehmedip küçük dünyaları kendilerinin yarattığını zannedenler, yargı önünde şakır şakır hesap verecekler. Kendilerini savunacaklar. Hem de Anayasanın laikliğe ilişkin hükümlerini çiğnedikleri için.
Türkiye bu aşamaya nasıl geldi? Çok önemlidir. Medyayı ellerine geçirdiler. Kendilerinden olmayan medyayı sindirdiler, korkuttular. Patronlara sık sık doğrudan veya dolaylı yollarla haber gönderdiler ve göndermeyi sürdürüyorlar: “Falanca gazetecinin yazıları, yorumları hoşumuza gitmiyor. Haberlerinizden şikayetimiz var...” Patronlar leb demeden leblebiyi anlıyor, haber akışı değişiyor, ya da o gazeteciler için gerekli işlem anında yapılıyor...
Ve Tayyip yemiyor içmiyor, bu pembe tabloda bile medyadan yakınıyor! Olanların sorumluluğunu medyanın üzerine atmaya kalkışıyor. Dikkat ediniz, hep laf ebeliği ile, kürsülerde bağırıp çağırarak, bütün kesimleri korkutup sindirerek kendisine ve iktidarına dikensiz gül bahçesi yaratmaya yelteniyor. Başardı mı? Büyük ölçüde evet.
Çevrelerinde emir kulları türedi. Omurgasızlar, solculuk dönekleri, entel-liboşlar, ihale bekleyenler, özelleştirme peşkeşinden pay kapma sırasına girenler, onun ve partisinin amansız destekçisi kesiliverdi. Satılan gazetelerin yüzde 34’ünün sahibi olan Doğan Grubu korktu, AKP döneminde ses veremedi. Tayyip zannetti ki bu yapay destekle işleri hep böyle götürecek...Ve din sömürüsüne iyice asılmaya başladı. Bir metrekarelik bez parçasından medet umdu, bu doğrultuda anayasa değişikliği yaptırdı. Kürsülerde Kuran’dan ayetler okumaya başladı. Sadece kendisi değil, partisi de aynı yola girdi.
Öte yandan Hristiyan ABD ve AB’ye sığındı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin çıkarlarını onlardan gelecek emir ve direktiflere endeksledi. Cumhurbaşkanı seçilirken “dindar Cumhurbaşkanı” diye asıldı ve koltuk değneği MHP’nin desteği ile o şahsı –‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözü ilkelliktir diyebilen- Abdullah Gül’ü devletin başına geçirmeyi başardı.
Anayasa, Cumhuriyet rejiminin ilkeleri falan, onların gözünde faso fiso idi. Çünkü onlar çoğunluk oyunu alıp gelmişlerdi! İktidar olma gücü Tayyip’e verilmişti. Milli irade kendisine ve partisine devredilmişti. Tayyip istediğini yapardı! İsterlerse hilafeti bile “oy çokluğu” ile getirebilirdi!
O kadar güçlü olmadığını şimdi anladı!
DARBECİLER!
Bütün bu süreçte milleti her açıdan uyutmak ve kandırmak için ellerinden geleni yaptılar. Enflasyon rakamlarını düşük gösterdiler. Ulusal milli geliri bir gecede ve kağıt üzerinde kişi başına 3 bin dolar arttırıverdiler! Ekonomi çöküntüye gidiyor, işsizlik patlıyordu, asla umursamadılar. Yolsuzlukları, vurgunları dikkate almadılar, görmek istemediler. “Benim hırsızım iyidir” anlayışıyla milletin soyulmasına göz yumdular. Bütün güçleriyle sıkmabaş’a asıldılar.
Ancaaak, ellerinde din sömürüsü dışında güçlü bir silah daha olması gerekiyordu. Darbecilik! Birileri Tayyip’e karşı darbe hazırlıyordu! Darbeciler yakalanmıştı. Adına Ergenekon çetesi dediler. Haftalardır Ergenekon çetesiyle yatıyoruz, Ergenekon çetesiyle kalkıyoruz. Ülkenin en seçkin insanları sabaha karşı gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, Tayyip ve ekibi ile emrindeki medya “Darbecileri” kınıyor, suçluyordu! Bir emekli general, birkaç emekli subay, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyelerinden oluşan dört dörtlük darbe çetesi! Tayyip medyası da balonu bulmuş, üfledikçe şişiriyordu...Savcılık veya Emniyet içerisinde “Medyaya bilgi sızdırma ekipleri” oluşmuştu. Bunlar -çoğu düzmece olan- gizli bilgi ve belgeleri, soruşturma raporlarını AKP medyasına üfürüyor, onlar da bire bin katarak, ballandıra ballandıra darbeci çeteyi manşetlerden veriyordu...Böylece, karşımıza çıkarılan darbe masallarıyla uyutulmak isteniyorduk.
Ve gün geldi, Yargıtay Başsavcısı Anayasa Mahkemesinde kapatma davasını açtı. Çok bozuldular. Demeçler birbirini izliyor, Anayasa Mahkemesi baskı altına alınıyor ve hükümet üyeleri tarafından açıklamalar yapılıyordu: “Bu iddianame Ergenekon çetesinin rövanşıdır. Derin devlet iddianame hazırlatmıştır. Biz korkmayız, yılmayız, yolumuzdan dönmeyiz!.. Gazete kupürlerinden hazırlanmış ciddiyetsiz iddianame...Anayasa Mahkemesi bunu elinin tersiyle geri çevirir, kabul etmez... ”
Balon önceki gün söndü. Burnundan kıl aldırmayanlar iddianamenin kabulünden sonra şaşkına döndüler. Ancak bu arada yine yabancı güçlere sığındılar. ABD ve AB’ye haber gönderdiler:
“Zora düştük, bizi koruyun kollayın.”
Bu kez dışarıdan demeçler, açıklamalar yağmaya başladı:
“Anayasa Mahkemesi bu davayı reddetmelidir...Türkiye’de yargı ve askerden oluşan elit tabaka var...Yargı darbesi yapıldı...Ordu ve yargı demokratikleşme önünde engel...Yargı milli iradeye karşı çıkamaz. Aksi takdirde AB müzakere süreci askıya alınır... Demokrasiden yanayız...Çağdaş demokrasilerde parti kapatılamaz...”
Osmanlı’nın başına bela olan kapitülasyon süreci başka biçimde hortladı.
DİNLERİ İMANLARI PARA
Bütün bu soytarılıklar olurken, Tayyip ve ekibi hiç ses çıkarmadı. Emir ve hizmetinde oldukları yabancı ülke ve güçlere “Siz bizim işimize karışmayın, biz kendi sorunumuzu kendimiz çözeriz” diyemedi. Onlar daha iki hafta önce Türkiye’ye davet ettikleri Yunanistan Dışişleri Bakanına “Türban sorun değildir” dedirten ve bu konuda bile Yunanistan’a sığınmaktan hiç sıkılmayanlardı.
Sen aldığın çoğunluk oyuna güvenip Cumhuriyet rejiminin temel ilkelerini çiğneyeceksin, dini siyasete alet edeceksin, Müslümanlığı sıkmabaş’a indirgeyeceksin, sıkmabaş’ın üniversitede serbest olması için Anayasa değiştireceksin, devleti Fethullah’a teslim edeceksin ve senin oy devşirme yöntemlerine, din sömürüsü yapmana hiç kimse ses çıkarmayacak!
İşin daha da acı yanı, bunların dininin ve imanının PARA olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İddianame sonrasında medyalarında yırtındılar: “Mahkeme bu davayı kabul ederse istikrar bozulur, borsa düşer, döviz yükselir, para dışarıya kaçar.” Oysa borsanın yüzde 74’ünün yabancıların elinde olduğunu hepimizden iyi bilen bunlardı...Ve bir kez daha yabancılara, kara paracılara, vurgunculara hizmet vermekten utanmıyorlardı.
İddianame ortaya çıktığında AKP’li bakan ve üst düzey yetkililerin söylediği şu yüz kızartıcı ve ciddiyetten yoksun sözlere bir bakınız: “Partimiz kapatılırsa ülke 50 yıl geriye gider...AB’de küme düşeriz...Partimizden zırnık koparamazsınız...Dış dünyaya rezil oluruz...Derin devletin intikamı...Ergenekon’un intikamı alınıyor...Borsayı düşünün...”
Çünkü biz kendimiz için değil, Tayyip, AKP, borsa ve dış dünya için varız!
KIL ALDIRMA OPERASYONU
Şimdi yargılanacaklar. Anayasa Mahkemesi önünde hesap verecekler. Küçük bir operasyonla burunlarından –ve ilk kez- kıl aldıracaklar. Kendilerini dokunulmaz görürlerdi. Onlara hiç kimse karışamazdı! Onlar yüzde 47 oy alıp iktidar olmuştu. Onlar ne derse, milli irade o idi! Acaba o yüzde 47’nin yüzde kaçı ülkeyi bu duruma düşürsün, yabancıların güdümüne soksun, işsizliği patlatsın, enflasyon rakamlarında bile oynama yapıp düşük göstersin, aç ve işsiz bıraktığı insanların gözünü patates soğan paketleriyle boyasın diye onlara oy vermişti?
Bunları düşünmeye gerek bile yoktu! Onlar iktidar olmuştu. Onlara karışacak, müdahale edecek “Dur” diyecek hiçbir güç yoktu! AKP iktidarı varken yargı da kim oluyordu! O iktidara karşı çıkan “darbeciler ve çeteciler” zaten yakalanıp içeri tıkılmıştı. Bütün kamu kurumları, belediyelerin çoğu, satılık ve besleme medya, Fethullah takımı, entel-liboş ekibi, Marksist dönekler, şeriatçılar, yobazlar hep ellerindeydi. Meclis’teki AKP çoğunluğu zaten hükümetin emrine girmiş, otomatik kabul makinasına dönüşmüş, beş dakkada Beşiktaş yöntemiyle çıkarılan yasalarla, kaldır elini, indir elini, kabul edilmiştir yöntemiyle işi idare ediyordu. Türkiye AKP açısından dikensiz gül bahçesi olmuştu.
İşte bu ortamda Yargıtay Başsavcısı tekere çomak soktu. İlk kez ciddi biçimde korktular. Hele iddianame kabul edilince daha da korktular ve paniklediler... Çünkü karizmaları çizildi. Cilaları döküldü. Dokunulmazlık elden gitti. İlk kez, hem de A’dan Z’ye neredeyse tam kadro –Çankaya’da oturan zat ve Tayyip dahil- hesap verecekler. Evet, Cumhuriyet rejiminin temeli ve Anayasanın değiştirilemez ilkesi olan laikliği nasıl paspas gibi çiğnediklerinin hesabını, parti olarak yargı önünde verecekler. Şimdi köşeye sıkıştılar. Bu kez kaçış yok...
Ve yargı önünde hokkabazlık, laf cambazlığı, uyutmaca, yutturmaca yapmak söz konusu olmayacak.
Ama yine de fazla endişe etmesinler! Arkalarında kapı gibi ABD var, AB var. “İstikrar” isteyen besleme medya, ihale peşkeşçileri, borsacılar, para babaları, Fethullahçılar vesaire hep onlardan yana.
Ancak hiç unutmayalım, meydan o kadar boş değil.
Türkiye’de anayasal düzeni ve Cumhuriyet rejimini korumaya kararlı, omurgalı, haysiyetli, onurlu, vicdanını, ruhunu ve cüzdanını içeriye ve dışarıya satmamış, ülkemizin sömürge olmasına, peşkeş çekilmesine, din devletine karşı çıkan güçler, kurumlar ve milyonlarca Atatürk evladı da var.
Sanki Tayyip ve AKP için söylemiş atalarımız:
“Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.”
Emin Çölaşan
Türkiye bu aşamaya nasıl geldi? Çok önemlidir. Medyayı ellerine geçirdiler. Kendilerinden olmayan medyayı sindirdiler, korkuttular. Patronlara sık sık doğrudan veya dolaylı yollarla haber gönderdiler ve göndermeyi sürdürüyorlar: “Falanca gazetecinin yazıları, yorumları hoşumuza gitmiyor. Haberlerinizden şikayetimiz var...” Patronlar leb demeden leblebiyi anlıyor, haber akışı değişiyor, ya da o gazeteciler için gerekli işlem anında yapılıyor...
Ve Tayyip yemiyor içmiyor, bu pembe tabloda bile medyadan yakınıyor! Olanların sorumluluğunu medyanın üzerine atmaya kalkışıyor. Dikkat ediniz, hep laf ebeliği ile, kürsülerde bağırıp çağırarak, bütün kesimleri korkutup sindirerek kendisine ve iktidarına dikensiz gül bahçesi yaratmaya yelteniyor. Başardı mı? Büyük ölçüde evet.
Çevrelerinde emir kulları türedi. Omurgasızlar, solculuk dönekleri, entel-liboşlar, ihale bekleyenler, özelleştirme peşkeşinden pay kapma sırasına girenler, onun ve partisinin amansız destekçisi kesiliverdi. Satılan gazetelerin yüzde 34’ünün sahibi olan Doğan Grubu korktu, AKP döneminde ses veremedi. Tayyip zannetti ki bu yapay destekle işleri hep böyle götürecek...Ve din sömürüsüne iyice asılmaya başladı. Bir metrekarelik bez parçasından medet umdu, bu doğrultuda anayasa değişikliği yaptırdı. Kürsülerde Kuran’dan ayetler okumaya başladı. Sadece kendisi değil, partisi de aynı yola girdi.
Öte yandan Hristiyan ABD ve AB’ye sığındı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin çıkarlarını onlardan gelecek emir ve direktiflere endeksledi. Cumhurbaşkanı seçilirken “dindar Cumhurbaşkanı” diye asıldı ve koltuk değneği MHP’nin desteği ile o şahsı –‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözü ilkelliktir diyebilen- Abdullah Gül’ü devletin başına geçirmeyi başardı.
Anayasa, Cumhuriyet rejiminin ilkeleri falan, onların gözünde faso fiso idi. Çünkü onlar çoğunluk oyunu alıp gelmişlerdi! İktidar olma gücü Tayyip’e verilmişti. Milli irade kendisine ve partisine devredilmişti. Tayyip istediğini yapardı! İsterlerse hilafeti bile “oy çokluğu” ile getirebilirdi!
O kadar güçlü olmadığını şimdi anladı!
DARBECİLER!
Bütün bu süreçte milleti her açıdan uyutmak ve kandırmak için ellerinden geleni yaptılar. Enflasyon rakamlarını düşük gösterdiler. Ulusal milli geliri bir gecede ve kağıt üzerinde kişi başına 3 bin dolar arttırıverdiler! Ekonomi çöküntüye gidiyor, işsizlik patlıyordu, asla umursamadılar. Yolsuzlukları, vurgunları dikkate almadılar, görmek istemediler. “Benim hırsızım iyidir” anlayışıyla milletin soyulmasına göz yumdular. Bütün güçleriyle sıkmabaş’a asıldılar.
Ancaaak, ellerinde din sömürüsü dışında güçlü bir silah daha olması gerekiyordu. Darbecilik! Birileri Tayyip’e karşı darbe hazırlıyordu! Darbeciler yakalanmıştı. Adına Ergenekon çetesi dediler. Haftalardır Ergenekon çetesiyle yatıyoruz, Ergenekon çetesiyle kalkıyoruz. Ülkenin en seçkin insanları sabaha karşı gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, Tayyip ve ekibi ile emrindeki medya “Darbecileri” kınıyor, suçluyordu! Bir emekli general, birkaç emekli subay, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyelerinden oluşan dört dörtlük darbe çetesi! Tayyip medyası da balonu bulmuş, üfledikçe şişiriyordu...Savcılık veya Emniyet içerisinde “Medyaya bilgi sızdırma ekipleri” oluşmuştu. Bunlar -çoğu düzmece olan- gizli bilgi ve belgeleri, soruşturma raporlarını AKP medyasına üfürüyor, onlar da bire bin katarak, ballandıra ballandıra darbeci çeteyi manşetlerden veriyordu...Böylece, karşımıza çıkarılan darbe masallarıyla uyutulmak isteniyorduk.
Ve gün geldi, Yargıtay Başsavcısı Anayasa Mahkemesinde kapatma davasını açtı. Çok bozuldular. Demeçler birbirini izliyor, Anayasa Mahkemesi baskı altına alınıyor ve hükümet üyeleri tarafından açıklamalar yapılıyordu: “Bu iddianame Ergenekon çetesinin rövanşıdır. Derin devlet iddianame hazırlatmıştır. Biz korkmayız, yılmayız, yolumuzdan dönmeyiz!.. Gazete kupürlerinden hazırlanmış ciddiyetsiz iddianame...Anayasa Mahkemesi bunu elinin tersiyle geri çevirir, kabul etmez... ”
Balon önceki gün söndü. Burnundan kıl aldırmayanlar iddianamenin kabulünden sonra şaşkına döndüler. Ancak bu arada yine yabancı güçlere sığındılar. ABD ve AB’ye haber gönderdiler:
“Zora düştük, bizi koruyun kollayın.”
Bu kez dışarıdan demeçler, açıklamalar yağmaya başladı:
“Anayasa Mahkemesi bu davayı reddetmelidir...Türkiye’de yargı ve askerden oluşan elit tabaka var...Yargı darbesi yapıldı...Ordu ve yargı demokratikleşme önünde engel...Yargı milli iradeye karşı çıkamaz. Aksi takdirde AB müzakere süreci askıya alınır... Demokrasiden yanayız...Çağdaş demokrasilerde parti kapatılamaz...”
Osmanlı’nın başına bela olan kapitülasyon süreci başka biçimde hortladı.
DİNLERİ İMANLARI PARA
Bütün bu soytarılıklar olurken, Tayyip ve ekibi hiç ses çıkarmadı. Emir ve hizmetinde oldukları yabancı ülke ve güçlere “Siz bizim işimize karışmayın, biz kendi sorunumuzu kendimiz çözeriz” diyemedi. Onlar daha iki hafta önce Türkiye’ye davet ettikleri Yunanistan Dışişleri Bakanına “Türban sorun değildir” dedirten ve bu konuda bile Yunanistan’a sığınmaktan hiç sıkılmayanlardı.
Sen aldığın çoğunluk oyuna güvenip Cumhuriyet rejiminin temel ilkelerini çiğneyeceksin, dini siyasete alet edeceksin, Müslümanlığı sıkmabaş’a indirgeyeceksin, sıkmabaş’ın üniversitede serbest olması için Anayasa değiştireceksin, devleti Fethullah’a teslim edeceksin ve senin oy devşirme yöntemlerine, din sömürüsü yapmana hiç kimse ses çıkarmayacak!
İşin daha da acı yanı, bunların dininin ve imanının PARA olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İddianame sonrasında medyalarında yırtındılar: “Mahkeme bu davayı kabul ederse istikrar bozulur, borsa düşer, döviz yükselir, para dışarıya kaçar.” Oysa borsanın yüzde 74’ünün yabancıların elinde olduğunu hepimizden iyi bilen bunlardı...Ve bir kez daha yabancılara, kara paracılara, vurgunculara hizmet vermekten utanmıyorlardı.
İddianame ortaya çıktığında AKP’li bakan ve üst düzey yetkililerin söylediği şu yüz kızartıcı ve ciddiyetten yoksun sözlere bir bakınız: “Partimiz kapatılırsa ülke 50 yıl geriye gider...AB’de küme düşeriz...Partimizden zırnık koparamazsınız...Dış dünyaya rezil oluruz...Derin devletin intikamı...Ergenekon’un intikamı alınıyor...Borsayı düşünün...”
Çünkü biz kendimiz için değil, Tayyip, AKP, borsa ve dış dünya için varız!
KIL ALDIRMA OPERASYONU
Şimdi yargılanacaklar. Anayasa Mahkemesi önünde hesap verecekler. Küçük bir operasyonla burunlarından –ve ilk kez- kıl aldıracaklar. Kendilerini dokunulmaz görürlerdi. Onlara hiç kimse karışamazdı! Onlar yüzde 47 oy alıp iktidar olmuştu. Onlar ne derse, milli irade o idi! Acaba o yüzde 47’nin yüzde kaçı ülkeyi bu duruma düşürsün, yabancıların güdümüne soksun, işsizliği patlatsın, enflasyon rakamlarında bile oynama yapıp düşük göstersin, aç ve işsiz bıraktığı insanların gözünü patates soğan paketleriyle boyasın diye onlara oy vermişti?
Bunları düşünmeye gerek bile yoktu! Onlar iktidar olmuştu. Onlara karışacak, müdahale edecek “Dur” diyecek hiçbir güç yoktu! AKP iktidarı varken yargı da kim oluyordu! O iktidara karşı çıkan “darbeciler ve çeteciler” zaten yakalanıp içeri tıkılmıştı. Bütün kamu kurumları, belediyelerin çoğu, satılık ve besleme medya, Fethullah takımı, entel-liboş ekibi, Marksist dönekler, şeriatçılar, yobazlar hep ellerindeydi. Meclis’teki AKP çoğunluğu zaten hükümetin emrine girmiş, otomatik kabul makinasına dönüşmüş, beş dakkada Beşiktaş yöntemiyle çıkarılan yasalarla, kaldır elini, indir elini, kabul edilmiştir yöntemiyle işi idare ediyordu. Türkiye AKP açısından dikensiz gül bahçesi olmuştu.
İşte bu ortamda Yargıtay Başsavcısı tekere çomak soktu. İlk kez ciddi biçimde korktular. Hele iddianame kabul edilince daha da korktular ve paniklediler... Çünkü karizmaları çizildi. Cilaları döküldü. Dokunulmazlık elden gitti. İlk kez, hem de A’dan Z’ye neredeyse tam kadro –Çankaya’da oturan zat ve Tayyip dahil- hesap verecekler. Evet, Cumhuriyet rejiminin temeli ve Anayasanın değiştirilemez ilkesi olan laikliği nasıl paspas gibi çiğnediklerinin hesabını, parti olarak yargı önünde verecekler. Şimdi köşeye sıkıştılar. Bu kez kaçış yok...
Ve yargı önünde hokkabazlık, laf cambazlığı, uyutmaca, yutturmaca yapmak söz konusu olmayacak.
Ama yine de fazla endişe etmesinler! Arkalarında kapı gibi ABD var, AB var. “İstikrar” isteyen besleme medya, ihale peşkeşçileri, borsacılar, para babaları, Fethullahçılar vesaire hep onlardan yana.
Ancak hiç unutmayalım, meydan o kadar boş değil.
Türkiye’de anayasal düzeni ve Cumhuriyet rejimini korumaya kararlı, omurgalı, haysiyetli, onurlu, vicdanını, ruhunu ve cüzdanını içeriye ve dışarıya satmamış, ülkemizin sömürge olmasına, peşkeş çekilmesine, din devletine karşı çıkan güçler, kurumlar ve milyonlarca Atatürk evladı da var.
Sanki Tayyip ve AKP için söylemiş atalarımız:
“Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.”