Parti kapatmalarında en çok ihmal edilen konu, vatandaşın düşüncesi,
hissiyatı... Oysa asıl söz hakkı topluma aittir. Seçmen o, karar verici o.
Dilediğini iktidara taşıyan, dilediğini de bir anda alaşağı eden güç, bütün
demokrasilerde olduğu gibi, insanların siyasi tercihidir. Bu nedenle partileri
açan da millettir, kapatan da. Kimi partiler ölü doğar; çünkü dokusu millet
gerçeğine uymaz. En göz kamaştıran partiler bile bir günde sönüp gidebilir;
çünkü halkın artık o partiye güveni kalmamıştır. Mesela İşçi Partisi -
Ergenekon soruşturması ve çete suçlaması başka bir mesele- tâ baştan
ölü doğmuştur ve onu diriltmeye hiç kimsenin gücü yetmez; zira halkı
te'dip etmek, onu horlayarak marjinal bir yere çekmek ister. Diğer yandan
karşımızda bir ANAP örneği var. Türk demokrasi tarihinin en devrimci, en
yenilikçi partisi iken sönüp gitti. Statükonun partisi haline gelince,
kendisine antidemokratik ittifaklar arayınca, yolsuzluk dosyalarıyla anılır
hale gelince ANAP'ı yaşatmak mümkün olmadı ve halk cezayı kesti, partiyi
seçim barajının altına itti. Ölü doğan ve ölüveren partiler için tutulacak
liste bir hayli uzun. Demem o ki partiler halk vicdanında açılır, halk
denetiminde devam eder ve halk tarafından te'dip ya da taltif edilir.
Partileri siyaset dışı metotlarla saf dışı bırakmak, halkı incitmek, onun
iradesini rencide etmektir. Kapatılmış partiler listesinde yer alanların, bunun
nasıl büyük bir travma olduğunu unutmalarını ve kapatma taraftarı haline
gelmelerini anlamak mümkün değil. Bir zamanlar CHP kapatıldı, MHP de
kapatıldı, Adalet Partisi de, Fazilet Partisi de... Türkiye için parti mezarlığı
deniyor; dünya da bu gözle bakıyor Türk demokrasisine.
Bugünlerde uzlaşma yolları aranıyor, çağrılar yapılıyor. Doğru ve yerinde
yapılan gayretler bunlar. Ancak şu noktaya dikkat etmek şart: Uzlaşı,
'gelin bizim dediğimize teslim olun, buyruğumuza tiz boyun eğin' anlamına
gelmemeli. Uzlaşmanın gerçek adresi kamu vicdanıdır!
Önceki gün NTV'de dört gazetenin genel yayın yönetmenleri (Sedat Ergin-
Milliyet, Ergun Babahan-Sabah, İsmet Berkan-Radikal) Neden programının
konuğuyduk. Can Dündar'ın yönettiği programa Ankara'dan Mustafa Balbay
da (Cumhuriyet Ankara Temsilcisi) katıldı. Değişik düşünceler, değişik
yorumlar ortaya konuldu. En çarpıcı sonuç herkesin ittifak ettiği bir
konuydu: "Parti kapatmak yanlış". Bunun aksini söyleyen bir insana da
rastlamadım. Bu cümleden sonra kullanılacak "ancak" bir samimiyet testidir.
Birbirinden farklı hatta birbirine zıt düşüncelerin bile ittifak ettiği talep
buysa, daha ötesinde "ama, fakat, lakin" gibi bağlaçlarla hayatı kendimize
zehir etmenin ve Türkiye'yi dünyaya rezil etmenin bir anlamı yok.
Sık sık yaşanan parti kapatmalarının en tehlikeli boyutu şudur: Halk,
seçimin de, demokrasinin de, millî iradenin de bir oyundan ve
aldatmacadan ibaret olduğu kanaatine kapılabilir. Bu karamsar algıya göre
aslında devleti "bürokratik bir çevre" ya da "aristokrat bir zümre"
yönetmektedir. İşte asıl tehlike bu algıdır! Hele devletin içine nüfuz etmiş
gladyo tipi örgütlenmelerden söz ediliyorsa, hele Ergenekon adlı derin yapı
hakkında büyük bir soruşturma yürütülüyorsa, hele bu yapının siyasi
cinayetlerle sağ gösterip sol vurduğu ve hedef saptırdığına inanılıyorsa,
hele kapalı kapılar arkasında gizli planlar yapıldığına dair şüpheler dalga
dalga büyüyorsa; halkın demokrasiye duyduğu güven temelden sarsılır.
Radikalizmin tam da aradığı manzara budur! Bütün marjinal grupların korkulu
rüyası demokrasidir. Bütün aşırı örgütler
insan haklarına verilen değer ölçüsünde eridiklerini bilir, bütün terörist
yapılar, düşünce ve ifade özgürlüğünün cesameti karşısında tuzla buz
olduğunun farkındadır. Demokrasiyi tabii seyrine bırakmak, ceza ve
mükâfatı seçmenin inisiyatifine devretmek şart...
Ekrem Dumanlı, ZAMAN, 27 Mart 2008, Perşembe
hissiyatı... Oysa asıl söz hakkı topluma aittir. Seçmen o, karar verici o.
Dilediğini iktidara taşıyan, dilediğini de bir anda alaşağı eden güç, bütün
demokrasilerde olduğu gibi, insanların siyasi tercihidir. Bu nedenle partileri
açan da millettir, kapatan da. Kimi partiler ölü doğar; çünkü dokusu millet
gerçeğine uymaz. En göz kamaştıran partiler bile bir günde sönüp gidebilir;
çünkü halkın artık o partiye güveni kalmamıştır. Mesela İşçi Partisi -
Ergenekon soruşturması ve çete suçlaması başka bir mesele- tâ baştan
ölü doğmuştur ve onu diriltmeye hiç kimsenin gücü yetmez; zira halkı
te'dip etmek, onu horlayarak marjinal bir yere çekmek ister. Diğer yandan
karşımızda bir ANAP örneği var. Türk demokrasi tarihinin en devrimci, en
yenilikçi partisi iken sönüp gitti. Statükonun partisi haline gelince,
kendisine antidemokratik ittifaklar arayınca, yolsuzluk dosyalarıyla anılır
hale gelince ANAP'ı yaşatmak mümkün olmadı ve halk cezayı kesti, partiyi
seçim barajının altına itti. Ölü doğan ve ölüveren partiler için tutulacak
liste bir hayli uzun. Demem o ki partiler halk vicdanında açılır, halk
denetiminde devam eder ve halk tarafından te'dip ya da taltif edilir.
Partileri siyaset dışı metotlarla saf dışı bırakmak, halkı incitmek, onun
iradesini rencide etmektir. Kapatılmış partiler listesinde yer alanların, bunun
nasıl büyük bir travma olduğunu unutmalarını ve kapatma taraftarı haline
gelmelerini anlamak mümkün değil. Bir zamanlar CHP kapatıldı, MHP de
kapatıldı, Adalet Partisi de, Fazilet Partisi de... Türkiye için parti mezarlığı
deniyor; dünya da bu gözle bakıyor Türk demokrasisine.
Bugünlerde uzlaşma yolları aranıyor, çağrılar yapılıyor. Doğru ve yerinde
yapılan gayretler bunlar. Ancak şu noktaya dikkat etmek şart: Uzlaşı,
'gelin bizim dediğimize teslim olun, buyruğumuza tiz boyun eğin' anlamına
gelmemeli. Uzlaşmanın gerçek adresi kamu vicdanıdır!
Önceki gün NTV'de dört gazetenin genel yayın yönetmenleri (Sedat Ergin-
Milliyet, Ergun Babahan-Sabah, İsmet Berkan-Radikal) Neden programının
konuğuyduk. Can Dündar'ın yönettiği programa Ankara'dan Mustafa Balbay
da (Cumhuriyet Ankara Temsilcisi) katıldı. Değişik düşünceler, değişik
yorumlar ortaya konuldu. En çarpıcı sonuç herkesin ittifak ettiği bir
konuydu: "Parti kapatmak yanlış". Bunun aksini söyleyen bir insana da
rastlamadım. Bu cümleden sonra kullanılacak "ancak" bir samimiyet testidir.
Birbirinden farklı hatta birbirine zıt düşüncelerin bile ittifak ettiği talep
buysa, daha ötesinde "ama, fakat, lakin" gibi bağlaçlarla hayatı kendimize
zehir etmenin ve Türkiye'yi dünyaya rezil etmenin bir anlamı yok.
Sık sık yaşanan parti kapatmalarının en tehlikeli boyutu şudur: Halk,
seçimin de, demokrasinin de, millî iradenin de bir oyundan ve
aldatmacadan ibaret olduğu kanaatine kapılabilir. Bu karamsar algıya göre
aslında devleti "bürokratik bir çevre" ya da "aristokrat bir zümre"
yönetmektedir. İşte asıl tehlike bu algıdır! Hele devletin içine nüfuz etmiş
gladyo tipi örgütlenmelerden söz ediliyorsa, hele Ergenekon adlı derin yapı
hakkında büyük bir soruşturma yürütülüyorsa, hele bu yapının siyasi
cinayetlerle sağ gösterip sol vurduğu ve hedef saptırdığına inanılıyorsa,
hele kapalı kapılar arkasında gizli planlar yapıldığına dair şüpheler dalga
dalga büyüyorsa; halkın demokrasiye duyduğu güven temelden sarsılır.
Radikalizmin tam da aradığı manzara budur! Bütün marjinal grupların korkulu
rüyası demokrasidir. Bütün aşırı örgütler
insan haklarına verilen değer ölçüsünde eridiklerini bilir, bütün terörist
yapılar, düşünce ve ifade özgürlüğünün cesameti karşısında tuzla buz
olduğunun farkındadır. Demokrasiyi tabii seyrine bırakmak, ceza ve
mükâfatı seçmenin inisiyatifine devretmek şart...
Ekrem Dumanlı, ZAMAN, 27 Mart 2008, Perşembe