Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Dünyada ukba eksenli varlık: Anne

med61

Guest
Local time
20:08
Katılım
22 Mart 2008
Mesajlar
6
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Anne kendi dünyasında bir kutup varlıktır. Kâbe, topyekün kâinat hakikatinin;
Mekke umum beldelerin, dimağ bütün bir bünyenin ruhu, mânâsı, özü ve
atlası olduğu gibi, anne de âile cüz-i ferdinin temeli, direği, esâsı ve Yaratıcı
Kudret'in de en önemli bir malzemesidir.


fethullahgulen.jpg



Yuvada her şey onun etrâfında döner, ona dolanır ve ona dönüşür. O ise
kutup yıldızı gibi hep kendi çevresinde döner ve ucu gökler ötesi bir
yörüngede yol alır. Evet anneler, dünyada ukbâ eksenli varlıklardır. Hilkatteki
rol ve istihdamlarıyla elde ettikleri mükâfatları, çektikleri meşakkat ve
sıkıntılarıyla gördükleri mukabele arasındaki tenâsübsüzlük (uyumsuzluk) bu
gerçeğin en açık delili. Bunun böyle olduğunu anlamak için uzun boylu
araştırmaya da gerek yok; onların bir ömür boyu neler ekip neler biçtiklerine,
neler çekip neler bulduklarına göz ucuyla bakmak bile yeter sanırım. Simaları
cennetteki hûrilerin yüzleri kadar uhrevî, bakışları meleklerinki kadar derin,
duyguları da ruhânîlerinki kadar durudur annelerin.. onlar, suyu, toprağı,
havası ötelerden getirilmiş mübârek bir zeminin gülleri gibi o kadar imrendirici,
o kadar sevimli, o kadar büyüleyicidirler ki, insan dikkatle bakabilse onlarda
cismâniyetini aşan, dünya ve içindekilerini aşan, hatta kendilerini de aşan bir
sihrin bulunduğuna hükmeder.



Duygu ve düşünceye açık mütecessis ruhlar, onların her zaman hisli, içli ve
şefkatle köpüren dünyalarında, firdevsî düşüncelerle beslenmiş en tatlı
rüyâların akislerini bulur ve insanî tasavvurları aşan bir zevk zemzemesine
ulaşır. Biz hemen her zaman, onların ikliminde geceleri ayrı bir edâda,
gündüzleri de başka bir üslupta sekîne televvünlü esintiler duyar ve
gönüllerimize, göklerin merhametinin, şefkatinin ve şiirinin döküldüğünü
hissederiz; hissederiz de, ufkumuzun bitevî meleklerle, ruhânîlerle kuşatıldığını
sanırız. Kim bilir kaç defa, onların gecenin koynunda menekşe renkli füsûnlu
çehrelerinde, hilkate esas teşkil eden bir ruh ve mânânın bütün zamanları ve
mekânları aşıp bulunduğumuz yere sarkıtıldığını görmüş ve kökü sonsuzlukta
engin bir rahmetin, onların tebessüm ve teessürleriyle iç içe parıldadığını
hissetmiş; muğlâk, müphem fakat cezbedici bir kısım sâiklerle kendimizi
onların kucaklarına atmak istemişizdir. Kim bilir kaç defa kırılmış-dökülmüş,
buruklaşmış-garipleşmişizdir de, onların ümit ve itmi'nân tüten, o kuş
yuvalarından daha sıcak, daha canlı, daha duru ve âdeta tılsımlı sînelerine
kendimizi salmış, onların esrarlı mırıltılarıyla hazdan hazza kanatlanmış ve
huzurla gerinmişizdir. Onlar, bizi, her bağırlarına basışlarında karşılık
beklemeyen birer vefâ kahramanı misillü büyülü bir hâl alır; biz de onlarla her
şeyi aşabileceğimiz hissiyle bir güven ve emniyet içinde gerilir, etrâfı süzer;
hatta herkese meydan okuyor gibi bir tavra girer ve onlara sımsıkı sarılırdık.


Anne, gökler kadar derin.. ve içinde göklerin yıldızları kadar duygu ve
düşüncelerin kaynaşıp köpürdüğü, köpürüp lav ırmakları veya yeraltı çayları
gibi şuraya-buraya aktığı sırlı bir his yumağıdır. Evet o, acı-tatlı kaderiyle
uyumlu.. sevinçlerle, kederlerle barışık.. beklentileri olmayan, beklentilere
takılıp yavrularına gönül koymayan.. tabiatı İlâhî ahlâkla kristalize öyle bir
vefa ve şefkat âbidesidir ki; ne çektiği mihnetlerin mahşerdeki ter lüccesine
denk gelip gırtlağına dayanması; ne de evlat vefâsızlığının bir poyraz gibi esip
rûhunu sarması; sarıp ona gurbetlerin en acısını yaşatması onu dize
getiremez ve ona "pes" dedirtemez...


Herhangi bir beklentiye girmeyen şefkat kahramanları

Çocuğunun parçalayıcı neşterleri altında, ciğeri delik-deşik edilirken, bıçağı
eline kaçırıp da "Anam!" diye inleyen bir kanlı kâtilin koluna "kuzum!"
çığlıklarıyla sarıldığı hikâye edilen bir anne ciğeri üstûresini, çocukluğumdan
beri ne zaman anmışsam hep ürpermiş ve bu mini damlada anne şefkatinin
enginliğini duymaya çalışmışımdır. Hele, ebediyet ve ahirete inanan,
dolayısıyla da bedenî ve cismânî olduğu kadar uhrevî ve rûhânî yanları da
olan anneler!. Bunlar madde ve mânânın, cisim ve rûhun yerleşik âleminde,
gönülleri evlatlarına karşı, tasavvurlar üstü öyle güçlü râbıtalara sahiptir ki;
dünya ehlince çok köklü ve güçlü kabul edilen alâkalar bile ona nispeten
zayıf bir gölgeden ibâret kalır. Ne var ki, imanı, imandaki sonsuzluk zevkini
duymayanlara bunu anlatmak çok da kolay olmayacaktır. Evet, onlardaki
samimiyetin hep böyle derin kalmasını, ihlâsın kesintisiz devam etmesini.. ve
onların kalplerinin her zaman sevgiyle coşmasını, bakışlarının alâka ve güven
vaadiyle içimize akmasını, fenâ ve zevâl vadilerinde yetiştikleri halde bu
kadar ebedî ve mâverâî hislerle dolup-taşmalarını anlatmak oldukça zor olsa
gerek...


Bir düşünün; bizim için onlar, ne uzun hazırlıklar dönemi geçirmiş!. Ne aşılmaz
zorluklara toslamış ve neleri aşmış?. Ne çetin hadiselerle pençeleşmiş, ne
kadar hayâl ve melâl ile oturup kalkmış?. Ne hülya ve rüyâlarla dolup
boşalmış, ne kadar yeis ve inkisarlarla burkulmuş?. Ne zorluk ve sıkıntıları
göğüslemiş ve kaç türlü çileyle preslenmiş?. Ne sancılar çekmiş ve ne kadar
inlemiş? Kaç defa çığlık çığlığa ağlamış ve ne kadar ağlama dindirmiş?. Kaç
defa merhametle coşmuş ve kaç defa merhamete ihtiyaç hissetmiş?. Hâsılı
bizim için ne değerli şeyler harcamış ve ne emekler sarf etmiş.. sarf etmiş ve
sonra da herhangi bir beklentiye girmemişlerdir... Evet bizi, varlığa ermenin
hemen her safhasında kucaklayan, koklayan, öpüp öpüp okşayan, teessür ve
infiallerimizi yatıştırıp sıkıntılarımızı paylaşan; yemeyip yediren, giymeyip
giydiren, açlığını-tokluğunu, açlığımız-tokluğumuz içinde hissedip yaşayan,
mutluluk ve saadetimiz adına insanüstü bir gayretle akla-hayale gelmedik
zorluklara katlanan.. bize, vücudumuzun gelişmesi, irâdemizin kuvvetlenmesi,
zekâmızın incelip keskinleşmesi, ufkumuzun uhrevîleşmesi yollarını gösteren..
bütün bunları yaparken de açık-kapalı herhangi bir beklentiye girmeyen bir
varlık varsa, işte o da anadır.


Allah, öyle bir sultanlık vermiştir ki annelere...

Biz hayatımızın önemli bir bölümünü tâvusların renk renk tüylerinden daha
güzel; çiçeklerin sihirli dünyasından daha büyülü, kuş yuvalarından daha
sıcak ve daha canlı, en koruyucu seralardan daha koruyucu, daha emin
onların kucaklarında, onların atmosferinde geçiririz. Evet biz,
korumanın-kollamanın, neşesini-heyecânını, gösterişini-hesâbını,
sistemini-yolunu onlarda görmüş, onlarda tanımış, onlarda duymuş ve onlarda
tatmışızdır. Hele, ihtiyaç ve zaaflarımız; güçsüzlük, yetersizlik ve hayatın bir
kısım aksilikleriyle birleşerek üzerimize çullanışında hep onlara sığınmış ve
karşımıza çıkan handikapları hep onlarla aşmaya çalışmışızdır. Biz onlara
sığınırken onlar da gönüllerinin bütün sıcaklığıyla bizi sînelerine basmış ve
hafakan dolu gönüllerimize emniyet ve itmi'nân üflemişlerdir.. böyle
durumlarda, zannediyorum hemen herkes, kendi gönlünden olduğu kadar,
onların bakışlarından, tebessümlerinden, mimiklerinden kopup gelen bir his
tufanını, bir şefkat esintisini ve sessiz bir şiiri dinler gibi olurdu.


Biz, onlarla geçen bu hisli, bu hülyâlı gün ve gecelerin içinde âdeta hep bir
saadet rüyâsı yaşamışızdır. Günlerin masmavi saatlerinde hayâtın en tatlı
nağmelerini, annelerin bam teli gibi ses veren sînelerinden duymuş ve
şuurlarımızın ihâtası ölçüsünde "herhalde gerçek mutluluk da bu olsa gerek"
demiş ve kendimizden geçmişizdir.


Anne, hilkat hadisesinin en önemli esâsı, insanlık dünyasının en bereketli
rüknü ve bizim de gözümüzün aydınlığıdır. Biz hepimiz, medyûniyetin en
altından kalkılmayanı ve sorumluluğun en ağırıyla onun karşısında iki
büklümüz. İki büklümüz ve şerefimiz de gökler gibi bu kamburumuzda.
Annenin pırıl pırıl çeliğine su veren kaynak, meleklerin ak güvercinler gibi
başına konup kalktıkları cennet şadırvanları olsa gerek! Öyle olmasaydı
rûhunun ışığı hiç gözlerimizi böylesine kamaştırabilir miydi? Onun ışığı değil,
gölgesi bile pervâneleri yakar -kendi dünyamda o yüce mâhiyetin tedâi
ettirdiği öldüren hislerin şokunu henüz üzerimden atabilmiş değilim- ziyâsı,
-şimdilerde daha iyi hissediyorum- karanlık gönüllerimizi aydınlatan sırlı bir ışık
kaynağıdır.


Anne, rûhundaki incelikle yürekliliği at başı götüren öyle bir şefkat
kahramanıdır ki, şefkati, refeti ve zerâfetiyle ele alındığında bir tüy gibi
yumuşak, bir ipek gibi de ince ve zarif olmasının yanında çocuklarını koruma
ve kollama hususunda bir dişi aslan gibi sert ve parçalayıcıdır. Şu gök kubbe
altında ne varsa onun eli hepsinin üstündedir.. ve cennete giden yol onun
ayaklarının altından geçer. Allah, kitabında ona öyle bir ululuk ve sultanlık
vermiştir ki, yeryüzü sultanlıkları ona nispeten, liyakatsiz başlarda kuru birer
taçtan ibâret kalırlar. Zâten, onun ayağının altında yerini bulamamış
başlardaki taçların da kalıcı hiçbir değeri olduğu söylenemez.



Ey ruhlar gibi ince, melekler kadar mâsum ve gökler kadar da derin, yüce ve
değerli varlık, öteler sana kıymetler üstü kıymet vermekte ve senin nazını
çekmektedir. Senin ününün bestesi tâ meleklerin oturup kalktığı yerlerde
duyulmakta, hayatının şarkısı cennet yamaçlarında yankılanmaktadır. Sen her
zaman duygu kancalarının ucu ciğerinde, din cevherinin gerdanlığı da
boynunda yaşadın! Biz hepimiz senin kölelerin, sen ise şefkat, vefâ ve
samimiyet ağıyla bizleri avlayıp esir eden taçsız bir sultansın! Eğer şu varlık
âleminde her şeyin kendine göre bir rûhu, bir hayat cevheri varsa, bizim
hayat cevherimiz de sen olmalısın! Allah, kıyâmet sabahında seni Zâtının
ışıklarıyla aydınlatsın! Geleceğin, cennetin cuma yamaçları gibi neşeli ve
vuslatın da kutlu olsun!


(*) Annesi Refia Gülen Hanımefendi'nin vefatından sonra Sızıntı Dergisi'ne (Eylül 1993) yazdıkları yazıdır.
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst