Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Türk El Sanatlari

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Kuşaktan Kuşağa Çömlekçilik

Anadolu çömlekçiliği Avanos’ta hâlâ binlerce yıl ötesinin zamanını yaşamaktadır sanki...



21_333DSC_6577.jpg


Orta Anadolu’nun orta yerinde, Aksaray-Gülşehir-Kayseri kervan yolu üzerinde yer alır Avanos... Tarih boyunca nice gezginlerin yol öykülerinde “büyüleyici doğasıyla” anılan Kapadokya ve Kızılırmak’ın suladığı o bereketli topraklar, Hititlerden Friglere, Roma’dan Bizans ve Selçuklulara, onlarca kültür katmanının izlerini taşır. Anadolu’nun en büyük kral mezarlarından biri sayılan Çeç tümülüsü, Avanos’taki yerleşim izlerinin Hititlere kadar uzandığını; yöreye özgü çanak çömlekçiliğin de bu uygarlıkla birlikte başladığını gösteriyor.

Antik adı Halysin olan Avanos’un tarihi MÖ 2000’li yıllara dayanıyor. Nevşehir’in 18 kilometre kuzeydoğusunda, Kızılırmak’ın ikiye böldüğü bu ilçe, Kapadokya’nın diğer turistik ilçeleri Ürgüp ve Göreme gibi yörenin en dikkate değer çekim noktalarından biri. Neredeyse insanlık tarihinin başlangıcından beri Orta ve Kuzey Anadolu bölgelerinin önemli bir kesimini sulayıp Karadeniz’e dökülen Kızılırmak rengini, Avanos’tan alıp sularına kattığı tüflü, killi topraklardan alır. Killi çamur ise kuşaktan kuşağa aktarılan formlarla biçimlenerek Avanos’un o ünlü çanak ve çömleklerine dönüşür.



21_333DSC_9972.jpg



21_333DSC_0187.jpg



1900’lerin başına tarihlenen konağın önünden geçip Avanos’un merkezine girildiğinde sıra sıra çömlekçi atölyeleri belirmeye başlar. Avanosluların ‘işlik’ ya da ‘çanakhane’ adını verdiği bu atölyeler, çömlekçilik geleneğini bugün de yaşatmaya çalışıyor.

Avanos, Kapadokya bölgesinde çömlekçiliğin yapıldığı tek merkez bugün. Çömlekçiliğin burada ne zaman başladığı kesin olarak bilinmiyor ama, kimi kaynaklara göre geçmişi Hititlere kadar uzanıyor. Anadolu’da çömlek yapımı Neolitik devirde, yani MÖ 7000’li yıllarda Çatalhöyük’te başlamış, MÖ 2000’lerde Mezopotamya’dan ticaret için gelen Asurlular Hititlere çömlek yapımını öğretmişler. İlk yapılan çömleklerin sargı-dolama yöntemiyle elde biçimlendirildiği; pişirimin ise genellikle açık ateşte yapıldığı bilinmekte. MÖ 3. bin yılda çömlekçi çarkı bulununca, çömlekler artık çarkta biçimlenir; pişirimde de ilkel fırınlar devreye girer. Kapsamlı kazı çalışmaları yapılmadığı için yeterli bilgi olmasa da, Hacıbektaş ve Gelveri (Güzelyurt) ilçelerinde Kalkolitik kültüre ait çanak-çömleklere rastlandığını; 20. yüzyıl başlarında Gelveri’de de çömlek yapıldığını biliyoruz. Avanos’a özgü Aksaray Çömleği’nin de Gelverili ustaların tarzıyla üretildiği biliniyor.


21_333DSC_0320.jpg


ÇIKRIKTAN FIRINA...

Güneş almayan, zemini toprak olan bu atölyelerde bir ya da en fazla dört tezgâh var. Kapıya yakın, ışık alan bir duvar kenarına kurulan tezgâha ise ‘çıkrık’ deniyor. Çamur teknelerinde suyla karıştırılarak bekletilen kırmızı toprak, bir süre sonra kıvamını buluyor. Çamur, ait olduğu yatağın türüne göre silisli, gevşek, yumuşak veya yağlı, sert ya da killi gibi farklı özelliklerde olabiliyor. Çamurun cinsi, kabın türünü de belirler. Ayakla çevrilen çark dönmeye başladığında, üzerindeki çamur kütlesi çömlek ustasının el hüneriyle birkaç dakika içinde incelip yükselmeye başlar ve son şeklini alır. Çarkta çekilen formlar, ‘yanalak’ denen havadar bir tezgâh üzerinde kurumaya bırakılır. O arada boyanan ve cilalanan kaplar yeterince kuruduktan sonra yaklaşık 600-700 derecelik bir sıcaklıkta pişirilir.

Avanos atölyelerinde, boyları 20 cm’den 1.5 metreye kadar değişen, çömlek, küp, testi ve güveç gibi işlevsel mutfak gereçleri bir yana, son yıllarda Hitit ve Frig gibi Anadolu’nun en eski formlarını tekrarlayan hediyelik eşyalar da üretiliyor. Büyük kentlerde, hatta Avrupa’da hediyelik eşya mağazalarında yer bulan Avanos işi testiler, antik formda çanak ve çömlek ürünleri bölgenin en önemli gelir kaynağı. İlçede bulunan büyük ölçekli birkaç yer ise bahçe çömleği üretip Avrupa’ya ihraç ediyor. Ayrıca dışarıdan gelen bazı sanatçıların yardımı ve katkılarıyla işlerinde yetkinleşip seramik duvar panoları ve artistik çalışmalar yapan atölyeler de var.

1970’lerin başında 200’den fazla atölye bulunan Avanos’ta bu gün, Çömlekçiler Esnaf Odası’na kayıtlı usta sayısı 100’ü zor buluyor. Artık elektrikli çarklarda üretim yapılıyor, kimi atölyelerin vakum presleri ve elektrikli fırınları da var ama, genç kuşaktan bu işe merak saran yok gibi görünüyor.


21_333DSC_6414.jpg




21_333DSC_6472.jpg



21_333DSC_6715.jpg
21_333DSC_9965x.jpg

21_333DSC_9994.jpg
 
Son düzenleme:

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Türk Süsleme Sanatları



Altın Varak




Altın Varak Ve Teknikleri


Altın şeritin ince tirşe ( parşömen ) ler ve sığırın kör bağırsağından elde edilen zarlar arasında dövülerek seffaf yapraklar haline getirilmesine altın varak denir. Altın varakta 1 defter 25 yapraktan oluşmaktadır.




45114176.jpg




Altınlar bu yapraklar içerisine yerleştirilmiştir. Çok hafif olduğundan her hangi bir darbe veya ruzgarda altınlar dağılabilir. Ancak son yıllarda kolaylık açısından transfer (kağıda yapışık altın) tekniği ile de defter üretilmektedir. İmitasyon altın ise 16X16 cm ebadında 1000 lik kutulardadır. Yüksek ayar altına göre kalitesiz ve kalın bir malzemedir. Varlık ve kudret işareti olan altın, ilk çaglardan başlayarak kültürler arası sanatlar etkileşimler bizim tarihimizdede yerini almıştır. Osmanlılarda altın güneşi simgelediği eski örneklerden anlaşılmaktadır. Altın varak teknikleri




41733351.jpg




1) Ezme usulü


Ezme işlemi geniş bir kab ortasına arap zamkı damlatılarak başlar. Önce sağ elimizin beş parmağı zamka dokundurulup altın varak defterin içinden alınarak kabın içine koyulur ve elimizin işaret ile orta parmağımızın ön uç kısımları ile ezilmeye başlanır. Defterdeki yaprak altınlar bittikten sonra en az 1 veya 2 saat saf su eklenerek ezilmeye devam edilir. Altının ezilip ezilmediğini anlamak için 1-2 damla su atılıp akıcılığı kontrol edilir, eğer küçük altın tanecikleri kalmış ise ezmeye bir süre daha devam edilir. Ezme işlemi bittikten sonra altın kab içinde saf su ile yıkanır. Beklemeye alınan altın, ortalama 10-12 saat bekletildikten sonra 2. defa yıkanıp tekrar beklemeye alınır. Dibe çöken altının üzerindeki su kab ani bir hareketle ters çevrilir ve altın kurutulup hazır hale getirilir.




34140045.jpg




2) Yumurta akı ile yapıştırma


Bu teknik kapalı ortamda dış etkenlerden arındırılmış malzemeler üzerinde uygulanmalıdır. Çünkü yumurta akı hava şartlarından çabuk etkilenerek altın zeminden kolayca ayrılabilir.


3) Killi varak ile yapıştırma


Parlak ve mat yüzeyler için Kullanılan en eski ve en kullanışlı tekniktir. Altının mazgala veya mühre (akik taşı ) ile parlatılıp en iyi sonuç veren yöntemdir. Kil, zeminde hem dolgu hemde parlatılma aşamalarına kolaylık kazandıran malzemedir. 4) Miksiyon ile yapıştırma
Fransadan ithal edilen charbonnel mixon o dorer lefranc adında malzeme kullanılmaktadır. İçerisine kullanılan yüzeylerde zemine nüfus ettiğini görebilmek için kimyasal ham maddeli altın sarısı katılmaktadır.




26014004.jpg





Ancak bu maddenin mixon içine katılma oranı tesbiti önemlidir.

Aksi taktirde mixonun yapıştırıcı özelliği kaybolabilir. Bu malzemeye alternatif olarak sadece ahşap ve kağıt üzerine iyi netice veren süt kıvamında olan süt mixon kullanılabilir. Ancak kuruma süresi kısa olduğu için hızlı hareket edilerek altın yapıştırılmalıdır. Bütün bu işlemlerden sonra altın üzerine pamuk (avuç içine yuvarlatılmalı ) ile tampon yapılarak zemine altının nufus edilmesi sağlanmaktadır.

Daha sonra sakal fırçası tabir edilen yumuşak uçlu fırça ile hafifçe dairesel hareketlerle temizlik işlemi yapılmalıdır. Eğer altın üzerinde nemlilik var ise pamuk ve fırça temizliği için bir süre kontrol edilerek beklenilmelidir.




62082715.jpg




Altın Varak Çeşitleri


1) Yeşil altın (18 carat 8X8 cm )
2) Sarı altın (22-23 carat 8X8 cm )
3) Kırmızı altın (23 carat 8X8 cm )
4) Antik kırmızı altın ( 24 carat 8X8 )
5) Beyaz altın
6) İmitasyon altın ( 8 carat 16X16 cm)


Alıntı
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Ciltçilik

Ciltçilik, bir kitabı yaprakları dağılmadan ve yıpranmadan korumak, bununla birlikte dış görünümüne de güzellik kazandırmak amacıyla yapılan işlemlerin tümüdür. Olduk­ça eski bir el sanatı olan ciltçilik, tekniğin ilerlemesi, kitap baskı sayısının artmasıyla günümüzde bir sanayi kolu durumuna gelmiş­tir. Baskı sayısı çok olan kitapların makineler aracılığıyla seri olarak ciltlenmesini bir yana bırakırsak, ciltçiliğin bir el sanatı olma özelli­ğini gene de koruduğunu görürüz. Bu arada yalnızca kitapların değil defterlerin de, ayrıca kitap ya da defter benzeri (takvim, fatura, makbuz gibi) pek çok şeyin de ciltlendiğini söylemek yerinde olur.

Ciltleme işleminde çeşitli aşamalar vardır. Buna göre bir kitabın basılmış sayfalarının ciltlenmesinde sırasıyla katlama (kırma), har­man, dikiş, tıraş, sırt yapma, sırta bez geçir­me, kanal açma işlemleri gerçekleştirilir. Ya­pılan cildin tipine ve ciltlenecek kitabın duru­muna göre bu işlemlerin bazıları uygulanma­yabilir ya da daha başka işlemlere gereksinim duyulabilir.

Ciltlemede ilk adım olan kırma, basımı bitmiş olan kâğıt tabakalarının elle ya da özel makinelerle forma (16 sayfa) adı verilen sayfa gruplarına ayrılarak katlanmasıdır. Bütün ba­sılı tabakalar katlandıktan sonra forma küme­leri sayfa ya da forma numaralarının sırasına göre yan yana dizilerek harmanlamaya hazır duruma getirilir. Sırayla her kümeden bir forma alınarak harmanlama işlemi gerçekleş­tirilir. Harmanlama sonunda üst üste, kitap olmaya hazır duruma getirilen forma demeti özel makinelerle kat yerinden dikilir ya da tutkalla yapıştırılır. Kitabın dikişli ya da tutkallı olan bu bölümüne sırt denir. Ardın­dan kitabın yaprak boyutlarının düzgünlüğü­nü sağlamak amacıyla alt, üst ve öndeki serbest yanlar çok keskin özel bir kesme aygıtıyla tıraşlanır (kesilir). Artık kitap kapak geçirilme aşamasına gelmiştir. Dikişli ciltler­de kitabın sırtına bir kâğıt ya da bez yapıştırı­larak sağlamlaştırıldıktan sonra kolay ve ra­hat açılmasını sağlamak için sırt hafif bir kavis verilerek kamburlaştırılır. Dağılmaları engel­lemek amacıyla sırtın alt ve üst kenarlarına ince bir kurdele olan şiraze takılır. Bundan sonra kapak geçirme işlemine sıra gelir. Ha­zırlanmış olan kapak, kitabın ilk ve son sayfalarına yapıştırılarak ciltleme işlemi ta­mamlanır. Ama genellikle ilk ve son sayfalar­dan sonra ön ve arka kapak içlerine yan kâğıdı adı verilen desenli ya da renkli kâğıt yapıştırılarak kitap buralardan tutturulur. Böylece kitabın iç görünümünün güzelliği de sağlanır.

Günümüzde kısa sürede hem daha fazla cilt yapabilmek hem de maliyeti düşürmek ama­cıyla kitapların ciltlenmesi çok basitleştiril­miştir. Artık otomatik makinelerde kırılıp, dikilen kitapların sırtlarına tutkal sürülmekte ve hazırlanmış olan karton kapakların geçiril­mesiyle ciltleme işlemi bitmektedir. Kimi zaman formaların tutturulması için dikiş bile yapılmaz. Kitabın sırtı da tıraşlandıktan sonra sayfalar sırta sürülen tutkalla yapıştırılır ve sırta kavis verilmez; ayrıca şiraze, yan kâğıdı gibi ayrıntılar bulunmaz. Defter ciltlemede ise genel olarak tel dikiş (zımba) kullanılır.

Cilt yönünden bir özellik taşımayan, seri üretim yoluyla ciltlenmiş bir kitap, söz gelişi karton kapaklı ya da cildi yıpranmış bir kitap isteğe göre yeniden ciltlenebilir. Böyle bir ki­tabın ciltlenmesinde doğal olarak katlama (kırma) ve harmanlama aşamaları söz konusu değildir. Bu tür cilt yapanlar günümüzde seri üretim yapan ciltçilerin yanı sıra varlıklarını sürdürmekte ve ciltçiliğin el sanatı olma özel­liğini koruyarak geleneksel açıdan bu sanatı yaşatmaktadırlar.




Dünden Bugüne Ciltçilik



İlkçağlarda papirüs (bir çeşit bitki), deri ya da parşömen (Bergama derisi) üzerine yazılan metinler ağaçtan yapılmış tahta bir çubuğa sarılarak rulo yapılırdı. Bu tahta çubuğun her iki ucuna takılan fildişi ya da maden düğmele­re kitabın adı yazılı bir fiş iliştirilir ve rulolar bir kılıfın içine konularak saklanırdı. Eski Yunan, Mısır ve Roma'da uygulanan bu yöntem yapıtın rahat okunmasını engellediği gibi taşınmasında da zorluklar çıkarıyordu. Daha sonra yapıtların dikdörtgen biçimde kesilen parşömen ya da papirüslere yazılmaya başlanmasıyla ortaya çıkan değişim yeni yol­lara başvurmayı gerektirdi. Yapıtın yazıldığı bu yaprakların, iplikle birbirlerine bağlanarak tahta, kemik ya da fildişinden yapılmış iki kapağın arasına konmasıyla ilk ciltli kitaplar ortaya çıktı. Zamanla kapakta kullanılan sert malzemelerin yerini esnekliğinden ötürü deri aldı. Giderek tümüyle deri kaplı cilt kapakları yapıldığı gibi sırtı ve kapak köşeleri deri, kapaklarıysa kâğıt ya da kumaş olan ciltler de yapılmaya başlandı.
4. yüzyıla kadar cilt kapaklarında hiçbir süs yoktu. Bu yüzyılın başlarında boya ve kabart­mayla bezenen cilt kapakları sonraları mine, altın ve gümüşle de süslenmeye başlandı. 9.-13. yüzyıllar arasında kiliselerde kullanılan dinsel kitapların ciltlenmesine ve cilt kapakla­rının bezenmesine özen gösterildi. O döne­min kitap kapaklan fildişi ve taş oymacılığı­nın, altın ve gümüş işlemeciliğinin ustalıkları­nı sergiler. Cilt kapaklan üzerine altın ve değerli taşlarla dinsel bir konuyu anlatan kabartmalar yapılırdı.

18. yüzyıla gelindiğinde artık son derece gelişmiş ve incelmiş bir zevki yansıtan ciltler yapılabiliyordu. Çoğunlukla kullanılan koyun ve dana derisinin yanında marokenin de (yumuşak keçi derisi) kullanıldığı bu dönemin ciltlerinde yaldız ve ince işlemeler öne çıktı. Bu yıllarda cilt ustası kitap kapağını bezer­ken, yapıtın içeriğini de yansıtmaya çalışıyor­du. Çok zaman alan ve büyük ölçüde el emeğine dayanan bu tür ciltçilikte hem az sayıda cilt yapılabiliyor, hem de cilt pahalıya mal oluyordu. Bu durum ise kitapların çok sayıda okura ulaşması açısından bir engel 19. yüzyılda gerçekleşen teknolojik atılım ciltçilikte seri üretim sorununu gündeme ge­tirdi. Baskı makinelerindeki gelişmeler sonu­cu kısa süre içinde eskisinden daha ucuz ve daha fazla kitap basma olanağı doğdu. Kaçı­nılmaz olarak ciltçilik de kitap üretimindeki bu gelişmeye ayak uydurdu. 19. yüzyılın ortalarına doğru ilk cilt atölyelerinin kurul­masıyla ciltçilik de bir sanayi durumuna geldi. Bu atölyelerde cilt için özel dokunmuş kapak bezlerini bezemede kullanılan presler bulunu­yor, kitabın düzgün kesilmesi (tıraşlama) için özel bıçakları olan basit makinelerden yarar­lanılıyordu. Günümüzde ise basım teknikle­rinde ulaşılan düzey ciltçiliği de etkilemiş, kitap ciltleme işi sayıca büyük boyutlara ulaşan baskılara karşılık verecek duruma gelmiştir. Artık bir uçtan tabaka halinde kâğıtlar cilt makinesine verilmekte, katlama (kırma), dikiş ve yapıştırma işlemleri el değmeden makinece gerçekleştirilerek öte uçtan kapağı geçirilmiş, ciltlenmiş kitap çıkmaktadır.




Türkiye'de Ciltçilik



Önceleri bir emek ve özen ürünü olan yazma­ların korunması amacıyla başlanan ciltçilik İslam dininin benimsenmesinden sonra, din kitaplarına gösterilen saygı ve verilen önemle birlikte bir sanat dalı durumuna geldi. Ana­dolu'ya egemen olan Selçuklular'la birlikte bu topraklarda yaygınlaşan ciltçilik Orta Asya ge­leneklerine bağlıydı. Osmanlılar 15. yüzyılın ikinci yansı ile 16. yüzyıl boyunca ciltçiliğin en özgün örneklerini verdiler. Edirne ve İstanbul cilt sanatının en önemli merkezleriydi.

Türk ciltçiliği batı ciltçiliğinden farklı geliş­meler göstermiştir. Türk ciltçiliğinin en önemli özelliği batıdan çok daha önce deri üzerine metal kalıpla baskı tekniğini geliştir­miş olmasıdır. Türk ciltleme sanatında İslam sanatının önemli etkileri vardır. Bununla bir­likte, Türk ciltçileri Araplar'ın kullandıkları geometrik biçimlerin tersine, Türk çinilerinde ve halılarında da kullanılmış olan "hatayi" ve "rumi" bezemeyi benimsemişlerdir.

Hatayi bezeme, sümbül, lale, karanfil, şakayık gibi çiçeklerin yalınlaştırılmış motifleriyle süsleme sanatıdır.

Rumi bezeme ise, yaprak motifleri­ni andıran kıvrımlar biçiminde yapılan süslemedir.

Türk ciltçiliğinde önemli bir özellik de kitabın sırtında yazı bulunmamasıydı. Şiraze bir süsleme öğesi olarak da kullanılır ve cilt kapaklarının yanı sıra bazı önemli kitaplarda ka­pak içleri de ayrıca süslenirdi. Ayrıca cilt kapağının ağız bölümlerinin yıpranmaması için özel koruyucular eklenirdi. Türk ciltçiliğindeki bu yöntem batıda hiç kullanılmamıştır ve bu yüzden önemli bir farklılık gösterir. Gene batı ciltçiliğinden farklı olarak ciltlen­miş kitaplar için ayrıca koruyucu kutuların yapıldığı da bilinmektedir. Genellikle koyun ya da keçi derisinden yapılan açık kahverengi cilt kapaklarını süslemek için ezilmiş altın kullanılır ve bu altın fırça ile sürülerek işlenirdi.

Bir Kitabın Ciltlenmesi



ciltlemelw7.png
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
kutnu1.jpg

Geleneğimizin bir parçası olarak ayağımıza giydiğimiz yemeniler ve raflarda bile zorlukla bulabildiğimiz kutnu kumaşları değişen tüketim anlayışımızla birlikte yok olmak üzere.

Anadolu’nun en renkli çarşılarından biridir Gaziantep Çarşısı. Kırmızının, sarının, yeşilin her tonu her yerdedir. Alev alev baharatlar, parıltılı bakırlar, mavi mor kırmızı kutnular ve kan kırmızı yemeniler... Bunlara bir de geleneksel Antep evlerinin renkli kapıları, üzerine resimler yapılmış duvarları, yaşama alanına dönüşmüş avluları eklenince sokaklar sahiden cümbüş halini alır. Renklere tutkun biriyseniz kimseler koparamaz oradan sizi.


yemeni3.jpg

Çarşının girişinde metallerin parlaklığı alır gözünüzü. Kalaylı, kalaysız bakırlar işlenir yaşlı ama usta ellerde. Dükkânların vitrinlerini süsler kaplar, kacaklar, fenerler, semaverler. Bir evin süsü olup sedef kutuların yanında yerlerini almayı beklerler. Baharatçılar çarşısında ipe dizili kurutulmuş patlıcan ve biberler görürsünüz. Çuvallar içinde iştah kabartan görüntüsüyle kırmızı biberlerin, sarı safranların, yeşil kekiklerin kokusu başınızı döndürür.

Baharatçıları geçip yol boyunca aşağılara doğru uzanınca ileride sağda iki dükkân dikkatinizi çeker. İpe dizilmiş salkım salkım yemeniler kurutulmuş patlıcan biberlere nispet yapar gibi asılır vitrinlere. Gaziantep’te yakın zamana kadar iki komşu, iki yemeni ustası yan yana işletmişler yemeni dükkânlarını. Şimdi iki dükkânın ustası da tek.


kutnuk1.jpg
kutnuk2.jpg

‘Büyük İskender’ Filminin Çizmeleri Buradan

Bu kentte ‘yemeni’ adını ilk duyduğumda renk renk, desen desen, kenarı oyalı yemenileri bulacağımı düşünürken, tabanı manda, yüzü keçi derisinden yapılan bir çeşit ayakkabı ile karşılaşınca çok şaşırmıştım. Yemenici Hayri Usta’nın dükkânında dört nesildir sürdürülüyor bu meslek. Zamanınız olursa mutlaka oturup dinleyin ustaların yaşadıklarını, sıkıntılarını, sevinçlerini Hayri Usta’nın oğlu Orhan Çakıroğlu’nun dilinden. Başka işlerle uğraşırken bakmışlar ki dede mesleği yok olup gidiyor, sahip çıkmışlar. İslam kültürünün bir parçası olan yemeni 600 yıldır bu bölgede varlığını sürdürüyormuş. Her yöreye göre değişik modelleri ve isimleri de varmış. Çevre illerde Kilis, Kahramanmaraş, Elazığ’da da yapılıyormuş yemeniler, ama ne yazık ki oradakilerin kaderi de Gaziantep’tekilerden pek farklı değil.


yemenik1.jpg
yemenik2.jpg

İşlenmiş ve tabaklanmış olarak gelen deriler ayakkabı numaralarına göre hazırlanmış kalıplarla kesiliyor. Deri parçaları ıslatılarak yumuşatılıyor. Daha sonra balmumuyla mumlanmış pamuk ipliği kullanılarak dikiliyor. Yumuşayan deri kolayca şekil alıyor. Eskiden derinin yalnızca doğal rengi kullanılırken sonraları siyah ve kırmızı renkler eklenmiş. Şimdiyse turuncusundan kahvesine, mavisinden yeşiline her renk yemeni üretiliyor. Kiminin terlik gibi arkası açık, kimi ayakkabı şeklinde... Çizmesi bile yapılıyor ki onlar da Hollywood’un film setlerine gönderiliyor. Örneğin ‘Büyük İskender’ filminde kullanılan deri çizmeler, buradan gönderilmiş.

Bu dükkânın emektarı İsmail Usta’yı da hep taburesinde oturmuş çalışırken bulabilirsiniz. Hiç konuşmadan önüne yığdığı parçaları birbirine eklerken, bir günde ancak on çift yemeni dikebiliyor. Bu sayı sizi hiç de şaşırtmasın. 38-39 numara bir yemeniye yaklaşık 120 ilmek atılıyor. İsmail Usta şaşmaz bir ritimle kollarını açıp indiriyor, ipleri gerip sıkıştırıyor. Attığı her ilmeğin, yok olmak üzere olan bu sanatın kayıp gitmesini engellemek için atılmış bir düğüm olmasını diliyorum.


kutnu3.jpg

Sarayların Kumaşı: Kutnu

Yemenilerin kırmızısı, mavisi, turuncusu derken üzeri kutnu dokumalı olanları dikkatimi çekiyor. Kapalıçarşı’ya girdiniz mi en çok dikkatinizi çekecek şeylerden biridir kutnu kumaşından yapılmış terlikler.

Göz nurunu 69 yıldır rengârenk ipliklere, dokumalara aktaran kutnucu Cevdet Usta’nın tek göz dükkânından içeri girmemi anlatıyorum arkadaşı İsmail Usta’ya. Raflarda top top sarılmış iplikler, sıra sıra dokumalar vardı. Tezgahta üst üste yığılmış kutnuların kimi çizgili, kiminin üzeri desenliydi. Kumaşları açıp sarınmıştım onlara. Cevdet Usta halime bakıp gülmüş, “İplik iplik dokunur onlar, düğüm düğüm...” demişti.


kutnu2.jpg

16. yüzyıldan beri Gaziantep’te dokunan kutnu kumaşları en çok padişahların kullanımına sunulurdu. Kutnu dokumasından yapılan kaftanlar padişahların en önemli giysileriydi. Sonrasında ise Anadolu’daki yerel şık giysiler hep kutnu dokumasıyla yapılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aşarak tacirlerin ellerinde Avrupa ve Amerika’ya kadar gitmişti kutnu dokuması.

Hammaddesi ipek olan ipliklerin hazırlandığı atölye eski bir hanın üst katında yer alıyor. Odanın neredeyse tamamını kaplayan kocaman bir kasnak, yerde de bobin bobin iplikler… Günümüzde çoğunlukla suni ipek ve içine atılan pamuktan hazırlanan iplikler İhsan Usta’nın ellerinden geçerek dolap denilen kasnağa sarılıyor. 104 adet ip birleşip yedi kez dönüyor kasnağın her sırasını. Daha sonra kasnaktan çıkarılan iplikler top haline getiriliyor ve kök boyalarla renklendikten sonra kopmamaları için mezekçilere gönderilerek düzeltilmesi yapılıyor. Son aşamada iplikler tarağa çekiliyor.


yemenid1.jpg
yemenid2.jpg

Bu kez bir başka hanın bir başka odasında iki tarak ustası İhsan Eren ve İsmet Bey’i görüyoruz. En az elli yıldır önlerine gelen iplikleri tarağa çekiyorlar. Renge ve desene göre ayarlanıyor taraklar. Sonra tezgâha çekilip mekikler atılmaya, kutnular ilmek ilmek dokunmaya başlıyor. Dokunan kumaşlar öncelikle İstanbul’da Kapalıçarşı’ya ve sonra da Anadolu’nun bazı kumaşçı dükkânlarına gönderiliyor.

Çoğunlukla enine yollu ve renkli olarak dokunan kutnuların az da olsa çiçek desenlileri de var. “Biz ona mecidiye kutnu deriz” diye ekliyor İhsan Usta. Sultan, Mecidiye, Hindiye, Kemha, Darıca, Zincirli, Sedefli ve çiçekli, kutnu kumaşın çeşitleri... Çiçek çiçek, çizgi çizgi kutnular ütülenip raflara kaldırılıyor. Biz biliyoruz ki ne kadar talep olursa o kadar yaşayacak bu dokumalar. Yitip giden el sanatlarının arasına ne yemeniciliği ne de kutnu dokumacılığını eklemek istemiyor ustaları. Var güçleriyle çalışıyorlar yeniden canlanmayı umarak.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
ebru_sanat.jpg

Ebru Sanatı Nedir? Birbiri içine geçmiş, ancak karışmamış, bakışla ayırdedilebilecek biçimde duran renk ve şekillere "EBRU" denir. Sanat olarak EBRU, su üzerine serpiştirilen sıvı boyanın rasgele bezendiği şekillerin ve bu şekillere müdahele edilmesiyle meydana gelen figürlerin kağıda aktarılarak sergilenmesidir. Ebru sanatının bir özelliği de geleneksel Türk el sanatlarından olmasıdır.

Birçok eski eserde süsleme amacıyla kullanılan ebru, günümüzde daha çok çerçevelenip duvar süsü olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, ebru yapmak insan ruhunu ferahlatan ve pozitif düşünceye yönlendiren bir eylem olduğu için, günümüzün stres dolu dünyasında, hergün daha fazla insanımız ebruya ilgi duymaktadır.

Ebru, geleneksel el sanatlarımızdan olmasına rağmen yakın zamana kadar unutulma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Dünya çapında çeşitli milletler tarafından sahiplenmeye başlanmış, bazı ülkelerde ebru yapımı sırasında kullanılan malzemeleri üreten firmalar boy göstermişti. Ebru sanatında son devrin piri merhum Mustafa Düzgünman gerek yetiştirdiği öğrencilerle gerek bu sanata kazandırdığı anlayışla manevi hazinelerimizden ebru sanatının yaşatılmasında büyük rol oynamıştır.

Ebru yapımına başlamadan önce tekne kitreli su ile doldurulur.

ebru_sanat_le_yaplm_krmz_gl3.jpg

Ebru teknesi basitçe alüminyum bir baklava tepsisi gibidir. Kitre ise bir bitkinin öz sıvısı olup baharatçılarda (attarlarda) satılır. Sinme bir avuç veya tepeleme iki çoba kaşığı kitre iki litre kadar su içinde 2, 3 veya 4 gün bekletilerek kitrenin su içinde iyice şişmesi sağlanır. Şişen kitre su içinde el ile yoğurularak suya yedirilir. Kitreli su boza kıvamında veya az seyreği olmalıdır. Hazırlanan sıvı ince bir tülbent ile süzülerek temizlenir. Son haliyle tekneye yavaşça (köpürtmeden) boşaltılır.

Ebru yapımında toprak boya kullanılır.

Değişik renklerde toprak boyalar ayrı ayrı iki cam yüzey (veya seramik, krom) arasında iyice ezilir. Ezilme esnasında hafif su katılır. Elde edilen çamur kıvamındaki boyaya sığır ödü katılarak 15 gün veya bir ay kadar bekletilir. Boyanın öd asidiyle pişmesi sağlanır. Beklemeden sonra mamül sulandırılarak kullanılır. Boya açılmıyorsa öd katılır. Rengi açmak için boya sulandırılır.

Bir ebru bir defa yapılabilir.

247147230_297ae44e4f_o.jpg



Hazırlanan boyalar fırça veya metal çubuk yardımıyla daha önce hazırlanmış olan kitreli suyun üst yüzeyine damlatılır. Bir desen veya figür yapılacaksa yine metal çubuk, tarak v.b. aletler ile şekillendirilir. Boyaların açılmasını ve şekillerin yuvarlaklığını kesin olarak belirleyemeyiz. Ancak fikir sahibi oluruz. Yaptığımız ebrunun tam olarak nasıl olacağını değil neye benzeyeceğini bilebiliriz. Bu yüzden iki defa aynı ebruyu yapmak imkansızdır. Her ebru, yapıldığı anın imzasını taşır adeta...

Kağıt tekneye serilir, iş tamamlanır.

Kağıt düzgünce tekne yüzeyine bırakılır, boyanın kağıda işlemesi sağlanır. Kağıt temiz ve rüzgarsız bir ortamda kurumaya bırakılır.

Ebru Sanatı Tarihi; Ebru sanatının ilk kez ne zaman ve nerede yapıldığı tam olarak bilinememektedir. Tarihi ve kimin tarafından yapıldığı belli olmayan bazı eserler vardır.Bugün kayıtlardaki en eski ebru 1595 yılına aittir. Şebek Mehmed Efendi imzasını taşır. Ancak, bir sanatın gelişmesi ve kabul görmesi için yüzlerce yıl geçmesi gerektiğini ve kayıtlarda da detaylı bir arama yapılmadığını düşünürsek bu sanatın çok daha eskilere dayanan bir geçmişi olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Ayrıca, ebru kelimesinin Farsça'daki EBRİ kökünden geldiğini iddia edenler olsa da, bu kelimenin kullanılmasından yıllar öncesinde, Türkistan'da EBRE kelimesinin çok yakın anlamda kullanıldığı bilinmektedir. Yani kelimenin Farsça'ya zamanın Türkçe'sinden geçmiş olma olasılığı yüksektir. Osmanlı'nın son devirlerinde yaşamış olan Üsküdarlı Şeyh Sadık Efendi, Ebru Sanatı'nın inceliklerini öğrenmek için Buhara'ya gitmiştir. Bu da, Ebru Sanatı'nın Orta Asya kökenli olduğuna dair güçlü bir kanıttır.

Ebru Sanatı'nın günümüze ulaşmasında, Üsküdarlı Şeyh Sadık'ın büyük payı vardır. Onun devamında, Hezarfen Edhem Efendi, Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman, bir yandan sanattaki geleneği korumuş, aynı zamanda da ebru çeşitlerini tanzim ederek Ebru'yu güçlü bir sanat haline getirmişlerdir.

Ebru Sanatı ile ilgili yazılmış ilk eser, Tertib-i Risale-i Ebri adını taşır ve 1608 tarihlidir. Basitçe ebru yapımından ve ebru sanatçılığından bahseder.

Osmanlı'da ise Şebek Mehmed Efendi'den sonraki en önemli Ebru Sanatçısı, Hatip Ebrusu'na da adını veren İstanbullu Hatip Mehmed Efendi'dir.Aynı zamanda hattat olan sanatçı, Ayasofya Camii'nde hatiplik yapmış ve 1773 yılında vefat etmiştir.


Geleneksel Türk Ebru sanatında kullanılan malzemeler

Kâğıt : Emici özelliği fazla ve mat olanları tercih edilir. Genellikle birinci hamur kâğıt kullanılır.
Kitre : Kitre, Anadolu’da yetişen, geven türü dikenli bitkilerden elde edilen, yapışma özelliği az olan bir zamk çeşididir. Suyla birlikte karıştırılarak uygun kıvam elde edilir. İpek kitresi ise, toz halinde hazır olarak satılmaktadır. Piyasada aktarlarda bulunabilen kitrenin plaka halinde, beyaz ve topraksız olanları tercih edilmelidir.
Tekne : Ebru yapımında tekne dediğimiz, içine kitre konan kaplar kullanılır.
Fırça : Fırçanın sapı için, esnek olduğundan dolayı gül dalı kullanılır. Kıllar ise, at kuyruğundan elde edilir.
Boyalar: Ebru yapımında genellikle oksit kırmızı, oksit sarı, oksit siyah, lahur çiviti kullanılır. Diğer renkler de bunların karışımından elde edilir. Güzel bir ebru için renkleri uyumlu kullanmak önemlidir. Bu nedenle koyu renklerden başlanarak renkler kullanılır. Tabandaki siyah boya, üzerindeki boyaları canlı ve aktif gösterir. Aralardaki beyazlar da renklere hareket getirir.
Öd : Renklerin kitre üzerinde kalmasını sağlar. Boyanın içine atılarak kullanılır. İpek boyalar için kullanılmaz.
Biz : Büyük, kalınca iğne olup, ebruya şekil vermekte kullanılır.
Ebru Çeşitleri;

Battal Ebru : Boyaların koyu renkten başlanarak, açık renge doğru fırça yardımıyla Kitreli su üzerine serpilmesiyle elde edilir. Boyalar daha sonra kağıda geçirilir. Basit bir ebru çeşidi gibi görünmekle birlikte, boyaların yüzeyde eşit miktarda ve büyüklükte dağılmasını sağlamak, özellikle ebru yapmaya yeni başlayanlar için pek de kolay olmamaktadır. Diğer ebru çeşitlerine geçebilmek için önce Battal Ebruyu doğru yapmak gerekir.
Gel-Git Ebrusu : Battal Ebru yapıldıktan sonra ince bir çubuk yardımıyla üzerine paralel çizgiler çekilerek oluşturulur.
Şal Ebrusu : Gel-Git Ebrusu yapıldıktan sonra yine ince bir çubuk yardımıyla enine üç adet, boyuna da iki adet ( S ) harfi, bunların aralarına da istenildiği gibi kavisler çizilerek hazırlanır.
Somaki (Mermer)Ebrusu: Gel-Git veya şal Ebrusu üzerine fırça yardımıyla Battal Ebru yapılarak elde edilir.
Taraklı Ebru : Ebru teknesinin eninden 5 mm. küçük tahtalarla, belli aralıklarla dizilmiş toplu iğne, tel veya ince çivi ile hazırlanan taraklar kullanılarak yapılır. Önce Gel-Git Ebrusu oluşturulur, daha sonra Gel-Git enine hazırlandıysa boyuna, boyuna hazırlandıysa enine tarak yardımıyla tarama yapılır. Eğer istenirse üzerine enine veya boyuna " S " harfleri çizilerek taraklı şal ebrusu oluşturulur.
Hafif Ebru : Üzerine daha sonra yazı yazmak için oluşturulan, renkleri
soluk ve cansız ebrulardır. Burada yazı ön plana çıkar. Hazırlanan kitreye su ilave etmek ve boyalara da damlalık yardımıyla öd ve su, ilave edilerek oluşturulan malzemeyle yapılır.
Akkase Ebru : Arap zamkı kullanılarak hafif Ebrunun bazı kısımları kapatılır. Sonra daha koyu bir ebru yapılır. Arap zamkı sürülen yerler ikinci boyaları almazlar, boş kalan bu yerlere daha sonra yazı veya Tezhip yapılabilir.
Kumlu-Kılçıklı Ebru : Tekne iyice kullanıldıktan sonra dibinde kalan kitreden bu çeşit ebru yapılır. Kitrenin kirlenmesiyle oluşan mukavemet ve boyadaki su oranının az olmasıyla, teknede boyaların çatlaklar oluşturmasıyla elde edilir.
Yazılı Ebru : Arap zamkıyla yazılan yazıların olduğu kısım boya almaz ve o bölüm boş kalır. Yazılı Ebruyu hem Hat hem de Ebru sanatı ile uğraşan sanatçılar yapmışlardır.
Hatip Ebrusu : Zemine Battal Ebru yapılır, sonra Hatip Ebrusunda kullanılacak renkler seçilir. Tekneye boyuna ve enine dört-beş adet eşit aralıklarla boya damlatılır, içlerine diğer renkler de aynı şekilde damlatılır. Burada boyaların çaplarının eşit olmasına dikkat etmek gerekir. Daha sonra üzerlerine çubuk yardımıyla şekil verilir.
Çiçekli Ebrular : Zemine Battal Ebrusu yapılıp üzerine çubuklar yardımıyla lale, gelincik, karanfil, papatya gibi çiçekler yapılarak hazırlanır.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Seramik.


kulplu mumluk

laleli aydınlatma

laleli mumluk

oval laleli aydınlatma

oval mumluk2

seramik notluk

seramik notluk2

yuvarlak laleli aydınlatma
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Gümüshane El sanatlari.

elsanatlari1.jpg

Zilli Kilim:Kelkit İlçemizde üretilmekte olan zilli kilimlerin tarihi Orta Asya ya dayanmaktadır.Kilimler günümüzde tek parça halinde çok büyük ebatta üretilmelerine rağmen seccade tipleri de çok nadir örneklerdendir. Zilli Kilim dokumacılığı heybe, yastık, yolluk, duvar süsleri, nazarlık, isimlik, seccade olarak üretilmektedir. Eskiden çuval olarak dokunan zilli kilim motifleri günümüzde bile sanat değeri taşımaktadır.

Dokumada genellikle koyu renkler tercih edilmektedir. Zemin renkleri kırmızı, bordo, siyah, lacivert, yeşil, sarı kullanılmakta, bütün renklerde kök boya ve indiga kullanılmaktadır. Naturel ve pastel renkler isteğe göre kullanılmakta, kimyasal boya kullanılmamaktadır. Dokumada kullanılan ipler yapağı olup, değerli oluşundan sesli anlamında "zilli" ismi verilmiştir. Yöresel bir isimdir. Zilli kilim dokumasında kullanılan ipler el eğirmesidir. Dokumalar tek taraflı, tek yüz kullanılır. Kilim motifleri kabartmalıdır. Boya olarak kullanılan bitki ve kökler doğal bitkilerden elde edilmektedir. İlçede dokunan zilli kilimlere özgü yöresel motifler; aynalı perler, permalar, yaslamalar, eğri zincir, tırmık dişleri, boncuklu gözler, küçük perler, küçük erdumeler, kıvrımlar, tavşan tabanı, koç boynuzu, kurbağacık zincir. Zilli kilimin hammadde kaynaklarından üretimine kadar gerekli bütün unsurların Kelkit ilçemiz yöresinde mevcut olması teknolojik gelişmeye kolayca adapte edilebilmesi, üretilen kilimlerin ve bağlı ürünlerinin pazarlanmasında sorun olmaması, Kelkit ve yöresine önemli miktarda ekonomik katkı sağlamaktadır.


ala_kilim.JPG
Ala Kilim : Şiran ilçemizin bütün köylerinde el tezgahlarında dokuan ala kilim yöremiz el sanatları içinde önemli bir yere sahiptir. Ala kilimi iğmeleri keçi kılından, örgüsü yünden, tabii kök ile boyanmış yün ipliklerden olup, çeşitli model ve motiflerden, ağaç tezgahlardan genel olarak 1.5x3 ve 3x4 ebatlarında dokunmaktadır.



elsanatlari2.jpg

İpek Halı : İpek Halı, Kürtün İlçemizde üretilmektedir.İpek halı dokumacılığı ,1980 yılından sonra İzmit ve çevresinde oturan yöremiz insanları tarafından İlçemizde oturan Vatandaşlarımıza öğretilmesi yoluyla başlamış olup, ilerleyen zamanlarda İlçe Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünün açtığı kurslarda daha yaygın hale gelmiştir.

Yörede İpek halı dokumacılığı hemen,hemen her evde yapılabilmektedir.İpek halı dokumacılığı için halı tezgahı, makas,kirkit gibi araçlar gereklidir. .60x120 cm’lik bir halı için 4 kg. ipek ipi kullanılmaktadır.Bir halı iki kişi tarafından iki ayda dokunabilmektedir.



gudu.jpg

Gudu: Gümüşhane'de hem bir yemek çeşidi hemde bu yemeğin pişirildiği kaba adını veren güveç halk arasında gudu ya da gudi olarak bilinir. Özellikle Ramazan aylarında gittiğiniz her yerde bir güveç muhabbeti vardır. Fakir zengin her aile Ramazan boyunca mutlaka bir iftarda güveç yapmaya çalışır. Misafirler güveçle ağırlanır. Gümüşhane'nin önemli bir kültür ögesi olarak gördüğümüz güveci bu sayfamızda ayrıntılı bir şekilde tanıtmaya çalışacağız. Özellikle yemek kabı veya araç olarak kullanılan güveci tanıyalım: Genel olarak güveç adı altında su testisi, küp, kırıs, gudu, kıylı ve çanak çeşitleri vardır. Merkeze bağlı dölek köyünde yapılmaktadır.


Anadolu'da genellikle bayanların dokuma işlerinde daha becerikli olduğu, bunun dışındaki ağaç, taş ve toprak işlemeciliğinde ise erkeklerin ustalığının ön plana çıktığını görmekteyiz. İlginçtir ki Dölek Köyünde bu işi ustaca yapan bayanlardır. Bu sanat anadan kıza devam ediyor. Hatta eski yıllarda dölekten dışarıya başka köylere kız verilmediği söyleniyor. Böylece bu sanat kuşaktan kuşağa günümüze kadar devam ettirilmiş. Bugün güveç ustası 30-40 bayan ustalılarını devam ettiriyorlar. Güveç kısaca topraktan yapılan pişmiş kapları ifade ediyor, ancak bir sanat ve har sanatta olduğu gibi güvecinde incelikleri var. Öncelikle her topraktan güveç olmuyor.
Dölek Köyünün dışında kıraç tarlaların toprağı güveç yapmaya en uygun yapıya sahiptir. 1-2 km. köyün dışından alınan topraklar taşları ayıklanıp, daha sonra su katılarak çiğneniyor. Kıvamına gelen çamurdan tamamen ilkel yöntemlerle güveç yapımına geçilir. Çamur gurufa denilen tahtanın üzerinde elde işlenerek şekil verilir. Düzgün şekil vermek için tarak kullanılır. Granzı denilen parça ile ağzına şekil verilen güveç, gogoç denilen parlak taş ile ıslatılıp düzlenir. Fırınlamaya hazır hale gelir. Fırınlama tezek ve odun ateşiyle ısıtılan tandırda yapıldıktan donra pişen güveçlerin yemek yapılacak hale gelmesi için zillenmesi gerekir. Zilleme sütle ya da ayranla güvecin pişirilmesi olayıdır ki, bu yapılmazsa güveç dayanıklı olmaz. Bu şekilde hazırlanan güveçler satışa hazırdır. Gümüşhane, özellikle Dölek Köyü için önemli bir ekonomik kaynak olması gereken güveç imalatı şu an pazarlama açısından yeterli değildir. Kooperatif ve şirketleşme yolu ile daha verimli bir şekilde köyün ve köylünün kalkınmasını sağlayacağını düşünüyoruz.
Gümüşhane’de hem bir yemek çeşidi hem de bu yemeğin pişirildiği kaba adını veren güveç halk arasında gudu yada gudi olarak bilinir.

Özellikle ramazan aylarında her yerde bir güveç muhabbeti vardır. Fakir, zengin her aile ramazan boyunca mutlaka bir iftarı güveçle yapmaya çalışır. Misafirler güveçle ağırlanır. Gudu ilimiz merkez dölek köyünde üretilmektedir. Ustaları bayanlardır. Bu sanat anadan kıza devam eder. Güveç kısaca topraktan yapılan pişmiş kaplar ifade eder.



elsanatlari5.jpg


Kürtün İlçesi Geleneksel El Sanatları: İlçenin büyük bir alanının Ormanlarla kaplı olması nedeniyle yöre insanının el sanatlarına yatkınlığı ağaç işlemeciliğini gündeme getirmiştir.İlçede Ağaç işlemeciliğinin yanında demir İşleri, Örgü işleri ve sarı işlerde yapılmaktadır. Üretilen bu eşyalar turistik bölgelerde, yayla şenliklerinde ve yöre pazarlarında doğrudan tüketiciye sunulmaktadır.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Yaprak sanati

i50772_01.jpg


i50773_02.jpg

i50774_03.jpg

i50776_04.jpg

i50778_05.jpg

i50780_06.jpg

i50781_07.jpg

i50783_08.jpg

i50784_09.jpg

i50786_11.jpg

i50787_12.jpg

i50788_13.jpg

i50789_14.jpg

i50790_15.jpg

i50791_16.jpg

i50792_17.jpg

i50793_18.jpg

i50794_19.jpg
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Ağaç Oyma Sanatı

Ağaç oymacılığı ilk zamanlarda estetik ve zevkten ziyade ihtiyaçları karşılamak amacı ile yapılmıştır. Daha sonraları ise ağaç oymacılığı estetik değeri ön plana çıkarılarak uygulanmaya başlanmıştır ve uygulandığı mobilyalarda hem estetik açıdan zenginliğini artırmış hem de fiyat olarak değerini artırmıştır. Fakat günümüzde oyma işleminin fazla zaman alması, sosyo-kültürel farklar ve temizlik gibi nedenlerden dolayı mobilyaya bir canlılık, beğeni ve estetik kazandırmak için küçük motifler halinde mobilya yüzeylerinde uygulanmaktadır.

Anadolu' da oymacılık sanatında en gelişmiş illerimizden birisi olan Kahramanmaraş' ta ceviz ağacından yapılan oymalı çeyiz sandıkları, camekanlar, mücevher kutuları vb. gibi mobilayalarda çok estetik oymalar yapılmaktadır.



attachment.php
attachment.php



AĞAÇ OYMACILIĞININ TANIMI VE UYGULAMA ŞEKİLLERİ;

Oyma; ağaç malzeme üzerine çizilen bir şekli özel olarak hazırlamış olan kesici aletlerle gereksiz yerlerini çıkardıktan sonra şekillendirme sanatıdır. Oyma işini tekniğine uygun bir şekilde icra eden kişilere oymacı denir. Oyma çeşitli şekillerde yapılır:

1. Ağaç İşlerinde Oyma Şekilleri

a. Yüksek yüzey oymacılığı (Çok derinlikli)

Alçak yüzey oymacılığı çalışmalarının daha derin ve hareketli tarzıdır. İşlenen motifler daha canlı olarak işlenir. Alçak yüzey oymasından belirgin bir farkı da derinlikte meydana gelen kabartma daha güç bir işlemdir.

b. Doğal şekil oymacılığı

En güç ağaç oyma tekniğidir. Tabii şekil oyması yapabilmek için yeterli miktarda anatomi ve biyoloji bilgisine sahip olmak şarttır. İşlenecek konu doğadaki şekline uygun karakter ve canlılıkta olmalıdır. Bu tür oyma işlemleri üç boyutlu olarak da tarif edilir.

c. Kesme (Dekupe) oymacılığı

Belirli kalınlıktaki parça üzerine çizilen bir süslemenin kıl testeresi, fare kuyruğu testere veya dekupaj testeresi ile boşaltılarak yapılır. Kullanım yeri olarak sandelye arka kısımları gösterilebilir.

2. Oyma Sanatının Türkiye' deki Tarihi Gelişimi

Orta Asya' da Türklerin İslamiyet' ten önce yaptıkları birçok oyma ve heykel gibi eserlere rastlanmaktadır. İslamiyet' ten sonra put sayılan heykellerin yasak edilmesi dolayısıyla heykel sanatı terkedilmiş ve bunun yerine oyma sanatı geçmiştir. Bu sanat Türkmenistan' da uzun yıllar kalıcı olmuş ve oradan selçuklulara geçerek mimari eserlerde büyük bir tezyinat vasıtası olmuştur. Anadolu' ya gelen Selçuklular tüm mimari eserlerin tezyini için bina cephelerini, kapı-pencere kanatlarını sıvama denecek kadar oymalar ile süslemişlerdir.

Selçuklulardan Osmanlılara geçen bu sanat daha da yerleşerek, büyük ehemmiyet kazanmış fakat Selçuklular gibi değil de sadece belli başlıca göz alıcı yerlerde kullanmışlardır. Selçuklulardan daha mutaassıp ve dindar olan Osmanlılar ise hayvan şekilleri yapmaktan katiyetle sakınmış ancak, oyma sanatı ile özdeşleşmiş ve bu sahada taktire şayan eserler meydana getirmişlerdir. Mimberler, rahleler, tavanlar, kapılar, pencereler, oyma bezemeleri, mezar taşları, çeşmeler, gelinlik sandıkları, gömme dolap kapıları, lamba iskemleleri, mücevher kutuları, kral tahtları, ahşap beşikler, sofra altlıkları vb. Osmanlı oyma sanatının belli başlı örneklerindendir.

Günümüzde de bu sanat küçük değişikliklere uğramakla birlikte hayatımızı süslemeye devam eden bu ata yadigarı sanat yeni girişimciler eli ile gelecek nesillere aktarılmaktadır.

attachment.php
attachment.php
attachment.php
attachment.php
attachment.php
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
attachment.php



attachment.php



Ağaç işleme motif şablonları


attachment.php
attachment.php


attachment.php
attachment.php
attachment.php




attachment.php
attachment.php

attachment.php
attachment.php
attachment.php
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Kaybolan Ağaç Malzemeli Meslekler

Teknolojik gelişmeler insan hayatındaki alışkanlıkları değiştirdiği gibi geçmişte revaçta olan bir çok mesleği de ortadan kaldırmaktadır. Giyimden, ev eşyasına ,mimariye kadar birçok meslek bugün unutulmuş ya da unutulmak üzeredir. Özellikle insanoğluna her devir ve dönemde eşlik eden ağaca dayalı bir çok meslek bugün bir elin parmalarını geçmeyecek sayıda insan tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır. İşte bunlardan bir kaçı:

TAKUNYACILIK

Takunya ıslak zeminlerde giyilen üstü tasmalı yüksek tabanlı tahta ayakkabılardır. Halk arasında haphap olarak da bilinir. Tahtası ceviz, dut ve çınar gibi ağaçlardan yapılır. Sade olanlarının yanı sıra,Tahta tabanın yan taraflarına sedef kakmalar ve gümüş işlemeler yapılan daha gösterişli şekilleri de vardır.

KÜLEKÇİLİK

Yoğurt, süt, pekmez gibi yiyeceklerin konulduğu tahta saplı kaplara külek adı verilir. Bu kapların marifeti çok. İçine konulan ekmekler bayatlamıyor, yoğurtlar fazla sularını çekiyor. Anlayacağınız lezzete lezzet katıyorlar...Bu işi yapanlara da külekçi denir. Külek yapılacak tahtalar önce ıslatılır.
Sonra talaş mangallarında ısıtılır. Sonra silindir biçiminde bükülür. Bükülen tahtanın iki ucu birleştirilerek daire biçiminde bir tahta bir tabanın içine oturtulur, kulp takılır.

SEPETÇİLİK

Yiyecek ve eşya taşınan sepetler saz ya da küçük yeşil ağaç dallarından örülerek yapılır. Sepetlerin büyük olanlarına küfe denir.

Küfeler söğüt veya kestane dallarının yarılarak oluşturulan dilimleri örülerek yapılır. SEMERCİLİK

Motorlu araçların yaşama girmesi ile at ve eşeğin taşımacılıkta işlevini yitirmesi bu mesleği tarihin tozlu sayfaları arasında yer almasına neden oldu. Semer; eğer yerine kullanılan binek hayvanlarının sırtına konulan, insanın hayvan sırtında rahatça gidebilmesi için yapılmış bir araçtır.

Semerin temel unsuru berdi denilen bir tür kamıştır. Berdiler tarak adı verilen düz tahta bir satıh üzerine birer parmak aralıklarla beş ya da altı yassı bıçakla çakılır. Berdiler taraktan geçirilerek dilimlenir. Bu berdiler semeri oluşturmak için dikilmiş telis torbanın içine konur. Şekil verilecek kısımlara daha fazla berdi konur. Telis torba bir minder biçimine getirilir, sonra ikiye katlanır. Üzerine sahtiyan, altına da keçe dikilir. Semerci Keçe ile sahtiyanı içindeki berdi dolu telis minder görünmeyecek biçimde birbirine diker.

Bunların yanında semerin bir de tahtadan iskeleti vardır. Tahta iskelet sert ağaçtan yapılır. Minderden bağımsız olarak kurulan bu iskelet yan ağacı, parmak ağacı, ön kaş ve arka kaştan oluşur. Daha önce hazırlanan üstü sahtiyan altı keçe olan minderin üzerine bu iskelet oturtulur. Sırım denilen deri iple İskelet deriye tutturulur. Biçime getirilen semerde son olarak ön kaşın görünen kısmına çeşitli süs eşyaları takılır. Usta semercinin yaptığı semer hayvanın sırtını hiç acıtmaz.

attachment.php
attachment.php


attachment.php


attachment.php
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Türk Süsleme Sanatları


Kündekari - Kendekari




KÜNDEKÂR: Kündekâri sanaatını yapan kişiye verilen ad.

KÜNDE: Anadolu’da Selçuklu döneminde gelişmiş, kendine özgü bir şekil almıştır. Selçuklu, dönemi ağaç eserleri daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elamanlar olup gerçekten çok üstün işçilik göstermektedir.

Kündekari Farsça’dan dilimize geçmiş, asıl hali kendekâri olan bir kelimedir. Fakat İran’da şimdi buna “mütenebihe” Araplar ise “ta’şik” adını veriyorlar. “Kündekari” kelimesini yalnız biz Türkler kullanıyoruz. Elbette en güzel örnekleri de bizde. Bu sanatımızı yıllarca ihmal ettiğimiz için gerçek kündekarinin ne olduğunu bilmiyoruz. Kündekaride yalancı ya da sahte kündekari yoktur. Bir eserin yalancısı yapılmış olanı taklit edilerek elde edilir. Erken dönem kündekari vardır ki burada ahşap yüzeyine geometrik desenler çizilir ve o ahşap üzerinde oyma yapılarak geometrik desenlere bir boyut kazandırılır. Aslında bu yanyana gelerek oluşturulan monoblok ahşaptır. Yanyana gelen bu bloklar zaman içerisinde birbirinden ayrılır, aralarında birkaç santimetrelik boşluklar oluşur. Selçuklu erken dönem eserlerinde bu açıklıkları görebilirsiniz. Sanatkarlar buna mani olmak ve daha iyi eserler elde edebilmek için, kontrast teşkil edecek renkteki ahşap malzemeleri bir araya getirerek, gerçek kündekari sanatını oluşturdular.



78050932xq7.jpg




Bizim mazimizde Avrupa’daki gibi bir burjuvazi olmadığı için kültürümüzde sanat cemiyete yönelik eserlerde uygulanmıştır. Avrupa’da Meici ailesi bugünkü Fransa’daki, Floransa’daki, İtalya’daki pek çok eserin varisi ve hamisidir. Avrupa’da servet yüzyıllardır aynı ailede devretmektedir. Türk kültüründe para ancak abide eserlere; camilere, kervansaraylara, anıt yapılara harcanmıştır. Biz de ilk vakfiye örnekleri 1050 yılına aittir. Bu dönemde ceviz ağacının yanına şimşir koyarak veya sedir ağacının yanına ceviz koyarak kontrast teşkil ederek eserler oluşturulmuştur. Gerçek kündekaride daha önce çizilen şekil tam anlamıyla üç boyutlu hale getirerek, zıvanalarla aralarında hiç boşluk bırakılmayacak şekilde birleştirilerek bir araya getiriliyor

Osmanlı dönemi ahşap işçiliğinde sadelik hakim olmuş, çeşitli teknikler daha çok cami kapısı, minber, vaaz kürsüsü, dolap kapakları, pencere kapakları ve bunlara benzer bir çok mimari ögelerde uygulanmıştır.




51541693rh0.jpg




Kündenin hazırlanış teknikleri


Yıldız (Gökyüzü yıldızları ve sonsuzluğu ifade eder), sekizgen, ongen, baklava, klasik parke ve birçok geometri desenleriyle uygulanmıştır.

Hazırlanan suyu düzgün küçük ağaç parçalarının, önceleri bu iş için ağızları kordon bıçağı şekli verilmiş rendelerle (el pılanyası) ile kordon profilleri çekilmiş ağaçların, ince ve hassas bir şekilde işlenerek geçme (zıvana) tekniği ile geometrik bir bezeme oluşturacak şekilde bir çok parçanın ana kirişlere bağlanması sonucu bir araya getirilmektedir.

Aralarına farklı tür ve renklerde küçük ahşap tablalar konarak bazı örneklerde oyma işçiliği, sedef, baga, fildişi kakma (ğömme) işçiliği uygulanıp, çivi ve tutkal kullanılmadan seren ve kayıtların zıvanalara geçirilip sıkıştırılmasıyla toplanır.

Künde’nin en önemli özelliği değişen mevsim şartlarında ısı ve nem oranının değişmesinden etkilenerek ağacın çalışmamasını sağlamak.




51439968my9.jpg




KULLANILAN MALZEMELER


İç mekan:

Ceviz, şimşir, armut, kiraz, sapelli (maun) gibi ağaçlar kullanılıp, bezemelerde abanoz, tik, yılan ağacı, wenğe, peleseng, sapelli (maun), altın varak, bağa (kaplumbağa dış kabuğu, deniz kaplumbağası), gümüş, fildişi, sedef, yakut ve zümrüt gibi degerli malzemeler kullanılır.


Dış mekan:

Meşe, sapelli (maun), ireko, tik, dişbudak gibi sert hava şartlarına dayanıklı agaçlar kullanılır.



81522984hd5.jpg



Bir derya ki kündekâri...

Yaşayan son kündekâri ustası Mevlüt Çiller bir zamanlar işini iyi yapmaya çalışan bir marangozmuş. Bir ara (1981) onu Mevlana Müzesinden çağırmış ve bazı parçaları çürüyüp dağılan bir kündekâri kapıyı toplayıp toplayamayacağını sormuşlar.

İç içe geçmiş tahtalar, dişiler, tablalar, kayıtlar, zıvanalar...

Mevlüt Çiller bilmeceyi çözmeye çalışırken Ustası Çorak Ali “sen yaparsın” deyivermiş ve işi almışlar.

Ali usta sık sık “zengin ölür, para kemeri / merkep ölür, yük semeri / sanatkâr ölür, eseri kalır” dermiş. Mevlüt Çiller’de kalıcı bir eser bırakma hevesi ile işe girişmiş. Derinliğine dalınca kündekarinin dipsiz kuyu olduğunu farketmiş.





Rakamdaki şifre


Dilerseniz mevzuya onun ağzından ve onun ifadeleriyle devam edelim: “Bilirsiniz adam yumurtaya nal çakmış, perçin yapmış. Fildişinden küre oymuş, içinde bir küre daha, onun içinde 17 ayrı küre daha... Düşünün bu işe ömrünü vermiş. Kündekâri de öyle bir şey işte. Aslında künde farsça tutmak, kavramak, yakalamak demek. Ancak kündekari ustaları çivi, mıh ve tutkala ellerini sürmüyorlar. Bu işe ilk heveslendiğimiz dönemlerde motif kadar rakamlara da kafa yormuştum. 16 kollu iki yıldızla 32 farzı, üç motif birarada ve tablalarıyla birlikte Allahü tealanın 99 güzel ismini yakalamaya çalışmıştım. Meğer düşündüğüm ne varsa ecdad yapmış, hatta ebced hesabıyla tarih ve isim düşürmüş, işe daha bir mânâ katmış. Kündekâri ile uğraştıkça dedelerimizin geometriye ne kadar aşina olduklarını anladım. Zıvanalar deliklere, tablalar kiniş sitemi ile birbirine oturuyor, bütün bunları iki dış seren ayakta tutuyor. Binlerce parça yapıyorsunuz, doldurup çuvala gidiyor, mekanında kuruyorsunuz. Bunların hepsi birbirine benzerse de hepsi birbirine oturmaz. Bunun için altına numaralar yazıyor, vardığımız yerde kolayca topluyoruz. Görenler hayret ediyor, delinin pösteki saydığı gibi yayıyor, peşpeşe saplıyoruz. Şimdi diyeceksiniz ki bunca zahmete ne gerek var? Efendim tahtalar metallerin aksine yazın büzülüyor, kışın genişliyorlar. Bunlar rapt edilirse bel veriyor, ya da yarılıyorlar. Ancak kündekaride bütün parçalar serbest ve rahatlıkla oynuyor. Desen ne büzülünce değişiyor, ne genişleyince bozuluyor. Eğer zelzele, yangın ve aşırı rutubet gibi menfi tesirlerden korursanız rahatlıkla 7-8 asır dayanabiliyor.




Mayası sabır


Bu işi sabırsız biri asla yapamaz, başlangıçta milimlik kaymaları dikkate almazsanız, kontrol elinizden çıkar ve kündekariyi toplayamazsınız. Şaka maka 25 yıldır bu işle uğraşıyorum ve kendi gayretlerimle bir çok bilgiye ulaştım. Bunların zayi olmasını istemiyorum, ancak 8 yıllık ilk öğretim çıraklığı bitirdi. Ağaç yaş iken eğilir, 17-18 yaşında bir çocuğu bu dükkanda tutamazsın. Bazen üniveritelerden kız öğrenciler geliyor, ödevlerine yardımcı olmamı istiyorlar. Bildiklerimi anlatıyorum ama bütün bunlar havaya yazmaya benziyor. Halbuki bu işe gönül veren, eli destere tutan bir genç yetiştirsek de tecrübelerimiz zayii olmasa. İsim meraklısı değilim ama öyle arzu edilince, eskimez yazıyla ‘Amele Mevlüd Çiller el Konevi’ imzasını atmaya başladım” diyor.



İrfan Özfatura
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Türk Süsleme Sanatları


Tezyini Sanatı




Saz Yolu - Şah Kulu


Saz yolu ya da Saz Üslubu, Osmanlı sanatının yaygın bir bezeme üslubudur. Bu üslubu Kanuni döneminde eserler vermiş olan ressam Şah Kulu başlatmıştır. Gerek çini, kalemişi, taş işçiliği gibi mimariye bağlı bezemelerde, gerek kitap resmi, cilt, kumaş, halı sanatları ve diğer küçük sanatlarda yaygın uygulama alanı bulmuş olan saz üslubu, 16. yüzyıl ortalarından 17. yüzyıl ortalarına değin geçerliliğini korumuş, 18. yüzyılda da lâke işçiliğinde yeniden yorumlanmıştır. Bu üslubun ana motifleri, kıvrık, sivri uçlu, hançer formundaki yapraklarla hatayî çeşitlemeleridir. Özellikle sırt çizgisi kalın çekilmiş iri, kıvrık yaprak motifi 16. yüzyıl ilk çeyreği başlarında, 1520 yılında İstanbul sarayının ehli hiref örgütüne girmiş olan ressam Şah Kulu'nun yorumuyla yaratılmıştır.




92910577wh1.jpg





Şah Kulu 1514'de Yavuz Sultan Selim'in Tebriz'i işgalinden sonra, Tebriz'den Amasya'ya sürgün gönderilmiş Bağdatlı bir ressamdır. Bir süre Asya'da kaldığı, daha sonra İstanbul'a geldiği, Kanuni Sultan süleyman ile yakın ilişki içerisinde çalıştığı Osmanlı belgeleri ve kaynak eserlerinden anlaşılır. Kaynaklar, Şah Kulu'nun beğenilmiş bir icadın sahibi olduğunu, onun için Osmanlı Sarayında özel atölye kurulduğunu, Sultanın ona çok büyük miktarda paralar, ödüller ve armağanlar verdiğini, eski ve yeni ustaların başına getirdiğini, zaman zaman gidip, onu çalışırken seyrettiğini belirtirler. Sultanın meclislerine katıldığına, Penahî mahlasıyla şiir yazdığına ney çaldığına, çok yetenekli bir nakkaş olduğuna ve zamansız öldüğüne de, 16. yüzyıl içerisinde kaleme alınmış bazı şuyara tezkirelerinde yer verilir. Osmanlı belgeleri de, sanatçının bayramlarda Kanuni'ye çeşitli armağanlar sunduğunu, karşılığında değerli inamlar aldığını ve 1556'da öldüğünü bildirirler. 1520 ile 1556 arasında otuzaltı yıl Osmanlı sarayı için çalışan ressam Şah Kulu'nun Osmanlı sanatının klasik çağına azımsanmayacak katkılarda bulunduğu söylenebilir, yine yeni bir üslubu başlatan müzehhip Karamemi'nin de hocası olmuştur.

Ressam Şah Kulu'nun yarattığı yeni üslup, öncelikle mürekkep resimlerinde belirmiştir. Sanatçı, ustaca kullandığı fırçasıyla ancak büyüteçle seçilebilecek ayrıntılara sahip peri resimleri, yaprak, hatayî çeşitlemeleri arasında ejderler, simurglar resmetmiştir. Osmanlı sanatında geleneksel tasvirlerden (minyatürlerden) ayrılan bu yeni resimler, kaynaklarda belirtilen sanatçının yeni icadı olmalıdır.




93814048jb0.jpg




Bu resimle, boyanmamış kâğıtlara siyah mürekkep ve fırçayla çalışılmış, bazı kere yer yer sulandırılmış renklerle, altın veya gümüşle boyanmıştır. Yeni çalışma tekniği ve işlediği motifler Şah Kulu'ndan sonra, pek çok nakkaş tarafından sevilerek yorumlanmıştır. Bu sanatçılar arasında imzasıyla tanınan en ünlüsü Velican'dır. Velican da, Şah Kulu gibi Tebriz'den gelmedir. 16. yüzyılın ikinci yarısında, yaklaşık olarak 1580 ile 1600 yılları araında eserler vermiştir.


Saz üslübu 16. yy. 2. yarısı

Saz üslubundaki çalışmalarında perileri, hatayî, yaprak kümeleri arasında kuşları işlemiş, kişisel yorumunda ressam Şah Kulu kadar ayrıntıcılığa kaçmamıştır. Fırçasından çıkan peri resimleri oldukça sade, az bezenmiş ve göz, kaş biçimlendirmesiyle kendine özgüdür. Şah Kulu ve Velican'ın dışında sanatçılara ait imzasız saz üslubundaki resimler, albümlerde toplanmış olarak veya tek yaprak halinde dünyanın birçok özel koleksiyonu ve müzelerinin yanısıra, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi ile İstanbul Üniversitesi Kütüphanelerinde korunmaktadır.
Saz üslubu, Osmanlı kitap sanatında resimden sonra, en görkemli örneklerini tezhip dalında vermiştir. 18. yüzyıl kaynak eserlerinde söz edildiği gibi, Osmanlı nakkaşhanesinde tezhip ile saz işlemek ayrı bir yol ve ayrı bir koldur. 16. yüzyıl başlarından itibaren yetişen her sanatçının, şakirdliğinden başlayarak, ustalığa erişinceye kadar geçirdiği çeşitli eğitim aşamalarından birinin de, saz kolu olduğu anlaşılır. Şah Kulu'nun öğrencilerinden en değerlisi ve yeteneklisi Kara Memi'nin ve diğerlerinin yaptıkları tezhipler arasında saz üslubunu yansısıra en güzel örnekler, albümlerde izlenir.

Özellikle III. Murad albümü olarak tanınan 1572 tarihli bir albümdeki sayfa kenarı çalışmaları saz üslubunun süsleme sanatında ulaştığı noktayı sergiler.

Saz üslubunun Kanuni döneminden lâke bir cilt kapağı üzerindeki görüntüsü de, oldukça yetkin bir fırçayı yansıtır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde olan bu örnekte, beyaz zemin üzeine altın ve kırmızıyla birbirini delen hatayi ve kıvrık yaprakların oluşturduğu sonsuz bir kompozisyon izlenir.

Saz üslubu, resimlerden sonra, Şah Kulu'nun fırçasıyla önce çini kartonlarına atlamıştır.
1641'de inşa edilen Topkapı sarayı Sünnet Odasının cephesinde yeniden kullanılmış olan yekpare fırınlanmış, firuzeli mavi-beyaz çini panolar, Şah Kulu'nun resimleriyle karşılaştırıldığında, onun tasarımıyla gerçekleşmiş gibi gözükürler. Yine, 1561 yılında Mimar Sinan tarafından tamamlanmış Eminönü Rüstem Paşa Caminin ana mekânındaki duvar çinilerinin bazılarının tasarımı, saz üslûbundaki mürekkep resimleriyle paralellik gösterir.




15568560ud5.jpg




16. yy. Rüstem Paşa Camii çinilerinden Sinan'ın bazı camilerinde de, mimariye bağlı bezemede saz üslubunun yetkin örnekleri sergilenmiştir. Kadırga Sokullu (1571). Edirne Selimiye (1575), Tophane Kılıç Ali Paşa (1581) ve Üsküdar Toptaşı Atik valide Sultan (1583) camilerindeki, ahşap, deri ve sıva gibi değişik malzemeye uygulanmış kalemişleri bunlardan sayılabilir. Bunlar arasında Kılıç Ali paşa Camii ana mekânında, müezzin mahfilinin alt yüzünde izlenen deri üzerine yapılmış saz üslubundaki kalemişleri, özellikle belirtmeye değer ender örneklerdendir.

Saz üslubu bazı kemha kumaşların bezemesinde de yer almıştır. Motiflerin kabdanlarla ince ince işlendiği bu kumaşların en görkemli örnekleri, Topkapı sarayı Müzesinde korunan biri kısa kollu, diğer uzun kollu iki Sultan kaftanı için hazırlanmıştır. Ayrıca, Sarayın kumaş bölümünde korunan bir kolluk da, üslubun izlendiği ender bir örnektir.

Osmanlı Saray halıları grubu içerisinde toplanan halılarda da, saz üslubunun uygulandığını görüyoruz. Sine düğümü ile dokunan bu halıların en güzelleri yurt dışındaki müze ve koleksiyonlarda bulunur. Bunlar arasında 16. yüzyıl sonlarında dokunması olası bir halı, Paris Musée des arts Décoratifs'dedir. Halının lacivert zemini saz üslubunda iri yapraklar ve hatayîlerden oluşan baklava formlarının belirli bir düzene göre ve sınırlandırılmadan tekrarıyla değerlendirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde doğmuş olan saz üslubu, kitap sanatında halkâr bezemelerde, fildişi işçiliğinde, söğüt kalkanlar üzerine uygulanan bezemelerde, saray kilimleri grubuna giren birtakım kilimlerde ve taş işçiliğinde de karakteristik örnekler vermiştir.




35076789ei3.jpg



Şahkulu imzalı 16. yy. (Washington'da)



18. yüzyılda Ali Üsküdarî gibi bazı lake ustaların eserlerinde yeniden yorumlanmış ve 19. yüzyıl içlerine değin, özellikle kıvrık yaprak motifiyle yaşayagelmiştir. Sürekliliği ve yaygınlığıyla tanınan bu üslup, en güzel örneklerini Kanuni Sultan Süleyman döneminde vermiştir.

Banu Mahir
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Türk Süsleme Sanatları



Kalem İşi





Bir mimari eserde cami, türbe, mescid, saray, kasır, köşk, yalı v.b. gibi yapıların kubbelerini, tavanlarını ve iç duvarlarını sıva, ahşap, bez, taş, deri gibi elemanlar üzerine renkli boyalar, kabartma ve bazende altın varak kullanılarak ince uzun kıllı kalem tabir edilen fırçalarla yapılan süsleme sanatına denir. Bu tezyinatı yapan kişiye de kalemkar denir. Süsleme sanatları milletlerin kültür, sanat anlayışını ve tarzını gösteren unsurların başında yer alır. Asırlar boyu çok geniş bir alana yayılmış olan türk boylarını, uzun yıllar çok farklı inanç ve sanat anlayışına sahip olan toplum ve medeniyetlerle yapmış olduğu ilim ve sanat ilişkileri nedeni ile günümüzde zengin ve benzeri bulunmayan bir kültür hazinesine sahip olmaktayız.

Bu hazinenin içersinde yer alan, zirvede olduğu zamanlarda (15-16yy) fevkalade motif ve kompozisyon tasarımları ile bizlere sanat açısından ışık tutarken bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.



kalem10b643c85rx0fe2.jpg





Günümüze orjinalliğini kaybetmeden gelen kalemişi örnekleri az bulunmakta, mevcut olan klasik eserlerimizdeki kalemişleri o dönemin sanat anlayışını, desen ve kompozisyonlrarın karakteristik özelliğini yansıtmaktadır.

Bu gibi eserlerin resmi idareler tarafından yapılan bazı restorasyon çalışmalarında mevcut orjinal nakışlar tahrıbata uğramış, buna rağmen bazı eserlerde orjinalliği korunarak onarılmıştır.
(Özellikle ahşap üstü kalem işlerine müdahale edilmemiştir.)

Osmanlının son dönemi ve batıya yönelme dönemi ile klasik devir etkisini azaltarak yerini batı etkisi ile oluşan uslüp (ampir, barok, rokoko ) kalemişleri uygulanmaya başlamıştır.

Bu girişimlerde 15-16yy dan günümüze ulaşan özellikle sıva üstü kalemişi örneklerini azaltmıştır.


Bunların sebepleri şöyle açıklanabilir.


1) Saray nakışhanesinde eğitimli olan kalemkarların ürettikleri eserlerin, daha sonra bu eğitim anlayışı ile yetişmeyen kalemkarların başarı oranlarının düşük seviyede olması.

2) 17 yy’da Avrupada başlayan moda akımlarının (ampir, barok) ülkemizde de yer almasıyla başlayan tahribatların klasik eserlerimize verdiği zararlar (özelikle ermeni, rum sanatçılar tarafından.)

3) Cumhuriyet tarihinde Başlayan retorasyonlarda orijinal malzemeye uygun unsurların kullanılmaması ile orijinal tabakanın çürümesi ve yok edilmesine engel olunamamasına.

4) Restorasyon çalışmalarını kalemişi dalında eğitim almadan sadece kişisel beceriksizlik ve zevklerini ön plana alarak eserlerin onarılmasına müsaade edilmesi.

5) Özellikle eğitimsiz insanlarımızın temiz görünmesi amacıyla eski eserlerimizin üzerine yağlı boya sürmek suretiyle bir tarihin yok olmanına sebep olmaları (Sultanahmet camii müezzin mahfili altındaki dolap kapakları temizlenerek orjinalleri ortaya çıkarılmış ancak restorasyonu yapılmamıştır. Eminönü yeni camii müezzin mahfili ahşap üstü kalemişleri boya ile kapatılmış, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kılıç Ali paşa camii müezzin bölümünün ahşap tavanı ( kalemişleri ) tamamen dökülerek yok olmaktadır.



kalem14b640529vp6ew9.jpg




KALEMİŞİ SANATINDA KULLANILAN TEKNİKLER


1) Sıvaüstü kalemişileri
2) Ahşapüstü kalemişleri
3) Taş- mermerüstü kalemişleri
4) Deri-bezüstü kalemişleri
5) Malakari



1) Sıvaüstü kalemişleri


Camii ve Türbe gibi yapılarda görülen sıva zeminine sürülen kireç üzerine yapılan tekniktir.
Kullanılan malzemeler toprak ve bitkisel kökenli toz boyalar, arap zamkı (Zamkı arabi) ve yumurta akıdır. Bugün ise plastik boya nispeten doğal olan toz boyalar ve beyaz tutkal kullanılmaktadır. Ayrıca zaman zaman zemine alçı ve macun çekilerek yağlı boya kullanılarak kalemişi yapılmaktadır. Sıva üstü Kalem işi örnekleri olarak Üsküdar Atık valide camii, Eminönü Yeni camii, Üsküdar Aziz Mahmut Hüdayi camii ve türbesi, Sultanahmet camii vb. gösterebiliriz.

2) Ahşap üstü kalemişleri

Özellikle (15-16yy’da) dini ve sivil mimarimizde Müezzin mahfi tavanlarında ve dolap kapaklarında kullanılan bir tarzdır. Bugünlere ulaşan örneklerin çok olması yapıların iç mekanlarında kullanılarak dış etkenlerden arındırılması ve bu gibi çalışmaların üzerine uygulanan lake tekniğinden dolayıdır. Lakenın anlamı şapla kestirilmiş yumurta akı ( aher ) veya osmanlı beziri, gaz veya tinerile inceltilerek oluşan şeffef bir sır tabakasına verilen isimdir.
Ayrıca bu tür çalışmalarda kabartma tekniği üzerine altın varak bol miktarda kullanılmlştır.

(Kılıç Ali paşa camii, Sultanahmet cmii, Kasımpaşa Piyale camii, Topkapı Takkeci camii)


3) Taş – mermer mermer üstü kalemişleri

Tutkallı toz ve yağlı boya malzemesi ullanarak yopılan bir tekniktir. Ayrıca desenler desenler içerisinde altın varak ta kullanılmıstır. (Kadırga sokullu paşa camii)

4) Deri- bez üstü kalemişleri

Ahşap tabla (konstrüksiyon) üzerine deri veya bez (muşamba veya amerikan bezi ) gerilerek yapıştırılıp uygulanan bir tekniktir. Üzerine tutkalla sulandırılmtş üstübeç veya litopan sürülerek yağlı boya ve toz boyalarda uygulanmaktadır. Özellikle 17 yy’da başlayan moda akımı olan ampir, barok üslup çalışmalarında uygulanmıştır. Bu tekniğin duvarlara uygulanmış örnekleride bulunmaktadır.

( Yıldız sarayı cariye odası iç bölümleri )


5) Malakari kalemişleri

Osmanlı mimarisinde kubbe, tavan ve duvarlara yapılan alçı kabartmalı ve boya ile yapılan süsleme tarzı.

Mala ile yapılan alçı süsleme denmektedir.Bu teknik kendi içinde 4 bölümde incelenebilir.

a) Normal malakari

Horasan harçlı zemin üzerine 1- 2 mm inceliğinde alçı sıvanır. Kuruduktan sonra üzerine kullanılacak renkler, desenlerin taksimatına göre o alanlara sürülür. Daha sonra 3-4 mm kalınlığında sirke ile çürütülmüş alçı sıvanır ve hemen desenler tozlanıp özel hazırlanmış bıçaklar ille eğimli kesilerek desenler kabartmalı olarak ortaya çıkartılmış olur. (Eminönü yeni camii )

b) Müzeyyen malakari

Bu teknikle motiflerin iç bünyeleri oyularak desende detaylar sağlanmış olur.

c) Hendese malakari

Geometrik formatlardan oluşan tarzdır.

d) Rölyef malakari

Mermer oyma işçiliğinde olduğu gibi detaylar balirlenerek zeminle desenin yanlarından kaynaşması sağlanarak kesilme işlemi yapılır. En son olarak kullanılacak renkler ince kıllı fırçalar ile boyanır.

Alıntıdır




 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
TEZHİP SANATI

207211347_07b5d5aa00.jpg


TEZHİP (ILLUMIATION)


Çok uzun ve köklü bir geçmişe sahip bu sanatın adı, yani Tezhip; Arapça “Zehep” (altın) sözcüğünden gelir. Altınlamak, altın ile süslemek demektir. Altın ve boya ile yapılan bezeme sanatıdır. Tezhip yapan sanatçıya da Müzehhip denilir.

Tezhibin ana teması desendir. Deseni motifler oluşturur. Motifler tamamen matematiksel birdüzen içinde çizilmiş geometrik şekiller üzerine yerleştirilir. Bu geometrik şekillerle hiçbir yüzyılda oynanmamış ve değiştirilmemiştir. Motifler daima simetrik olarak yerleştirilir.
Motifler çok fazla zengin ve çeşitlidir. Bunun sebebi de islam dininin resim ve heykel sanatına koyduğu yasaklardır. Bu yüzden Türk sanatçıları, bütün yaratıcı güçlerini süsleme alanında yoğunlaştırarak, gördükleri her şeyi, doğadan aşırı derecede soyutlamaya ve stilizasyona yönelmişlerdir. Doğayı hiç değiştirmeden taklit etmek yerine onu üsluplaştırmayı uygun görmüşlerdir.
Tavşan, balık, kurt, kuş gibi hayvan motiflerinde, kuşların kafalar, tavşanların ayakları yok edilerek kökenlerini belli etmeyecek şekiller oluşturulmuştur.(RUMİ)
Kaynağı belli olmayacak kadar stilize edilmiş çiçekler(HATAİ), sürekli hareket halindeki bulutlardan esinleneek oluşturulan şekiller (BULUT) çok sık kullanılmıştır.

Bir de, IX. ve XV. yüzyıllar arasında çok kullanılan MÜNHANİ vardır. Kuş gagalarının iç bünyelerinden esinlenerek meydana getirilmiştir. Bu motif, diğer motiflerin aksine kompozisyonlarda belli bir hat takip etmeyip daima birbirlerine yapışık olarak yerleştirilerek çalışılır. (detaylar, motifler kısmında işlenecek)
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Minyatürlerle Osmanlı - İslam Mitologyası

Gök cisimleri mitologyasında en önemli yeri burçlar ve gezegenler almış. Minyatür sanatında çok ilginç örneklere rastlıyoruz. Bu konuyla ilgili, sizlere ilginç gelebileceğini düşündüğüm minyatürleri ve Osmanlı mitologyasıyla ilgili bilgileri elimdeki kaynaklardan, olduğu gibi, yorumsuz buraya ekliyorum.

Burçların on iki olması Roma’da gerçekleşmiştir. Çeşitli kültürlerde bunların sayısı çok daha fazladır.
Örnekler:
Tanrı Baal (Bel), gökyüzünü kurarken on iki ayın her biri için üçer burç dikmişti.
Tanrı Marduk, yörüngeyi on iki burca bölmüştü.
Yunanlı matematikçi Eudoxus’a göre 44 burç vardır.
Ptolemy ise 48 burç sıralar.
Hindularda Budizm’de 28 burç vardır.


On iki burcu ve yedi gezegeni adlarıyla şiirinde belirten ilk Türk mesnevisi olarak kabul edilen ve Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan Yusuf Has Hâcib’in 11. yüzyıldan kalma ünlü yapıtı Kutadgu Bilig’in ilgili yerinin çevirisi:

"Tanrı ile söze başladım; o yaratan, yetiştiren ve göçüren rabbimdir.
Bütün âlemi dilediği gibi yarattı; dünya için güneş ve ayı aydınlattı.
Bak, feleği yarattı durmadan döner; onunla birlikte hayat da durmadan devreder.
Mavi göğü ve üzerinde yıldızları yarattı; karanlık geceyi ve aydınlık gündüzü var etti.
Bu yıldızların bir kısmı süs, bir kısmı kılavuz, bir kısmı öncüdür.
Bir kısmını halk için aydınlatmıştır; bir kısmı kılavuzdur, insan yolunu kaybederse, bunlarla bulur.
Bazıları daha yüksek, bazısı daha alçaktır; bazıları daha çok, bazısı daha az parlaktır.
Bunlardan en üstte Zuhal dolaşır; bir burcda iki yıl sekiz ay kalır.
Ondan sonra ikinci olarak Müşterî gelir; bir burcda oniki ay kalır.
Üçüncü olarak Merih gelir, gazapla dolaşır; nereye bakarsa, yeşermiş olan kurur.
Dördüncüsü Güneş’tir, dünyayı aydınlatır; yaklaşanları, karşısına gelenleri ışığı ile aydınlatır.
Beşincisi Zühre’dir, sevimli yüzünü gösterir, sana severek bakarsa, müsterih ol.
Bundan sonra Utarît gelir; ona kim yaklaşırsa, dilek ve arzularına kavuşur.
Bunlardan en altta bu Ay dolaşır; Güneş ile karşı karşıya gelirse, dolunay haline gelir.
Bunlardan başka bir de on iki burc vardır; bunlardan bazıları iki evli, bazısı ise tek evlidir.
Hamel bahar yıldızıdır, sonra Sevr gelir; Cevzâ ile Seretân dürtüşerek yürür.
Bak, Esed’in komşusu Sünbüle’dir; sonra Akreb ve Kavs’ın arkadaşı Mizân gelir.
Bundan sonra Cedî, Delv ve Hût gelir; bunlar doğunca gök yüzü aydınlanır.
Bil ki, bunlardan üçü bahar yıldızı, üçü yaz, üçü sonbahar ve üçü de kış yıldızıdır.
Bunların üçü ateş, üçü su, üçü yel ve üçü topraktır, bunlardan dünya ve memleketler meydana gelir.
Bunlar birbirine düşmandır; Tanrı düşmana karşı düşman gönderdi ve savaşı kesti.
Uyuşmaz olan düşmanlar kendi aralarında barıştılar; görüşmez olan düşmanlar öçlerini ortadan kaldırdılar."


Onlara göre on iki burcun her biri insanın belli bir yönünü etkiler;

Koç: İnsan bedeni ve kişiliğini,
Boğa: Zenginliği,
İkizler: Bilgi ve anlatım gücünü,
Yengeç: Sadakati, dehayı ve merak itkisini,
Aslan: Soy, zevk ve hayalciliği,
Başak: Sağlığı ve görev bilincini,
Terazi: Evlilik ve ortaklık duygusunu,
Akrep: Yeniden doğmayı ve ölümü,
Yay: İdeolojiyi, öteki ülkelerle ilgiyi,
Oğlak: Meslek, makam ve rütbeyi,
Kova: Umut ve dostluğu,
Balık: sınırlama ve kuşatma güdüsünü.


Burçlar Kur’an’da dört surede geçer. Bunların biri kale burcu olarak gösterilmiştir.(Nisâ S.78.). Üç surede de çoğul olarak gökteki burçlar şeklinde geçer. (Hicr.S. 16; Furkân S.6; Burûc S. 1)
On iki burç, Osmanlıca – Türkçe ve Batı dillerindeki adlarıyla...

1- Hamal --------- Koç -----------Aries
2- Sevr ------------Boğa ----------Taurus
3- Cevzâ ----------İkizler --------Gemini
4- Seretan --------Yengeç -------Cancer
5- Esed -----------Aslan ----------Leo
6- Sünbüle -------Başak ---------Virgo
7- Mizan ---------Terazi ---------Libra
8- Akreb ---------Akrep ---------Scorpius
9- Kavs ----------Yay ------------Sagittarius
10- Cedî -----------Oğlak ---------Capricornus
11- Delv -----------Kova ----------Aquarius
12- Hût ------------Balık ----------Pisces

Asur – Bâbil’de burç adları şöyledir:
Koç – Kusarikku
Boğa – Alpu
İkizler – Tuamu rabûti
Yengeç – Pulukku (olabilir!)
Aslan – Aru
Başak – Siru
Terazi – Zibânitu (Pençe anlamına geliyor..?)
Akrep – Akrabu
Yay – Kastu (Ok anlamına)
Oğlak – Saha (Keçi?)
Kova – Ka (?)
Balık – Nunu
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
KOÇ – HAMEL

Nevruz’un başlangıcı güneşin Hamel burcuna girdiği zamandır. Edebiyat eserlerinde bahar anılırken Güneş-Hamel-Nevruz üçlüsüne gönderme yapılır. Üçlü yıldızlarına Butayn denilir.
Kamer’in Hamel burcuna girince, işe başlamak, önemli kişileri görmek, ava, sefere gitmek iyidir. Bu burç minyatürlerde hep bir koç ile gösterilir.

İkd al-Cuman fî Tarih Ehl ez-Zaman, TSM (Topkapı Saray Müzesi) B 274


2486801688_d9809553ab.jpg
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
BOĞA – SEVR

Kamer’in burcu olduğundan sabah görülmez, burada Ay’ın kurban edildiğine inanılır. Güneş doğarken gökyüzünün kızıl olması ayın kanı olarak yorumlanır. Kamer, Sevr buruna geldiğinde evlenmek, mal ve davar almak, ekin ekmek, konuk çağırmak, yeni giyinmek olumlu yorumlanır. Minyatürlerde çoğunlukla sığır olarak gösterilir.

Acaibü’l Mahlûkât, BL Add.7894


2486777994_4b9965c019.jpg
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
08:04
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
İKİZLER – CEVZÂ

Yükseklik ve yücelikle anılır. Birbirine sarılmış iki çocuk gibi görüntülenir. Kamer, Cevzâ’ya girince haber göndermek, mektup yazmak, hesap kitapla uğraşmak, kitap ve şiir okumak, vezir görmek olumlu yorumlanır. Minyatürlerde birbirine sarılmış iki çocuk ya da bir bedende iki başla gösterilir.

İkd al-Cuman fî Tarih Ehl ez-Zaman, TSM B 274


2485970445_1ed1967c20_m.jpg
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst