Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

TASAVVUFÎ TERİMLER (E)

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana

TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 1 ::..
EBCED:Bir hesaplama çeşidi olup, Arap alfabesindeki her harfin bir rakam değeri olduğu kabul edilerek yapılır. Hadiselerin vuku zamanını tesbit, cifr veya önemli olaylara tarih düşürme işleminde kullanılır. Kamus'un verdiği bilgiye göre, Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa'fas ve Karaşet Medyen ülkesini yöneten altı kralın adıdır. Bunlar Şuayb (a)'ın kavmindendiler. Bu altı kralın başında yönetici olan ve ilk sırayı işgal eden kişi, Kelemen idi. Şuayb (a) kavminin helakinde, bunlar da aynı akıbete uğramışlardır. Arapça yazım harflerinin ilk olarak bu altı kişinin isimlerinin harflerince tesbit edildiği kaydedilir. Ebced'in esas adının Ebûcad olduğu, harf tekrarlanması sebebiyle, kısaltılarak Ebced'e dönüştürüldüğü rivayet edilir. Bu altı isme sonradan Sehaz ve Dazıgilen eklenmiştir. Bu altı ismin, şeytan yahut haftanın günlerinin adı olduğu da söylenir.
Ebced'in nümerik olarak değerlendirilmesi şu şekildedir:
Elif : 1,
Be: 2,
Cîm: 3,
Dal:4 = EBCED
He: 5,
Vâv: 6,
Ze: 7 = HEVVEZ
Ha: 8, Ti ): 9, Yâ : 10 = HUTTÎ
Kef : 20, Lam : 30, Mim : 40, Nün : 50 = KELEMEN
Sin : 60, Ayın : 70, Fe : 80, Şad : 90 = SA'FAS
Kaf : 100, Râ : 200, Sin : 300, Te : 400 = KARAŞET
Se : 500, Ha : 600, Zel : 700, = SEHAZ
Dat : 800, Zı : 900, Gayın : 1000, = DAZIGİLEN
Hemze : ve A (l) da bir (1) sayılır. Farsçadaki çe, je, Arapçadaki cim ve ze gibi, farisî kefi ile sağır kef, Arapçadaki kef gibi rakamlandırılır.

EBED : Arapça, sonsuzluk daimîlik manasında bir kelimedir. Sufiyyeye göre ebed, Allah'ın isimlerinden biridir. Ezel ve ebed arasındaki fark şudur: Ebed, sonu olmayan; ezel, başı olmayan demektir. Abdülkerim Cîlî'nin "el-İnsanu'l-Kâmil" adlı eserinde şöyle bilgi verilir: "Allah'ın ezeliliği, ebediliğinin aynıdır. Çünkü geçmiş ve gelecek denen iki göreli taraf, Zât-ı akdes-i ilâhîsinden münkati ve kendisi li-zatihî bekada münferiddir. Evveliyet denilen izafetin, Zât-ı Sübhanisinden inkita ile tahakkuk-ı evveliyetten evvel mevcut olmasına ezel, âhiriyyet denilen izafetin inkıtaıyla âhiriyetten sonra gelen ebedin mevcud olmasına ebed denildi".

EBHERİYYE : Erdebiliyye'nin kollarından biridir. Kurucusu Ebû Reşid Kutbüddin Ebû Bekr b. Ahmed b. Muhammed el-Ebherî (ö. 573/1 177)'dir. Ebher'de doğan Kutbüddin, Merağa'da yetişti. Azerbaycan ve Semerkand'a seyahat etti. Şeyhi; Bağdad'da yaşayan, Seyyid Ebu'n-Necib Şeyh Ziyâüddin Abdülkâdir'dir.

EBNÂ : Arapça oğullar demektir. Dünya için çalışanlara, ebnaü'd-dünya; âhiret için çalışanlara ebnaü'l-âhire denilir. Her ikisi için çalışanlara ebnâü'l-mecmû denir. Ebnâü'l-Ahvâl: Hallerin etkisi altında kalan ve ona göre hareket edenler. Âbâü'l-Ahval: Hallerin etkisi altında kalmayan, onları kullananlar.

EBR : Farsça, bulut anlamındadır. Çalışma ve çabalama ile müşahedeye ulaşmaya sebep olan perde. Mecazî olarak rahmet, ihsan, lütuf.

EBRAR: Arapça, iyiler demektir. Allah'ın sevgili, iyi kullan için kullanılan bir tabirdir. Ahyâr kelimesi ile aynı mânâya gelir, abdal kelimesi ile de mürâdif olduğu söylenir. Mukarrabûn derecesinin altındadır. Bu gruba mensub olanlar ikiye ayrılır: Allah bir kısmını, kullarına iade etmiştir, onlar arasında yaşar, onları irşad eder. ikinci grubu ise, Allah kullara iade etmemiş, kendisiyle meşgul etmiştir. Hiyerarşik rical sıralamasında bunlara, "yediler" denir. Bu ikinci grubun akıl gemisi, vahdet denizinde, gayb vâridatlarıyla boğulmuştur: "Bunlara uyulmaz, ancak inkâr da olunmaz". Birinci grup, hizmet ehlidir. Halk ile meşgul edilmiştir. Bu nedenle, vücutlarını şâir halkın istirâhatine sebep kılmışlardır.

Fırak-ı hüsnüne takat getirmeyüb Yahya
Yolunda baş verüb oldu güzide-i ebrâr.
Şeyhü'l-İslâm Yahya
EBRU: Farsça, kaş anlamında bir kelime. Sâlikte vuku bulan kusur nedeniyle, derecesinin düşmesi ve ihmâle uğraması. Zât-ı Kibriya'yı örtmesi ve varlık âlemini süslemesi nedeniyle, sıfatlara da ebru (kaş) adı verilir.

EBSAT-İ MEVCUDAT: Arapça, varlıkların en basiti. Akl-ı evvel.

EBÛ HARRAZİYYE: Fas'ta, Ebû Harrâz tarafından kurulan bir tasavvuf okulu.

EBU'S-SUUD EFENDİ'NİN TORUNU : Çok dindar, dünyaya rağbet etmeyen salih insanlar için kullanılan bir tabirdir. Osmanlılar devrinde şeyhü'l-islam olan Ebu's-Suud Efendi, bu özellikle tanındığı için, dindarlıkta ileri gidenler hakkında kullanılan bir tâbir olmuştur.

EBU'L-VAKT: Arapça, vakte sahip, vaktin babası demektir. Vakit ve halin etkisi altında kalmayan sufîler hakkında kullanılır. Bu gruba mensub olanlar, telvîn ehli değildir. Telvîn ehline yani halin etkisi altında kalanlara, "ibnu'l-vakt" denir. Ebu'l-vakt bunun aksine "temkin" ehlidir. Bkz. Ebnâ

EBÛ'-VEFÂİYYE: Rifâiyye'den Sa'diyye'nin bir kolu.

EBU YAKUBİYYE: Ebu Yâkub el-Baveysî tarafından kurulan bir tasavvuf okulu.

ECSÂM: Arapça, cisimler demektir. Çeşitli kısımlara ayrılır:
1. Ecsam-ı Tâbîiyye (tabii cisimler) : Keşf erbabına göre, arş ve kürsî
2. Ecsam-ı Unsuriyye (aslî cisimler) : Gökler ve ondaki inceliklerden gayri herşeydir.
3. Çeşitli Tabu Cisimler : Unsurlar ve ondan olan Mevâlîd-i Selâse'den birleşip meydana gelen şeyler, doğru hareket yapan basit cisimler.

EDEB: Arapça, iyi ahlak, güzel terbiye, utanma, zarafet, usluluk, insanlara kavlen, fi'len güzel davranışta bulunmaktan ibarettir. Cürcanî'ye göre, hatanın her çeşidinden sakınmayı bilmektir. Edeb'den, şeriat, hizmet ve Hakk'ın edebi anlaşılır, ilki, dinin zahirine, şekli unsurlarına tam anlamıyla riayet etmek, ikincisi hizmette ileri gitmekle birlikte yaptıklarını görmemek (yani kendine mal edip ucube düşmemek), üçüncüsü Allah'a ve kendine ait olanı bilmekdir. Mutasavvıflar, genelde iki türlü edeb kabul ederler: Birincisi şeklî, zahirî edeb ki; ameli riyadan, münafıklıktan, yağcılıktan korumaktır. İkincisi de batınî edebtir ki; kalpteki şehvet, itiraz, irâdede zayıflık vs. gibi olumsuz şeyleri temizlemekten ibarettir. Edebler sünnetleri güçlendirmek içindir. Sünnetler vacibleri, vacibler de farzları güçlendirir. Farzlar ise imanı korumak içindir.

EDEB ERENLERE : Topluluk içinde söylenmesi ayıp bir konu gündeme gelince, bu ifade kullanılır. "Hâşâ huzurdan dışarı, hâşâ huzurunuzdan, sözüm meclisten dışarı " mânâsına gelir.

EDEB-ERKÂN: Erkân Arapça'da temeller, esaslar, direkler anlamlarına gelir. Manevî eğitim gören sâlikin, her yerde ve her an, daima kendisini gören, her hareketini bilen Allah'ı düşünerek ve buna bağlı olarak ağzından çıkan sözlere, yaptığı hareketlere dikkat ederek, edeb üzere bulunmasıdır. Direkler manasına gelen "erkân" sözü de, tasavvuf okulunun usûlü ile ilgili bir terimdir. Her sûfinin, bu konuda da bilgili olması ve ona göre hareket etmesi, kendisinden beklenir. Edeb ve erkân konusunda hatalı davrananlara "edeb, erkân bilmez" ifadesi kullanılır. Halk arasında da lafını sözünü bilmez, patavatsız, laubali davranışlı kimseler için yine bu tabirin kullanıldığını görmekteyiz.​
 

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana
TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 2 ::..
EDEB YA HÛ: Edeb, tasavvuf okulunda önemli bir husustur. Edeble davranma, canlıya, cansıza, insana, hayvana, her şeye, herkese yapılmalıdır. Mutasavvıflar cansız varlıklara, bir tür dirilik atfederler (pan-bioism). Bu sebeble, cansız varlıklara da edeb üzere davranırlar. Mesela kapı çarpılarak gürültü ile örtülmez, yavaşça örtmek gerek. "Kapıyı kapat veya kapattım" denmez, Allah kimsenin kapısını kapatmasın, "kapıyı ört" yahut "sırla" demek gerekir. Lamba, mum, elektrik söndürmek yerine "lambayı, elektriği dinlendirmek" veya "sırlamak" gibi tabirleri kullanmak, edebe daha uygundur. Sûfinin tabiata karşı olan bu tavrı, ona canlı bir insan varlığı gibi muamele etmesi, çağımızda ekolojik felaketlerin önlenmesi yolunda, bir anahtar rol, yahut kılavuzluk görevi üstlenemez mi? Uzayın bile kirlendiği böyle bir dönemde, tabiat varlığını korumakta, tasavvufun ekolojik açıdan olumlu tavır alışı, en azından üzerinde düşünülmesi gereken bir alternatiftir. Mesela, ses kirlenmesi ve bunun insan fizyonomosinde sebep olduğu rahatsızlıklar, ilim-teknik ve tıp dergilerinde sık sık gündeme gelir.Tasavvuf yolunda, bir sûfinin başkasına hafif sesle hitab etmesi; yerin de canı vardır düşüncesiyle, yerde gürültü yapmadan yürümesi; sessiz hayatın tefekkürü arttırmadaki olumlu rolüne bağlı olmak üzere, az konuşmak gibi pratik öğeler; günümüzde, hafif bir hızla seyreden trafikte araçların klakson ve motor gürültüsünün azalması; sadece duyabilecek kadar az bir sesle radyonun, televizyonun dinlenmesi; homurtu yüklü fabrikaların, insanların yoğun olarak yaşadığı yerlerden uzaklara kurulması şeklinde, yeniden yorumlanabilir. Tasavvufî edebler cümlesinden olmak üzere şu uygulamalar zikrolunur: Kapıdan içeri girer çıkarken sırt çevrilmez, bunun için ayakkabılar hep içeri yönelik, hatta mümkünse burun kısmı Kabe'yi gösterecek şekilde yerleştirilir; uyuyan kimsenin uyarılması icab ederse, yastığına hafifçe vurularak hafif bir sesle "agâh ol erenler" denilir ve bu şekilde heyecanlandırmadan uyandırılır, yemek yerken ağız şapırdatılmaz, eşyalar canlı imiş gibi saygılı ifadeler kullanılır; çay, kahve, içerken höpürdeterek içilmez; bardak, tabak bir yere konulurken sert hareketlerle değil, yavaşça ve sessizce, bir nevi nezaket üslubu içerisinde konulur; gülmeler yine kahkaha şeklinde değildir. Tasavvuf yolunun yolcusu nazik ve kibar insandır. Onu bu şekilde davranmaya iten motiv, "Allah'ın her an her yerde beraberinde olduğu ve kendisini kesintisiz olarak gözetlediği (ihsan)" bilincidir. Bu husus, şüphesiz Kur'an'daki çeşitli âyetlere dayanmaktadır: "Her nerede olursanız olunuz, O, sizinle beraberdir" (Hadid-4) . işte bu âyet, bilinç olarak bir mü'minde yerleşirse, artık o hareketini, yüce bir Sultan'ın, bir Cumhurbaşkanının huzurunda imiş gibi düzeltmeye çalışır. Bunun tahakkuku için, bir insanda "Allah ile beraber olma"nın bilinci, mutlaka bulunmalıdır. Tasavvuf; bağlılarına, Allah'a vuslat dediğimiz "Allah ile beraber olma" bilincini verme iddiasında olan ve tatbikî yönü ağır basan, laf üretmekten hoşlanmayan bir disiplindir. Hedefi de, cennet veya cehennemin motive ettiği İslâmî bir hayattan ziyade, Allah'ı sevmek ve O'nun rızasını kazanmaktan kaynaklanan derûnî bir takva yaşantısıdır. İşte sözünü ettiğimiz bu bilinç, tekkelerde her yerde göze ilişecek şekilde, müridlere levhalar halinde yazılı olarak hatırlatılırdı: "Edeb yâ Hû".

Edebdir tâc-ı Rabbani
Komazlar her başa ânı
Olagör Gaybî ruhanî
Edeb gözle, edeb gözle.
Gaybî Sun'ullah

EDEN BULUR, İNLEYEN ÖLÜR : Herkes ne yaparsa, onun karşılığını mutlaka görür, herkes ektiğini mutlaka biçer, kimsenin yaptığı kötülük yanına kalmaz, manasında kullanılan bir atasözüdür.

EDHEMİYYE: ibrahim Edhem tarafından kurulduğu söylenen bir tasavvuf okulu. İbrahim Edhem'in tam adı şu şekildedir: Şeyh İshak İbrahim b. Edhem b. Süleyman b. Mansur el-Belhî (öl. 166/783-4).

EDHEMÎ TÂC: Dört terkli bir tacdır. İstiğnâ'nm (yani Allah'dan başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamanın) sembolüdür. Bilindiği gibi ibrahim Edhem, önceleri Belh sultanı idi. Sultanlık tacını terk edip derviş olmasından kinaye olarak, bu isim verilmiştir. Sarığın her dilimine, terk adı verilir.

ED'İYYE-İ ME'SÛRE: Arapça. Hadislerle sabit olan dualar için bu ifade kullanılır. Evrâd. Tasavvuf yolunun yolcuları, Hz. Peygamber (s)'den naklen intikal etmiş dualara rağbet ederler ve bu duaları, her gün evrad olarak okurlar. Bu, Rasulullah (s)'a ittibâdan kaynaklanan bir husustur. Buna bir örnek olarak şu duayı gösterebiliriz: "Allah'ım faydası olmayan ilimden, huşu duymayan kalbten, doymak bilmeyen nefisten, kabul olmayan duadan ve bu dört şeyden Sana sığınırım". Amin.

EDVÂR-I VÜCÛD: Arapça. Varlık devirleri. Varlığın, kendisi için mümkün olan kemal çizgisinde yükselmesi ve sonuçta ilkelerin ilkesine geri dönmesi. Varlık yukarıdan aşağıya iner (kavs-i nüzul). Bu iniş, bir yarım daire şeklinde düşünülür. Sonra varlık, aşağıdan yukarıya doğru çıkar. Bu çıkış da, bir yarım daire olarak tasavvur olunur (kavs-i urûc). Bu iki yarım daire, bir tam daire meydana getirir. Böylece bir varlık, daireyi dolaştıktan sonra çıkış noktasına döner. Herşey aslına döner. O'ndan gelen O'na döner (innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn) "biz O'nunuz, yine O'na döneriz" âyetinde (Bakara/156) bu hususa işaret vardır.

EDVİYE: Arapça deva kelimesinin çoğulu olup, ilaçlar anlamındadır. Edviye makamları şunlardır: İhsan, ilim, hikmet, basiret, firaset, ta'zim, ilham, sekînet, tuma'nînet, himmet.

EF'ÂL-İ KULÛB: Arapça, kalb amelleri anlamında bir tamlama. Bunlar.olumlu ve olumsuz iki yönde cereyan eder. Olumsuz olanlar: Hased, ucb, kibr, sûi niyet vs. gibi. Olumlu olanlar: Şükür, rıza, ihlas, mahabbet vs. gibi.

EFENDİLER EFENDİSİ, EFENDİMİZ ALLAH : Efen- di kelimesi Rumca olup, sahip ve malik gibi manalara gelir. Mevtana Celâladdin Rûmî bu kelimeyi şiirlerinde kullanmıştır. Yani onüçüncü yüzyılda bu kelime, Anadolu Türk muhitinde bilinmekte ve kullanılmaktadır. Sufîliğe mensub bir kişi, çağırıldığı zaman "efendim" yerine "eyvallah" derdi. Yanılıp da "efendim" derse, çağıran "senin efendin ben değilim" manasında olmak üzere, "efendimiz Allah" diye karşılık verip onu ikaz ederdi. "Efendiler efendisi" ifadesi de, herşeyin terbiye edicisi ve yegâne sahibi, maliki olan Allahu Teâlâ hakkında kullanılırdı. Efendi kelimesi üzerinde teşekkül etmiş bazı deyimler, şunlardır: "Efendi adam" : Nazik ve kibar kişiler için kullanılır. "Efendi'ye gel" : Bu ifade, kendisinden beklenmedik ince bir hareket görülen kişiler hakkında söylenir.

EFRÂD: Arapça, fertler demektir. Rical olanlar için kullanılır, kutbun nazarının dışında olanlara efrad denilir. Bu gruba dahil olan ricalin sayısı iki, üç veya daha fazladır. Efrad, Allah tarafından memur oldukları hizmetleri yerine getirir. Hz. Hızır, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas'ın efraddan oldukları, ancak Hz. Ali'nin, hilafeti sırasında Kutbiyyet-i Kübrâya ulaştığı rivayet edilir.

EĞİLEN BAŞ KESİLEMEZ, EĞİLEN BOYUN VURULMAZ : Yaptığı kusuru anlayıp özür dileyen, affını taleb eden kişinin bağışlanmasının, mürüvvetten olduğunu bildiren iki atasözüdür. Tıpkı Allah'a yapılan tövbelerde kulun, Allah'a, yaptığı kusurları dili ile ifade ve itiraf edişi ve ondan vazgeçtiğini bildirmesi karşısında, affa mazhar olduğu gibi, bir insan, hatasını beyan edip özür dilerse, onun da affedilmesi gerekir.

EĞİLEN BAŞIN AYAĞI ÖPÜLÜR : İslam'ın dışında kalan hiçbir şeye boyun eğmeyen, gerçek özgürlüğü elde etmiş, racul (adam) mertebesine ulaşmış merdler hakkında, kadrü kıymet ifade eden bir sözdür. "Batıla eyvallah demem" sözü de, buna yakın bir manayı ifade eder.

EĞRİ OTUR, DOĞRU SÖYLE : Doğru konuşmayı, her halükârda yalan söylememeyi ifade eden bir atasözüdür.
 

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana
TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 3 ::..
EHAD: Arapça. Bir'i ifade eder. Sıfat ve isimlerin çok olmasına karşılık, Allah'ın zâtındaki Birlik, bu kelime ile ifade edilir. Cürcânî'nin ifadesi ile Bir'in taayyünlerindeki itibar, iskât ve isbat gözönüne alınmaksızın, zât'ın "O, odur" diye söylenebilecek durumu, "ehad"i açıklar.

EHADİYYET: Arapça, birlik demektir. Bir şeye nisbeti olmayan, bir şeyin de kendisine nisbeti bulunmadığı şeye denir. Ehadiyyet makamı, İlâhî sıfattan bir makamdır. Bu makam, akıl ve anlatmakla vasfa gelmez. "Onu ilmen hiçbir şey ihata edemez" (Nemi/84) âyeti ile, O'nun bu gayb-ı hüviyyet-i mutlaklığına işaret vardır.

EHADİYYETÜ'L-AYN: Arapça, ayn'ın tekliği demektir. Bize ve isimlere muhtaç olmaması bakımından, Zat-ı Hakk'ın mertebesi.

EHADİYYETÜ'L-CEM': Arapça, toplanmanın tekliği demektir. Kendisinde çokluğun münafî olmadığı şey, yani bir yer anıldığında, o yerde bir takım şeylerin de bulunması. Bu, Allah hakkında şöyle ifade edilir: Allah birdir, fakat bütün isimler kendisindedir.

EHADİYYETÜ'L-KESRET: Arapça, çokluğun birliği demektir. Kendisinde nisbî çokluk düşünülen bir (vâhid), demektir. Buna "makam-ı cem'" ve "ehadiyyetü'l-cem"' de denir.

EHADÜ'L-EHADÎN: Arapça, teklerin teki. Benzersiz, eşsiz, ehadü'l-ehad.

EHDALİYYE: Kadirîliğin bir kolu olup, Ebu'l-Hasan Ali b. Ömer el-Ehdâl el-Hüseynî (ö. 1164/1750-51) tarafından kurulmuştur.

EHL-İ ÂHİRET: Arapça, âhiret adamı demektir. Dünyayı terk ile, âhirete fazla önem veren kişiler için kullanılan bir tabirdir.

EHL-İ BEYT: Arapça, evin ferdleri anlamınadır. Hz. Peygamberin neslinden ve yakınlarından olanlara denir. Bunlar, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dirler.

EHL-İ DİL: Dil, Farsça'da gönül demektir. Gönül ehli kimseler için bu tabir kullanılır. Neşeli, zevkli, hâl ehli, aşk ve şevk sahibi kimseye denir.

Ehl-i dildir diyemem sînesi saf olmayana,
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil.
Nef'î

(Manası: Gönlü temiz olmayana gönül ehli diyemem, gönül ehli olanların birbirilerini tanımamaları insafa uymaz).

EHL-İ HAK: Arapça, Allah adamları için kullanılır. Cürcânî, Ehl-i Hakk'ı şöyle tarif eder: Kendilerini Rablerinin katındaki Hakk'a verenler ki, bunu da hüccetler, burhanlarla yaparlar. Bunlar, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'tir.

EHL-İ HÂL: Arapça. Hakikat ehli, bildiğini, inandığını tatbik eden, kendinden geçme sırrına eren kimseler. Bunlarjlâhî tecellîlere mazhariyet şerefine ermişlerdir.

Emrâhî cehd eyle kâli hâl eyle
Kal ehli olandan infisâl eyle
Emrah

EHL-İ DÜNYA: Arapça, dünya adamı demektir. Ahiret işlerinde duyarsız, dünyanın meşgalesinde boğulmuş kişi. Tekâsür Süresindeki "çokluk" (tekâsür) vasfını taşıyan dünyalık işlerin kendilerini oyaladığı kişiler.

EHL-İ EHVÂ: Arapça, nefsinin arzusuna uyanlar. Cürcânî, ehl-i ehvâ'yı şöyle tarif eder: Bunlar ehl-i kıbledendir. Lâkin inançları, Ehl-i Sünnet'in inancı gibi değildir. Cebriyye, Kaderiyye, Ravâfız, Havâric, Muattıla ve Müşebbihe bu gruba girer.

EHL-İ KAL: Arapça, lafçılar, demektir, işin özünden ve esprisinden uzak, kıyısında, kenarında dolaşan kişiler. Bunlar söylediklerini yaşamayan, hakikata ulaşmamış kişilerdir.

EHL-İ TARÎK: Arapça, yola mensub olanlar demektir. Tarikat ehli.

EHL-İ TASFİYE-EHL-İ NAZAR: Düşünce ehli, arınma ehli anlamlarında iki Arapça tabir. İkincisi gerçeğe akıl ve istidlaller ile ulaşan, ehl-i nazar; birincisi ruhî arınma yolu ile ulaşanlar ki bunlar da ehl-i tasfiyedir.

EHL-İ ZEVK: Arapça, zevk sahipleri demektir. Tecellîlerin hükmünün ruhdan, kalbden, nefse ve hislere geçmesiyle, bundan zevk alan kimselere, ehl-i zevk denir. Cürcânî'nin bu tarifinden anlaşıldığı gibi, ilâhî ilhama mazhar olma kabiliyetini kazananlar, mânâ zevkine ermiş ve bu zevki, ruhunun derinliklerinde duyabilen kimselerdir.

EİMMETÜ'L-ESMA: Arapça, isimlerin imamları demektir. Yedi esmaya verilen isimdir. Bu isimler şunlardır: Hayy, Alîm, Kadîr, Semî', Basîr, Mürîd ve Mütekellim. Bütün isimlerin aslı bu yedi isimdir. Semî' ve Basîr yerine Cevâd ve Muksit isimlerini koyanlar da olmuştur.

EKBERİYYE: Şeyhu'l-Ekber Muhyiddin b. Arabî (ö. 638/1 240)'nin kurduğu tasavvuf okulu. Bu tasavvuf okulu, alevî silsileye sahiptir. Muhyiddin b. Arabi'nin şeyhi de, Ebû Medyen Şuayb b. Hüseyin el-Mağribî'dir.

EKMEK EVİ : Hacı Bektaş Tekkesi makamlarından birinin adı. Her evin bir babası olduğu gibi, bu evin de bir babası vardır. Ekmek evinin son babası, Hacı Kerim Baba adında bir zâttı.

EKMEL : Arapça, en olgun, en mükemmel anlamında bir kelime. Kendisinde İlâhî ilim ve sıfatların daha fazla toplandığı, İlâhî isim ve sıfatlara en fazla mazhar olan kişi ekmel'dir. En olgun insan Hz. Muhammed (s)'dir.

EKTİĞİNİ BİÇERSİN : Bu atasözüyle, bir insanın yaptığı iyi veya kötü her işin, birgün mutlaka karşılığını göreceği anlatılır. "Dünya, âhiretin tarlasıdır" hadisine telmihen söylenen bu söz ile, insanlar iyi sonuçlar almak için, iyi işler yapmaya yönlendirilmek istenir.

EL ALMAK, EL VERMEK: Bu sözle derviş olmak, bir tasavvuf okuluna kaydolmak kastedilir. Bektaşîler el almağa "nasib olmak" der. Tarikata ait bir şeyi, bir töreyi yapmak, yahut bir hastalığa okumak için izin alma ve izin vermeye de el verme, el alma tabiri kullanılır." Okumaya el almış, eli var."

Sakînin elin öptüm olup şeyh-i harabat,
Eller ayağın öptüğü âdemden el aldım.
Neşâtî-i Mevlevî

EL BENİM ELİM DEĞİL: Tasavvuf okuluna giren bir dervişe el veren şeyh; kendisinin de, aynı şekilde bir önceki şeyhten el aldığını ve bu işlemin zincirleme olarak tâ Hz. Peygamber (s)'e kadar uzandığını ve O'na bey'at edenlerin Allah'a bey'at etmiş olduklarını (Muhakkak sana bey'at edenler de, Allah'a bey'at etmişlerdir. Fetih/10) bildirmek üzere bu sözü kullanır.

EL BENİM, ETEK SENİN : Tasavvufa giren dervişin, sıkı sıkıya bağlılığını ve şeyhin eteğinden tutunduğunu belirten bir söz.

EL ELDEN ÜSTÜNDÜR, TÂ ARŞA VARINCA : Bu atasözü "Biz, dilediğimizi dereceler (vererek) yükseltiriz, böylece her ilim sahibinin üzerinde bir bilen vardır", (Yusuf/76) âyetinin bir başka şekilde ifade edilişidir. Aynı şekilde, her güç ve kuvvet sahibinin üzerinde, bir güç ve kudret sahibi mevcuttur. Dolayısıyla, gurura kapılmak, kibirlenmek, başkasını küçümsemek doğru olmayan hareketler cümlesindendir. Bu sebeple kişiye, tevazu, mahviyet, kadir bilirlik daha çok yaraşır.

EL ELE, EL HAKK'A : Yukarıda, "el benim elim değil" sözünü açıklarken değindiğimiz gibi, bu da, tasavvuftaki şeyhler silsilesini bildiren bir ifadedir.

EL ETEK TUTMAK : Tasavvuf yoluna girmeyi ifade eden bir söz.
 

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana
TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 4 ::..
ELİF: Arapça lisanında ilk harf. Yunanca'da "alfa" nın karşılığıdır. Tasavvuf ıstılahı olarak, Zât-ı Ehadiyyet'e işaret eder. Zira O, ezellerin ezelinde eşyanın ilkidir.
ELİFTE BİRŞEY YOK : Arap alfabesinde, elif harfi, yukarıdan aşağıya basitçe düz bir çizgiden ibarettir. Diğer harflerin, eğrisi, çıkıntısı, girintisi, noktası, şekil kargaşası bu harfte yoktur. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde kurulan mahalle mekteplerinde, harflerin biçimi çocukların hatırında kalsın diye, hep bir ağızdan, basit fakat güzel bir beste ile "elifte birşey yok, be altında bir nokta, ta ona benzer, se ona benzer cim karnında bir nokta, ha ona benzer, hı ona benzer, dal beli bükük, zel ona benzer, rı orak gibi, ze ona benzer, sin üç dişli, sın ona benzer" tekerlemesi söyletilirdi. Tasavvufta da fena makamına ermiş, ölmeden önce ölmenin sırrına vakıf olmuş, temkin ehli, artık kendisinde lezzet ve zevklerin kalmadığı mahv ehli kişilerin durumu, elif harfine benzetilir. Nakşibendî manevî tekamülünün sonunda, başlangıçtaki, lezzet ve zevklerin artık yok olduğu, tabir yerindeyse insanın kupkuru, tatsız ve lezzetsiz hale geldiği ifade edilir. Sıfat ve esma tecellilerinden geçmiş, zat tecellilerine muhatab olmuş, zâta bağlı mutlak gayba dalarak, orada boğulan ve her makamda, çeşitli renk tecellilerini müşahede eden sufî, bu makamda "bilâ levn" denilen renksizliğe, yani renklerin kaybolduğu bir alana ulaşmıştır. Bu durumda olan sufinin bütün renklerin anası kabul edilen beyaz rengi müşahede ettiği veya beyaz nura garkolduğu da söylenir.

Çün elif çîzî nedâreddir semain arifi,
Saye-i hatt-ı istivâ-yı Şems'in oldur vâkıfı
Esrar Dede

ELİFÎ SUMAT: Mevlevî tekkelerinde, dervişlerin topluca yemek yemeleri için kullanılan, deriden yapılmış sofraya denir. Deri sofralar üç türlü olur: Bir kısmı daire şeklinde, etrafında halkalara sahiptir. Bu halkalara bir zincir geçirilip çekilince, sofra büyük bir torba halini alırdı. Gezgin sufîler, bu tür sofrayı kullanırlardı. Yine bir kısmı, daire şeklinde olur, dergâhlarda, özellikle Konya Merkezî Mevlevî dergahında kullanılırdı. Üçüncü bir tür sofra da, elifî sumat adıyla anılan, bir arşın genişliğinde uzun bir deriden ibaretti. Açılınca, elif harfini andırdığı için, elifî sumat denilmiştir. Bu sumatın bir ucu sumathanede, sumathanesi bulunmayan tekkelerde, meydan-ı şerifteki şeyh postunun altına iliştirilir ve aşağı doğru yayılırdı. Sofranın iki yanına ekmek, kaşık ve biraz da tuz konduktan sonra, üstleri uzun havlularla örtülürdü. Sonra her kişi, için bir sahan kavurma, bir sahan lokma pilavı, bir kâse de pelte konurdu. Dervişler bayram namazını kıldıktan sonra, meydancı tarafından yemekhaneye davet olunurlardı. Sol el, sol dizin üzerinde olarak yemek yenir; kıdemliler, sağda şeyhe yakın durumda otururken, kıdemsiz olanlar, onların sol tarafına otururdu. Yemek bitince, şeyh, sumatın kendi önündeki ucunu büker, yanındaki dervişe verir, bu sofra bükme işi, tâ öteki uca kadar devam eder, bu şekilde sofra toplanmış olurdu. Bu şekilde dürülü hale gelen sofra, yine meydancı tarafından, dervişlerin topluca çektikleri eyvallah ile kaldırılırdı. Ardından şeyh, gülbank okur, sonunda da dervişler hû çeker, önlerindeki havluyu tutarak ayağa kalkar, geri geri giderek sumathanenin iki tarafındaki minderlere otururlardı. Üç dervişin, şeyhten başlayan el yıkamak üzere ibrik-leğen dolaştırması ve ellerin havlulara silinmesi ile, yemek işi sona ererdi. Bu kısa istirahat sırasında kahve içilir, dışarıdan gelenlerle topluca bayramlaşma yapılırdı.

ELİFÎ NEMED: Nemed Farsça, yün kemer manasınadır. Mevlevîlerin, tennure denilen etek üzerine sardıkları kemere denir. Tarikata girilirken, şeyh tarafından üç veya yedi dolama ile sarılır. Ayin sırasında bu kemeri takmak mecburîdir. Bu kemer, sağdan sola doğru sarılır.

ELİFÎ ŞALVAR: Pantolon şeklindeki şalvarlara bu isim verilir. Sadece "elifî" de denilir. Genç ilim adamları, ilmiye sınıfının çocukları ve meşâyıh, bu şalvarı giyerlerdi.

ELİFÎ TÂC: Bektaşîlerin giydiği yassı başlığa verilen addır. Mevleviler, buna "Külah-ı Seyfî" adını verirlerdi.

EL ÖPME : Şeyhin elini öpmek. İstiğfardan sonra şeyhin eli öpülür ki bu, tarikat edebidir.

EMAN: Arapça sığınmayı ifade eden bir kelime. Manen, himmet yani dua yolu ile yardım talebinde bulunmak isteyen kişi, "Aman ya Rasûlallah!" diye nidada bulunur. Ebced hesabıyla "Muhammed" (s) kelimesiyle "Eman" kelimesi, her biri ayrı ayrı 92'yi verir.

EMR ÂLEMİ: Zaman ve mekan üstü olarak, emirle birlikte yaratılan âlem. Ruhlar ve akıllar bu âlemdendir. Bir anda yaratılmıştır. "Vemâ emruna illa vâhidetün ke-lemhin bi'l-basar" Kamer/50.

ENDUH: Farsça, üzüntü demektir. Bilinmeyen bir hususta duyulan şaşkınlık ve hayret.

ENE ENTE-ENTE ENE: Arapça, ben senim-sen bensin" anlamında bir ifade. Âşık maşuk birliğini ifade eder. Bu, iki bedende bir can gibi olmayı gösterir. Bu, sevginin tamlığı için varılması gereken bir noktadır.

ENE'L-HAKK: "Ben Hakk'ım" anlamında bir ifade olup Hallâc-ı Mansur tarafından söylenmiştir. Erzurumlu İ. Hakkı'nın ifade ettiği gibi;
"Söyleyen Nasır (yani Allah) idi. Mansur Andan tercüman olur"
şeklinde anlaşılmalıdır. O'nun, bu sözü Hakk'tan rivâyeten söylediği kaydedilmekle birlikte, fena halinde iken söylediği veya kendisinin bâtıl olmadığını ifade etmek için serdettiği de nakledilir. Kasas süresindeki ağaç kökünün "muhakkak, Ben alemlerin Rabbi olan Allah'ım" sözünü anlayan, Hallac'ın "ene'l-Hakk" sözünü anlar.

ENGÜŞT: Farsça, parmak. Kuşatma (ihata) sıfatı, Allah'ın herşeyi kuşatma sıfatı.

ELSİZ AYAKSIZ : İradesini Allah'ın iradesinde fani kılmış (eritmiş) kişiler için kullanılan bir ifade. Buna benzer olarak kullanılan "elsiz, dilsiz, belsiz" deyimi, hakiki Allah erinin eline, diline, ve beline hâkim olduğunu gösterir.
Mir'âtî sözlerin canlı muamma Arif olanlara olur huveyda Elsiziz belsiziz dilsiziz amma Gezeriz âlemde erkekçesine. Mir'âtî

EMÂNÂT-I MÜBARAKE: Hz. Peygamber (s) ve diğer İslam büyüklerine ait eşya ve levazıma, mübarek emanetler (emânât-ı mübareke) denir. Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethettikten sonra Mekke Emiri Seyyid Berekat, emirlik hazinesinde bulunan "emânât-ı mübareke"nin önemli bir kısmını, oğlu, Şerif Ebu Nemi vasıtasıyla Yavuz'a göndermiştir. Yavuz, bu emanetlerin korunması için Topkapı sarayında özel bir daire hazırlatmış olup bu emanetlerin içinde en önemlisi, Hz. Peygamber (s)'in hırkası olduğu için bu daireye" Hırka-i Saadet Dâiresi" denilmiştir. Hz. Rasûlullah (s) bu hırkayı, şair Ka'b İbn Züheyr'e hediye etmişti. Bu hırkadan başka diğer emanetler de şunlardır: Hz Peygamber (s)'in bir dişi, bir yayı, iki ayakkabısı, bir ayak izi, seccadesi, sancağı, bir kılıç kabzası, bir kolu, Hz. Ebû Bekr'in seccadesi, Hz. Nuh (a)'ın tenceresi, Hz. Davud'un kılıcı, Hz. Yusuf'un gömleği, Mekke'nin anahtarı, dört halifenin sancakları, imameleri, kılıçları, Aşere-i Mübeşşere'den bazılarının kılıç kabzaları, Hz Osman (r. a)'ın Kur'an-ı Kerim'i, Altınoluk, Hz. İbrahim (a)'ın kazanı.
 

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana
TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 5 ::..
EMİN-İ VAHY: Vahyin emini anlamında Arapça bir ifade. Hz. Peygamber (s), risalet ve nübüvvet görevini yüklenmezden evvel, "Muhammed el-Emîn (s)" yani "Güvenilir Muhammed (s)" namıyla anılıyordu. Toplumun doğruluğuna güvenmesine Cenab-ı Hakk'ın nübüvvet görevi vererek te'yid etmesi eklenince, ortaya "Eminü'l-Vahy" olan Peygamberimiz (s) çıktı. Kendisine gelen vahyi, ayniyle topluma bütün insanlığa, en ufak bir değişiklik yapmadan aktardı. Bu yüzden vahyin emini oldu.

Emîn-i Vahy-i ilâhî Muhammed Arabi
Sâmî

EMİRGANİYYE: İdrisiyye'nin Nûbe kolu. Kurucusu 1853'te vefat etmiştir.

el-EMRU Bİ'L-MA'RUF ve'n-NEHYU ani'l-MÜNKER: Arapça iyiliği emretme, kötülükten sakındırma anlamındadır, insanları kurtulmalarına vesile olacak olgunluklara yönlendirmeye, el-Emru bî'l-Ma'ruf denir. Şeriatta kınanan konulara engel olmaya da, en-Nehyu ani'l-Münker denir. el-Emru bi'l-Ma'ruf için hayra kılavuzluk etmek; kitap ve sünnete uygun olanı emretmek; Allah'ın söz-amel açısından kulundan razı olduğu şeyi göstermek gibi tanımlar yapılırken, en-Nehyu ani'l-Münker için de; kötülüğe engel olmak; nefs ve şehvetin meylettiği şeyleri yasaklamak, şeriat ve iffetin hoşlanmadığı, Allahü Teala'nın dininde caiz olmayan şeyi kötülemek, şeklinde tarifler yapılmıştır.

EMR-İ HAKK: Arapça, Hakk'ın emri demektir. Ölüm anlamında kullanılır.

ENÂNİYYE: Arapça, benlik anlamında bir kelime. Kuldan ortaya çıkan her şeyin, kendisine dayandırıldığı gerçeğe "enâniyye" veya "enîniyye" denir. Bu izafete şu örnekler verilebilir: Nefsim, elim, ruhum vs. senin hakikatin ve bâtının, Hakk'ın gayrıdır. Enâniyye'nin nefyi, "La ilahe" nin manasının aynıdır. Bundan sonra ikinci olarak, senin bâtınında Hakk'ın isbatı söz konusudur ki, bu da "illallah"ın manasının aynıdır.

ENE: Arapça "ben" zamiridir. Ben (ene) demese de konuşanın sözü ben (ene) dir. Nahnü (biz) zamiri için de, aynı durum geçerlidir. Bununla, konuşanın fiillerden soyulmuş olma durumu kastedilir.

ENESİYYE: Çok sonraları zuhur etmesine rağmen Sahabe-i Kiram'dan Enes İbn Mâlik (r.a)'e izafe edilen bir tasavvuf okulu.

ENSÂRİYYE: Abdullah el-Ensârî (Ö.481/ 1048)'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu. Hereviyye adıyla da anılır.

ENE TAHTINA OTURANI İRŞAD MÜMKÜN DEĞİLDİR : "Ene" Arapça'da "ben" demektir. Bu, ben Allah (c)'dan üfürülen (ruh-ı menfûh) değil, hayvanı ben'dir. İnsan'ın bu yönünü terbiye etmesi gerekir. Bu yönünü terbiye edememiş kişi, hayvanî nefsin istekleri doğrultusunda hareket ettiği için, onu irşâd, yani doğru yola sevketmek çok zordur. Böyle kimseler, nefsini veya daha açık bir deyişle, nefsinin istekleri (heva)ni ilahlaştırmış kişilerdir. "Ey Muhammed (s)! Nefsinin isteğini ilahlaştıranı görmedin mi?" (Casiye 723 ve Furkan/43) "Ben"lik, Allah karşısında ilah tavrı alıştır. Yani, Allah karşısında varlık isbat etmektir. Bu durumdaki kişi, Allah (c) önündeki durumunu anlayamaz, hiçliğinin, faniliğinin bilincinde (dikkat ediniz, bilgisinde değil) olmazsa artık o, Allah'a ihtiyacı olmayan bir kişidir. Bir kimse, ihtiyaç duyduğu şeye yönelir, duymadığı şey yönelmez. işte bu yüzden, esiri olanları doğru yola yönlendirmek mümkün olmaz.

ER : Bkz. Rical.

ERÂİK-İ TEVHİD: Arapça tevhid koltukları demektir. Zatın zuhur ettiği yerler olması bakımından vahidiyyet hazretindeki zâti isimlere "erâik-i Tevhid" denir.

ERBAİN: Bkz. Çile.

ERBAB-I YAKİN: Maddî, manevî, zahirî, bâtinî bilgilerle yetkinleşmiş kişilere, erbab-ı yakîn denir. Bu durumdakilerin bilgilerinin güvenilir olduğu kaydedilir.

ERDEBİLİYYE: Safiyüddin Erdebilî'nin kurduğu, Ebheriyye'nin kollarından bir tasavvuf okulu.

EREN-ERENLER : Allah'a ulaşan kişi (vâsıl)ye denir. Velî. Yıldızım düşkündü tali'im küskün Muzlimdi eyyam-ı hayatım bütün Erenler elimden tuttular bir gün Şanlı demler sürdüm, devranlar gördüm. Tokadizâde Şekib

ER DOĞRUYA HAK DOĞRUYA : Konuşurken sözün doğru olduğunu açıklamak için veya doğruluğunu öğütlemek için kullanılan bir deyim.

ER ERE KIYMAZ : Erler arasında meşreb açısından bir ayrılık olsa da, hoşgörüyle bunun düzeltilebileceği bu sözle anlatılır.

ER ÇİÇEĞİ : Bektaşî ıstılahı. Babanın sevgisine mazhar olmuş can (derviş).

ER ERİN AYNASI : "Mü'min mü'minin aynasıdır", (Cami l, 170) hadis-i şerifinin mealidir. Mü'min, kendi olgunluk ve çiğliğini başkasında görür, bu şekilde şükreder veya ibret alır.

ERENLER HÂZIRA ETMİŞ DUAYI : Misafir için söylenir. "Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer" atasözünün açıklamasıdır.

ER İKRARINDAN HAYVAN YULARINDAN : Bu deyim, erin veya insanın ikrarıyla, yola gideceğini, hayvanın da yıllarıyla yönetileceğini anlatır.

ERKEK ARSLAN, ARSLAN DA, DİŞİ ARSLAN,ARSLAN DEĞİL Mİ? : Kadınlardan da erkek olur. Bu, manevî olgunluk açısındandır. Ve çoğu erkekler himmet ve olgunluktaki zayıflıkları ile kadındırlar.

ERENLER CELLADI : Hacım Sultan'ın lakabı. Bektaşî ıstılahı.

ERZADE : Bir mürşidin babası da mürşid olursa, ona erzâde denir. Bu, Bektaşî ıstılahıdır.

ERVAH-I HABİSE : Arapça, pis ruhlar demektir. Cinler ve şeytanlar.

ESEDİYYE: Seyyid Abdullah el-Esedî (ö. VIII. y.y.) tarafından kurulmuş, Kadiriyye'nin kollarından bir tasavvuf okulu.

ESARET: Esirlik. Hakikate ulaşmaya engel, dış görünüşler.

ESER: Kaybolan bir şeyin, ardında bıraktığı iz, anlamında Arapça bir kelime. Şeyin varlığını gösterene denir. Nazardan men olunanın, eserle Cinsiyet bulacağı, eseri yok edenin de zikirle Jiletleneceği söylenir. Bu, aklî cedel mantığına yönelmeyen, Allah'la beraberken tedbiri terkeden kişinin keşf ve fetihle ünsiyet bulacağını ifade eder. Bir kimsenin eser (takib edeceği iz)e, yani terbiye edici bir şeyhe, veya uyacağı iyi bir âlim (büyük)e bağlantısı yoksa, kendisine fetih gelene kadar virdler, riyazetler, mücahedeler ve çokça zikirle meşgul olması gerekir. Eserlerin sırları, renklerin bâtınlarını teşkil eden ilâhî isimleridir. Cürcânî, eserin üç anlama geleceğini kaydeder: 1. Netice, belli bir şeyden husule gelendir. 2. Alâmet, 3. Cüz. Eski hükümdarlardan kalma bir sarayın üzerinde, şu beyt bulunmuştur:
Eserlerimiz bizim (ne olduğumuzu) gösterir
Öyleyse ardımızdan bıraktığımız eserlere bakınız!. .
Aliyyü'l-Havvas, eser'i şöyle tanımlar: Herşeyde Allah'ı tefrid etmek (bir olduğunu anlamak) tir. Bu da, eşyanın nefislere yapışmış eser (iz)lerinden yüz çevirmekle olur, yani nefsin hevasından kaçınan sadık müridin yoluna, tefrid ve tevhidine eser denir. Mürid, bunu, nefsin dünyevî nazlarından uzaklaşmak ve şehvetlerini terbiye etmekle, elde eder.​
 

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana
TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 6 ::..
ESBAB: Arapça, sebepler anlamına çoğul bir kelime olup, tekili "sebeb" dir. Vesileler, vasıtalar, araçlar. Tasavvufta herşey Allah'a götüren bir sebep, O'nu gösteren bir âyettir. Araçlar, yani sebepler amaç haline getirilmediği sürece problem yoktur. Araçlar amaç haline getirilirse, buna putlaştırma veya şirk denir.
Sebeplerde takılmamak gerekir. Çünkü sebeplerin (şirk-i esbâb) tesiri âdi, müsebbibin (sebebi yaratan Allah'ın) etkisi ise hakikidir. Ki bu inancı taşımak tevhidin temelini oluşturur.

el-ESMAU'L-HÜSNA: Arapça sıfat tamlaması olup, güzel isimler demektir. Tasavvufta Allah'ın güzel isimlerine el-Esmaü'l-Hüsna denir. (Bkz. ALLAH).

ESMA-İ SEB'A: Arapça, yedi isim demektir. Allah'ın yedi güzel ismi. Esma zikri çeken tarikat mensuplarının virdleri, şu şekildeydi: 1. La ilahe illallah 2. Allah, 3. Hû, 4. Hakk, 5. Hayy, 6. Kayyûm, 7. Kahhâr. Bu zikir usûlü, Halvetî büyüklerinden İbrahim Zâhid-i Geylânî'den kalmıştır. Bu yedi isim, usûl, fürû', tebdîlat ve tasarrufât adı verilen şekillerle 28'e kadar çıkar.

ESMAR: Arapça, meyveler demektir. Ana isimler (aslî isimler)in toplanıp bir araya gelmelerinden birtakım başka isim ve mânâlar ortaya çıkar ki buna, esmar (meyveler) denir. Nikah da denilen, küllî esmâr beştir:
1. İlâhî isimlerin içtimâi : Bunun semere (meyve)'si, ilimde belirginleşen gerçeklerin suretleridir.
2. Manaların içtimâi : Bunun semere (meyve)'si, nefsde belirgin hâle gelen ruhların suretleridir.
3. İctimâ-ı ervah (ruhların bir araya gelmesi) : Bunun semeresi, basit madde ve misal âleminin suretleridir. Arz ve kürsî gibi.
4. Basit maddenin ictima'ı : Bunun semeresi, cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlardır.
5. Cinslerin, fasılların ve insanî hakikatlerin ictima'ı ve terkibinden meydana gelen insana mahsus içtima.

EŞBAH: Arapça, karaltılar, cisimler, cesedler demektir. Soyut (mücerred) varlıklarla, somut (müşahhas) varlıklar arasındaki âleme; âlem-i eşbâh veya cihan-ı eşbah denir.

EŞİK : Eve dışarıdan içeri girmek, kapının eşiğinden atlamakla mümkündür. Dışarıdan içeriye girmekle, zahirden bâtına, dıştan içe ulaşıldığı dergâhtaki, evdeki olgun erlere, olgun şeyhlere ulaşıldığı, bu ulaşmaya da eşiğin sebep olduğu kaydedilir. Ulaştırdığı hedefin ulvîliği yüzünden, eşikte de bir ulvîlik görülür. Eşik; yokluk ve tevazu gibi anlamları ifade eder. Tevazu ehli için "eşik gibi ayaklar altında" denir. Taşıdığı yücelik itibariyle eşiğin üzerine oturulmaz, basılmaz. Bir dergâh veya türbeye girilirken eşiği öpülüp öyle girilir. Buna "eşiğe baş koymak" denir. Bektaşîler şeyhin huzuruna veya türbeye ziyaret için girerken şu tercemanı okurlar:

Eşiğine koymuşam can ü ser,
Tâ vücûdum ola safi hemçü zer.
Eşiğinde hacetim hem budurur:
Tâ fakir'e eyle bir hüsn-i nazar.

"Beşikten eşiğe kadar" ifadesinde, beşik doğumu, madde âlemine gelişi, eşik ise mânâ âlemine gidişi yani ölümü ifade eder.

EŞREFİYYE : Eşref oğlu Abdullah b. Eşref b. Muhammed Rûmi (ö. 874/1469) tarafından kurulmuş, Kadiriyye kollarından birinin adı. Kurucusu Eşrefoğlu Rumî, Hacı Bayram-ı Veli'nin kızı Hayru'n-Nisa Hatun'la evlenmiş ve ona damat olmuştur.

EŞREFÎ TÂC: Eşrefiyye-i Kâdiriyye tacına (Eşrefî Tâc) denir. Bu tâc, yedi dilim (terek) li olur, beyaz çuhadan, içi pamuklu olarak dikilirdi.

ETME BULMA DÜNYASI : Herkes, iyi, kötü yaptığının karşılığını mutlaka bulacaktır.

ETVAR-I SEB'A: Arapça, yedi tavır demektir. Yedi tavır şunlardır: Tab', nefs, kalb, ruh, sır, hafi, ahfâ. Nefsin yedi derecesine göre değişen hallere de, Etvar-ı Seb'a denilmiştir.

ETYEMEZLER: Tasavvuf tarihinde vejeteryan diyet uygulayan sufiler vardı. Yine bunun gibi, yaz mevsimi nefsini körletmek üzere soğuk su içmeyenler de görülürdü. Bir küçük parça et yemenin, kalbi belli bir süre katılaştırdığı kanaatini taşıyan bazı sufiler, et yeme konusunda perhizkâr davranırlardı. Yani eti haram telakki etmezler, ancak nefsi güçlendireceğinden hareketle, yememeyi tercih ederlerdi. Tabiatta saldırgan, yırtıcı hayvanların et, pasif, yumuşak başlı hayvanların da ot yediği göz önünde tutulursa, bu hususun bir parça tutarlı olduğu görülür. Ancak, Allah, şer'î açıdan belirttiği ölçüleri haiz bulunan etlerin yenmesini helal kılmış, Hz. Peygamber (s) de yemiştir. O halde yenmesi gerekir. Bu son fikirle birlikte, et yemez sufilerin, Allah'ın helal kıldığını haram kıldık lan söylenemez. Zira onlar mubahlarda da azimet yolunu seçmiş ve o yolda gitmişlerdir. Onların halleri, kendi yaşadıkları iç âleme paralel olarak gerçekleştiği için, davranışları sadece kendilerine mahsustur, genel avam için asla ölçü olamaz. Ölçü, Kur'an-ı Kerim'e endeksli, sağlam zemindir. Kişi, takvasına göre "gücümüz yettiği ölçüde takvalı olunuz" (Tegâbûn/1 6) yolunda duyarlılıkla yücelir, yükselir. Bu da ayrı bir incelik. İşte bu incelik, Kur'anî-Nebevî İslam zemininde gerçekleşir. Etyemez bir grup sufinin, bu zemini inkarla, et yemeyi terk etmeleri ve ete haram gözüyle bakmaları gibi bir husus, tasavvuf tarihinde asla varid değildir.

EVBAŞÎ : Evbaşlık terbiyesizlik, yaramazlık ve haydutluk anlamında bir kelime. Allah sevgisinin güçlü etkisi sonucu, salihin işlediği salih ameller ve terk ettiği haramlar için, Allah'dan karşılık beklemesi.

EVBE: Arapça, dönme demektir. Sevab beklemeden, ceza korkusunun etkisinde kalmadan, Allah'ın emrine uymak için tevbe etmektir. Bu, nebi ve mürsellerin özelliğidir.

EVCU'L-İMKAN: Arapça, imkanın zirvesi demektir. Dünyaya en uzak olan yıldıza eve denir. Tasavvufta, ilâhî âlem için, "evcu'l-imkan" ifadesi kullanılır.

EVLİYA : Arapça velî kelimesinin çoğulu olup dostlar anlamını ifade eder. Hayatını nefis mücadelesi ile geçirerek, şeriatı takva boyutundaki inceliğiyle yaşayan, Hz Peygamber (s)'e tam anlamıyla uyan kaya gibi sert olmaktan kaçıp, toprak gibi davranmayı hedef edinerek, diken yerine gül yetiştiren bahçıvan şeklinde aktiflik gösteren kişiye, evliya denir. Allah'a dost olabilmiş kişinin yatağı, ümmetin problemlerine "ümmetî" dua ve psikolojisiyle yaklaşması sebebiyle dikenlidir. Gece, ya çok az uyur veya hiç uyumaz. Velî, Allah'ın heryerde oluşunun bilgisine ve bilincine ulaştığı için, insanlar arasındaki davranışı, yalnız iken olan davranışına uyar. O, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur; böylece iç-dış birliğine (tevhidine) ulaşır. Velinin bir ilahı vardır. O, bir ilah uğruna makam, mevki, kadın, altın, gümüş, şöhret arzusu, çocuk, eş, ev, köşk gibi ilahları terk etmiştir.

Evliya mala tenezzül mü eder?
Siklet-i nâsa tahammül mü eder?
Nâbi

Veliler takvaya endeksli bir hayat yaşadıkları için, dualarının kabul sür'ati ve şansı fazladır "Allah müttakilerden daha çok kabul eder" (Maide/27). Evliya, Kur'an insanıdır, Rasûlullah (s) gibi...

EVDIYE-İ SÜLÜK: Arapça, sülük vadileri demektir, sufi için her derece, bir sülük vadisidir.

EVLİYÂİYYE : Batıl tasavvuf fırkalarından biridir. Velilerin hayat ve mematında kudretinin azametine, taharetine ve ismet sahibi olduğuna inanır. Bunlar, velayetin nübüvvetten üstün olduğu kanaatindedir. Yine Evliyâiyye'ye göre; kul, belli bir mertebeye ulaşınca ondan şer'î yükümlülükler ve ibadetler düşer. Halbuki Hz. Peygamber (s)'imizden düşmemişti.
 

kaptan-8

Co Admin
Local time
11:47
Katılım
21 Nisan 2008
Mesajlar
9,366
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Adana
TASAVVUFÎ TERİMLER (E)
..:: 7 ::..
EVLİYALIK SATMAK : Kendini dindar, âbid, zâhid gösteren riyakar kişiler için kullanılan bir deyiş.

EVRAD: Arapça, virdler demektir. Her vakit dil ve ağızda dolaşan söz. Tarikatların pirleri veya onlardan sonra gelen şeyhler tarafından düzenlenen virdler, müridler tarafından belli bir zamanda belli bir sayıda, bireysel veya toplu olarak çekilir.
Ummasın levh-i icabette makâm-ı rağbet Etmiyen namını dibâce-i zikr ü evrâd. Nâbî

EVSAT : Arapça, orta demektir. İlâhî takdirin hükmüne bakan, sülûkun ortasındaki sâlikler. Manevî eğitimin başındakilere "mübtedi", sonundakilere "müntehi", ortadakilere ise evsat (veya evâsit) denir.

EVTÂD: Arapça, direkler demektir. Hiyerarşik veliler silsilesi içerisinde yer alan bir zümre. Tekili veted'dir. Dört veliden oluşan evladın her biri, merkezinde bulundukları dört yönden birine nezaret ettikleri için, bu ismi alırlar. Her devirde Hz. idris, Hz. ilyas, Hz. isa, Hz. Hızır (a)'a naib olan, yani Hakk tarafından âlemin dört yönünü korumak üzere, tayin edilen zâtlara evtad-ı erbaa (dört direk) denir. Bu dört direk, kadınlardan da teşekkül edebilir. Evtad'ın İlâhî isimleri: Abdülhay, Abdülhalîm, Abdülmürid, Abdülkadir'dir. Bunların biri, Hz. Adem'in kalbi, biri Hz. İbrahim'in kalbi, biri Hz. İsa'nın kalbi, biri de Hz. Muhammed (s)'in kalbi üzerine zuhur eder. Yani ruhanî özellikleri bakımından herbiri, bu peygamberlerden birinin etkisi altında olmak üzere, bir çeşit (veya bir yönden) benzeşim arzederler. Yine ruhaniyetlerinden istimdâd ederler. Bunlardan herbiri, Kabe'nin köşe (rükn) lerinden birine sahiptir. Şamî köşesi (Rükn-i Şamî) Hz. Adem (a)'ın kalbi üzere olanın, Irakî köşesi (Rükn-i Irakî) Hz. İbrahim (a)'ın kalbi üzere olanın, Yemanî köşesi (Rükn-i Yemanî) Hz. isa (a)'ın kalbi üzere olanın, ve Hacer-i Esved köşesi (Rükn-i Hacer-i Esved) de Hz. Muhammed (s)'in kalbi üzere olanıdır. Muhyidin İbn Arabi'ye göre, Evtad-ı Erbaa (dört direk), Ebdal-ı Seb'a (Yedi Ebdal) dan, İmameyn (iki imam) da Evtad-ı Erbaa'dan, Kutbu'l Aktâb ise bunların tümünden daha mükemmel ve daha has (özel) tır.

Zahirde binası birinin kârger olmaz
Bâtında kimi kutb-ı cihan kimisi evtâd
Âlî

EVVEL: Arapça, ilk demektir. Allah. EYYÂM-I GAM: Üzüntü günleri demektir. Allah
(c)'a doğru yolculuk (seyr i ilallah) tan geri kalma zamanı

EYYÜB SABRI: Hz. Eyyub (a) birçok belalara maruz kalmış ve bunlara sabretmiş bir peygamberdir. İşte bu yüzden sabır, Hz. Eyyûb ile adeta özdeşleşmiştir. Anadolu İslam muhitinde buna işaret etmek üzere, bazı aileler doğan çocuklarına "Eyyüb Sabri" adını vermişlerdir.

EZ DE SUYUNU İÇ : Muskaların bir kısmı, yazılanın üstünde, bir kısmı evin bir köşesinde muhafaza edilirken bir kısmının da ezilip suyu içilir. Bu atasözü, yapılan tavsiyenin, söylenen tedbirin hiçbir şeye yaramadığını belirtir.

Nüshan (muskan) maraz-ı aşka eylemedi hiç,
Ey şeyh-i keramet-fürûş ez de suyunu iç.

EZEL: Ezel öncesizliği ifade eder. Kadim, aynı anlamı karşılamakla birlikte, Allah'tan başkası için de kullanılır. Ezel ise sadece Allah için kullanılır.

EZKÂR: Arapça, zikir kelimesinin çoğulu olup "zikirler" anlamına gelir. Çeşitli ilâhî isimlerin anılması, zikir olarak tanımlanır. Kehf sûresinde (âyet 24) ifade edildiği gibi "Unuttuğun zaman Rabbini zikretl(an)" zikrin zıddı unutmaktır. Bu durumda, unutmanın mukabili hatırlama; zikri ifade eden bir tanım olarak ortaya çıkar.

EZHERİYYE: Halvetiyye'nin kollarından biri olup, Şeyh Ebî Abdullah Muhammed b. Abdurrahmânü'z-Züvâvî el-Ezherî tarafından kurulmuştur.
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst