Oysa, hakiki müminin şe’ni tevazu ve mahviyettir. İnanan bir insan Hak karşısında gerçek yerinin şuurundadır ve kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul eder. O, kendinde zâtî hiçbir kıymet görmez; hatta ilahî inâyetle fevkalâde bir muameleye tâbi tutulmazsa halkın en şerlisi derekesine düşeceğinden korkar. Dolayısıyla da, methedilmekten hiç hoşlanmaz, övülmekten memnun olmaz. Birisi ona ithafen Firdevsî’nin destanı gibi bir destan yazsa ya da okusa, onu bile duymazlıktan gelir veya hiç üzerine almaz. Benlik hesabına içinde beliren büyük-küçük her çeşit dahilî kıpırdanışa karşı hemen harekete geçip onu olduğu yerde boğma cehdi gösterir. Hele lehte de olsa mübalağalı sözleri hiç sevmez; onları büyük birer iddia ve zımnî yalan kabul eder.
İnsanlığın İftihâr Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ) o eşsiz hayatını tevazu ve mahviyetle örgülemiş ve bize de bu yolu işaret etmiştir. Mesela; kendisini Hazreti Musa ile karşılaştırıp yüce kâmetini ve üstünlüğünü dile getirenleri ikaz sadedinde “Beni, Musa’ya tafdil etmeyin.” buyurmuştur. Yine “Balığın yoldaşı olan zât (Hazreti Yunus) gibi olma!” (Kalem, 68/48) ayeti nazil olunca, ihtimal bazı sahabiler, “Acaba Hazreti Yunus ne kusur işledi?” diye düşünürler mülahazasıyla, Rasûl-ü Ekrem hemen “Beni, Yunus b. Metta’ya tercih etmeyin...” demiştir.
O tevazu âbidesi, kendisine “Seyyidimiz, efendimiz sensin!” diyenlere karşı hep reaksiyon göstermiş ve “Hayır, efendimiz Allah’tır.” mukabelesinde bulunmuştur. Bir gün “Yâ hayre’l-beriyye / Ey yeryüzünün en hayırlısı” diye seslenen birine, “O dediğin İbrahim’dir.” sözüyle karşılık vermiştir. Gayb âlemine ait perdeler, çok defa O’nun gözünün önünden kalkmış ve Allah’ın izniyle O verâların verâsını müşahede etmiştir; ancak bir gün Hazreti Aişe (radıyallahu anha) annemizin odasında ilahi söyleyen kadınların, “Bizim aramızda öyle bir Nebî var ki, yarın ne olacağını bilir” dediklerini duyunca, onları derhal susturmuş ve “İlle de bir şey söyleyecekseniz, doğruyu söyleyin; ben yarın meydana gelecek her şeyi bilemem, Allah ne bildirirse onu bilebilirim!” buyurmuştur.
İnsanlığın İftihâr Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ) o eşsiz hayatını tevazu ve mahviyetle örgülemiş ve bize de bu yolu işaret etmiştir. Mesela; kendisini Hazreti Musa ile karşılaştırıp yüce kâmetini ve üstünlüğünü dile getirenleri ikaz sadedinde “Beni, Musa’ya tafdil etmeyin.” buyurmuştur. Yine “Balığın yoldaşı olan zât (Hazreti Yunus) gibi olma!” (Kalem, 68/48) ayeti nazil olunca, ihtimal bazı sahabiler, “Acaba Hazreti Yunus ne kusur işledi?” diye düşünürler mülahazasıyla, Rasûl-ü Ekrem hemen “Beni, Yunus b. Metta’ya tercih etmeyin...” demiştir.
O tevazu âbidesi, kendisine “Seyyidimiz, efendimiz sensin!” diyenlere karşı hep reaksiyon göstermiş ve “Hayır, efendimiz Allah’tır.” mukabelesinde bulunmuştur. Bir gün “Yâ hayre’l-beriyye / Ey yeryüzünün en hayırlısı” diye seslenen birine, “O dediğin İbrahim’dir.” sözüyle karşılık vermiştir. Gayb âlemine ait perdeler, çok defa O’nun gözünün önünden kalkmış ve Allah’ın izniyle O verâların verâsını müşahede etmiştir; ancak bir gün Hazreti Aişe (radıyallahu anha) annemizin odasında ilahi söyleyen kadınların, “Bizim aramızda öyle bir Nebî var ki, yarın ne olacağını bilir” dediklerini duyunca, onları derhal susturmuş ve “İlle de bir şey söyleyecekseniz, doğruyu söyleyin; ben yarın meydana gelecek her şeyi bilemem, Allah ne bildirirse onu bilebilirim!” buyurmuştur.