Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Sifali Bitkiler

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Latince ismi : Allium cepa

Bitki özellikleri: Tedavi amacıyla, bildiğimiz kuru soğan kullanılır. Kuru soğanın filizlenmemiş olması gerekir.
Bileşim: Aliin, propanthialoxid, aliicin içerikli uçucu yağ, özellikle C vitamini, pektin, insülin.
Kullanım alanları ve biçimleri: Soğanın özellikle biz Türklerin yaşamındaki yeri çok önemlidir. Ama onu pişirerek ve kızartarak yararsız hale getirmekte de herhalde üstümüze yoktur. Halbuki, soğanı doğal haliyle tüketmemiz gerekir. Çünkü soğan, sarımsak kadar olmasa da, insanoğluna oldum olası lezzet ve sağlık sunmuş önemli bir sebzedir. Ama onu yalnızca sebze olarak tanımlamak herhalde haksızlık olurdu.
Günümüzün soğanı, batı Asya kökenli yaz soğanı ve güney Sibirya kökenli kış soğanı olarak tanımlanabilecek iki ayrı türün karışımından türetilmiştir. Yaz soğanı yakıcı, kış soğanı ise daha az yakıcı özelliğe sahiptir. Ama yararlılık açısından farkları yoktur.
Soğan, zengin vitaminler içeren, güç ve sağlık kazandıran bir sebzedir. Onu elden geldiğince çiğ tüketmek doğru olur. Soğan özsuyu, sütle karıştırılarak içilebilir. Çiğ olarak tüketildiğinde mideyi güçlendirir, sindirim sistemini uyarır, idrarı arttırır. Şeker hastalığını tedavi edemez ama, kan şekerini düşürebilir. Mukozanın kan dolaşımını uyarır. Grip, nezle, gırtlak iltihabı ve öksürüğü önleyici olarak kullanılabilir. Soğuk algınlığında çocuklara, ince kıyılıp ezilerek, balla karıştırılan soğan yedirilir. Öksürük ve hatta boğmacada soğan şurubu çok rahatlatıcıdır. Orta boy bir soğan ince kıyılır, 2-3 yemek kaşığı toz şekerle karıştırılır, 1 çay bardağı su eklenerek, 2-3 dakika hafif ısıda kaynatılır. Kaynamadan sonra 2-3 saat bekletilir ve posası sıkılır. Gün boyunca 5-6 kere, 1-2 çay kaşığı kullanılır. Afiyet olsun.
Yan etkiler: Duyarlı mideleri rahatsız etmesinin dışında, bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.
Soğan kalbi güçlendirir
İdrar söktürücü olan soğan, vücuttaki toksinlerin atılmasında ve kanın temizlenmesinde etkili olur. Midevidir: İştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır. Hafif müshil etkisi vardır. C vitamini yönünden zengin olduğu için vücudun savunma sistemini güçlendirir. Soğuk algınlığının atlatılmasında ve yüksek ateşin düşürülmesinde etkilidir. Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalara göre, soğanın kalbi güçlendirdiği ve koroner damarları genişlettiği ileri sürülmektedir. Bu etkileri için; yeşil ya da kuru soğan, çiğ ya da pişmiş olarak bolca yenilebilir. Ayrıca soğan böcek ve arı sokmalarında iyileştiricidir. Çıbanların baş vermesini ve iyileşmesinin hızlanmasını sağlar.
Soğan suyuyla zinde kalın
Günümüzün yorucu şartları altında kendinizi iyi hissetmek için Mısırlı, Fransız, Çinli ve hatta Japonlar'ın geleneksel besin maddelerini kullanarak, zindeliğinize yeniden kavuşmanız mümkün. Örneğin Fransızlar gün boyu zindelik amaçlı her sabah bir parça soğan tüketirdi. Araplar ise daha genç ve sağlıklı görünebilmek için soğan suyunu balla karıştırarak gün boyunca içerlerdi. Yüzyıllardır Avrupa'dan Mısır'a, eski Roma'dan Çin'e ve hatta Japonya'ya kadar birçok ülkede tedavi amaçlı kullanılan sarımsak da; mide asidini düzenleyip, sindirime yardımcı oluyor ve kan akışını hızlandırıyor. İçerdiği maddeler sayesinde derinin kendini yenilemesini hızlandıran safran ise sağlıklı ve canlı bir görüntüye sahip olmanıza yardımcı oluyor. Demir ve çinko bakımından çok zengin bir besin maddesi olan midye; oksijeni hücrelere taşıyor ve metabolizmanın gelişmesini sağlıyor. Ayrıca midye, 18 mikrogram B12 vitamini içeriyor. Çikolata; enerji ve mutluluk veren en özel besin maddelerinden biri olmayı sürdürüyor. Çikolata, rahatlama duygusunun yanı sıra olaylara daha olumlu bakma hissi uyandırıyor.
Soğan şifa kaynağı
İçinde bol miktarda A,B ve C vitamini bulunan soğan, kalp ve prostat bozukluğu, sinir zafiyeti, cilt hastalıkları ve cinsel iktidarsızlık gibi birçok hastalığa iyi geliyor.

Soğanda bol miktarda A, B ve özellikle C vitamini, bol fosfor, iyot, silis, kükürt gibi vücuda çok faydalı maddeler, antibiyotik vazifesi gören esanslar ve hazım arttırıcı fermentler bulunduğunu kaydeden uzmanlar, soğanın kalp ve prostat bozukluğu, pankreas tembelliği (şekerliler), sinir zafiyeti, romatizma, cilt hastalıkları, cinsel iktidarsızlık, mide zayıflığı gibi hastalıklara iyi geldiğini, bol idrar söktürdüğünü ve vücutta birikmiş su ve üreyi dışarı attığını bildirdi. Soğanın, vücuttaki fazla tuzu da dışarı attığını belirten uzmanlar, pankreası çalıştırarak insülin ifrazatını arttırdığını ve kanda şeker seviyesini düşürdüğünü kaydetti.

Fazla soğan yenen ülkelerde kanserin nadir görüldüğünü ve o ülke halkının uzun yaşadığını ifade eden uzmanlar, soğanın, karaciğeri ve bağırsakları dezenfekte edip zehirlerini temizlediğini ve gıdaların orada vücudu zehirlemesini önlediğini, bağırsak kurtlarını döktüğünü belirtti.

Ağızdaki soğan kokusunun giderilmesi için yemekten sonra ekmek kabuğu veya maydanoz çiğnenmesinin yeterli olduğunu belirten uzmanlar, soğanın patateslerden ayrı, kuru, soğuk bir yerde saklanması gerektiğini, çünkü soğanın patateslerden salınan nemle yumuşadığını ifade etti.

Soğan neye iyi geliyor
Soğanda bol miktarda A, B ve özellikle C vitamini, bol fosfor, iyot, silis, kükürt gibi vücuda çok faydalı maddeler, antibiyotik vazifesi gören esanslar ve hazım arttırıcı fermentler bulunduğunu kaydeden uzmanlar, kalp ve prostat bozukluğu, pankreas tembelliği (şekerliler), sinir zafiyeti, romatizma, cilt hastalıkları, cinsel iktidarsızlık, mide zayıflığı gibi hastalıklarda çok fayda verdiğini, bol idrar söktürdüğünü ve vücutta birikmiş su ve üreyi dışarı attığını bildiriyor. Soğanın, vücuttaki fazla tuzu da dışarı attığını belirten uzmanlar, pankreası çalıştırarak insülin ifrazatını arttırdığını ve kanda şeker seviyesini düşürdüğünü kaydediyor.
Fazla soğan yenen ülkelerde kanserin nadir görüldüğünü ve o ülke halkının uzun yaşadığını ifade eden uzmanlar, soğanın, karaciğeri ve bağırsakları dezenfekte edip zehirlerini temizlediğini ve gıdaların orada vücudu zehirlemesini önlediğini, bağırsak kurtlarını döktüğünü bildiriyor.

Uzmanlar, ağızda soğan kokusunu gidermek için yemekten sonra biraz ekmek kabuğu veya maydanoz çiğnenmesinin yeterli olduğunu söylüyor. Uzmanlar ayrıca, soğanın patateslerden ayrı, kuru, soğuk bir yere kaldırılması gerektiğini, çünkü soğan ve patatesin birbirini etkilediğini ve soğanın, patateslerden salınan nemle yumuşadığını hatırlatıyor,

Çin’de 238 prostat kanseri hastası ve 471 sağlıklı erkeğin katılımıyla yapılan araştırmada, deneklere 122 gıda maddesini ne sıklıkla yedikleri soruldu. Sonuçları Journal of National Cancer Institute’ta yayınlanan araştırmada, soğangillerden günde 9 gramdan fazla yiyenlerde prostat kanserine yakalanma riskinin, bu gıdalara fazla itibar etmeyenlere göre yüzde 50 oranında daha az olduğu saptandı.

Soğan familyasından ürünler arasında soğan, soğancık, sarmısak, frenk soğanı ve pırasa bulunuyor.


Araştırmada, yeşil soğanın hastalığa karşı en koruyucu soğan türü olduğu da tespit edildi.


Araştırmaya göre, günde yaklaşık 3 gram yeşil soğan alan bir kişinin prostat kanserine yakalanma olasılığı yüzde 70 oranında azalabiliyor. Aynı miktarda sarmısak tüketenlerde ise prostat kanseri riske yüzde 53 oranında azalıyor.


Sofralarımızın en vazgeçilmezi olan soğan, aslında bu durumu o kadar hak ediyor ki, bir çok sebze piştiğinde vitaminlerinin büyük bir kısmını kaybettiği halde soğan sahip olduğu vitaminleri korumaya devam ediyor.


Antibiyotik Kardeşler
Sarımsağın kardeşi soğan da tıpkı kardeşi gibi antibiyotik vazifesi görür.

Bronş Açıcı
Soğanın bir özelliği de bronşları açmasıdır. Bronşları çalıştırarak öksürüğü söktürür. Akciğer rahatsızlıklarını, astım nöbetlerini, grip ve soğuk algınlığını çok kısa sürede ve kolayca atmaya yardımcı olur.

İçinde Ne Var
Soğanın içinde bolca A, B, ve C vitaminlerinin yanı sıra fosfor, kükürt, iyotsilis gibi vücudumuza çok yararlı maddeler bulunduğu gibi antibiyotik vazifesi gören esanslar ve hazım artırıcı fermentler ve kandaki şeker oranını düşürücü glükokinin madde bulunur.

Üre Miktarını Düşürür
Soğan vücudunuzdaki fazla suyu almakla en iyi idrar söktürücülerden biri olarak üreyi düşürüp sodyumu atar.

Salgı Bezlerini Çalıştırır
Soğan sinirleri yatıştırır, zihni yorgunluğu, kalp çarpıntısını, ruhi sıkıntıları giderir. Bütün salgı bezlerinizi çalıştırdığı için bu gibi şikayetlerde faydasını görürsünüz.

İnsülin Artırıcı
Soğanın sunacağı en iyi hizmetlerden birisi de pankreas guddesini çalıştırıp insülin ifrazatını artırarak kandaki şeker seviyesinin düşürülmesidir. Şeker hastaları her yemekte küçük de olsa (arpacık soğan ya da daha tatlı cinsi olan kırmızı soğan tercih edilebilir) bir, iki tane soğan yerlerse kanın asitliğini gidererek, şekerlilerin susuzluk ihtiyacını giderir.

Bu arada bağırsakları dezenfekte ettiğini ve bağırsak kurtlarının düşmesine de yardımcı olduğunu belirtmek gerek.

Kalp Dostu
Soğan aynı zamanda kalbinizin de dostudur. Hormonların dengeli çalışmasını sağlayarak vücudunuzu dinçleştirir, dayanıklılığını artırır, yaşlanmayı geciktirir ve bununla beraber kemiklerin, dişlerin ve kan damarlarının sağlam olmasını sağlayıp karaciğeri dezenfekte eder ve onu zehirden arındırır.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0

[FONT=&quot]SARIMSAK[/FONT]




[FONT=&quot]Latince ismi : Allium sativum[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma
Üst âlem
Eukarya
Âlem
Plantae
Bölüm
Magnoliophyta
Sınıf
Liliopsida
Takım
Asparagales
Familya
Alliaceae
Cins
Allium
Tür
Allium sativum
Linnaeus
Sarımsak (Allium sativum), Alliaceae (zambakgiller) familyasına dahil, Allium cinsinden bir soğanlı bitki türüdür. 25-100 cm yüksekliğe kadar boy atar. Yapraklarında, saplarında ve toprak altındaki soğanında kokulu bir yağ bulunur Sarımsak yıllık bir bitkidir. Soğan, yabani soğan, zambak ve pırasa ile akraba olan sarımsak doğada yabani ortamda yetişmez. Tarih boyunca bir kültür bitkisi olduğu, olasılıkla güneybatı Asya'da doğada yetişen Allium longicuspis türünden türetilmiş olduğu düşünülmektedir Sıklıkla "sarmısak" olarak da anılan sarımsağın en iyi kaliteye sahip olanı, germanyum ve selenyum bakımından zengin topraklarda yetişir
İçerik
Sarımsak başında % 84.09 su, %13.38 organik madde, %1.53 inorganik madde içerir. İçeriğinde ayrıca, 33 çeşit kükürt bileşiği, 17 çeşit aminoasit (bunlara vücut tarafından doğrudan sentezlenmeyip, gıdalarla alınması gereken aminoasitlerin tümü dahildir), germanyum, çinko, A, B1 ve C vitaminleri bulunmaktadır
Şifa özellikleri
Sarımsağın, çiğ halde veya yağının, mikroorganizmalar üzerine antibiyotik etkiye sahip olduğu, antiviral, antifungal, antiprotozoon, antiparazitik ve antibakteriyal özellikleri üzerinde durulmaktadır. Bunun yanı sıra antiseptik işlevi, grip, nezle, ses kısıklığı, astım rahatsızlıklarına, bademcik, romatizma ve eklem enfeksiyonlarına, öksürük ve bronşite iyi geldiği ön plana çıkarılmaktadır. Terletici etkisi nedeniyle ateş düşürülmesine yardımcı olur
Vücudun bağışıklık sistemini güçlendirici ve hücre koruyucu etkisini destekler bazı bilimsel bulgular mevcuttur. Bu etkinin HIV virüsü ve menenjit ile mücadeleye yansıtıldığı tecrübeler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca kardiyovasküler sistemi güçlendirmesi, bunun da serum kolesterol seviyeleri ve trigliserit oranları üzerinde etkisi sözkonusudur. Trombositlerin damar içinde pıhtılaşmasını engelleyici etkisiyle, damar tıkanıklıklarından kaynaklanan rahatsızlıklara karşı rol oynar. Sarımsak ayrıca tansiyonu ve kan şekerini de dengeleyicidir
Sarımsak içeriği
Phytochemicals
Nutrients
Allicin
Kalsiyum
Beta-carotene
Folat
Beta-sitosterol
Demir
Caffeic acid
Magnezyum
Chlorogenic acid
Manganez
Diallyl disulfide
Fosfor
Ferulic acid
Potasyum
Geraniol
Selenyum
Kaempferol
Çinko
Linalool
Vitamin B1 (Thiamine)
Oleanolic acid
Vitamin B2 (Riboflavin)
P-coumaric acid
Vitamin B3 (Niacin)
Phloroglucinol
Vitamin C
Phytic acid
Quercetin
Rutin
S-Allyl cysteine
Saponin
Sinapic acid
Stigmasterol
Alliin
Source: Balch p 97
Belirtilen etki alanlarının uzman tıbbi görüş ve gözetimden kopukluk içine düşülmeksizin değerlendirilmesi ile, sağlığa çok çeşitli yararları bulunan bir bitkidirBelirtilen etki alanlarının uzman tıbbi görüş ve gözetimden kopukluk içine düşülmeksizin değerlendirilmesi ile, sağlığa çok çeşitli yararları bulunan bir bitkidir
Yemek malzemesi
Sarımsak içindeki allisin bileşiğinden kaynaklanan özgün ve ağır bir kokuya sahiptir. Bu koku pişirme ile kısmen giderilebilir. Kokusu giderilmiş olan sarımsak yağı, tozu veya kapsülleri de piyasada mevcuttur
Yan etkileri
Sarımsağın aşırı tüketiminin bazı yan etkileri olabilir. Sarımsağın yapısında yüksek oranda kükürt bileşikleri bulunması bir takım alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Ayrıca, aşırı miktarlarda çiğ sarımsak tüketimi, sindirim sırasında bağırsak gazlarına ve bağırsak mukozasındaki normal floranın zarar görmesine de neden olabilir

YILIN MUCİZE BİTKİSİ
“SARIMSAK

ABD’li bilim adamlarınca verilmiş bir isimdir. Peki niçin sarımsak? Özellikle 1990’lı yıllardan sonra kanser AIDS gibi hastalıklarda artış ve bir çözüm bulamama bilim adamlarını bir arayışa soktu. Bu arayışlardan en fazla payı alanlardan bir tanesi de, binlerce yıldır insanoğlu tarafından tedavi amaçlı olarak kullanılan ve popülaritesini hiç kaybetmemiş bir bitki olan sarımsaktır.
İnsanlık tarihinde binlerce hastalık ortaya çıkmış ve bunların tedavileri yokken, yapılan araştırmalar sonucu etkin tedavi ajanları ile belli hastalıklar tamamen ortadan kaldırılırken, bir zamanlar salgınlara ve toplu ölümlere neden olan bazı hastalıklar ise kolayca şifa bulur hale gelmiştir. Bu hastalıkların günümüzdeki örneği ise çağımızın vebası olarak görülen AIDS ve kanser hastalıklarıdır. Yine kardiyovasküler hastalıklar ve metabolik hastalıklar da günümüzde insanoğlunu muzdarip bırakan önemli hastalık guruplarıdır. Bu gün bilim adamlarının bütün ilgisi bu hastalıkların üzerine toplanmış ve çözüm arayışları sürmektedir.
Bu arayışlar sırasında özellikle son yıllarda sarımsak , yoğun olarak ilgi görmeye başladı. 2001 ve 2002 yıllarında yüzlerce makale dünyanın dört bir yanından endekslere yansıdı. Elde edilen bulgular hiç de küçümsenecek boyutta değildir. Çoğu bilim adamının birleştiği nokta sarımsağın mükemmel biyoaktif bileşikler içerdiği yönündedir.
Alternatif tıp dediğimiz uygulamalar bilim adamlarının hep ilgisini çekmiştir. Batı Afrika ülkelerinden Gine’de başkent Conakry’nin 450 km uzağında balta girmemiş ormanların ortasında yaşayan şamanlar buna bir örnektir. Teknolojinin ve tıbbi malzemenin giremediği bu bölgelerde insanları atalarından kalma yöntemlerle iyileştiren şamanlar, artık batılıların umudu olmuş durumdalar. ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerde kurulu ilaç firmaları ; bitki kökleri, kabukları ve yapraklarından tamamen doğal ilaçlar kullanan , sıtmadan ishale, depresyondan yüksek tansiyona, iktidarsızlıktan sarı hummaya kadar 200’e yakın hastalığı “ot” larla ortadan kaldıran şamanların sırları peşinde milyonlarca dolar döküyorlar.
Doğada 500 bin kadar değişik bitki türü olduğu düşünülürse ölümcül pek çok hastalığa doğanın çare olma olasılığı son derece yüksektir. ABD Kanserle Savaş Enstitüsü tek başına her yıl binlerce bitki özünü araştırıyor. Yumurtalık kanserine pasifikte yetişen bir bitkiden elde edilen Taxol adlı ilaçla şifa bulunduğunu düşündüğümüzde, doğanın bu gibi örnekleri bünyesinde barındırdığı aşikar olup bizlere düşen görev bunu ortaya çıkarmak olmalıdır.
1943 yılında Dr. Hafız Cemal tarafından yazılan “ Lokman Hekimin Ye Dediği Şifalı Bitki Sarımsak “ adlı kitaptan alınan sarımsağın faydaları kısmını aynen şu şekildedir:
1. İlk çağda Mısırlılar, Araplar, Türkler ve Yunanlılar sarımsağı çok kullanmışlardır. Milattan 4 - 5 bin yıl önce Mısır’da yapılan büyük ehramların içinde sarımsağın resmi ve adı yazılmış taşlar bulunmuştur.
2. Romalılar muharebeye giden askerlerine neşeceat ve cesurluk vermek için bol bol sarımsak yedirirlerdi.
3. Grip salgını sırasında bol sarımsak yiyen gripten korunur.
4. Sarımsak birinci sınıf derecesine yakın bir kuvvette antiseptiktir, mikropları uyuşturur, hatta bir çoğunu telef eder.
5. Sarımsak kanı temizler.
6. Sarımsak kan deveranını, damarlarda dolaşımını düzgün yapar.
7. Sarımsak romatizmalılara şifa verir.
8. Çok sarımsak yiyenler sağlam ve uzun ömürlü olurlar.
9. Nefes darlığına astıma iyi gelir.
10. Eski hekimlerin çoğu sarımsağı solucan düşüren ilaç olarak methederlerdi.
11. Sızlayan dişetlerine ara sıra sarımsak sürülürse fayda verir.
12. İnsan her gün bir baş sarımsağı yerse kanser hastalığına yakalanmaz diyen bazı hekimler vardır.
13. Sarımsak troid denilen çok önemli bir bezin faaliyetini artırır.
14. Yılan, akrep, kırkayak gibi zehirli hayvan ve böcek ısırmalarından husule gelen yaralara sarımsak yağı sürülürse çok fayda verir.
15. Sinirlilikten , zayıflıktan, ve ayyaşlıktan ileri gelen el veya ayak titremelerine karşı sarımsak çok fayda verir.
16. Akşam yemeğinde bolca sarımsak yiyen geceleyin rahat uyur.
Görüldüğü gibi Dr. Hafız Cemal sarımsakla ilgili pek çok şeye değiniyor. Bunların bazıları sarımsağın etkinliği günümüzde ispatlanmıştır.
Sarımsakla ilgili pek çok haber basın yayın organlarımıza da yansımıştır. Bunlardan bir kaçı:
“Marmara Ünv. Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emel ALPHAN – sarımsak çiğnenerek yenildiği taktirde kanser olma riskini azaltır – dedi. Vitamin, mineral ve aminoasid yönünden son derece zengin olan sarımsak, kalp krizi, beyin kanaması ve kanser olma riskini azaltıyor”
( Milliyet gaz. 15 Aralık 2001 )
“-Eğer kalp hastalıkları ile ilgili risk faktörlerini de göz önüne alarak bir ilaç dizayn etmemiz gerekseydi sarımsaktan daha iyisini yapamazdık- diyor, Kaliforniya’daki Ojai Center of phytotherapy’nin müdürü Amanda MC. Quade Crawford.”
Sarımsağın sürekli kullanımı kalp hastalıklarından koruyor. Sarımsak iyi huylu (HDL) kolesterolü yükseltirken, kötü huylu ( LDL ) kolesterolü ve trigliseritleri düşürüyor. Ayrıca tansiyonu düşürmek için kullanılıyor. Araştırmalar sarımsağın çeşitli mikroorganizmalara karşı etkili olduğunu ortaya koyuyor. Sarımsak bağışık sistemini güçlendirmesinin yanında antiviral ve antifungal olarak da kullanılıyor. ( Hürriyet gaz. 3/6/2000)
“Çin’de yapılan bir araştırma, sarımsak tüketiminin fazla olduğu kişilerde gastrik kansere yakalanma riskinin daha düşük olduğunu ortaya koydu.” ( Kastamonu gaz. 3 Mayıs 2002 )
“ - American Society of Tropical Medicine and Hygiene - genel kurulunda ABD’nin Atlanta kentinde sarımsak araştırması raporu sunuldu. Sarımsakta sıtma ve kansere karşı savaşta önemli rol oynayan bileşikler olduğu ortaya çıktı. Kanada’nın Toronto üniversitesinde yapılan araştırmada sarımsağın sıtmada olduğu kadar kanserle savaşta da önemli rolü olduğu saptandı. Disülfides adı verilen sarımsaktaki bileşiklerin antiviral, antibakteriyel, antiparaziter ve antikanserojen özellik taşıdığı belirlendi. Sarımsağın bir bileşeni olan Ajoenin, hücreler için önemli olan glutatyon sistemi üzerine etkili olduğu gözlendi. “
( Kastamonu gaz. 10 Haziran 2002 )
SARIMSAK ( Allium Sativum )
Anavatanı Hindistan olan sarımsağın tarihi insanlık kadar eskidir.
Tarihin ilk çağlarında Sümerlerin sarımsağı bildikleri ve ilaç olarak kullandıkları elde edilen arkeolojik kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Eski mısırlılar sarımsağı ilaç olarak kullanmışlardır.
Tarihi kayıtlardan Gizek piramidini yaptıran Firavun Keops ‘un ( IV Hanedan ) inşaat sırasında işçilere bol miktarda sarımsak yedirdiğini öğreniyoruz. Tarihçi Heredot, Mısır Piramitlerini yapan işçi ve kölelere hastalıklardan korunmaları, sağlıklı ve diri kalmaları için sarımsak verildiğini yazar.
Günde kilometrelerce yol yürüyen Romalı savaşçılara sarımsak yedirilmiştir.
Mısırlı anneler çocuklarını bağırsak kurtlarından korumak için boyunlarına sarımsak asarlarmış.
Eskiler sarımsağın özelliklerini mucizevi olarak yorumlamış, ilk tıp bilginlerinden Hipokrat bile bu bitkiyi terletici ilaçlar sınıfına sokmuştur.
Avrupa’da haçlı seferlerinden sonra şeytani güçlerle savaşta bile kullanılmıştır.
Sarımsağı İsrailoğulları Mısır’dan Filistin’e getirdiler. Oradan da Anadolu ve İronya’ya dağıldı. İlk defa haçlı seferleri sırasında Fransa’ya geldi ve oradan Avrupa’ya yayıldı.
En çok Kuzey Afrika, Orta ve Güney Avrupa, ABD ve Meksika’da yetiştirilir.
Sarımsak Ortaçağda vebaya karşı kullanılmış ancak antibiyotiklerin keşfi ile gözden düşmüştür.
Sarımsak ülkemizde 12.yy dan bu yana yetiştirilmektedir. Bu gün dünyanın her tarafında yetiştirilen sarımsak, ülkemizde selenyumca zengin toprakları ile en iyi ve kaliteli yetişme ortamını sağlayan Kastamonu ilimizin Taşköprü ilçesinde yoğun olarak yetiştirilmekte ve hemen hepsi ithal edilmektedir.
Sarımsak bitkisi Liliaceae ( Zambakgiller ) familyasındandır ve Allium sativum tür adı ile bilinir.
25 - 30 cm. yüksekliğinde yeşilimsi beyaz veya pembe çiçekli otsu bir bitkidir. Nadiren tohum bağlar bu nedenle soğancıkları ile üretilir.
Sarımsakta özel ve keskin kokulu uçucu bir yağ, şekerler,fermentler, protein, fosfor, demir ile A, B, C Vitaminleri bulunur.


SARIMSAĞIN TIBBİ AÇILIMI


Farmakolojik EtkiEtkiye Neden Olan Olası Bileşik
Antikoagulan ................................... Ajoen
Hipotansif ....................................... Selenyum – Germanyum - Allicin
Antiparazitik ................................... Allicin – Aliin - Ajoen
Antibakteriyel ................................. Alicin – Aliin
Antimikotik ..................................... Allicin – Aliin – Ajoen
Antiviral .......................................... Allicin – Ajoen
Hipolipemik .................................... Dialil –disülfür
Ağır metal zehr ............................... selenyum-alil merkaptan- germanyum
Antikanserojen .............................. Dialyl-disülfirler, allicin, ajoen, S-allylcysteine, selenyum, germanyum,
Antioksidan ...................................... organosulfür bileşikeri ( DAS, DADS,SAC, SEC, NAC ), selenyum, germanyum
Hücresel bağışıklık ......................... germanyum, selenyum, çinko, allicin
Bütünleyici etki .............................. Mg ve Ca
Sarımsakta bulunan en önemli kimyasal bileşikler sülfür bileşikleridir. Bunlar aliin, allicin, thiosulfinatlar, gama-glutamylcysteine peptitleri ve çeşitli diğer sülfür bileşikleridir. Bunların bazıları sarımsakta doğal olarak bulunmazlar. Ancak sarımsağın kullanıma hazırlanması sırasında uygulanan ezme, kesme, doğrama gibi işlemler sonucunda oluşurlar. Sarımsaktaki sülfür bileşiklerinin % 82’sinin Aliin’den ve gama- glutamylcystein peptitlerden türediği sanılmaktadır. Aliin doğal olarak sarımsakta bulunur. Sarımsak mekanik bir işleme tabi tutulduğunda hücre içersinde vakuollerde bulunan alicinase enzimi açığa çıkar ve aliini allicine katalizler. Allicin ise sarımsağın çoğu biyolojik etkinliğinden sorumludur. Sarımsak kaynatılarak distilayonu yapıldığında burada allicine rastlanılmamış. Bu durumda ise aliin ve allicinin çoğunun uçucu yağ asitleri olan diallyl-sülfitlere dönüştüğü ileri görülmüştür. Sarımsağın biyolojik aktif maddeleri Allicin, Ajoen ve Diallyl-sülfür bileşikleridir. Tüketimde sarımsaktan en iyi faydalanmanın yolu ise bu üç bileşenin bir arada olduğu formda mümkün olmaktadır. Sarımsağa has kokusunu kükürt ve sülfürlü uçucu yağ asitleri vermektedir. Dolayısıyla pişen yemeklere sarımsak atıldığında, yemek buharı ile bu bileşiklerin kaybı olmaktadır. Sarımsaktan faydalanmanın en mükemmel yolunun çiğnenerek yenmesi olduğu noktasında bu gün bilim adamları hemfikirler. Batıda çoğu ilaç marketlerde kokusuz ilaç tabletleri satılmaktadır. Bunun için sarımsaktaki sülfür bileşikleri klorofille maskelenerek koku ortadan kaldırılıyor. Kokusuz sarımsak tabletlerinin biyolojik etkinliğinin çok az olduğunun ortaya konulmasından sonra kokusu azaltılmış (low odor product )tabletler geliştirilmiştir. Bunlarda ise sülfür bileşiklerinin konsantrasyonu düşük tutulmuştur.
Ülkemizde hala eczanelerimizde sarımsak tabletlerini görememekteyiz. Batı toplumu sarımsağı bir ilaç olarak kabullenmiş ve yoğun olarak bu tabletleri kullanmaktalar. Çoğu insan sarımsağın kokusu nedeniyle kullanımından kaçınmaktalar. Bu açıdan ülkemizde de sarımsak tabletlerinin kullanımının teşvik edilmesi eczanelerimizde yer almasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Günümüzde dünyada sarımsak tüketimi olan ülkeler arasında Bulgaristan ilk sırada yer alıyor. Bulgaristan’da kanser ve damar hastalıklarından ölenlerin sayısı Avrupa’ya nazaran 6 – 7 misli daha düşüktür.
İsveçli çocuklara okula giderken aileleri sarımsak yediriyorlar. Bu bir gelenek halini almış. Zira bu gün sarımsağın çocukları çocuk felcine karşı koruduğu anlaşılmıştır.
KANSERDE


Çok eskilerden beri sarımsağın kanser oluşma riskini azalttığı ve kanser tedavisinde kullanılabileceği yönünde pek çok söylem bulunmaktadır. Günümüzde yapılan pek çok çalışmanın sonucu da bu söylemi destekler nitelikte olup, sarımsaktan antikanserojen bir ilaç geliştirmenin formülleri aranmaktadır.
Guyonnet ve arkadaşları sarımsağın bileşenlerinden olan DAS ve DADS’in, ratlarda yapmış oldukları çalışmada Aflatoksin B(1) genotoksisitesi üzerine etkisini araştırmışlar ve AFB1’in neden olacağı karaciğer karsinomu oluşma riskini, aflotoksin metabolizmasını hızlandırarak önlediğini ortaya koymuşlar.
( Carsinogenesis 2002 Aug;23(8):1335-41 )
Helikobakter pylori enfeksiyonları bilindiği gibi gastrit ve mide kanserine yol açabilmektedir. Iimura ve ark. bir grup rata Helikobakter pylori ile beraber AGE ( aged garlic extrat ) vererek ( %4 oranında ), gastrit ve mide ca oluşumunu kontrol grubu ile karşılaştırarak araştırmışlar. Sonuçta kontrol grubunda her ratda gastrit ve mide ca oluşurken, AGE verilen ratlarda gastrit semptomlarının hafif seyrettiği ve mide ca’nın oluşmadığı gözlenmiş. Sonuçta sarımsak ekstrelerinin H.pylorinin neden olabileceği gastrit ve mide ca’ların önlenmesinde kullanılabileceği yargısına varılmış.
( Cancer lett 2002 Dec 10 ; 187(1-2) : 61 )
S-allylcysteine (SAC) sarımsağın suda çözünebilen bir kompenentidir. Balasenthil ve ark.ları DMBA ( Dimethylbenzanthracane ) ile bir gurup hamsterde oluşturulan yanak kanseri üzerine lokal olarak SAC uygulamışlar ve kanserin iyileştiğini gözlemlemişler. SAC’ın bu etkiyi kanser hücrelerinde apoptosis ile ilişkili Doku transaminaz (tTG) enzimini indükleyerek ve Bcl-2 enzimini inhibe ederek yaptığını ortaya koymuşlar.
( Cell Bochem Funt 2002 Sep ;20(3): 263-8 )
Diallyl suflide ( DAS ) sarımsağın bir bileşenidir. Shucla ve ark. bir grup fareye intraperitoneal olarak Erlich Ascites ( EA) tümörünü uyguladıktan 1 saat sonra 0,2 ml DAS’ı aynı yolla vermişler ve sonuçta DAS’ın EA tümör hücreleri üzerine sitotoksik etki yaparak ve angiogenesislerini inhibe ederek, farelerin yaşam süresini uzattığını ve %25 farenin kurtulduğunu gözlemlemişler.
( Biomed Environ Sci 2002 Mar ; 15 (1) : 41-7 )
Son yapılan çalışmalar sarımsak extraktının kanser gelişimini baskıladığını ortaya koymaktadır. Ancak kanser hücrelerinin göçü ( metastaz ) üzerine sarımsağın etkisi yönünde tek çalışmayı Hu X ve ark.ları yapmışlar. AGE’in rat sarkoma tümör migrasyonu ve gelişimi üzerine etkisini araştırmışlar ve doza da bağımlı olarak rat sarkoma hücrelerinin gelişimini ve sarkoma hücre metastazını inhibe ettiğini gözlemlemişler.
( Mol Med 2002 Jun;9 (6) : 641 –3 )
Z-ajoene sarımsak yağının sülfürce zengin bir komponentidir. Ajoenin trombosit agregasyonunu invivo ve invitro olarak inhibe ettiği tanımlanmıştır. Li ve ark.ları yapmış oldukları çalışmada ajoenin antitümör aktivitesini in-vivo ve in-vitro olaral araştırmışlar. HL60 hücrelerinde erken mitotik aşamada ajoenin hücre proliferasyonunu önlediğini gözlemlemişler. Yine sarkomalı farelerin %38’ inde ve heatocarsinomlu farelerin % 42’sinde proliferasyonun durduğunu gözlemlemişler.
( Carsinogenesis 2002 Apr;23(4):573-9 )
Ajoenin lösemili hastalarda, lösemi hücrelerinde apoptosisi indüklediği yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Dirsh ve ark.ları bu durumun mekanizmasını aydınlatma yolunda yapmış oldukları bir çalışmada leukemic hücrelerde ajoenin mitokondrial caspase şelalesini ve inhibitör caspase –8 i aktive ettiğini gözlemlemişler.
( Leukemia 2002 jan;16(1):74-83 )
KALP DAMAR SAĞLIĞI


Sarımsağın kan kolesterol düzeyini düşürdüğü ve ateroskleroz gelişimini önlediği söylenmekte. Bunun üzerine Ankara Ünv. Biyokimya bölümünde yapılan bir çalışmada sarımsağın oxidant / antioksidan durum ve ateroskleroz üzerine etkileri araştırılmış.
22 rat kolesterollü diyet ile beslenmiş. ( 0,5 g/kg/gün –4ay)
9 rat normal diyetle beslenmiş. (4 ay)
bu sürenin sonunda 22 rattan 7 sinde aterosklerotik plak oluşunu ve antioksidan aktivite ölçülmüş. Kalan 15 hayvanın 7 si normal lab yemi ile 8 taneside sarımsak ekstraktı ile beslenmeye devam edilmiş ( 1,5 ml / kg / day –3 ay ). Bu süre sonunda sarımsak verilmeyen grupta antioksidan aktivitenin azaldığı ve aterosklerotik plak oluşumunun yaygın olduğu gözlenmiş. Sarımsak verilen grupta ise önemli bir antioksidan korunma sağlandığı ve plak oluşumunun çok azaldığı gözlenmiş.
( Nutr Metab Cardiovasc Dis 2002 Sep;7(2):4-6 )
Sarımsakda bulunan organosülfür bileşiklerinin [ DAS ( diallyl sulfide), DADS ( diallyl disülfide), SEC ( s-allylcystein), NAC ( N-acetylcystein)] non enzimatik antioksidan etkileri lipozom sisteminde Yin ve ark.ları çalışmışlar. Sonuçta bu bileşiklerin lipit stabilitesini artırdıklarını gözlemlemişler.
( J Agric Food Chem 2002 Oct 9;50(21):6143-7)
Myocardial Ischemic-reperfusion Injury (IRI) de patolojik ve biyokimyasal değişikliklerde ana rolü oksidatif stres oynamaktadır. Oral sarımsak alımının myokardiyal endojen antioksidanları aktive ettiği ileri sürülmektedir. Banerjee ve ark.ları IRA’lı hastalarda sarımsağın bu etkinliğini araştırmışlar ve özellikle kronik sarımsak alımlarının oksidatif stresten ileri gelen ultrastructural değişiklikleri önlediğini ortaya koymuşlar.
( BMC Pharmacol 2002 Aug 16;2(1):16
Epidemiyolojik çalışmalar taze sarımsağın hipolipidemik etkisinin olduğu yönünde bilgi vermektedir. Lin ve ark.ları, Apoprotein B nin oluşumu ve sekresyonu üzerine önemli bir rol oynayan MTP ( Mikrosomal trigliserid transfer protein ) gen ekspresyonu üzerine sarımsağın etkisini araştırmışlar ve uzun dönem sarımsak kullanımının intestinal MTP gen ekspresyonunu azaltarak böylece bağırsaktan dolaşıma şilomikron salınımını suprese ettiğini gözlemlemişler.
( J Nutr 2002 Jun ;132(6):1165-8)
Liu ve Yeh kültüre edilmiş rat hepatositlerinde sarımsağın suda çözünür organosülfür bileşiklerinin ( S-alkenyl Cystein, S-allylcystein, S-ethylcystein ) hepatosit kolesterol sentezi üzerine etkisini çalışmışlar. Sonuçta bu bileşiklerin HMG-CoA Redüktaz enzim aktivitesini, enzim miktarı yada mRNA düzeylerini etkilemeden sadece fosforilasyonunu artırmak suretiyle %25-30 azalttığını gözlemlemişler.
( J Nutr 2002 Jun ;132(6):1129-34 )
Adbel-Razek ve ark.ları yapmış oldukları çalışma ile Allicinin Nitrik oksit sentaz enzimini aktive ettiğini ve rat pulmonal arterlerinde nitrik oksite bağlı bir relaksasyon olduğunu ortaya koymuşlar. Ayrıca allicin uygulamasını mütakip Süperoksidismutaz, Katalaz, Glutatyon peroksidaz enzim miktar ve aktivitelerinde artış gözlemlemişler.
( Clin Exp Pharmacol Physiol 2002 Jan – Feb;29(1-2):84-91
ANTİMİKROBİYEL
Hofbauer ve ark.ları sarımsak ekstrelerinin yangısal ve enfeksiyöz olgularda nötrofil hücre göçü üzerine etkilerini araştırmışlar ve sarımsak ekstrelerinin lökokosit göçünde potent bir inhibitör olduğunu ortaya koymuşlar.
( Heart Dis 2001 Jan-Feb; 3 (1):14-7 )
Sarımsağın immunomodulatör etki yaptığı bilinmektedir. Colic ve ark.ları yapmış oldukları çalışmada T-Lenfosit proliferasyonu üzerine sarımsak extraktının modulatör etki yaptığını ortaya koymuşlar.
( Phytomedicine 2002 Mar; 9(2):117-24 )
Ajoenin, sarımsağın trypanolitic ve antimikotik aktivite gösteren bir bileşeni olduğu yönünde pek çok çalışma yapılmış. Ledezma ve ark.ları ajoenin Leishmania türleri üzerine etkisini araştırmışlar ve tüm leishmania türleri üzerine potent leishmanisidal etki yaptığını gözlemlemişler.
( Parasitol Res 2002 Aug;88(8):748-53 )
Lemar ve Turner sarımsağın Candida albicans üzerine fizyolojik ve morfolojik etkisini araştırmışlar ve taze sarımsak extresinin anti-candidal etki yaptığını gözlemlemişler.
( J Appl Microbiol 2002;93(3):398-405 )
Sarımsağın lökosit sitokin üretimini baskıladığına ve yangısal kemik hastalıklarında ( özellikle IBD- Inflamatuar bone diseases ) terapötik olarak kullanılabileceğine dair çalışmalar yapılmış. Sarımsakta bulunan bileşikler lökosit hücre çoğalmasını ve sitokin üretimini modüle etmektedir. Hodge ve ark.ları in-vitro olarak monolükleer hücreleri sarımsak extresi ile uyarmışlar ve lökosit-sitokin üretimini flow cytometry ile ölçmüşler. Sonuçta:
1. Monocyte IL-12 üretimi düşük AGE de inh olmuş ( >0,1 mgr / ml )
2. Monocyte IL-10 üretimi * ( > = 10 mgr / ml )
3. TNF-a, IL-1-a, IL-6, IL-8, T-cell interferon gama, ve IL-2 ‘de önemli düzeyde azalma gözlenmiş.
( Cytometry 2002 Aug 1; 48 (4) :209-15
DİĞER


Orak hücreli anemi morbidite ve mortalitelere yol açan önemli kalıtsal hastalıklardan biridir. Takasu ve ark.ları SCA de sarımsağın etkisini araştırmışlar. Yaşları 24 – 58 arasında olan 2 erkek 3 kadın hastada 4 hafta boyunca sarımsak denemişler ve Heinz cisimciklerinde belirgin bir azalma gözlemlemişler. Bu etkiyi sarımsağın orak hücreli eritrositlerde önemli bir antioksidan etki yapmasına bağlamışlar.
( BMC Blood Disord 2002 Jun 19;2(1):3 )
Alzheimer’s Disease gibi neurodejeneratif hastalıklarda önemli derecede nöron kaybı görülür. Bu hücrelerin apoptosisinde anahtar mekanizma Caspase-3 ün aktivasyonudur. Ayrıca caspase-3 apoptosisin belirlenmesinde marker olarak da kullanılmaktadır. Caspase –3, beta-amiloid peptit formasyonunu katalizler. Penk ve ark.ları antioksidan ve nöroprotektiv olarak bilinen sarımsağın, Alzheimer’s beta-amiloid sitotoksisitesine karşı caspase-3 aktivasyonunu inhibe ederek koruyup korumadığını araştırmışlar ve sonuçta sarımsağın caspase –3 inhibisyonu ile nöron ölümlerini engelleyebileceği kanaatine varmışlar.
( Med Sci Monit 2002 Aug; 8(8):BR328-37 )
SARIMSAKLA İLGİLİ NE GİBİ PROJELER HAZIRLANABİLİR?

Tüm bu yapılan çalışmaları doğrulayıcı çalışmalar yapılabilir.
·Bilindiği gibi yaşlılıkla beraber diyabet, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıkların bir arada görldüğü vakalar bir hayli fazla. Bu hastalarda sarımsağın CVH ve hipertansiyondaki etkileri malum olup, diyabet üzerine etkisi araştırılabilir.
Troid bezi fonksiyonları üzerine herhangi bir çalışma yapılmamış bu araştırılabilir.
Gebelikte sarımsak kullanımının olumlu ve olumsuz etkileri araştırılabilir.
Sarımsağın biyoaktif bileşenlerini purifiye ve karakterize edici bir çalışma yapılabilir.
Allicin, Ajoen, aliin, DAS, DADS bileşikleri sarımsağın ana biyoaktif maddeleri olduğuna göre, bunların antikanserojen, antibakteriyel, hipotansif, hipolipemik vs özellikleri itibariyle karşılaştırılmasına yönelik bir çalışma yapılabilir.
Çeşitli bakteri kültürleri hazırlanıp, bunlara antibiyogram yapar gibi sarımsak extreleri damlatılarak hangi bakterilere bakterisid etki gösterdiğinin klasifikasyonu yapılabilir.
Eskiden verem için kullanılırmış. O halde M. tuberkülosis’in kültürü hazırlanarak sarımsakla muamele edilip bu etkinliği doğrulanabilir.
Bağışıklık sistemini aktive ettiği bilinmekte. Bağışıklık sistemini zayıflatıcı veya çökertici bir viral enfeksiyona tabi tutulmuş deney hayvanlarında sarımsak uygulaması ile beraber Ig düzeyleri ölçülebilir.
Tarihi kayıtlardan Mısır piramitlerini yapan işçilerden tutun Romalı savaşçılara kadar büyük efor sarf eden insanlara sarımsak verildiğini öğreniyoruz. Bu gün için özellikle futbolcularda, atletizmle uğraşan insanlarda, hipodromlarda yarışan atlarda doping sınıflamasına girmediğinden dolayı bu etkinliğinin kullanılıp kullanılamayacağı yönünde bir çalışma yapılabilir.
Bazı kayıtlardan cinsel aktiviteyi artırdığını ve eskiden kısırlık tedavisinde kullanıldığını öğreniyoruz. Bir grup deney hayvanında çalışma grubunun hem dişisine hem de erkeğine sarımsak verilerek;
- fiziksel davranışları izlenebilir
- sex hormonlarının ( öz. Testesteron ve östrojen ) ölçümleri yapılarak nasıl etkilendiği belirlenebilir
- bir batımdaki doğum sayıları üzerine etkileri araştırılabilir
- yavrulara da sarımsak extreleri uygulanarak uygulanmayanlara oranla gelişimlerinin takibi yapılabilir.
Eskiler yılan akrep sokan, kuduz hayvan ısıran kişilerde yara üzerine ezilmiş sarımsak sararlarmış. Özellikle kimyasal antiseptiklere oranla sarımsak yağının avantaj ve dezavantajları araştırılabilir.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0

[FONT=&quot]PAPATYA[/FONT]




[FONT=&quot]Latince ismi : Compositae[/FONT]

Mayıs papatyası (Matricaria chamomilla L.), ülkemizde adi papatya, babunç, tıbbi papatya yada sadece papatya adlarıyla bilinir. Papatya; genelde balçıklı topraklarda, orman çayırlıklarında, eğimli topraklarda, tahıl, mısır, patates ve şalgam tarlalarında yetişir. Gitgide yaygınlaşan yapay gübre ve kimyasal ilaçların kullanımı yüzünden, çok değerli papatyamızın yaşama alanları her geçen gün biraz daha daralmaktadır. Fakat, kar yağışlı kışlardan ve yağmurlu ilkbaharlardan sonra alışılmıştan daha fazla yetişir. Yabani papatya ile arasındaki fark, sarı çiçek tabanının içinin oyuk ve kokusunun daha etkili ve hoş oluşudur. Çiçekler sapsız olarak, mayıstan ağustosa kadar, öğlen güneşinde toplanmalıdır.
Çocuklara özellikle, kramplarda ve karın ağrılarında papatya çayı içirilebilir. Papatya çiçeği, gaz birikiminde, ishalde, deri döküntülerinde, mide rahatsızlıklarında ve balgamlanmalarda yardım eder. Ayrıca, adet görme aksaklıklarında, adet görememe hallerinde ve daha başka nitelikteki, dölyatağı (rahim) şikayetlerinde, uykusuzluk, testis iltihabı, yüksek ateş, yara ve diş ağrılarında yardımcı olabilir. Papatya, terletici, sakinleştirici ve kramp çözücü etkilere sahip olmasının yanı sıra, her tür iltihaplanmalarda ve özellikle mukoza iltihaplarında dezenfeksiyon ve iltihap kurutucu olarak kullanılabilir. Göz ve gözkapağı iltihaplarında, kaşıntılı ve akıntılı deri döküntülerinde dıştan olarak, diş ağrısında gargara olarak ve ayrıca yaraların kullanılır. Bir olay yüzünden kızgınlığa kapıldığınızda veya sinirlendiğinizde, hemen bir bardak içiniz; kalbiniz zarar görmeden, hemen sakinleşeceksiniz. Ağrılı bölgelere, kurutulmuş papatya ile doldurulmuş (Bitki Yastığı) da özellikle önerilir. Yatıştırıcı etki içeren da tüm sinir sistemini en iyi biçimde etkiler. Ağır hastalıklardan, bitkinlik hallerinden sonra kendinizi çok iyi hissetmeye başlayacak ve rahatlayacaksınız. Yüz ve cilt güzelliği bakımında da papatyayı unutmamalısınız. Kaynatılmış bitki suyu ile haftada bir kere yüzünüzü yıkayacak olursanız, cildinizin nasıl tazelendiğini ve sağlıklı bir renk kazandığını göreceksiniz. Saç bakımında da, özellikle saçları açık renk olanlar, kaynatılmış papatya suyu kullanmalıdırlar. Böyle yıkanacak olurlarsa, saçlarınız güzelleşecek ve göz okşayıcı parlaklık kazanacaktır. , basura karşı kullanılabilir. kullanarak, nezle ve sinüzit kısa sürede iyileştirilebilir. Antik çağda bile, sinir ağrıları ve romatizma, ile masaj yapılarak tedavi ediliyordu. Eski bitki kitaplarında yazdığına göre, , organların yorgunluğunu alır ve kaynatılmış bitki lapası hasta mesanenin üstüne uygulandığında, ağrıları hafifletebilir.
Kullanım Biçimleri:
Yarım veya bir tatlı kaşığı dolusu çiçek, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır (Kaynatılmaz), 8-10 dakika demlendikten sonra süzülür.
Tam banyo için dört avuç dolusu, yüz veya saç yıkamak için bir avuç dolusu papatya çayı haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra banyo suyuna eklenir.
Kompresler: Bir bardak kaynar süt, bir yemek kaşığı dolusu çiçeğin üstüne dökülür, demlenmesi için 8-10 dakika beklenir ve posası süzüldükten sonra sıcak sütle kompresler yapılır.
Bitki yastığı: Keten bezinden yapılmış bir yastık, kurutulmuş çiçeklerle doldurulur ve ağzı dikilir. Kuru bir tavda iyice ısıtılır ve hasta organın üstüne koyulur.
Papatya yağı: Güneşli havada toplanmış çiçekler, bir şişenin içine gevşekçe doldurulur ve üstüne sızma zeytinyağı, çiçekleri örtecek kadar eklenir. Şişe 14 gün boyunca, arada bir çalkalanarak ve kapağı açılarak, güneşte bekletilir. süre sonunda tülbentten süzülür ve koyu renkli şişelerde, serin bir yerde saklanır.
250g içyağı ( veya margarin ) tavada iyice kızdırılır ve iki avuç dolusu taze çiçek içine eklenir. Tavadakiler köpüklenmeye başlayınca karıştırılır, ağzı kapanarak serin bir yere bırakılır. Ertesi gün yeniden ısıtılır, tülbentten geçirilerek süzülür ve cam veya porselen merhem kaplarına aktarılır. Buzdolabında saklanmalıdır.
Papatya Buğusu: İçinde su kaynayan bir kabın üstüne yerleştirilen süzgecin içine, taze veya kurutulmuş bitkiler konduktan sonra, süzgecin üstü kapanır. Bir süre sonra , yumuşamış olan bu sıcak bitkiler çıkan buhar genize çekilir
İLAÇ GİBİSİN PAPATYA
Uykusuzluk, ateş ağrı, kramp, gaz şikayetlerine karşı etkili olan papatyanın faydaları saymakla bitmiyor. Aynı zamanda kozmetik ürün niyetine kullanmak mümkün. Papatya suyuyla yıkanan cilt diriliğini korurken saçlar da parlaklık kazanıyor

Tabiat ana en doğal çözümleri kendi içinde saklıyor. Doğru şekilde kullanıldığında birçok bitki şifa kaynağı. Ancak, bitkiler üzerine çalışma yapan bilim adamları uyarıyor: 'Her bitkinin özelliği farklı. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak için son derece dikkatli olmalı.' Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yıldırım, papatyanın küçük çocuklarda bile güvenle kullanılabileceğini söylüyor. Yıldırım, papatyanın hangi şikayetler üzerinde etkili olduğunu şöyle anlatıyor: 'Kramplarda ve karın ağrılarında çocuklara papatya çayı içirilebilir. Papatya çiçeği, gaz birikimine, ishale, mide rahatsızlıklarına, uykusuzluğa, adet düzensizliklerine, yüksek ateşe karşı etkilidir. Sakinleştirici olarak da kullanılır. İltihaplanmalarda antibiyotik tedavisine destek amaçlı uygulanabilir.' Yıldırım, papatya kullanımıyla ilgili şu uyarıda bulunuyor: 'Günde 2-3 bardaktan fazla çay alındığında mide bulantısı yapar. Hamilerde ağız yolu ile kullanımı sakıncalıdır.'
Ağrıya karşı bitki yastığı

Dr. Ayşegül Yıldırım, papatyanın hangi şikayetlerde nasıl kullanılacağını şöyle anlatıyor:

 Göz, göz kapağı iltihaplarında, kaşıntılı ve akıntılı deri döküntülerinde dıştan kompres ve yıkama yoluyla kullanılabilir.
 Diş ağrısında gargara yapılır.
 Ağrılı bölgelere, kurutulmuş papatya ile doldurulmuş sıcak yastıklar koymak (Bitki Yastığı) özellikle önerilir.
 Ağır hastalıklardan sonra papatya banyoları hastanın toparlanmasına yardımcı olur.
 Yüz ve cilt güzelliğ için kaynatılmış bitki suyuyla haftada bir-iki kez yüz yıkanır.
 Özellikle saçları açık renk olanlar, kaynatılmış papatya suyu kullanabilirler. Saçlar parlaklık kazanır.
 Papatya merhemi, hemoroid (basur), anus yara ve çatlaklarına karşı kullanılabilir. Bu merhem, ayrıca vücutta oluşan yaraların tedavisinde de doktor tarafından önerilen tedaviye ek olarak uygulanabilir.
 Papatya buğusu, nezle ve sinüzit gibi rahatsızlıklarda kullanılır. (Buğu tedavisinden sonra hemen soğuk havaya çıkmamak gerekir)
 Nedeni bilinen kronik ağrılarda (sinir ağrıları, romatizma) gibi papatya yağı ile masaj yapılabilir.

Çayını iç, banyosunu yap, merhemini sür

 Çay : Yarım veya bir tatlı kaşığı dolusu çiçek, orta boy bir demliğe konur (250-300 cc'lik) demlenmeye bırakılır (kaynatılmaz) ve 8-10 dakika demlendikten sonra süzülür.
 Banyo amaçlı: Tam banyo için dört avuç dolusu, yüz veya saç yıkamak için bir avuç dolusu papatya çayı haşlanır. 10 dakika demlendikten sonra banyo suyuna eklenir.
 Kompresler: Bir bardak kaynar süt, bir yemek kaşığı dolusu çiçeğin üstüne dökülür, demlenmesi için 8-10 dakika beklenir ve posası süzüldükten sonra sıcak sütle kompresler yapılır.
 Bitki yastığı: Keten bezinden yapılmış bir yastık, kurutulmuş çiçeklerle doldurulur ve ağzı dikilir. Kuru bir tavada veya fırında iyice ısıtılır ve ağrılı bölgenin üstüne koyulur.
 Papatya yağı: Güneşli havada toplanmış çiçekler, bir şişenin içine gevşekçe doldurulur ve üstüne sızma zeytinyağı çiçekleri örtecek kadar eklenir. Şişe 14 gün boyunca, arada bir çalkalanarak ve kapağı açılarak güneşte bekletilir. Daha sonra tülbentten süzülür ve koyu renkli şişelerde serin bir yerde saklanır.
 Papatya merhemi: 250 gr. ghee (sade yağ) tavada ısıtılır ve iki avuç dolusu taze papatya içine eklenir. Tavadakiler köpüklenmeye başlayınca karıştırılır, ağzı kapanarak serin bir yere bırakılır. Ertesi gün yeniden ısıtılır, tülbentten geçirilerek süzülür ve cam veya porselen merhem kaplarına aktarılır. Buzdolabında saklanmalı. (Sade yağ: Taze tereyağı tercihen tuzsuz orta kısık ateşte eritilir. Yanmaması için sürekli karıştırılarak kaynatılır ve üzerinde oluşan beyaz köpükler sürekli alınıp atılır. Köpükler artık oluşmadığı zaman yağ hazır demektir. Daha sonra temiz bir tülbent yardımı ile süzülen yağ saklanarak gerek yemek gerekse ilaç hazırlamada kullanılır.)
 Papatya Buğusu: Kaynar su bulunan bir kabın üstüne içine taze veya kurutulmuş bitkiler konduktan sonra temiz bir çarşaf çadır gibi hazırlanarak hasta içine oturtulur. Çıkan buharı teneffüs etmesi sağlanır. Bir süre sonra , yumuşamış olan bu sıcak bitkiler çıkan buhar genize çekilir. Küçük çocukların yetişkin birinin kucağına oturtularak buğu yapılması şarttır

Papatya ve Faydaları


Bazıları için papatya sadece bir çiçek olabilir ama papatyanın çayı en güzel çaylardan biridir.

Papatyanın faydaları şu şekilde sıralanıyor:
  • Ateşi düşürür
  • Ağrıları keser
  • Spazm çözer
  • Terletir
  • Sinirleri yatıştırır
  • Bağırsak gazlarını giderir
  • Vücuda rahatlık verir
  • Boğaz, bademcik ve diş etlerinin iltihaplarını giderir.
  • Bel ve baş ağrılarını geçirir
  • Saçları sarartmak için de kullanılır
Papatya çayını hazır paket çaylarda bulabilirsiniz. İçeceğimiz zaman bir kupa bardağa 4-5 tane papatya atmak yeterli oluyor. Üzerine kaynar suyu ilave ediyoruz. (Eğer su biraz soğumuşsa papatya rengini vermiyor, yani yeni kaynamış su kullanmak şart.) Papatya suya sarı renk veriyor, uzun süre bekletmeden kaşıkla alıyoruz çünkü uzun süre kalırsa acı oluyor. Şeker katarak afiyetle içiyoruz.

Özellikle sakinleşmek istediğiniz zamanlarda veya bağırsak problemleriniz için kullanabilirsiniz, düzenli olarak günlük kullanırsanız faydasını göreceksiniz.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]OKALİPTÜS





[FONT=&quot]Latince ismi : Eucalyptus globulus[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma

Alem: Plantae Bölüm: Magnoliophyta Sınıf: Magnoliopsida Takım: Myrtales Familya: Myrtaceae Cins: '''''Eucalyptus'''''
L'Hér.
Okaliptüs, birçok türü bulunan geniş bir (nadiren ) .
Türleri 'nın ağaç florasında egemendir. Çoğu 'ya özgü olan, 700'den fazla türü mevcuttur; bazı türler de ve 'da bulunur. ın neredeyse tüm bölümlerinde bulunan okaliptüs, 'daki her türlü koşuluna adapte olmuştur
Anavatanım Avustralya’dır. Sıtma Ağacı olarak da bilinirim. Sürekli yeşil kokulu yapraklarım ve kokulu çiçeklerim vardır. Gövdem krem-gri, pembe ve açık yeşil karışımıdır. Güçlü tekli orta gövdem veya çok gövdeli çalı biçiminde türlerim de vardır. Boyum 40 metre’ye kadar uzayabilir. Yaprak boylarım 12 - 22 cm. kadar olup, gençlerde yapraklarımız küçük ve oval, yetişkinlerimizde ise uzun ve sivridir. İlkbahar aylarında türüme göre beyaz, sarı veya kırmızı çiçekler açarım. Kış aylarında - 6°C’ye kadar dayanabilirim. Odunumdan mobilya sanayiinde, kabuklarımdan, yapraklarımdan ve tohumlarımdan boya ve ilaç sanayiinde faydalanılır. Üretimim tohumla yapılır. Sulak toprakları sevdiğimden bataklık kurutma işlevimde vardır. Türlerim; Kırmızı Okaliptüs, Sarı Limon Okaliptüs, Mavi Okaliptüs.

Okaliptüs: (Eucalyptusbaum / Heberbaum / Eucalyptus / Ökaliptüs / Sıtma ağacı)
Haziran-temmuz ayları arasında, mor renkli çiçekler açan büyük ağaçlardır. Yaprak şekli bitkinin yaşına göre değişir. Gençlerde sapsız, oval, açık yeşil; yaşlılarda ise uzunca saplı, orak seklinde, derimsi ve koyu yeşildir. Çiçekler morumsu kırmızı renkte olup, her bir yaprağın koltuğunda birkaçı bir arada bulunur. Meyve küçük ve çok miktarda tohum taşıyan oval şekilli bir kapsüldür. Ana vatani Avustralya olan bu ağaç, halk arasında sıtma ve kinin ağacı olarak da tanınmaktadır.
Anadolu’ya ilk defâ, Muğla vilayetinin Fethiye kazasında Dalaman’da bir çiftlik kuran Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa tarafından, süs ağacı olarak sokulmuştur. Diğer taraftan Mersin-Adana demiryolu uğrağındaki istasyonlarda 1886 yılında Fransızlar tarafından istasyon ağacı olarak kullanılmıştır. 1830’a doğru Avustralya’dan Italya’ya getirilen çeşitli cins ökaliptüslerin kış olması dolayısıyla çoğunluğu kuruduğundan bu ağacın yumuşak iklimde yaşamadığı kanaatine varildi. 1852’de Cezayir’de tekrar denendi. Daha sonra da Kuzey Afrika ve Güney Avrupa’da denenerek sıcak mıntıkalarda yetişeceği anlaşılmıştır. 1893’te, Osmanlı Devleti idâresinde bulunan Suriye’de M.H. Morel, Beyrut’taki mâlikânesinde çok miktarda ökaliptüs yetiştirmiş ve bu mâlikânesine Lâtince olarak “Villâ Eucalypta (Ökaliptüs Köşkü) adını vermiştir. Çok miktarda ökaliptüs bugün Afrika, Avrupa, Asya sıcak iklimlerinde yetiştirilerek, iktisâdî, sihhî maksatlarla dünyanın her kıtasında üretilmekte ve gün geçtikçe de rağbet bulmaktadır. Ökaliptüs ağaçları, çok yüksek olan kâbiliyeti, fazla miktarda toprak suyunu alıp havaya vermesi sâyesinde bataklık yerlerin kurutulmasında insanlığa olan hizmetlerinin tanınmasını müteakip, yalnız Avustralya’da olan gelişme alanı kısa bir zamanda çok genişlemiştir. Bir ökaliptus ağacının yılda ortalama 250 ton suyu alıp havaya verdiği tecrübelerle anlaşılmıştır. 1938’den beri, yurdumuzun güney bataklıklarında da yetiştirilmesine büyük önem verildi ve kısa zamanda çok ümit verici neticeler alindi. Tarsus’un Karabucak bataklığının kurutulmasıyla bölgede, sıtma hastalığının yayılmasında önemli rol oynayan sivrisineğin nesli kesildi.
Çesitleri: Yüzden fazla çeşidi olmakla birlikte, tanınmış ve önemli çesitlerinden bazıları şunlardır:
1. Eucalyptus alpina
2. Eucalyptus amplifolia
3. Eucalyptus amgydalina
4. Eucalyptus andreana
5. Eucalyptus calophylla
6. Eucalyptus citriodora
7. Eucalyptus cocciféra
8. Eucalyptus cordata
9. Eucalyptus cornuta
10. Eucalyptus cosmophylla
11. Eucalyptus diversicolor (Collossea)
12. Eucalyptus globulus
13. Eucalyptus gomphocephala
14. Eucalyptus leucoxilon
15. Eucalyptus robusta
16. Eucalyptus rostrata
17. Eucalyptus viminali
18. Eucalyptus longifolia.
Dünyanın birçok yerinde, bilhassa Brezilya’da, Kuzey Afrika ve Güney Avrupa’da, Doğu ve Batı Asya’da bir zaman sıtma saçarak insanları ölüme sürükleyen korkunç bataklıklar, bugün ökaliptüs ağacının gölgesinde sağlık ve varlık kaynağı olmuştur. Ökaliptuslar, bataklığı kurutarak etrafını da tarıma elverişli hâle getirmektedir. Ökaliptus ormanları, hava tesirlerini yumuşatarak büyük rüzgârlara mâni olurlar, bitkilere zararlı olan toz ve dumanları tutarlar, fırtına ve dolu zararlarını kısmen önlerler. Üç yaşından büyük olan ormanlardaki çayır ve ot miktarı da büyük ölçüde olduğundan, hayvanlarda verimi arttırmaktadır. Ayrıca arıcılıkta da büyük faydaları görülmüştür. İlk yıllarda, aralarına mısır ekilerek değerlendirilebilir. Yurdun güneyinde kurulan ökaliptus ormanlarından, büyük ölçüde yakacak temin edilmektedir.
Kullanıldığı yerler: Tâze yapraklarının su buharı ile distillenmesi sûretiyle elde edilen ökaliptus, muhtelif cila, kafuru, çam sakızı ve zamk, yine bir nevi vernik olan kokulu reçine îmâlinde kullanılmaktadır. Halk hekimliğinde, özellikle solunum yolu hastalıklarında tercih edilir. Öksürüğü keser, boğaz ve burun iltihaplarını giderir. İdrar yollarını temizler. Hâricen deri üzerine sürülmek sûretiyle antiseptik olarak da kullanılır. Ökaliptus yaprakları doğrudan doğruya kaynatılarak kullanıldığı gibi, yağının tıpta da pek çok faydaları vardır. İlaç olarak veya kaynatma ile buğu, koku hâlinde de kullanılır. Yapraklar nefes darlığı, kabız, balgam söktürücü olarak, haşere sokmalarına, her nevi ateşlenmeye, nezle, nevralji, bronşit, romatizma, seker, üremi gibi hastalıklarda, yağ veya eksitilerek sirke, toz sabun, pudra ve mâcun seklinde kullanılır. Ayrıca ökaliptus kabuklarından, kino reçinesi adi verilen ve içinde bol miktarda tanen bulunan bir madde, kuru damıtım yoluyla elde edilmektedir. Yine ökaliptus odununun kuru damıtımıyla elde edilen diğer ürünler; 100 kilo odundan; 25-27 kilo kömür, 7 kilo asit asetik, 2 kilo alkol metilen, 3 kilo katran elde edilebilir.
Özellikleri: Tazelik verici, kuvvetlendirici, Antiseptik, temiz olmayan derilerde, akne, kepek, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, virüslere karşı, grip ( boğaz iltihaplanması, sinüzit iltihaplanması, bronşitte-Antibiyotiğe yardımcı ) bahar nezlesi..romatizma ağrılarında ve sinir iltihaplanmasında. Haşerelere karşı çok kuvvetli tesir eder. Soğuk algınlığı, nezle, kas tutulmaları, sinüs gibi rahatsızlıklarda güçlüdür. Migren ve romatizma ağrılarını dindirir, cilt ülseri ve yarayı iyileştirir.
Kullanıldığı yerler:
Losyon olarak(yoğunluğu azaltılmış): Nefes darlığında göğüs üzerine sürdüğünde nefes açıcı etkisi vardır.
Buhar yolu ile: Soğuk algınlığı rahatsızlıklarında boğaz ve solunum yolları şikayetlerinde ve bronşitte özellikle uçucu yağından dolayı inhalasyon (buğu) yoluyla yararlanılmaktır. Burun tıkanıklığı ve burun akıntısına karşı (kaynar suya drog parçaları veya uçucu yağ damlaları ilave edilerek hazırlanan) buğu yöntemiyle kullanılmaktadır
Banyo suyuna ve kompres olarak: Yanıklarda ve yaralarda; Ayrıca üzüntü ve sıkıntıyı dindirici etkisi bulunur. Ev içinde buharla kullanılırsa evdeki bakterileri öldürür.
Uyarılar: gebelikte kullanmayın, çocuklara ve bebeklere verilmez, yoğun olan formu cilt zararlıdır. Yüksek kan basıncı olanlara sakıncalıdır. Asla ağız yolu ile almayınız. Bir haftadan fazla kullanımda ve tekrarlayan periyodik rahatsızlıklarda hekimle görüşmek gerekir. Nadiren de olsa bazı kişilerde bulantı, kusma ve ishal yapabildiği kayıtlıdır.
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]NAR





[FONT=&quot]Latince ismi : Punica grantum[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma

Alem: Plantae Bölüm: Magnoliopsida Sınıf: Magnoliopsida Takım: Myrtales Familya: Lythraceae Cins: '''''Punica''''' Tür: '''''P. granatum'''''

Nar (Punica granatum), Lythraceae familyasından içinde küçük çekirdekler ve meyve gövdesini oluşturan yüzlerce tanecikten oluşmuş, hafif ekşi tadında ılıman iklimlerde yetişen özellikle Anadolu ve İran'da yetiştirilen bir meyve türü.

Türkiye'de Ege ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yetişir.
Haziran-Temmuz aylarında kırmızı renkli çiçekler açan, iki ile beş metre boylarında ağaççıklar. Gövdeleri gayri muntazamdır. Yapraklar karşılıklı, kısa saplı ve kırmızı kenarlıdır. Çiçekler kısmen sapsız, tek tek ve birkaçı bir arada bulunur. Çanak yaprakları kırmızı renkli, dökülmeyen ve etlidir. Meyveleri küre şeklinde ve portakal büyüklüğünde, önceleri yeşil, olgunlukta kırmızımsı renkte, derimsi kabuklu, çok tohumlu ve etlidir. Meyvenin yenen kısmı, tohumlarının etli ve bol usareli olan kabuğudur.
Kullanımı
Bitkinin tohumları meyve olarak yenildiği gibi, gövde-kök ve dal kabukları ile meyve kabuğu da tıbbi olarak kullanılır. Kök ve gövde kabuğu tanen, nişasta ve alkaloitler (pelletierin) taşır. Nar meyvesi kabuğu tanen, triterpenler ve az alkaloitler ihtiva eder.
Nar ağacı kabuğu çok eskiden beri bilhassa barsak şeritlerine (tenyalara) karşı kullanılır. Yalnız zehirlenmelere yol açabileceğinden dikkatli olunmalıdır. Nar meyvesi kabuğu, ishale karşı (% 15'lik) çay halinde kullanılabilir. Ayrıca yün iplikler, sarımsı renklere boyanabilir. Nar, çarpıntıya iyidir. Mideyi kuvvetlendirir. Et kısmı ile sıkılıp içilirse, safra söker, pekliği giderir.
NAR YETİŞTİRİCİLİĞİ
Nar çok yıllık, çalı formunda bir bitki olup çok kuvvetli bir kök sistemine sahiptir.Bitki çok gövdeli ve sık dallıdır. Çiçekleri erkek-dişi ve erdişi olup küre şeklinde iri bir meyvesi vardır. üstten hafif basık olan bir ılıman iklim bitkisidir. Nar, C vitamini, demir ve potasyum yönünden zengin bir meyvedir.Tadı: Tatlı, mayhoş, ekşi gibi çeşitlidir. Nar bitkisinin adaptasyon kabiliyeti yüksektir. Genelde tropik ve suptropik iklim bitkisi olmasına rağmen, -10 oC'ye kadar dayanabilmektedir Çeşitli iklim ve toprak koşullarında yetişip , bakımı kolaydır. dalında uzun süre kalabilmesi ve depoda muhafaza edilebilmesi pazarlaması için kolaylık sağlar bir meyve türüdür.Ülkemizin bir bölümü narın anavatanı içinde bulunmakta ve üretimi yapılmaktadır.

2. İKLİM VE TOPRAK İSTEKLERİ
A-İklim İsteği
Nar yıllık ortalama 500 mm’lik yağış istemekle birlikte bu
yağışın çoğuna ilkbaharda ihtiyaç gösterir. Yazın yağan
yağmurlar meyve kalitesini bozmakta, olgunluğa yakın dönemde yağan yağmurlar meyve kabuğunu çatlatmakta olup, bu zamanda iyi sonuç vermemektedir. Meyve oluşumu döneminde kuru hava koşulları en kaliteli mey venin oluşmasını sağlayarak pazar değerini arttırmaktadır. Nar bir güneş bitkisidir, bahçe tesisinde ve yeterli
ışıklanma koşullarına dikkat edilmelidir
B- Toprak İsteği
Nar toprak isteği bakımından fazla seçici değildir. Silisli çakıllı, kumlu, kireçli, killi ve ağır killi gibi çeşitli toprak tiplerinde nar yetiştiricili yapılabilmektedir. Tuzluluğa orta derecede dayanıklıdır.Toprak alkali veya asit olabilir. Bazı meyvelerin aksine aşırı toprak nemine dayanıklıdır. Narda optimal gelişme kuru ve sıcak hava koşullarına karşılık derin geçirgenemli ve serin topraklarda görülmektedir.
YETİŞTİRME TEKNİĞİ
A- Çeşit seçimi
Nar yetiştiriciliğinde, çeşit seçimi oldukça önemlidir. Çeşit seçiminde dikkat edilen konular: bölgeye adapte olmuş o yörenin iklimine, hastalıklara dayanıklı, verimi iyi, meyveleri insanların göz zevkine ve damak tadına uygun ve taşımaya dayanıklı olması gibi özelliklere göre seçim yapılır. Çeşit seçiminde ticari amacına göre sofralık yada endüstri çeşitlerinin yetiştirilmesine karar verilmelidir. Ayrıca, bu çeşitlerin meyvelerinde irilik kabuk rengi ve kalınlığı, tane rengi, yumuşak çekirdeklilik, sululuk gibi özellikleri ihtiyaca cevap verebilmelidir. Yurt içinde sevilen nar çeşitleri hafif mayhoş veya tatlı çekirdeksiz ve iri meyveli olanlardır. Avrupa’ya ihracat için özellikle kabuk ve tane rengi kırmızı ve mayhoş çeşitler seçilmelidir. Arap ülkelerine ihracat için ise tatlı narlar tercih edilmelidir. Ayrıca nar suyu veya nar ekşisi elde etmek için yine kırmızı taneli ve ekşi mayhoş narlar uygumdur.
B-Bahçe Tesisi
Toprağın nar yetiştiriciliğine uygunluğuna bakıldıktan sonra tesviyesi yapılmalıdır. Öncelikle yaz aylarında pulluk tabanını kırmak için dipkazan çekilir.Daha sonra pullukla derin sürüm yapılır.
Sonbaharda döneminde ise 40-60 cm derinlik ve çapta dikim çukurları açılır.çukurlar üst toprak ve yanmış çiftlik gübresi karışımıyla doldurulur, yabancı otlar temizlenir.Narda dikim aralıkları 2 m ile 6 m arasında olmalıdır. Bunun yanında kapama nar bahçelerinde en yaygın olarak kullanılan dikim aralıkları 2.5 x 4 veya 3 x 4 metredir. Sıralar kuzey -güney doğrultusunda olursa güneş ve havalanma daha iyi olacaktır. Nar bahçesi, doğrudan çelikle yada köklü fidanlarla kurulabilir. Ancak, çeliklerin doğrudan bahçeye dikilmesi çeşitli bakım güçlükleri ve verim kayıplarına yol açacağından nar çeliklerinin bir fidanlık parselinde köklendirilip bir yıl süreyle burada bakımları sağlandıktan sonra boylama yapılarak bahçeye dikilmeleri daha iyi sonuç verecektir.

Nar fidanları sonbaharda yaprak dökümünden başlayarak kış ayları boyunca ve erken ilkbaharda dikilebilir. Kışları çok soğuk geçmeyen bölgelerde sonbahar dikimi daha uygundur. Dikim yapılırken fidanın çelik kısmında tırnak kalmışsa kesilir. Zayıf sürgünler alınır, fazla uzun kökler kısaltılır. Sürgünün 50-60 cm den tepesi alınır. Sürgün yeterince boylanmamış, zayıf gelişmişse dikimden hemen sonra 2-3 göz üzerinden kesilerek gelecek yıl için kuvvetli sürgün oluşumu sağlanır. Sonra daha önce toprak - gübre karışımı doldurulmuş çukurdan fidanın çelik kısmının tamamı toprak içinde kalacak kadar karışım alınır. Fidan buraya yerleştirilerek tekrar aynı toprak gübre karışımı ile takviye yapılır. Fidan diplerindeki toprak ayakla iyice bastırılır. Can suyu vermek üzere etrafına küçük bir çanak yapılır. Çok rüzgarlı bölgelerde karşılıklı iki herek çapraz olarak fidana yaklaştırılarak bağlanır. İyi bir nar fidanında kök sistemi kuvvetli teşkil etmiş olmalıdır.

Son olarak hazırlanan çanaklara en az yirmişer lt. can suyu verilerek dikim tamamlanır,hava yağmurlu da olsa bu can suyunun verilmesi gerekmektedir.

Bakım
A-Toprak İşleme
Genç nar bahçelerinde ilk yıllar derin toprak işleme aletleriyle iki yönlü sürüm yapılır. Daha sonraki yıllarda iş genişliği az dar olan bahçe traktörleriyle ve diskli tırmık rotovatör, kazayağı gibi toprağı yüzlek işleyen aletlerle sürüm yapılabilir. Ağaç dipleri gerekirse el aletleriyle çapalanabilir. Yabani ot kontrolünde istenirse ot öldürücü ilaçlarda kullanılabilir.

B-Gübreleme
Her türlü gübrenin uygulanmasında toprağın fiziksel ve kimyasal yapısı ağacın durumu iyi gözlenmeli, toprak ve yaprak analizi yaptırdıktan sonra gübre uygulamasının yapılması en doğrusudur.Narlarında organik gübrenin gelişme, verim ve kaliteye önemli ölçüde etkisi bulunmaktadır. Narlara verilecek çiftlik gübresi iyi yanmış olmalı ve dekara 2-3 ton sonbahar-kış aylarında bütün bahçeye kaplayacak şekilde verilmeli ve çapa ile toprağa karıştırılmalıdır. Nar için yeşil gübreleme yapılması da yararlı sonuçlar verir. Bunun için bakla, fiğ gibi bitkiler nar
bahçesinin tamamına ekilir. Ekimi yapılan bitkilerin çiçeklenme dönemlerinde bahçe sürülerek bitki toprağa karıştırılır. Bu bitkilerin toprağı azotça zenginleştirmesi bakımından da olumludur.

Azot nar için önemli bir maddedir. Azotlu gübre sürgün gelişimi ve meyve büyümesini etkiler. İlk yıllarda ağaç başına 50 - l00 gr saf azot (amonyum sülfat) olarak (250 - 500 gr) verilmesi oldukça iyi sonuç vermektedir.Tam verime geçtikten sonra bu miktar ağaç başına 200 - 300 gr (amonyum sülfat) olarak, (l - l,5 kg)olmalıdır.Azotlu gübreler erken ilkbahar ve yaz aylarında
olmak üzere 2 dönem verilmektedir. Yukarıda belirtilen miktarın 2/3 ü mart ayında l/3 ü
ise haziran-temmuz aylarında verilmelidir. Gübrelemeden sonra ağaç hemen sulanmalı yada önce çapa ile toprağa karıştırılmalıdır.Fosforlu gübreler ise narın çiçeklenme meyve tutumu ve kök gelişmesini etkiler. Narların fosfor ihtiyacı tam verim çağında l00-200 gr saf fosfor (trible süper fosfat) olarak yaklaşık (250 - 500 gr) olarak belirlenmiştir. Fosforlu gübreler kış aylarında
dal uçlarının ulaştığı bölgelerde 20 - 30 cm derinlikte ağaç çevresinde açılan 4 - 6 adet çukura verilerek üzeri kapatılır

C- Sulama
Nar yetiştiriciliğinde yağışların yeterli olmadığı her dönemde sulama zorunludur. Sulamanın az ve sık yapılması gerekir. Genel olarak şubat - mart aylarında odun gözlerinin sürmesinden eylül - ekim aylarında meyve oluşumuna kadar sürekli olarak toprak nemi korunmalıdır.

Özellikle odun gözlerinin sürmesi çiçek tomurcuklarının oluşması,tohum bağlaması ve meyve gelişimi dönemlerinde olmak üzere 3 dönemde yeterli toprak nemi mutlaka sağlanmalıdır. Bahçenin toprak yapısına göre sulama aralığı 7-10 gün olmalı Ancak yaz aylarında sulama sıklığı ve miktarı artırılmalıdır.

Meyvelerin son olgunlaşma döneminde hasattan 10-15 gün önce sulama kesilmelidir.Sulamaya devam edildiği taktirde narlarda büyük sorun olan kabuk çatlamalarını görülür. Nar bahçelerinde genelde çanak usulü sulama uygulanır. Mümkün ise modern sulama sistemlerinden olan damla sulama alttan sulama, sızdırma usulü sulama sistemleri uygulanmalıdır. Bu sistemlerin ilk yatırım giderleri fazladır. Uzun vadede ise işçiliksiz ekonomik az su kullanımı gibi büyük faydalar sağlamaktadır.

D- Budama
Şekil budaması ilk 2-3 yıl içinde ağaçlar verime yatmadan önce yapılır. Dikimden sonra dipten çıkan kuvvetli 3-4 sürgün ana gövde olarak seçilir ve tepeleri 50-60 cm kesilerek alçak taçlanmaları sağlanır. Ana gövdelerden çıkan birinci ve ikinci dallarda da 2.-3. yıllarda tepe alma yapılarak taç teşkili tamamlanır.
Verim Budaması: Narlar genel olarak 2. ve 3. yıllardan itibaren meyve vermeye başlarlar. Narlar verime yattıktan sonra meyve verecek dallarda uç alma yapılmamalıdır. Bu dönemde seçilen 3, 4 gövde dışında çıkan dip sürgünlerin sürekli olarak temizlenmesi sağlanmalıdır. Ayrıca taç kısmında görülen obur dallar dipten kesilip, taç teşkili için gerekirse uç alınarak dallanması sağlanmalıdır. Sık taç meydana gelmiş ise güneşlenme ve havalanmayı sağlamak için genel bir seyreltme yapılmalıdır. Budamada zayıf kurumuş, hastalıklı dallara öncelik verilmelidir.
Geliştirme Budaması: Narların verimlilik süreleri çeşitli şartlara göre değişmekle birlikte ortalama 20 - 30 yaşlarına kadar sürer. Ancak kök boğazından yeni çıkan sürgünlerle nar l00 yılı aşkın bir süre verimliliğini sürdürebilir. Bu durumda yaşlı gövdeler dipten kesilerek yeni sürgünlerin oluşumu teşvik edilir. Bu sürgünlerle aynı yollarla yeni gövdeler teşkil edilerek ağaç gençleştirilir. İstenirse gençleştirme işlemi her yıl her ağaçtan l-2 gövde kesilerek kademeli olarak yapılır. Bu şekilde bahçeden kesintisiz olarak ürün alınması mümkün olabilir.
E- Hastalık ve Zararlılarla Mücadele
En önemli hastalık bazı mantarların nar meyvelerinde çürümelere sebep olmasıdır. Bazı klasik kültürel işlemler uygulanarak hastalıklar büyük ölçüde önlenebilir.Olgunluğa yakın bir dönemde fungusit uygulaması yapılması depolanacak meyvelerin uzun süre çürümelerini engellemektedir.
Narların en önemli zararlıları sıçanlardır ve özellikle tatlı narlarda ve olgunluğa yakın dönemlerde zarar verirler. Yaprak bitleri, nar beyaz sineği, unlu bit, kabuklu bitler, kırmızı örümcekler, Akdeniz meyve sineği, nar içi kurdu, toprak altı zararlıları gibi genel zararlılarda narlarda görülür.
Hasat Ambalajlama ve Depolanması
A-Hasat
Nar hasatı, çeşitlere ve bölgelere göre değişsede genellikle ağustos sonunda başlayıp kasım ortalarına kadar devam eder. Narın çiçeklenme dönemi uzun olduğundan dolayı olgunlaşması farklı zamanlarda olur. Bu yüzden nar hasadının 2-3 defada yapılması gere kir. Hasat sonbahar erken donlarından ve yağışlardan önce bitirilmelidir.Hasat sırasında meyveler üzerinde 1-2 mm uzunluğunda sap kalacak şekilde makasla kesilmelidir. Özellikle hasat esnasında meyveleri yere düşürmekten ve darbelerden korunması meyve çürümesini önleyeceğinden dolayı kalitesi artar. Kasalara dizilirken iki sıradan fazla dizilmemelidir.
B- Ambalajlama
Narların seçme ve boylamasının elle yapılması daha uygun olup meyveler birbirine değmeyecek şekilde paketlenmesine dikkat etmek gerekmektedir.

C- Depolama
Narlar meyve kabuğunun özel yapısı dolayısıyla çeşitli koşullarda 4 - 6 ay süreyle depolanabilir. Narların depolanmasında en emin ve en az kayıpla ulaşılacak başarı modern soğuk hava depolarıdır. Sıcaklık ve nisbi nemi ayarlanabilen bu depolarda 1-2o C'de %85-90 nisbi nemle meyveler muhafaza edilebilirler.

Kalbin en yeni ilacı günde bir bardak nar suyu

Florida'da yapılan dünyanın en önemli kardiyoloji konferansında, nar suyu ile ilgili önemli bir çalışmanın sonuçları açıklandı: Narda bol miktarda antioksidan, C vitamini, demir ve potasyum var. Bir bardak nar suyunun antioksidan özelliği, iki kadeh kırmızı şarap ve 10 bardak yeşil çay ile aynı seviyede. Üstelik, bu özellikleri sayesinde kalbi ilaç gibi koruyor.

Colombia Üniversitesi New York Presbyterian Hastanesi Kardiyoloğu Doç. Dr. Özgen Doğan, beslenmenin kalp hastalıkları üzerine etkisiyle ilgili bilgi verdi.

* Kalp üzerinde adeta ilaç etkisi yapan besinler var mı? Orlando, Florida'da yapılan dünyanın en önemli kardiyoloji konferansında, en popüler konulardan biri nar suyuyla ilgili çalışma oldu. Nar çok eski bir meyve. Türkiye ve Irak'taki dini kitaplarda, çok eski tıp kitaplarında yer alıyor; şairlerin ve ressamların da dikkatini çekmiş. Hatta, bazı kaynaklar Havva'nın Adem'e verdiği meyvenin elma değil, nar olduğunu iddia ediyor. Bu meyvenin kardiyoloji ile ilgisine gelince; narda 'polyphenol', 'tannin' ve 'anthocyanin' adlı antioksidanlar var. Ayrıca, içinde C vitamini, demir ve potasyum bulunuyor. Antioksidan miktarı kırmızı şarap, yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre üç kat daha fazla. Bir bardak nar suyu; iki kadeh kırmızı şarap, 10 bardak yeşil çay ve dört bardak kızılcık suyu ile aynı seviyede. Alkoldeki gibi karaciğer, mide ve yemek borusuna kötü etkilerinin olmaması ise cabası. Üstelik, nar kalbi bu özellikleri sayesinde ilaç gibi etkiliyor.

* Nar suyu konusunda ciddi bilimsel çalışmalar bulunuyor mu? Faydaları spekülasyon değil. Bu konu ile ilgili ciddi ve değişik çalışmalar var. Farelerde yapılan çalışma, nar suyu ile beslenen farelerdeki damar plakaları tıkanıklıklarını yüzde 44 gerilettiğini göstermiş. İnsanlarda yapılan diğer bir çalışma ise; günde 50 mililitre iki hafta süreyle nar suyu verildiğinde, 'angiotensin converting' enziminin yüzde 36 düştüğünü gösteriyor. Bu enzim tansiyonumuzu artıran kötü bir madde ve hatta, bu enzimi bloke etmek için kullanılan piyasada birçok tansiyon ilacı var. Bu çalışmada, nar suyu sayesinde tansiyon yüzde 5 azaldı. Nar suyu, ilerde tansiyon tedavisine doğal bir alternatif olabilir.

* Nar suyunun kötü kolesterol (LDL) üzerine etkisi var mı? Nar suyu kötü kolesterolün (LDL), oksidasyonunu durduruyor. Yani, kötü kolesterolün damar çeperini delip duvara yerleşmesini ve plakaların, tıkanıklıkların oluşmasını önlüyor. Kötü kolesterol oksidasyonu, damar sertliğinin ilk halkalarından biri. Diğer bir madde 'ellajik asit'; kara dutta olduğu gibi narda da bol miktarda var. Bu madde 'aromataz' enzimini engelliyor. Bu da, östrojen hormon sentezini azaltıyor.

Meme kanserli hastalarda kanser hücrelerinin büyümesini engelleyebilir. Nar suyu tablet haline getirilmeye çalışılıyor.

* Kalp sağlığı için nasıl diyet yapmalı? Kısa dönemde (14-21 gün) karbonhidratsız bir diyet ile hızlı kilo kaybını gerçekleştirebilirsiniz. (Ekmek, tatlılar, makarna, pilav, fasulye, mercimek ve meyveler yüksek karbonhidrat içeren besinler.) Bunlara ek olarak, yüksek karbonhidrat kaynağı sebzelerden, örnek olarak patatesten de uzak durmak gerekir. Düşük karbonhidratlı patlıcan, domates, ıspanak gibi sebzeleri seçmek doğru olur.

* Son moda diyetler kalp sağlığına zarar verebilir mi? Et, balık, mayonez, yumurta, sucuk ve peynir yüksek proteinli gıdalardır. Yüksek protein ve düşük karbonhidrat karışımı ile kısa vadede çabuk kilo vermek olası. Özellikle yüksek protein tokluk hissi veriyor ve insan kendini daha enerjik hissediyor. Amerika'da pek çok sinema yıldızı bu diyetin müptelası. Ancak, bu diyet tıp çevrelerinde kolesterole etkisi ve diğer nedenlerle oldukça tartışmaya açık. Yalnız bir gerçek var ki, kısa dönemde kilo kaybettiriyor. Alkol güçlü bir kalori kaynağı ve diyeti bozacak davranışlara neden olabilir. Kahve ise, şeker yeme duygusunu artırıyor. Bu iki maddeden uzak durmakta fayda var. Özet olarak, karbonhidratsız yüksek proteinli diyet kısa dönemde uygulanabilir. Sürekli uygulanabilecek bir diyet değildir.

* Kilo ile kalp hastalıklarının doğrudan bir ilgisi var mı? Bütün sağlık araştırmalarına baktığımızda, zayıf insanların en çok yaşayan insanlar olduğunu görüyoruz. Kalp hastalıklarından ölümde son 40 yılda, yüzde 40 oranında düşüş gerçekleşti. Bunun nedeni yapılan ameliyatlar, stentler ve balonlar değil. En önemli neden, diyet ve yaşama biçimindeki değişiklikler. Sigara içmek, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve şeker hastalığı varlığı, şişmanlık, egzersiz yapmamak kalp hastalığının en önemli nedenleri. Ben kalp hastalarıma ve korunmak isteyenlere, Akdeniz-Türk diyetini öneriyorum. Bu diyet taze sebze, meyve, sarımsak, zeytinyağı, fındık, çay, fıstık, pekmez ve balık ağırlıklı. Kısa dönemde (iki-üç hafta) kilo kaybetmek için yüksek proteinli diyetler kullanılabilir. Bundan sonra Akdeniz- Türk diyetine dönmekte yarar var. Uzak Doğu'nun soya sütü, sushi'si ve tofu'sunu buna ekleyebilirsiniz. Bu, kötü kolesterolü (LDL) yüzde 10 düşürür. Yeşil veya normal çay, sertleşmiş kalp damarlarından hormon salgılanmasını artırarak, damarın yeniden genişlemesini sağlar. Özellikle soğuk su balıkları 'somon ve sardunya' omega-3 yağ asidi ile kalbinizi korur.

Vitamin, mineral ve antioksidan deposu meyve, adeta her derde deva.
Sağlıklı yaşam için son trend: NAR SUYU

Kolestrolü, şekeri dengeliyor, ishali kesiyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor... Uzmanlara göre C vitamini deposu, bu nedenle kış mevsiminde bolca tüketmekte fayda var.

Aşure, güllaç, muhallebi ve daha pek çok tatlıyı süsler nar taneleri... ‘Cennet meyvesi’ olan nar, sempatik görüntüsüyle tabaklarda, salatalarda, yemeklerde sık sık karşımıza çıkar.

Yaz aylarında serin meyve suyu ya da ferahlatıcı bir kokteyl olarak karşımıza çıkan nar, sağlık açısından da özellikle kış aylarında bol bol tüketilmesi gereken bir meyve. Çünkü insan sağlığına olan faydalarını saymakla bitirmek mümkün değil. Adeta bir ‘ilaç’, hatta antibiyotik olan nar, özellikle bağışıklık sistemini güçlendirerek pek çok hastalıktan koruyor. İçerdiği bazı maddeler sayesinde kolesterol ve şekeri de dengeleyen nar, kalp sağlığını koruduğu gibi, kanser hücrelerinin de gelişmesini engelliyor.

Latince adı ‘Punica Granatum’ olan nar, özellikle içerdiği antioksidanlar sayesinde vücudun savunma sistemini güçlendiriyor. Tane olarak tüketilebildiği gibi, suyu da sıkılıp içilebiliyor. Son günlerde nar suyuyla ilgili yapılan araştırmalarda, cilt kanserine ve erkeklerde prostat kanserine karşı koruyucu etkisi olduğunun görüldüğünü söyleyen İstanbul Cerrahi Hastanesi’nden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Elem Kaya, kış mevsiminde portakal, mandalina ve limonun yanı sıra narı da taze şekilde veya suyunu sıkarak tüketmenin önemli olduğuna dikkat çekiyor.

Narın en önemli özelliklerinden biri de genel damar sağlığını, özellikle de kalbi koruması. Narın, damar tıkanıklıklarını % 44 oranında gerilettiğini söyleyen Dr. Ayça Elem Kaya, “Narın, ‘ACE’ denilen enzimi engelleyerek tansiyon düşürücü etkisinin de olduğu ortaya konmuştur. 1 bardak nar suyunun, 2 kadeh kırmızı şaraba, 10 bardak yeşil çaya ve 4 bardak kızılcık suyuna eşdeğer antioksidan madde içerdiği görülmüştür. Bu bağlamda, günlük bir bardak nar suyu tüketmenin koruyucu etkisinin olduğu söylenebilir” diyor.

Narın adeta bir ‘ilaç’ olduğunu söyleyen uzmanlar, bu ‘doğal antibiyotik’in sofralardan eksik edilmemesi gerektiğini vurguluyorlar. Anadolu Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç Araştırma Merkezi (TBAM) kurucusu ve eski müdürü, Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü Can Başer, nar suyunun özellikle damar sertliğine karşı güçlü etkisinin olduğunun bilimsel çalışmalarla gösterildiğini söylüyor: “Nar tanelerinden ziyade, tüm meyveden üretilen nar suyunun kırmızı şarap ve yeşil çaya nazaran üç kat daha güçlü antioksidan etkiye sahip olduğu bulundu. Meyve kabuğu alkaloit, tanen ve glikozitler içerir. İshal kesici ve kurt düşürücü özelliği vardır. Kanlı ishalde kullanılır. Meyve kabuğu ekstresinin güçlü virüs ve mikrop öldürücü özelliği de var. Cilt üzerinde enfeksiyon ve yara iyileştirici etki de gösterir. Meyve kabuğu tanenlerinin antioksidan ve anti-tümör etkileri de biliniyor.”

Nar çiçeğinin (Gülnar), Hindistan’da şeker hastalığında kullanıldığını söyleyen Prof. Başer, soğukta sıkılmış nar tohumu yağında en az % 70 oranında punisik asit ve türevlerinin bulunduğunu, bu yağın da güçlü antioksidan özelliğe sahip olduğunu vurguluyor.
Kış aylarında narla korunun
Narın, beslenmemizde mutlaka yer alması gerektiğini vurgulayan İstanbul Cerrahi Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Esra Serinan, güçlü bir savunma sistemi için sebze ve meyve tüketiminin şart olduğunu vurguluyor:

“Yapılan araştırmalara göre narda, serbest radikallere karşı güçlü etkisi olan çeşitli vitaminler, mineraller, enzimler, antioksidanlar var. Serbest radikallerle en iyi mücadele yolu bu antioksidanları tanımak ve dışarıdan doğru besinleri seçerek bunların etkinliğini en üst düzeyde tutmaktır. Bugün için bilinen en güçlü antioksidanlar; C ve E vitaminleri, glutatyon, lutein, N-Acetylcystein, keratonoidler, flavonoidler, koenzim Q-10, alfa lipoik asit ve selenyumdur. Nar suyu da doğal antioksidanlardan biridir.”

Narın yararlarıyla ilgili pek çok bilimsel çalışmanın olduğunu söyleyen bilim adamları, özellikle de enfeksiyon hastalıkları açısından risk altında olduğumuz bu kış aylarında bol bol nar tüketmeyi öneriyorlar.

Narın, C vitamini deposu olduğunu söyleyen Acıbadem Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, diğer faydalarına ilişkin şunları söylüyor: “Nar, Türkiye’de Batı ve Güneydoğu Anadolu’da yetişen, haziran ve temmuz aylarında kırmızı renkli çiçeklerle açan, portakal büyüklüğünde, önceleri yeşil, olgunlukta kırmızımsı renkte, derimsi kabuklu, çok tohumlu ve etli bir meyvedir. Nar meyvesini yemek her ne kadar zor ve zahmetli olsa da vücudumuza birçok faydaları bulunur. Narda, kansere karşı koruyucu antioksidanlar bulunur. Antioksidanlar, oksitlenmeyi önleyici maddelerdir. Kendilerini feda ederek hücrelerimizi oksitlenmekten korurlar. Bunu, vücudumuzdaki bazı enzimleri arttırıp savunma mekanizmamızı daha da güçlendirerek yaparlar.

Nar suyundaki antioksidan miktarı, kırmızı şarap, yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre 3 kat daha fazla. Nar ayrıca diğer bir antioksidan vitamin olan C vitamini yönünden de zengindir. Vücudumuz için önemli mineraller olan demir ve potasyum içeriğine sahip bir meyvedir. Narın mikro besin içeriğine bağlı, vücudu ve kalbi kuvvetlendirme, ishali kesme, şerit düşürme, burun poliplerine faydalı olma gibi yararları bulunduğu bazı çalışmalarla ortaya konulmuştur.”

"Çok Güçlü Antioksidandır"
Narın idrar söktürücü, kan yapıcı, enerji verici ve tansiyon düşürücü özelliği de var. İshale karşı da tüketilebilir. Nar mevsiminde suyu sıkılarak salataya sos olarak kullanıldığında nefis tat ve renk verir. Nar aynı zamanda bağırsak paraziti tenyanında baş düşmanıdır. Bu amaçla yenildiğinde birkaç saat sonra müshil de alınması gerekir. Nar, potasyum ve demir açısından da çok zengindir. Aynı zamanda C vitamini deposudur. Nar pekmezi (ekşisi) yapmak için 2 kg nar sıkılır. 1 kg şeker, 1 bardak su ve 2 limon karıştırılıp kaynatılırsa nefis bir salata veya kısır sosu elde edilmiş olur. Kış aylarının vazgeçilmez meyvesi nar çok kuvvetli antioksidandır
Narın faydaları saymakla bitmiyor. İster tek tek tanelerini yiyerek tüketin, ister suyunu sıkarak için nar, pek çok derdin devası. Narın bilinen bazı faydaları:

Tansiyonumuzu olumlu bir şekilde düzenler
Kalbimizi korur düzenli çalışmasına destek olur
Enfeksiyona karşı vücut direncini korur ve artırır
Enerji verir, yorgunluğu giderir
İdrar söktürücü etkisiyle toksin atımını sağlar
Bağışıklık sistemini güçlendirir hastalıklara karşı korur
Kolesterol ve kan şekerimizi regüle eder artmasını engeller
Bağırsak parazitlerinin düşmanıdır, iyi bakterilerin artmasını sağlar
İshali (diare) önler tedavide destek sağlar
Ciltte olumlu katkısı vardır, pürüzsüz görünüm sağlar
Cilt enfeksiyonlarında olumlu katkısı vardır.
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]NANE





[FONT=&quot]Latince ismi : Mentha piperita[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma

Alem: Plantae Şube: Magnoliophyta Sınıf: Magnoliopsida Takım: Lamiales Familya: Lamiaceae Cins:
Mentha
Tür:
M. × piperita
Nane (Mentha x piperita) tıbbi faydaları en fazla olan bitkilerden biridir. Dünyanın her yerinde birçok çeşidi yetişebilir. Yaprakları ve çiçekli uç kısmı kullanılır.
%1-3 oranında , , , , ve içeren uçucu yağ taşır.
Sindirim sistemi
Nane sindirim sistemi için iyi bir bitkidir. ve uyarır, hazımsızlık ve gaz şikayetlerini hafifletir. Mide bulantısını önler. Antispazmodik özelliği sayesinde mide ağrıları ve gazdan doğan kramplarında etkilidir. Kabızlık ve ishal şikayetlerinde de bu etkisini gösterir. İyi bir sindirim için yemeklerden sonra bir fincan nane çayı alınması önerilir.
Enfeksiyonlar
İçerdiği esansiyel yağlar ve mantarları öldürücü özellik taşırlar. Bu özelliği etkili olmasının bir başka sebebidir. Birkaç damlası ile hastalarda göğüse, hastalarda boğaza ve hastalarda sinüslerin üstüne yapılacak etkili olur. (Bu masaj geceleri yapılırsa uyumayı engelleyebileceğinden sabahları yapılması tavsiye edilir.) Uyarıcı özelliği vardır.
Ağrı Kesici
Deriye uygulanmasıyla ağrı kesici özelliği vardır. Baş ağrılarında suyla karıştırılmış nane yağının 10 dakikalık uygulaması yeterlidir. Burkulmalarda da nane yağı ile masaj faydalı olur
Labiatae familyasında dahil olan nane, diğer uçucu yağ içeren bitkiler gibi kuvvetli kokuludur ve eskiden beri tanınan bitkidir. Nane Avrupa ve Asya kıtasında yayılma gösterirken 19. yy başlarında Alman göçmenler tarafından Amerika'ya götürülmüş ve orada geniş yayılma alanı bulmuştur.

Nane çok polmmorf bir bitkidir ve bunun 15-30 kadar Subgenustur. Ayrıca nane vegetatif üretme olanağına sahip olduğundan, her subgenu'ta çok sayıda tipler bulunmaktadır. Nane cinsi çok aromatiktir. Ancak uçucu yağın bileşimi aynı değildir. Mentha pulegium'un dahil olduğu subgenus pulegium'un uçucu yağında esas maddesi ise Menthol ve Menthon'dur.
Bu iki subgenus sitolojik olarak da birbirlerinden temel kromozom sayıları bakımından farklılıklar gösterirler.
İki subgenus arasında melezleme oldukça güç olmasına karşın kendi grupları içinde bir çok melezler vardır.
Nane cinsinin sistematiği form zenginliğinden dolayı henüz tamamlanmış değildir. Kültürü yapılanların yanında kültüre alınmamış çok sayıda türleri vardır.
Mentha piperita L.
Türkçe : NANE, İNGİLİZ NANESİ
İngilizce : Peppermint
Almanca : Pfeffeminze
Fransızca : Mentha poisree
Tanımı
Kökeni ve Yayılışı : Melez olan ve vegetatif olarak üretilen İngiliz nanesi özellikle İngiltere ve Kuzey Amerika'da üretilmekte, ancak daha sonraki yıllar bütün Avrupa'ya yayılmıştır.
Botanik Özellikleri : Sathi köklü olan M.piperita çok yıllıktır. Toprak üstü ve toprak altında çok sayıda uzun sürgünleri yayılır. Gövde dik, yarı dik veya yatık olabilir. Normal şartlarda 40-70 cm, çok iyi şartlarda 100 cm'ye yükselebilir. 4 köşeli yarı dallar çıplak veya çok ince tüylerle kaplıdır. Ana yapraklar 0.5-1.5 cm uzunluğunda saplara sahiptir. Yapraklar uzunumsu yumurta şeklinden uzun lanzet şekline kadar değişebilir. Genellikle uzunluk 2-7 cm, genişlik 1-3 cm'dir. Yaprak kenarları hafif dişlidir. Yapraklar çıplak veya hafifi tüyüdür. Özellikle alt kısımlarda ve damar kenarlarında tüyler bulunmaktadır.

Leylak renginde, küçük iki parçalı çiçekler başak görünüşünde ve kümeler halinde toplanmıştır. Çiçeklerin çanak yaprakları çan şeklinde ve çok hafif dişlidir. Belirli şekilde oyukludur ve çok sayıda yağ drüzelerini ihtiva eder. Meyve 4 tohumlu cevizciktir. Açık renkli bağlantı noktası ile mentha cinsi buna yakın cinslerden kolaylıkla ayırt edilebilir.
Kültürü
İklim ve Toprak İstekleri : Nane subtropik ve ılıman iklimlerde ve hemen hemen bir çok toprak tiplerinde yetişir. Ancak nanenin menşei düşünüldüğünde özellikle nemli bölgelere daha iyi adapte olacağı sonucuna varılır. Fakat nane uzun süren güz kuraklıklarına dayanabildiği gibi soğuklara karşı mukavemeti de fazla olduğundan soğuk bölgelerde de yetişebilir. Toprak istekleri yönünden çok seçici olmamakla beraber nemli ve humusça zengin yerleri tercih eder. Ayrıca menthol teşekkülü bakımından hafif topraklar daha uygundur. PH bakımından en uygun değerinin 5-7 olduğu zamandır.
Yetiştirme Tekniği : Nane bir melez olduğundan generatif organlarla yetiştirilmesi genel olarak yapılmaz, hatta bir çok ülkede üretiminin sadece vegetatif üreyen organları ile yapılması zorunluluğu konmuştur. Bu nedenle yetiştirme vegetatif organlarla yapılır. Bu üretim sisteminde iki yöntem uygulanmaktadır.

1. Koltuk altı sürgünleri 2. Stolonlarla


Koltuk altı sürgünleri ile yapılan yetiştirmede sürgünler belirli aralıklarla yapılır. Burada toprak üstünde kalan kısmında 1-2 yaprağın bulunması gereklidir. Bu yetiştirme şeklinde özellikle su durumuna özen gösterilmelidir. Yetiştirme sera şartlarında yapıldığında kontrol daha kolay olur. Tarla şartlarında toprağın kurumamasına özen gösterilmelidir. Tarla şartlarında koltuk sürgünleri sır a üzeri 20 cm mesafede dikilmelidir. İkinci metod uygulanacak ise bu durumda stolonlar söküldükten sonra 8-10 cm uzunlukta kesilir. Ancak her stolonda en az bir gözün bulunmasına özen gösterilir. kesilen stolonlar açılan çukurlara uçları birbirine değecek şekilde yerleştirildikten sonra toprakla temas etmesine çalışılır ve üstü kapatılır, açılan çizgilerin derinliği 5-8 cm arasında olmalıdır. Dikimde toprakta yeterince rutubetin olması arzulanan husustur. Sonradan sulama toprak yüzeyinde kaymak bağlamaya neden olduğundan pek arzu edilmez.
Nanede sıra arası mesafesi bölgeye, su ve besin durumuna göre 40-60 cm arasında değişmektedir.

Dikim Zamanı : Dikim İlkbahar ve Sonbahar mevsiminde yapılabilir. Özellikle ilkbahar dikiminde geç kalınmaması gerekir. Koşullarımızda Sonbaharda yapılması daha uygundur. Bu takdirde ilkbaharda erken gelişme olanağı sağlanacağı gibi, kış aylarında da uygun koşullardan yararlanılmış olunur.
Bakım ve Gübreleme : Nanede bakım özellikle önemlidir. Zira yabancı otlar kaliteye önemli ölçüde etkili olurken, bunlarla mücadele de çok güçtür. Mekanik yöntemler dışında herbicidilerin etkileri uçucu yağ ve kaliteye etkisi geniş olarak araştırılmadığından ve genel olarak çiçeklenme başında biçim yapıldığından herbicidlerin etkilerinin tam olarak gitmiş olduğu her zaman söylenemez. Bugün ancak herbicidlerden prometryni'in kullanılabileceği belirtilmektedir. Herbicidlerle mücadele dışında toprağı gevşetmek ve yabancı otları öldürmek için mekanik yoldan savaş yapılmaktadır.

Nanede sulama özellikle subtropik iklimlerde önemli bir sorundur. Koşullarımızda sulama zorunluluğu vardır.


Kültürel önlemlerden gübreleme verime etkili olan önemli bir faktördür. Verimi özellikle azotlu gübre arttırır. Fosfor ve potasın fazla etkisi yoktur. Nanede verim aynında özellikle uçucu yağ oranı da çok önemlidir. Uçucu yağ oranına gübrelemenin etkileri çok çeşitli bulunmuştur. Özellikle azotlu gübrenin gübrelemenin uçucu yağ oranını arttırdığı, potaslı gübrelerin ise azalttığı sonucuna varılmıştır.

Biçim Zamanı : Nane'de biçim zamanının saptanması, verim ile etken madde oranının en uygun devrenin ortaya konulması, uygulamada çok önemlidir. Genel olarak en uygun biçim devresinin çiçeklenme başlangıcı olduğu belirtilmektedir. Yapılan çalışmalarda uçucu yağın genel olarak en yüksek seviyeye çiçeklenme devresinde ulaştığı, ancak vegetasyon ilerledikçe bunun fazla bir düşüş göstermediği, hatta arttığı belirtilmektedir. Genel olarak vegetasyon ilerledikçe Menthon oranı azalırken, Menthol ve Menthylacetat oranı artmaktadır.
Verim : Nane'de evrim bölge ekolojik koşullarına göre değişmektedir. Özellikle yaprak oranı çok önemli olup, bu çeşide ekolojik koşullara ve biçim zamanına göre varyasyon göstermektedir.

Nane çok yıllık bir bitki olduğundan verimine ait veriler de değişiktir. Genel olarak dikim Sonbaharda yapıldığında en yüksek verimin 1.yıl alınacağı bildirilir. Genel olarak 3.yıl verim çok azalmaktadır.

Hastalık ve Zararlıları : Nanede verim ve kaliteye etkili olan hastalıkların en tehlikelisi nane pasıdır. Hemen bütün nane cinsleri bu hastalığa yakalanmaktadır. Pasın bitkide yayılışı alt yapraklardan üst yapraklara doğru olmaktadır. Bu nedenle alt yapraklarda hastalık görüldüğünde hemen biçim yapılmalıdır. Pas hastalığını özellikle yağışlı nemli havalar teşvik etmektedir.

Pas hastalığından başka nanelerde yaprak eke mantarı ve nane küllemesi de köklerde önemli zararlara sebep olmaktadır.
Tüketimi
Kullanılan Bitki Kısmı : Folia menthae piperitae, Herba menthae piperitae.
Etken Maddeleri : Nane yaprağının en önemli maddesi uçucu yağdır. Ancak bunun yanında tanenli, şekerli maddeler de bulunmaktadır. Uçucu yağ oranı yaş yaprakta % 0.2-0.4 arasında değişmektedir.

Nanede uçucu yağ oranı ve özellikle bileşimi bir çok faktörlere bağlıdır. Bu faktörler endogen ve exogen olarak gruplandırılabilir. Burada endogen faktörlerden en önemlisi çeşidin genotipidir. Buna göre içerdiği etken madde oranı farklı olur. ancak exogen faktörler buna büyük ölçüde etkili olurlar. Burada en fazla etkileyebileceğimiz exogen faktör topraktaki besin elementleridir. Özellikle mineral gübrelerin kullanımı ile topraktaki besin durumu ve bitkinin beslenmesi etkilenmektedir.


Nanede koku, tat ve uçucu yağındaki etki hemen 40 kadar mevcut çeşitli bileşiklerden meydana gelmektedir. Bileşimde bulunan ketonların nisbetinin % 25'i geçmemesi lazımdır. Menthofuron genellikle çiçek yağında bulunmakta ve hoş olmayan kokulara sebep olmaktadır. Bu sebepten bunlar istenmeyen maddelerdir. Başta Menthol ve Methylester'ler nanenin karakteristik koku ve tadını verirler. Bu kalite tayininde bunlar en önemli kısımları teşkil ederler. Esas etkili olan menthol nanenin karakteristik serinletme etkisine sebep olur.

Kullanımı : Nane eski devirlerden beri karminatif, midevi olarak kullanılmaktadır. Mide bulantılarını kesici ve koku verici olarak kullanılmaktadır. Ciklet, diş macunu, şeker ve daha bir çok sanayi dallarında çok fazla kullanılmaktadır.
Mentha arvensis L.
Kolayca melezlenebilen bu nanenin pek çok türü vardır. Bu yüzden klasifikasyona tabi tutmak çok zordur.
Ekonomik Önemi : M.arvensis eterik yağındaki yüksek menthol oranı bakımından tanınmıştır. Bu gün dahi bu özelliğinden dolayı tarımı yapılmaktadır.
M.arvensis'in kültür çeşitlerinin fertil olması, bunun diğer çeşitlerle melezlenmesinden sonra seleksiyon ıslahı ile başarı kazanılacağı kanaatini doğurmaktadır.
Mentha Pulegium L. (Yarpuz, Filisgin)
Mentha pulegium Avrupa'da, Akdeniz Bölgesin'de ve yurudmuzda özellikle nemli ve su basan yerlerde rastlanılan büyük yapraklara sahip, alçak buylu bir bitkidir. Bitki ortalama % 1-2 oranında uçucu yağ içerir. Bu uçucu yağın % 80-95'i Pulegon'dur. Bundan başka uçucu yağda Piperiton, Menthol, Menthon vs. bulunur.
Mentha pulegium aczacılıkta oldukça önem taşır. Pulegon toksik bir etkiye sahiptir. Karaciğer ve Gollen hastalıklarında kullanılır. Ayrıca pulegon'dan menthol elde etmede oldukça önemlidir.
Mentha spicata L.
A.B.D.'de geniş miktarda yetiştirilmektedir. Bu bitkiden elde edilen etken madde ciklet sanayiinde kullanılmaktadır.
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0

[FONT=&quot]MEYAN KÖKÜ[/FONT]




[FONT=&quot]Latince ismi : Glycyrrhize glabra[/FONT]

Yöresel adları :Biyam, Boyam, Piyam, Tatlıkök
Drog adı :Liquirrhitae radix / kök
Toplama/kurutma :Sonbahar sonuna doğru kökler sökülür, yıkanarak iyice temizlenir, genellikle kabuğu soyulur ve güneşte kurutulur. Daha sonra ince kıyılır ve hava almayan kaplarda saklanır.
Bileşim: Glycyrrhizin(şekerden 50 kere daha tatlı), steroller ve çok sayıda flavon(Liquiritin, liquiritigenin vs).
Etkileri: Balgam söktürücü, mukoza koruyucu, antiseptik, böbreküstü bezlerini etkileyici, kramp çözücü, müshil.
Kullanım alanları: Meyan kökü, iç salgı sistemini (endokrin sistem) etkileyebilen bitkiler sınıfına dahildir. Bitkinin içerdiği glikozitler, yapılarına göre, bedenin doğal steroit hormonlarına benzerlik gösterirler. İç salgı sistemi bölümünde bu maddenin işlevlerine değinmiştik. Meyan kökünün böbreküstü bezi problemlerine, örneğin Addison hastalığına(bir böbreküstü bezi yetmezliği) karşı görülen olumlu etkisi, onun bu konudaki etkinliğinin belirgin bir kanıtı olarak kabul edilir.
Meyan kökü ayrıca, tüm öksürüklere ve bronşiyal hastalıklara karşı da başarıyla kullanılabilir. Tıp tarafından mide ülseri tedavisinde kullanıldığı gibi, geleneksel tıpta da meyan kökü, mide mukoza iltihabına ve mide ülserine ve kabızlığa karşı kullanılır. Ayrıca, kramp çözücü etkisi de unutulmamalıdır.
Kullanım biçimleri: Bir çay kaşığı ince kıyılmış meyan kökü, bir bardak soğuk suya eklenir, hafif ısıda kaynama derecesine kadar ısıtılır, üstü kapalı olarak 10-15 dakika hafif ısıda kaynatılır ve süzülür. Yemeklerden sonra 1 bardak olmak üzere, günde 2-3 bardak taze demlenmiş çay içilir.
Uyarı: Önerilen dozajlara uymak kaydıyla, tedavi kürleri 4-5 haftayı aşmamalıdır. Aksi halde, eklemlerde ve yüzde ödemler oluşabilir; dışkılanan sodyum miktarı azalır ve potasyum miktarı artar. Uygulanan tedavi süresince, örneğin muz ve kuru kayısı gibi potasyum açısından zengin olan besinlerin tüketilmesi doğru olur.

SARS Hastalığına Karşı "Meyan Kökü"

Dünya geçtiğimiz yıl içinde SARS'la tanıştı. Bilim adamları bu hastalığı yenecek antikorlar geliştirmeye çalışırlarken, geçtiğimiz günlerde SARS'ın çözümünün doğada bulunduğu açıklandı. Alman virologlar, meyan kökünden elde edilen bir maddenin, SARS'a karşı kullanılan ribavirin maddesinden çok daha etkili olduğunu kaydettiler.

The Lancet dergisinde yayımlanan habere göre, Frankfurt Üniversitesi'nin kliniğinde görevli virologlar, meyan kökünden elde edilen ve HIV-1 (AIDS virüsü) ve Hepatit C virüsüne karşı başarıyla kullanılan glisirizin maddesinin, laboratuvar ortamında SARS virüsünün çoğalmasını engellediğini açıkladılar. Meyan kökünün özünün etkinliği SARS koronavirüsü tarafından enfeksiyona uğramış maymun hücreleri üzerinde de test edildi.

Prof. Prakash Chandra, kullanılan ribavirin maddesinin toksik etkisine dikkat çekerek, glisirizin maddesinin yüksek konsantrasyona rağmen yan etkisinin çok az olduğunu, uzun dönem araştırmalarının yapıldığını, bu maddenin ucuz olduğunu ve zehirli olmadığını belirtti. Meyan kökündeki bu madde, yüksek dozda kullanıldığında SARS virüsünün üremesini tamamen durduruyor. Bu bitki, virüsün, enfeksiyona yol açan hücrelere bağlanmasını zorlaştırarak üremesini engelliyor.
Meyan Kökü Hakkında

Tarihte Yunanlılar, Mısırlılar, Çinliler ve Hintliler gibi birçok toplum tarafından da kullanılmış olan meyan kökü, Güney ve Orta Avrupa'da vahşi doğada yetişiyor; Rusya, İspanya, İran ve Hindistan'da ise özel olarak yetiştiriliyor. Meyan kökü geleneksel Çin doktorluğunda sıkça kullanılan bir bitki. Çinliler diğer bitkilerle karıştırarak meyan kökünün canlılık vermesini sağlıyorlar.

Haziran-Temmuz ayları arasında sarı-mavi veya kahverengi çiçekler açan, 0,4-2 m yüksekliğinde, çalımsı bitkilere "meyan" denir. Yaprakları parçalıdır, yaprakçıklar 4-7 çiftlidir. Çiçekleri başak şeklindedir. Taç ve çanak yaprakları iki dudaklıdır, üst dudak iki kısa dişli, alttaki üçü uzun dişlidir. Meyan bitkisinin 6 türü Türkiye'de yetişmektedir. Daha çok Güney, Orta ve Doğu Anadolu'da yaygınlık göstermektedir. Bir kısmının kökleri tatlı, bir kısmının ise acıdır.

Bitkinin kökleri, meyan kökü olarak tanınmakta ve kullanılmaktadır. Köklerinin kabuğu soyulduktan sonra veya soyulmadan önce güneşte kurutularak piyasaya sürülür. Bileşiminde nişasta, şekerler, zamk, rezin, glisirrizin vardır. Glisirrizin şekerden daha tatlı bir bileşiktir. Köklerdeki miktarı, bölgeden bölgeye değişir ve köklerin de etkili maddesidir.

Meyan Kökü: Bir ecza deposu


Meyan kökü dünyada biyolojik olarak en aktif olan bitkilerden biridir. Örneğin Meyan kökü bir magnezyum ve silisyum kaynağıdır.

Meyan kökü, mideyle ilgili sağlık problemlerinde son derece etkilidir. İçerdiği glisirutenik asid (GLA), deglisirine meyan kökü (DGL) ve karbenoksolen sodyum (CS) maddeleri, bilinen en etkili anti-ülser ilaçlarındandır.

Meyan kökü ayrıca cilt problemlerine de iyi gelir. Meyan kökü tüketimi ciltte oluşan aknelerin tedavisinde etkilidir.

Meyan kökü, ateş düşürücü özelliğinin yanı sıra, karaciğerin toksik maddeleri süzmesinde de yardımcıdır. Hepatit, siroz gibi karaciğer hastalıklarının tedavisinde meyan kökünde bulunan GLA'nın detoksifian etkisi kanıtlanmıştır. Bitkinin göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici özellikleri de vardır. Mide hastalıklarında, özellikle gastritte de son derece yararlıdır.

Meyan kökü eczacılıkta toz halinde, hapların hazırlanmasında şekil vermede kullanılır. Ayrıca taze veya kuru köklerinin kaynar su ile karıştırılması ve sonra alçak basınçta yoğunlaştırılması suretiyle meyan balı elde edilir. Meyan balındaki glisirrizin miktarı daha fazladır. Meyan kökü, piyasada toz veya kalıplar halinde bulunur. Parlak siyah renkli, tatlı lezzetlidir. Suda kolaylıkla erir. Meyan kökünün su ile birleştirilmesi sonucunda elde edilen karışıma ise meyan şerbeti denir. Koyu esmer renkli ve tatlı lezzetli, göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici ve serinletici özellikte olan bu şerbet daha çok Güneydoğu Anadolu bölgesinde elde edilir ve kullanılır.

Şifalı Bitkiler Allah'ın birer rahmetidir

Şimdi biraz düşünelim. Meyan kökü en başta sadece küçücük, tahta görünümünde bir tohumdur. Ancak bu tohum kök saldığında ve filizlendiğinde sahip olduğu özelliklerle birçok hastalığa şifa olabilecek maddeler içermektedir. Verimsiz topraklarda bile yetişen bu bitkinin, birçok hastalığın yanı sıra bir gün dünyayı pençesine alan SARS adlı bir hastalığa da çare olabildiği anlaşılmıştır.

Bilim adamları en gelişmiş teknolojik aletlerle laboratuvarlarda bu hastalıklara çare ararken, küçücük bir tohum bütün bunları tek başına başarabilmektedir. Böyle bir şeyi tohumun kendi kendine başarmış olması mümkün müdür? Ya da tesadüfler, bu küçücük tahta parçasının içinde, bu kadar detaylı ve karmaşık bilginin bir araya gelmesini sağlamış, bu sayede bitkiye şifa verici özelliklerini kazandırmış olabilir mi? Elbette hayır. Bu bitkinin tohumuna sahip olduğu bütün bu özellikleri yerleştiren Yüce Allah'tır. Rabbimiz bizlere hem hastalıkları hem de onlara şifa olan bu bitkileri yaratarak üstün ilmini ve sonsuz rahmetini göstermektedir.

Yeryüzündeki tüm bitkiler, insanlar ve bütün canlılar için özel olarak tasarlanmışlardır. Bu da bize Allah'ın yaratmadaki gücünü ve eşsiz sanatını gösterir. Allah Kuran'da şöyle buyurur:

"Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır." (Nahl Suresi, 13)
Meyankökü / Süssholz / Réglisse / Licorice / Piyan / Boyan / Glycyrrhiza / Licorice

Meyan kökü ne yazık ki ülkemizde çok yetişmesine rağmen sağlıklı hayat için önemi ve yeri tam olarak bilinmediği için veya önemsenmediğinden önemli bir bölümü ihraç edilmektedir. İhraç edilmesi güzel bir şey olup bizi mutlu etmesi gerekirken bizim bundan hayıflanmamız hoş değildir biliyorum. Ancak bizim rahatsızlığımızın sebebi, neredeyse tek başına bir sağlık memuru gibi olan meyan kökünün bizim insanımız tarafından yeterince bilinmemesi ve sağlıklı bir hayat için kullanılmaması.

Meyan , haziran-temmuz ayları arasında sarı-mavi veya kahverengi çiçekler açan, 0,4-2 m yüksekliğinde, çok yıllık çalımsı bir bitkidir. Yaprakları parçalı, yaprakçıklar 4-7 çiftlidir. Çiçekler başak şeklinde durumlar yapar. Taç ve çanak yaprakları iki dudaklı ve üst dudak iki kısa dişli, alttaki üçü uzun dişlidir. Meyveleri düz ve salgı tüylüdür. Meyan bitkisinin 6 türü Türkiye’de yetişmektedir. Daha çok Güney, Orta ve Doğu Anadolu’da yaygınlık gösterir. Bir kısmının kökleri tatlı, bir kısmının ise acıdır.

Meyan kökünün içerisinde % 10 kadar doğal bitkisel şekerin yanında balgam ve idrar söktüren benzoatlı madde ve ayrıca kortizona benzeyen maddeler ile nişasta da bulunmaktadır.

Tatlı meyan (Glycyrrhiza glabra): Anadolu’da iki çeşidi bulunur. Bu türün çiçekleri mor ve tüysü yapraklıdır. Meyvelerinin üzeri çıplaktır veya tüylüdür. Bazı yerlerde piyan olarak da bilinir. Bitkinin kökleri, meyan kökü olarak tanınmakta ve kullanılmaktadır. Köklerinin kabuğu soyulduktan sonra veya soyulmadan güneşte kurutularak piyasaya sürülür. Bileşiminde nişasta, sekerler, zamk, rezin, glisirrizin vardır. Glisirrizin şekerden daha tatlı bir bileşiktir. Köklerdeki miktarı, bölgeden bölgeye değişir ve köklerin de etkili maddesidir. Kökler, göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, idrar çoğaltıcı ve tat düzenleyici özelliğe sahiptir. Eczâcılıkta toz hâlinde, hapların hazırlanmasında şekil vermede kullanılır. Sigara ve plastik sanâyiinde de kullanılan ilkel maddedir. Kola türü içeceklerin terkibine de girer. Ayrıca taze veya kuru kökleri kaynar su ile işlem gördükten sonra alçak basınçta yoğunlaştırılarak meyan balı elde edilir. Toz veya kalıplar hâlinde satılır. Parlak siyah renkli, tatlı lezzetlidir. Suda kolaylıkla erir. Meyan balındaki glisirrizin miktarı daha fazladır. Meyan balının göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici, yara iyi edici özellikleri vardır. Mide hastalıklarında özellikle de gastritte faydalıdır. Meyan köküsuda eritilerek meyan şerbeti elde edilir. Daha çok Güneydoğu Anadolu bölgesinde bilinir ve kullanılır. Meyan şerbeti koyu esmer renkli ve tatlı lezzetlidir. Göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, öksürük kesici ve serinletici özelliktedir.

Her türlü öksürükte

Her türlü öksürükte meyan kökü çok etkilidir. 50 gram kadar meyan kökünü 1 litre suya atıp 10 dakika kadar kaynatın. Bu çayı akşamdan yapın ve bir gece bekletin. Gün boyunca aç veya tok karnına iki üç bardak içebilirsiniz.

Ayrıca meyan kökü çayı

Bu çayla yapılan gargara ağız içi yaralarını iyileştirir.

Nezleyi tedavi edici özelliği vardır.

Balgam söktürür.

Güzel bir sese sahip olunmasını sağlar. (özellikle mesleğinde sesini kullananlar bu çayı sabahları içmelidirler )

Mide ve on iki parmak ülserinde ve gastritte faydalıdır. (Bu durumda yemeklerden sonra içine bir parça tarçın katılmış meyan kökü çayı içilmelidir.)

Meyan kökü tozu

Yemekten sonra alınacak bir çay kaşığı meyan kökü tozu bağırsakları rahatlatır.

Yine aynı miktar meyan kökü tozu idrar söktürücü vazifesi görür.

Meyan kökü balı

Meyan kökü bitkisinden elde edilen bu bal suda kolayca çözülür ve özellikleri meyan kökü ile aynıdır.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]MERSİN





[FONT=&quot]Latince ismi : Myrtus communis[/FONT]

Mersin: (Myrte / Myrte / Myrtle / As / Asmar / Sıçankulağı otu / Myrtus/ Murt/Hambelez) Mersingiller ailesindendir. 100 kadar türü vardır. Karadeniz, Ege ve özellikle Akdeniz kıyılarımızda kendiliğinden yetişir.
Mayıs-haziran ayları arasında, beyaz renkli çiçekler açan, 1-3 m boylarında, yapraklarını dökmeyen, bir ağaççıktır.
Yapı itibariyle gövde ve dallar şeklinde değil maki görünümündedir. Yapraklar kısa saplı ve karşılıklı, yeşil renkli, derimsi, oval şekillidir ve üzerinde salgı bezleri bulunur. Yaprakları hoş kokuludur. Yapraklarında ve çiçek dallarında reçine, tanen, sinaol, terpen, mirtol, pinen gibi maddeler vardır. Çiçekler beyaz, uzun saplı olup, tek olarak her bir yaprağın koltuğunda bulunur. Mersinde murt, Adana - Hatay taraflarında hambelez, diğer yörelerde mersin denilen meyveleri nohut büyüklüğünde, beyaz üzerine morumsu siyah lekelidir. Meyvenin ortalarında çok miktarda incirinkinden biraz irice olan hafif kekremsi çekirdekleri murt yeme zevkini azaltır. Murtda uçucu yağ, şeker, sitrik asit bulunur.
Mersin bitkisi gün geçtikçe azalmaktadır ve böyle giderse kısa süre sonra neslinin tükenme tehlikesi vardır. Doğal olarak yetiştiği yerler tarım alanı yapıldıkça yaşam alanı daralmaktadır. Merkeze bağlı bazı köylerde kendiliğinden yetişen kaliteli murtlar toplanıp satılmakta ve küçümsenmeyecek paralar kazanılmaktadır. Ancak yinede hiç kimse “murt bahçesi” yapmayı ciddiye almamaktadır.
Mersingiller familyasında yer alan aynı cinsten 1000 kadar bitki türünün genel adı Mersin'dir. Anayurdu Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda olan, kış mevsiminde yapraklarını dökmeyen ve 2-5 metreye kadar boylanabilen ağaç ya da ağaççıklardır. Burada sözünü edeceğimiz, Yabani ya da Adi mersin (M. communis) adı verilen tür, Akdeniz Bölgesi'nin bitkisi olup Batı ve Güney Anadolu kıyı şeridimizde bulunan güneşli ve kurak alanlardaki makiler arasında bol bol yetişmektedir. Üst yüzeyinde pek çok saydam nokta (yağ bezeleri) bulunan yaprakları sert, meşinimsi, kenarları düz, küçük, üzeri koyu yeşil, altı daha açık yeşil ve tam ortası boydan boya çizgili olur. Mersinin yaz ortasından sonbahara kadar açan altın renkli erkek organlı beyaz çiçekleri ve yuvarlak kesitli, kırmızımsı renkte dalları vardır. Bitkinin ikinci yılında dalları bej renge dönüp odunsulaşır. Başlangıçta etli ve beyaz olan meyveleri, olgunlaştığında koyu mavi-siyah renge döner. Mersin bitkisinin dal, yaprak, çiçek ve meyveleri hoş kokuludur. Bitki, döktüğü tohumlarla kendiliğinden çoğalır ya da gövde çelikleriyle üretilir.
Mersinin yaprak ve çiçekli dallarında tanen, reçine, acı birtakım maddeler ile uçucu yağlar; meyvelerinde yüksek oranda A vitamini, tanen, şeker ve asitler bulunur. Tatlı ve hoş kokulu meyveleri pazarlarda satılır ve yenir. Körpe yaprakları ise, defne gibi, et yemeklerine çeşni vermesi için kullanılır.
Kullanıldığı yerler:
Murt dalları talvar (gölgelik) yapımında, Tak, Düğün salonu, sahne, kürsü süslemede, kesme çiçek tanziminde kullanılır. (Veya kullanılırdı) Murt; Mesane iltihaplarını giderir. Nezlede faydalıdır. Akciğer iltihaplarında kullanılır. Bel soğukluğunda faydalıdır. İshali keser. Mide ağrılarını giderir. Egzamada faydalıdır. Saçları boyamakta kullanılır. Bitkinin yaprakları, çiçekli dalları ve yapraklarından elde edilen uçucu yağ (Mersin esansı) kullanılır. Yaprak ve meyveler kabızlıkta, mikrop öldürücü, iştah açıcı, kan dindirici, antiseptik ve hâricen yara iyi edici olarak kullanılır. Taze yapraklarından, su buharı distilasyonu ile “Mersin Esansı” elde edilir. Bu esans renksiz, akıcı, özel kokulu ve yakıcı lezzetlidir. Takriben 100 kg yapraktan 300 gr esans elde edilir. Mirtenol, sineol ve terpenler ihtivâ ederler. Gıda ve parfümeri sanayisinde kullanılan önemli bir ham maddedir. Yöresel olarak şeker hastalığına karşı da (günde 10 damla) kullanılır. Mersin meyveleri uçucu yağ, tanen, sekerler ve organik asitler ihtivâ eder. Antiseptik özelliği de bulunan meyveler yemiş birkaç gün bozulmadan bekleyebilir.
Tıbbi Etkileri ve Kullanımı
Bitkinin tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:

• Peklik verici ve özellikle çocuklarda diyareyi kesicidir.
• İştah açıcıdır.
• İdrar yolları enfeksiyonlarında antiseptik etkisi vardır.
• Doku ve damar büzücü niteliği nedeniyle kanı dindirici etkileri görülür.

Sayılan bu etkilerinden yararlanmak üzere, bitkinin yapraklan her mevsimde toplanır ve gölgelik, havadar bir yerde kurutulur, 1 tatlı kaşığı kurumuş mersin yaprağı üzerine 4 bardak kaynar su dökülüp 10-15 dakika süreyle demlendirilerek hazırlanan infüzyon, günde iki kez birer bardak içilir.
• Mersin, antiseptik etkiler taşır. Bu etkisinden yararlanmak üzere, bitkinin yaprakları suda kaynatılıp buharı damıtılarak elde edilmiş ve piyasada satışa sunulmuş suyu, dıştan bedene uygulanır.
• Ayrıca A vitamini yönünden zengin olan mersin meyvesinden şurup yapılarak içilmesinin, görme yeteneğini artırdığı ileri sürülmektedir

Likapa (Yaban Mersini)

SİSTEMATİKTEKİ YERİ

Takım : Ericales
Familya : Ericaceae
Alt Familya : Vacciniaceae
Cins : Vaccinium
Alt Cins : Batodendron
: Euvaccinium (3 şubeye ayrılır)

1- Myrtillus
Vaccinium myrtillus (Adi yaban mersini)
Vaccinium uliginosum (Bataklık yaban mersini)
2- Hemimyrtillus
Vaccinium arctostaphylos
3- Vitis-idea
Vaccinium vitis-idea (Noktalı küçük yaban mersini)
: Oxycoccus (Cranberry)
Vaccinium macrocarpon
Vaccinium oxycoccus
: Cyanococcus (kültürü yapılan likapalar)
Vaccinium corymbosum L. (Kuzey orijinli yüksek çalı yaban mersini)
Vaccinium australe L. (Güney orijinli yüksek çalı yaban mersini)
Vaccinium ashei Reade (Tavşangözü yaban mersini)
Vaccinium angustifolium L. (Alçak çalı yaban mersini)
Vaccinium myrtilloides L. (Alçak çalı yaban mersini)



Ayrıca yarı yüksek çalı formundaki likapalar (yüksek çalı x alçak çalı melezleri) ve Güney orijinli yüksek çalı formundaki likapalar (Vaccinium corymbosum x Vaccinium darrowi melezi) da kültürü yapılan likapa grubunda yer almaktadır.

Yüksek çalı formundaki likapalarından yeni çeşitlerin geliştirilmesi 1900’lü yıllardan önce başlamıştır. Bu amaçla doğal ortamlarda yetişmekte olan iyi tipler selekte edilerek çoğaltılmış ve koleksiyon bahçeleri oluşturulmuştur. Bu çalışmalara Maine, New York ve Michigan’da başlatılmıştır. Çiftlik sahibi olan ve doğadan topladığı iyi tip yabani likapalar ile bir bahçe tesis eden bayan Elizabeth White, 1906 yılında bu bahçesi ve tüm imkanlarını Ziraat Mühendisi F.V. Coville’ye sunarak likapa çeşit ıslahı çalışmalarının başlamasını sağlamıştır. Bu çalışmaların başlangıcında Pioneer, Katherine, Cabot ve Rubel gibi birkaç çeşit ıslah edilerek 1920’lerde Amerika’da yeni bir meyve endüstrisinin kurulması sağlanmıştır.

Yüksek boylu çalı formundaki likapalar (Vaccinium corymbosum),

Güney orijinli yüksek boylu çalı formundaki likapalar (Vaccinium australe) ve

Alçak boylu çalı formundaki likapalar(Vaccinium angustifolium) 4n,

Tavşangözü likapaları (Vaccinium ashei) 6n, diğer türler ise 2n
kromozom sayısına sahiptir (n=12).

ANATOMİK VE BOTANİK ÖZELLİKLERİ
Toprak üstü organları:

Ocak şeklinde bir görünüm arz eden likapa bitkisinde toprak üstü
organlarını dip kısımdan çıkan yeni, sukkulent yapıdaki sürgünler, odunlu çalı formundaki sürgünler ile 1 yaşlı sürgünler üzerinden çıkan yeni yeşil yan sürgünler oluşturmaktadır. Sırık(sopa) şeklindeki likapa sürgünleri 10-20 yıl yaşayabilir ancak 5-7 yıl sonra bu sürgünler budanarak çıkarılmalıdır. Yüksek boylu çalı formundaki likapalar 120-300 cm boylanabilir. Alçak boylu çalı formundaki likapalar 90 cm boylanabilirken yarı-yüksek boylu çalı formundaki likapa çeşitleri bu iki grup arasındadır. Tavşan gözü likapaları ise daha uzun sürgünlere sahip olup kuvvetli gelişme gösterirler ve 610 cm boy yapabilmektedirler.

Kök sistemi:
Yüksek boylu çalı formundaki likapaların kökleri ince, kök kılları olmayan lifli kök yapısına sahiptir. Su ve besin maddelerinin kökler tarafından absorbe edilebilmesi için çoğunlukla endotrofik mikorizalar (VAM) ile birlikte yaşarlar. Kökler bitkinin tabanından itibaren 180 cm’ye kadar yayılabilir ancak nadiren 90 cm derine penetre edebilirler. Alçak boylu çalı formundaki likapaların köklerinde de kök kılı yoktur. Çok ince ve lif (iplik) gibi olan kökleri vardır. Bu likapa bitkileri toprak altı rhizomlardan adventif olarak büyürler. Dolayısıyla alçak boylu çalı formundaki likapalar yayılıcı form gösterirler. Zamanla bitkiler birbirine eklenerek tek bir gövdeliymiş gibi büyüme meydana gelebilir.

Tomurcuklar ve Çiçekler: Likapalarda meyve gözleri yaz sonları ile sonbahar aylarında oluşmaktadır. Tomurcuk gelişimi sürgün ucundan aşağıya doğru yani bazipetal olarak meydana gelir. Çiçek tomurcuklarının sayısı iklime bağlı olduğu kadar sürgün gelişme kuvvetine yani çapına da bağlıdır. Tomurcukların içinde yer alan çiçek demetinin farklılaşması ise aşağıdan yukarı doğru yani akropetal olarak gerçekleşmektedir.

Meyve Gelişimi: Likapalarda meyve iriliği, sürgün çapına ve çekirdek sayısına bağlıdır. Kalın sürgünler daha iri meyve verebilirken döllenme sonucunda meyvede meydana gelen çekirdek sayısının fazlalığı da iri meyve ile sonuçlanır. Bu arada karşılıklı tozlanma da meyve iriliğini artırıcı yönde etkin rol oynamaktadır. Likapalarda meyve tutumu için tozlanma gerekmektedir.

Tozlanma: Likapalarda tozlanma entomofil yani böceklerle olmaktadır. Çünkü böcekleri çeken hoş kokulu ve nektar içeren çiçeklere sahiptir. Likapa çiçeklerinin taç yaprakları birleşik olup uç kısımda açıklık vardır. Ters dönmüş çan şeklindeki likapa çiçeğinde yumurtalığın dip kısmında nektar olup misk kokusu ile böcekleri çiçeğin dip kısmına kadar çeker. Likapa çiçeklerindeki polenler çok ağır olup yapışkandırlar ve rüzgar ile hareket etmezler. Erkek organları da dişi organdan uzun olup çiçeğin uç kısmından dışarı doğru çıkmıştır. Bu yüzden erkek organlardan ayrılan polenler dişi organ tepesine uğramadan çiçeği terk ederler. Ayrıca, dişi organ kendi kendine tozlanmayı engelleyecek şekilde çıkıntılıdır. Bu yüzden karşılıklı ve arılarla tozlanmaya gerek vardır.

LİKAPA YETİŞTİRİCİLİĞİ (YÜKSEK BOYLU LİKAPA)

Sıcaklık
Don olayı olmayan en az 160 günlük yetişme periyodu ister
Gelişmesi için 2000 gün derece sıcaklık ister
Soğuklama süresi 650-850 saat arasındadır



Soğuklara dayanım

Gözler : -26.3 ila -29.1°C’ye kadar dayanır
Gövde : -29.1 ila -34.7°C’ye kadar dayanır
Çiçekler : -1.12 ila -4.48°C’ye kadar dayanır

Gün Uzunluğu: Uzun günler bitkideki vegetatif gelişmeyi teşvik ederken yaz sonları ile sonbahar aylarındaki kısa günler meyve tomurcuğu gelişimini artırır.

Nem: Likapalar kök kıllarından yoksun olduğu için topraktaki nem değişikliklerine son derece hassastırlar. İklime, çeşide ve gelişme kuvvetine bağlı olarak büyümeleri ile meyve verdikleri dönem boyunca haftalık olarak yaklaşık 2.54-5.08 cm suya ihtiyaç duyarlar. Sulamada kullanılan su kaliteli olmalı, çok az veya hiç tuz içermemeli ve kalsiyum içeriği çok az veya hiç olmamalıdır.

Toprak: İdeal likapa toprağı, drenajı iyi olan, asitli ve kumlu topraklardır. Likapa yetişebilecek toprakların pH’sı 4.5-5.2 arasında olmalıdır. Organik madde kapsamı yüksek olan ağır topraklar da likapa yetiştiriciliği için uygundur. Yayla alanlarındaki toprakların likapa yetiştiriciliğine uygun hale getirilmesi için dikim öncesi kompost veya asit torf ilave edilmelidir. Ayrıca, odun talaşı, çam ibresi veya çam kabukları ile bitkiler malçlanmalıdır.

Yer Seçimi: Likapa tarımı için en uygun alanlar, tam güneş alan veya biraz gölge olan, güney yöneye bakan ve hafif meyilli olan alanlardır. olmalıdır. Ayrıca su drenajı ile hava akımının da nispeten iyi olması gerekir. Ayrıca likapa çiçeklerinin soğuklara dayanımının diğer birçok üzümsü meyveden daha yüksek olduğu da unutulmamalıdır. Bu açıdan kuzey-batıya bakan alanlar da yetiştiricilik için uygundur. Genel bir ifade ile yabani likapaların, orman güllerinin, defne, kızıl ağaç ve çamın karışık olarak yetiştiği alanlar likapa yetiştiriciliği için uygundur.

Arazi Hazırlığı
  • Drenajı artırmak için arazi işlenir.
  • Toprak organik maddesini artırmak için yüzey örtücü bitkiler ekilir ve toprak işlemeile birlikte toprağa karıştırılır.
  • Ahır gübresi verilir.
  • Gerekli ise toprakta pH ayarlaması yapılır. Bu amaçla toprak tipine ve toprak pH’sına göre gerekli olan kükürt miktarı hesaplanarak dikimden en az 6 ay önce toprağa verilir.
  • Toprak tahlilleri sonucunda gübre ilavesi yapılır. P, K, Ca, Mg v.s gübreler toprağın üst 30 cm’sine verilir. Gübrelemede amonyumsülfat gübresi kullanılabilir. Nitratlı gübreler kullanılmamalıdır.
  • Drenajın zayıf olduğu düz arazilerde mutlaka masura yapılarak toprak 35 cmyükseltilmeli ve bitkiler 120-150 cm genişliğindeki masuralara dikilmelidir.
Dikim: Bölgedeki kış soğukları ile muhtemelen don olaylarına bağlı olarak dikim ilkbahar veya sonbaharda yapılabilir. Fidanlar fidanlıktaki veya saksıdaki derinlikleri kadar derine dikilmelidir. Derin dikim yapılmamalıdır. Dikim sonrası sıra boyunca 60-120 cm genişliğinde ve 15-20 cm kalınlığında malçlama yapılmalıdır. Bitkiler büyümeye başlayınca ve büyüme periyodunca azotlu gübreleme yapılır. Gübre olarak amonyumsülfat kullanılabilir ve ihtiyaç duyulan gübre miktarı bölünerek verilmelidir.

Aralık- Mesafeler: Likapa yetiştiriciliği yapılan ülkelerde dikim mesafesi sıra üzerinde 120 cm, sıralar arasında ise 300 cm olup bu aralık ve mesafeler 152 ile 365 cm’ye kadar çıkarılabilmektedir. Likapa yetiştiriciliğinde likapa sıraları arasındaki mesafe 250 cm’den daha az olmamalıdır. Bu mesafe hasat sırasında işçilerin rahat çalışabilmesi için gereklidir.

Dikim Fidanları
Likapa bahçesi tesis aşamasında 3 farklı fidan tipi tercih edilebilir. Bunlar;

- Bir yaşında köklü çelikler
- Fidanlıklarda üretilmiş 2-3 yaşında açık köklü fidanlar
- Fidanlıkta üretilmiş 2-3 yaşında tüplü fidanlar

Budama :Likapa ocağındaki sürgünlerin yaşları arasında bir denge kurmak için yaşlı ve genç sürgünlerde her yıl belli oranda azaltma (çıkarma) şeklinde yenileme budaması yapılır. Ayrıca, zayıf ve hastalıklı sürgünler budama ile uzaklaştırılır, verimden düşen yaşlı sürgünlerin bir kısmı çıkarılır, gölgelemeden dolayı diğer sürgünlerin gelişimini engelleyen genç sürgünlerde aralama budaması yapılır ve bitkinin taç kısmında yer alan dalların yoğunluğu ayrıntılı budama ile azaltılır. Aynı yaş grubuna giren aynı sayıdaki 15-20 sürgün bırakılarak bitkide sürgün-meyve oranı dengelenmelidir.

Hastalık ve Zaralılar
Mantari Hastalıklar

Likapalardaki mantari hastalık riski diğer birçok üzümsü meyveye göre çok daha azdır.

Mantari hastalıklardan
- Mumlu tane hastalığı (Monilia vaccinii-corymbosi)
- Pomopsis kanser ve dal yanıklığı (Phomopsis vaccinii)
- Fitofitora kök çürüklüğü (Phtophtora cinnamoni)
- Meyve çürüklüğü
Antraknoz (Colletotrichum gloesporioides)
Alternaria (Alternaria alternata)
Virüs hastalıkları

Likapalarda sıkıntı yaratan virüs hastalıkları bulunmaktadır. Bunlar,
- Likapa Scorch virüsü
- Kısa bağcık virüsü
- Likapa yaprak benek virüsü
- Nekrotik halkalı benek virüsü
- Kırmızı halkalı benek virüsü
Zararlılar

Doğrudan meyve ile beslenerek ürün kaybına sebep olan zaralılar
- Kranberi meyve kurdu
- Likapa kurtçuğu
- Kiraz kurdu
- Erikli hortumlu böceği

Virüs veya mikoplazma benzeri organizmalara vektör görevi yaparak veya yapraklarla beslenerek bitkiye zarar verip indirekt olarak meyve miktarını azaltan zararlılar
- Sivri burunlu yaprak delenler
- Kabuklu bitler
- Likapa tomurcuk delen
- Likapa gövde delen
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]MAYDANOZ





[FONT=&quot]Latince ismi : Petroselinum crispum[/FONT]

Akdeniz ülkesi bitkisi olan maydanoz kök ve yapraklarından yararlanmak amacıyla üretilir. Yeşil yaprakları yemeklerde ve mezelerde garnitür olarak kullanılırken köklerinin de bazı yemek ve çorbalarda kullanılabilmektedir.
Günümüzde üretimi yapılan maydanozlar başlıca 2 ayrı grupta yer almaktadır.

Petroselinum crispum (Mill.) var. Neapolitanum Danert : Yaprak maydanozu olup yaprakları parçalı büyük ve küçük, kıvırcık ve düz, ince ve geniş olan formları vardır. Kökleri ince yapılıdır. İki ana grubu vardır.

Düz yapraklı maydanozlar : Ülkemizde yetiştirilen gruptur.
Kıvırcık yapraklı maydanozlar : Yaprakları çok kıvırcıktır.

Petroselinum crispum (Mill.) var. Tubesorum Crow. : Kök maydanozu olup, yaprakları çok incedir. Kökleri havuç gibi şişkin kısa, küt, uzun veya geniş olabilmektedir.

Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de 12 ay boyunca pazardan eksik olmayan maydanoz E vitamini bakımından oldukça zengin kokulu bir sebzedir. Yemek ve salataların vazgeçilmez sebzesidir.

Maydanoz, ülkemizde ticari olarak Akdeniz, Ege ve büyük çaplı olarak Marmara bölgelerinde üretilirken, uygun iklim koşullarında bütün bölgelerimizde bahçelerde küçük çaplı olarak yetiştirilir.

Maydanoz Akdeniz ülkelerinin bitkisidir. İspanya, Yunanistan. Fas, Cezayir ve Tunus da bol miktarda yabani maydanoz bulunduğu bildirilmektedir. Yetiştiriciliği M.Ö. 4000 yıllarına dayanır.

Maydanoz normal olarak iki yıllık bir kültür bitkisidir. Birinci yıl yaprak ve yeşil aksamını, ikinci yıl ise çiçek ve tohumlarını oluşturur. Bunun yanında kökler toprak içinde uzun seneler kalabildiği için çok yıllık bitkiler grubunda da görülür. Ülkemizde yılda 32.000 ton maydanoz üretimi yapılmaktadır.

Bir tutam maydonoz ile gelen sağlık
Güzellikten yemeklere kadar her şeyde kullanılan maydanoz, sağlık açısından da çok yararlı.
Bir tutam maydanoz günlük C vitamini ihtiyacını karşılarken, toksinlerin vücuttan atılmasını sağlıyor, kanı temizliyor, kansızlığa, böbrek ve karaciğer rahatsızlıklarına iyi geliyor...
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dursun Eşiyok, maydanozun bir vitamin kaynağı olduğunu belirterek, “Maydanozun yaprakları A, C, K vitaminleri ve demir bakımından zengindir. Ayrıca potasyum, kükürt, kalsiyum, magnezyum ve klorin yönünden de zengindir” dedi. Bir tutam maydanozun günlük C vitamini ihtiyacını karşıladığını belirten Prof. Dr. Eşiyok, “Maydanoz, toksinlerin vücuttan atılmasını sağlarken, kanı temizler, kansızlığa, böbrek ve karaciğer rahatsızlıklarına iyi gelir” diye konuştu.

Maydanoz bitkisinin sindirim enzimlerini uyararak sindirim rahatsızlıklarını dindirdiğini kaydeden Prof. Dr. Eşiyok, maydanozun ayrıca iltihaplı yaraların iyileşmesine yardım ettiğini söyledi.

Prof. Dr. Eşiyok, maydanozun mide ve bağırsaklarda gaz birikmesini engellediğini de ifade ederek, “Maydanoz, idrar yollarının temizlenmesine yardım eder. Romatizmada, damar sertliği, tansiyon düzensizliklerinde, şişmanlıkta kullanılabilecek bir bitkidir. Ayrıca, böbrek taşı, kum gibi rahatsızlıklarda da etkilidir.”

Maydanoz, ülkemizde ticari olarak Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde yetiştiriliyor. Maydanoz, toprak istekleri bakımından seçici değildir. Rutubetli ve sulak toprakları sever. Ağır olmayan, bitki besin maddelerince zengin bütün topraklarda yetişebilir. Ancak derin bünyeli topraklarda çok iyi sonuç verir.
Kanı alkali yaparak susuzluğu giderir. Damarları genişleterek tansiyonu düşürür.
Kansızlığı giderir.
Hazmı kolaylaştırır iştah açar.
İdrar söktürür , romatizma selülite de faydalıdır.
Regl kanamalarını normale getirir, güç regllerin kolay olmasını sağlar.
Yumurta kanallarını yumuşatarak hamileliği kolaylaştırır.
Kanı temizler,direnci artırır, cildi güzelleştirir.
Salgın hastalıklardan korumayı sağlar.
Kansere karşı korur.
Genç kalmayı sağlar.
Bedeni ruhi bunalımı geçirir.
Karaciğer ve safra kesesi rahatsızlıklarında faydalıdır.
Diş kanamalarını geçirir, önler
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]MANDALİNA





[FONT=&quot]Latince ismi : Citrus reticulata[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma

Alem:
Plantae
Bölüm:
Magnoliophyta
Sınıf:
Magnoliopsida
Alt sınıf:
Rosidae
Takım:
Sapindales
Familya:
Rutaceae
Cins:
Citrus
Tür:
C. reticulata
Mandalina (Citrus reticulata), ılıman iklimde yetişmekte olan turunçgiller (Rutaceae) familyasına ait bir meyve türü. Turuncu, sarı renklerde olan mandalina, etli ve sulu bir yapıya sahiptir.
Nova, Kinnow, Fremond, Klausellina, Robinson, Okitsu, Satsuma, Ankor, Clemantin, Fortune, Yerli, Lee, Fairchild Marisol, Minneola, Ortanik, Kara, Ovari çeşitleri vardır.
Erkenci türleriyle sonbaharın başlarında piyasaya çıkan ve kış ortasında son turfandaları yenilen mis kokulu, hoş tatlı mandalina meyvesini veren Mandalina ağacı, Turunçgillerdendir (Narenciyeler). Anayurdu büyük olasılıkla Çin ya da Laos olan mandalina ağacı, ülkemizde başta Akdeniz ve Ege bölgelerinin kıyı şeridi olmak üzere Karadeniz ve Marmara bölgelerinin bazı kesimlerinde yetiştirilmektedir.

5-8 m'ye kadar boylanabilen bu hep yeşil ağacın, toprakta derine uzayan sağlam bir kök yapısı, ince ama dikine boylanan bir gövdesi vardır. Düzgün yapılı dallarında koyu yeşil renkli, portakalınkinden küçük ve sivri, üzeri parlak ve düz olan yaprakları yer alır. ilkbaharda ağacın bir yıllık sürgünlerinin ucunda ya da yaprak koltuklarında açan çiçekleri beyaz renkli ve çok hoş kokuludur. Bu çiçekler, mandalina türlerine göre sonbahar başı, ortası ve sonunda olgunlaşıp mandalina meyvesine dönüşür.

Genelde portakaldan küçük olan bu meyveler, üstten ve alttan basık yuvarlak biçimli, turuncu renkli kabuğu gevşek, bol kokulu ve sulu eti hoş tatlı olur. Yurdumuzda yetiştirilen önemli çeşitleri içinde soğuğa en dayanıklı olan ve erken olgunlaşanı satsuma (Rize) mandalinasıdır.

Satsumadan sonra olgunlaşan klemantin çeşidi, ince kabuklu, az çekirdekli, güzel kokulu, bol sulu ve az çekirdekli olur. Yerli (Bodrum) mandalinaları ise geç olgunlaşır ve bol çekirdekli olur. Bunlardan başka, daha az oranda üretilen mandalina türleri de vardır. Mandalina meyvesi genelde taze olarak yenildiği gibi, reçeli, marmeladı, meyve suyu ve şerbeti yapılarak da tüketilir. Kabuğundan esansı çıkarılır.


BESİNDEĞERLERİ

100 gr. taze mandalinanın içerdiği besin değerleri şunlardır: 46 kalori; 0,8 gr. protein; 11.6 gr. karbonhidrat: 0 kolesterol; 0,2 gr. yağ; 0,5 gr. lif; 18 mgr. fosfor; 49 mgr. kalsiyum; 0,4 mgr. demir; 2 mgr. sodyum; 126 mgr. potasyum: 7,8 mgr. magnezyum; 420 IU A vitamini: 0,06 mgr. B1 vitamini; 0,2 mgr. B2 vitamini; 0,1 mgr. B3 vitamini; 0,067 mgr. B6 vitamini; 7,4 mcgr. folik asit ve 31 mgr. C vitamini.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Yukarıda sayılan önemli besin değerlerinin yanı sıra;

o Mandalina, içerdiği zengin ve doğal C vitaminiyle, bedenimizin hastalıklara karşı direnme gücünü artırır.

o Yüksek orandaki potasyum içeriğiyle yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olur.

o İçerdiği antioksidan maddelerle bedenin kansere yakalanma rizikosunu azaltır.

o Kalp hastalıklarına karşı şaşırtıcı bir ilaç olma özelliği taşır: Çünkü kötü kolesterol düzeyini düşürür. Kılcal damarlardaki kan dolaşımını hızlandırır. Damar hastalıklarına karşı bedeni korur.

Sağlığa yararlı bütün bu önemli etkilerinden yararlanmak için mandalinanın taze olarak istendiği kadar yenilmesi öğütlenir.
AĞACININ ÜRETİLMESİ

Mandalina ağacı, turunç ağacı anaçlarına aşılanma yöntemiyle üretilir. Çokyıllık ve değerli bir ağaç olan mandalinayı bahçemizde yetiştirmek istiyorsak, bizim için doğru olan, karşımıza çıkan ilk üreticiden olur olmaz mandalina fidanlarını almamaktır. Bunun yerine, inanılır ve güvenilir fidan üreticilerinden, çeşidi belli ve sağlıklı fidanları almak yerinde olur.

Alacağımız bu mandalina fidanlarını soğuklardan korumak üzere ilkbaharda, toprak sıcaklığı 13 dereceye ulaştığında bahçemizde açacağımız 25-30 cm. çap ve derinlikteki çukurlara, klemantinleri 6 m., satsumaları 5 m. ve yerli mandalinaları 7 m. aralıklarla dikmemiz gerekir.

AĞACININ YETİŞTİRİLMESİ
İklim isteği: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçlarının da en önemli isteği sıcak bir ortamda yetiştirilmektir. Bu ağacın yetiştiriciliğinin yapıldığı yerde sıcaklıklar -3, -4 derecenin altına düşmemelidir. -9, -10 derecenin altına düşen sıcaklıklarda mandalina ağaçları donup ölebilir. Dayanamayacağı en yüksek sıcaklıklar ise, 45 derece ve üzeridir.

Mandalina ağaçlarının gelişmesi 12, 13 derece sıcaklıkta başlar; 25-31 dereceler, gelişmenin en hızlı olduğu sıcaklıktır ve 37-39 derecelerde ağaçların gelişmesi durur. Meyve bağlamaları için en uygun sıcaklık 21 derecedir. Soğuk ve sıcak olarak sert esen rüzgârlar mandalina ağaçlarını kötü yönde etkilediğinden, bulundukları yerde hâkim esen rüzgârlara karşı rüzgâr kıranlar kurulmalıdır. Ayrıca mandalina ağaçlarının meyve dökümü ve meyvelerinin niteliği, havanın nem oranından etkilenir. Düşük nem oranlı hava, ağacın gelişimini ve meyve verimini kötü yönde etkilemektedir.

Toprak isteği: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçları da en iyi, bol humuslu, derin, süzek (suyu iyi akıntılı), kumlu-tınlı, tınlı ya da killi-tınlı topraklarda yetişir. İyice derine inen köklerinin oksijen gereksinimi fazla olduğundan, mandalina ağacı kesinlikle ağır topraklarda yetiştirilmemelidir. Taban suyunun da genelde toprak yüzeyinden 1,5 m. kadar altta olması istenir. Aksi takdirde toprakta iyi bir drenaj yapılması gerekir. Toprağın kireç oranına karşı da duyarlı olan mandalina ağaçları için en uygun toprakların pH'ı 5,5-6 olmalıdır.

Toprak işleme: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçlarının da çok derinlere inen kökleri vardır. Ama, köklerinin %90'ı, 0-90 cm. derinlikteki yüzlek topraklardadır. Bu nedenle toprak işlemesi 10 cm. derinliğe kadar yapılmalı ve ağacın köklerine zarar verilmemelidir. Bahçemizin, yılda 4 kez, ilkbahar ve yaz mevsimlerinde 15-20 gün aralarla çapalanması yeterli ve yararlı olacaktır. Yabani ot temizliği, böyle çapalamalarla olabileceği gibi, herbisit (ot öldürücü) ilaçlarla da yapılabilir.

Sulama: Tüm turunçgiller gibi mandalina ağaçlarının yıllık su gereksinimi de toprak tipi, iklim ve ağacın gelişimine bağlı olarak 800-1.200 mm. arasında değişir. Sulama dönemi olan nisan ayının ortasından ekim ortalarına kadarki 7 aylık sürede, havaların kurak ve sıcak olduğu zamanlarda, ağaçlara 600-700 mm. kadar su verilmesi gerekir.

Sulama yetersiz kalırsa ağaç köklerini yayar, gelişimi yavaşlar, ürün verimi ve niteliği düşer. Aşırı sulamada ağaçların kökleri havasız kalacağından, kök çürüklüğü hastalığı başlar. Yine ağaçların meyve verimi ve niteliği düşer. Mandalina ağacının sulama zamanının gelip gelmediği, en kolay şekilde şöyle anlaşılır: Ağacın yaprakları akşam saatlerinde güneş batmadan önce solgunluk gösteriyor ve gece canlanıyorsa, ağacın sulama zamanı gelmiş demektir. Öğle zamanı gelen geçici yaprak solgunluğuna aldanılmamalıdır.

Gübreleme: Tüm turunçgiller gibi, hep yeşil yapraklı mandalina ağacı da topraktan çok fazla besin maddesi kaldırdığından gübreye gereksinimi de çoktur. Ağaçlara, bulunduğu ortam, yaş ve gelişmelerine uygun ve dengeli gübreleme yapmak için bütün bu faktörlerin ortak etkisini ortaya koyan yaprak ve toprak analizleri uygulanmalı; buna göre verilecek azotlu, fosfatlı ve potaslı kompoze fenni gübre miktarları saptanmalıdır. Ayrıca eksikliği duyuluyorsa magnezyum, demir, mangan ve çinko da verilir. Mandalina ağaçlarına bu mineral gübrelerden başka, 2-3 yılda bir, iyi yanmış çiftlik gübresi verilmesi de yararlı olur.

Budama: Tüm turunçgiller gibi, mandalina ağaçlarına da şekil ve ürün budamaları uygulanır ve genellikle ağaçlara kase şekli verilir. Şekil budamasına, ağaçların ürün vermesiyle başlanır. Turunçgillerin budanması ustalık isteyen bir iştir. Budamanın, ağaçları iyi tanıyan kişiler tarafından yapılması olumlu sonuçlar verir. Mandalina ağaçlarında kurumuş, ezilmiş, kırılmış, hastalanmış, yaralanmış, berelenmiş ve yaşlanmış dallar kesilip çıkarılmalıdır. Ayrıca obur dalların kesilip ayıklanması da gerekir.

Hasat (Derim): Mandalina hasadına, meyve çeşitlerinin olgunlaşma dönemine ve meyvelerin olgunluğuna bakılarak sonbaharın çeşitli zamanlarında başlanır. Meyveler ya elle tutulup sapı döndürülür ve bükülerek koparılır ya da daha iyisi keskin makasla kesilerek hasat edilir. Hasat sırasında kesinlikle ağaçların dalları kırılmamalı, meyve toplama işi açık, kuru, güneşli ve ılık havada yapılmalıdır. Meyve üzerlerinde çiy ve kırağı varsa bunların kuruması beklenmelidir.

Hastalık ve zararlılarıyla mücadele: Mandalina ağaçlarına dadanan zararlı ve hastalıklarla, en yakın yetkili kuruma danışılarak alınacak uygun tarım koruma ilaçları kullanılmak suretiyle zamanında, eksiksiz ve aksatılmadan mücadele sürdürülmelidir

Mandalina kanserden koruyorJaponya'da yapılan iki farklı araştırmaya göre; mandalina yiyenlerin kansere yakalanma riski azalıyor. Mikkabi kasabasında düzenli olarak turunçgillerle beslenen bin 73 kişi üzerinde yapılan testlerde ortaya çıkan sonuçlara göre; mandalinada bulunan ve ona turuncu rengini veren 'karoten' maddesi, insanlarda karaciğer hastalıkları, damar sertliği ve şeker hastalığı riskini azaltıyor. Kyoto Üniversitesi'nde yapılan diğer araştırmada ise mandalina suyu içen hepatit hastalarının, karaciğer kanserine yakalanmadıkları tespit edildi.
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]LİMON




[FONT=&quot]Latince ismi : Citrus[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma

Alem: Planae Bölüm: Magnoliophyta Sınıf: Magnoliopsida Alt sınıf: Rosidae Takım: Sapindales Familya: Rutaceae Cins: ''Citrus'' Tür:
C. × limon

Binominal adı

''Citrus × limon''
( ) Burm.f.
Limon, ılıman iklime sahip bütün memleketlerde kültür şekilleri yetiştirilen yaprak dökmeyen, uçucu yağ taşıyan küçük ağaçların meyvesidir. En çok bilinen Narenciye türlerinden biridir.
Yumurta biçiminde, kabuğu güzel kokulu, suyu ekşi olan meyvedir. Kabuklarından limon esansı çıkarılır. C vitamini, şeker, müsilaj, sitrik asit ve tuzları bakımından zengindir.

Kullanıldığı yerler:
Ateşi ve tansiyonu düşürür. Kanı temizler. Susuzluğu giderir. Kalbi kuvvetlendirir. Damar sertliği ve romatizmada faydalıdır. Gribin çabuk atlatılmasını sağlar. Mide, bağırsak ve idrar yollarındaki mikropları öldürür. Gıda zehirlenmesini önler. İdrar söktürür. Böbrek ve mesane kum ve taşlarının düşürülmesine yardımcı olur. Yüzdeki sivilceleri geçirir. Cildin güzelleşmesini sağlar. Karaciğer hastalıklarında faydalıdır. Dişleri beyazlatır ve diş etlerini kuvvetlendirir. Nezlede şikayetleri geçirir. Skorbüt hastalığında faydalıdır. Boğaz ve bademcik iltihaplarının giderir. İshali keser. Kansızlığı önler. Fazla aybaşı kanamasını önler. Nasırları söker. Mide ağrılarını dindirir. Baş ağrılarını ve vücut ağrılarını keser. Yüz çillerinde faydalıdır.
LİMON NEDEN EKŞİDİR?
Bu soru 'limonun ekşi olmasına yol açan nedir' şeklinde sorulsaydı cevabı basitti, 'içindeki asit oranı.' Ekşiliğin asit oranının yüksekliğinden kaynaklandığı kabul edilir ama ikisi arasındaki bağ bu kadar basit değildir. Değişik asitler farklı tatlardadırlar. Ekşilik asidin miktarı ve çeşidinin yanı sıra gıdanın diğer bileşenleri özellikle şekerlerin varlığı ile de ilgilidir.

'Limonun tadı niçin ekşidir' sorusunun cevabı ise tam belli değildir. Tabiat kurallarına göre limonun ekşi olmaması gerekiyor. Limon parlak renkli, hoş kokulu bir meyvedir. Meyve ise bitkide tohumlan taşıyan organdır. Genellikle tatlı, sulu ve etli olur. Meyvelerin en temel görevlerinden biri tohumların olabildiğince uzak bir alana yayılmalarını sağlamaktır. Böylece tohumların ana bitkinin dibine düşerek onun besinini bölüşmesi ve burada çimlenen fidelerin sıkışık biçimde büyümeleri önlenmiş olur.

Bazı meyve türlerinde tohumlar paraşüte benzeyen tüy demetlerinin yardımıyla uçarak bitkiden uzaklaşırlar. Bazı kuru meyveler kendiliklerinden yarılıp açılırlar ve bitki rüzgarda sallandıkça tohumlan çevreye saçılırlar. Bazıları ise birdenbire patlayarak tohumlarını hızla çevreye fırlatırlar. Doğadaki meyvelerin çoğunluğunda ise tohumlar başta kuşlar olmak üzere çeşitli hayvanlar tarafından çevreye yayılırlar.

Meyveler parlak renkleri, hoş kokuları ve tatları ile hayvanların dikkatlerini çekerler. Hayvanlar, yedikleri meyvelerin etlerini sindirip sert çekirdeklerini yani tohumlarını dışkılarıyla kilometrelerce öteye atarlar. Böylece tohumların çok uzaklara yayılmalarına aracı olurlar.

Limon meyvesinin etli içi o kadar ekşidir ki, insanlar tarafından doğrudan yenmez, daha çok sıkılarak yemeklere, salatalara, içkilere katılır. Öyleyse limonu diğer meyvelerden ayıran nedir? Niçin tadı, hayvanların ilgisini çeksin, tohumları dağılabilsin diye tatlı değildir?

Aslında limonun ekşi tadından hoşlanan başta maymunlar olmak üzere birçok hayvan vardır. Bunların gerçekten ekşi tattan hoşlandıkları için mi limon yedikleri yoksa vücutlarındaki C vitamini dengesini sağlamak için içgüdüsel olarak mı böyle davrandıkları tam bilinmemektedir.

Anayurdunun Hindistan'ın kuzeybatı kesimleri olduğu sanılan limon ağaçları yüzyıllardır Güney Asya'da ve Anadolu'da yetiştirilmektedir. 12. yüzyılda Araplar tarafından İspanya'ya götürülmüş ve oradan tüm Avrupa'ya yayılmıştır. Turunçgillerin en önemli özelliği eski çağlardan beri insanlar tarafından bilinçli olarak yetiştirilmeleridir.

Turunçgiller ailesinin fertlerini yani limon, portakal, turunç ve greyfurtu ticari olarak sınıflandırmak oldukça kolaysa da türlerin bitki bilimi açısından ayırt edilmesi son derecede güçtür, çünkü günümüzde birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen turunçgiller fertlerinin yüzyıllar boyu melezlenerek nasıl oluştuklarını, hele tabiattaki ilk hallerini kestirmek zordur.

Limon ağaçları hala üstün nitelikli ağaçlardan alınan sürgünlerin dayanıklı anaçlarla çapraz şekilde aşılanmaları yolu ile çoğaltılırlar. Bu iş için de anaç olarak genellikle tadı ekşi ve acı olan turunç ağaçlan seçilir.

Görünen odur ki, limona ekşilik tabiat tarafından verilmemiştir. Muhtemelen ilk limonlar tatlıydı. Tohumlarının saçılması için artık hayvanlara ihtiyacı kalmayan limon, insanlar tarafından sürekli aşılanarak istenilen özelliği kazanması sağlandı ve ekşi hale getirildi
SAĞLIKTA LİMON
Dolaşım sorunlarına limon suyu eğer dolaşım sorunlarından yakınıyorsanız limon günlük beslenmenizde yer almalı. Her gün yarım limon suyunu ılık suya ekleyip balla tatlandırın.

Yorgunluğa karşı limonata
Spor yapanlar için bir bardak ılık suya ilave edilmiş birkaç damla limon suyu hem susuzluğu gideriyor hem de terleme ile kaybedilen mineralleri geri kazandırıyor. Özellikle bal ya da şeker eklenmiş limonata, ani enerji verici etkisiyle spor sonrası için ideal.

Strese karşı limon yaprağı
Limonun rahatlatıcı etkisi var. Birkaç taze limon yaprağını 2 bardak suda haşlayıp süzün. Bal ilave edip ılık olarak günde birkaç çay bardağı için. Stresten uzak durmak için limon yaprağı çayı kürünü birkaç hafta devam ettirin.
İştahsız çocuklara birkaç damla limon suyu
Çocuğunuz iştahsız ise yemeklerden önce birkaç damla limon suyu içirin. Bu mideyi etkileyip iştahını artıracaktır.


Hazımsızlığa limon çayı
1 limonu dilimleyin ve üzerini örtecek kadar su ekleyip kaynatın. Süzüp ılık olarak için. Ya da sıcak suya birkaç damla limon suyu damlatıp 1 çay kaşığı şeker ile tatlandırın ve 1 hafta boyunca her gün 1-2 bardak sıcak olarak için.


Mide bulantısına
Mide bulantısından şikayetçiyseniz 3-4 limonu dilimleyip çaydanlığa alın. Üzerine 1 litre su ilave edip kaynatın. Süzüp sıcak olarak için
LİMON, İLAÇ GİBİDİR
Limon ilaç gibidir ve faydası sayılamayacak kadar çoktur.
Bunlardan bazıları:
  • ağız kokusunu giderir,
  • kalp çarpıntısını teskin eder,
  • balgam yaptırmaz,
  • karaciğerdeki harareti söndürür,
  • safrayı söktürür,
  • basur hastalığına iyi gelir,
  • iştahı arttırır, ağrı ve sızıyı dağıtır,
  • mide bulantısını önler,
  • cilde sürülünce güzelleştirir,
  • kusmaları keser,
  • yüzdeki çillere faydalıdır,
  • hazmı kolaylaştırır,
  • parlatıcı ve temizleyicidir,
  • şişkinliği giderir,
  • mürekkep lekesini çıkarır,
  • mideyi kuvvetlendirir,
  • kabuğu güvelenmeye engel olur,
  • Susuzluğu teskin eder,
  • kabuğu yakılınca odayı temizler
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]KUŞBURNU




[FONT=&quot]Latince ismi : Fructus cynosbati[/FONT]


KUŞBURNU (Rosa canina)
İngl. Sweat briar fruits, Hagebutte, Fr. Cynorrhodon
Yöresel adları :Gülburnu, itburnu, gülelması, şillan
Drog adı :Cynosbati fructus sine semen / çekirdeksiz kabuk
Toplama/kurutma :Olgun kırmızı meyveler sonbaharda toplanır. Kurutmak için ortadan yarılır ve çekirdekleri çıkarıldıktan sonra hemen kurumaya bırakılır. İyice kuruduktan sonra mutlaka hava almayan kaplarda saklanmalıdır. Aksi halde etkenliğinin önemli bölümünü yitirir.
Bileşim: Bolca C vitamini ve öteki vitaminler (A, B1, B2, K, P); mineraller, meyve asitleri, flavonlar, tanen ve şeker. Çekirdekte ise Vanillin vardır.
Etkileri: Besleyici ve güçlendirici, hafif müshil, hafif idrar söktürücü, bağışıklık sistemini güçlendirici, soğuk algınlığı, yüksek ateş.
Kullanım alanları: Kuşburnu, doğal C vitamini içeren en değerli kaynaktır. Bu vitamine ihtiyaç duyulduğunda her zaman kullanılabilir. Enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, bedenin savunma sistemlerini güçlendirir. Özellikle ilkbahar kürleri için çok uygundur. Genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı kullanılabilir. Kabızlık ve hafif safrakesesi, böbrek ve mesane rahatsızlıklarında rahatlıklar sağlayabilir. Ayrıca, kuşburnunun böbreküstü bezlerini çok olumlu etkileyerek önemli hormonların üretimine destek sağladığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Yurdumuzun bir çok yöresinde yabani gül formatında kendiliğinden yetişmesine rağmen son yıllarda özellikle, GiRESUN ve TOKAT yörelerinde kültüre alınmış dikensiz cinsleri üretilmektedir.

Yabani gül gibi çiçek açmakta olup , Temmuz Ay’ından itibaren misket büyüklüğündeki meyveleri olgunlaşmaya başlamaktadır.

Dikeni güle nazaran çok az ve zayıf olmakta; kısa budama yapılırsa ,çok güzel bir görünüm vermektedir.
Kullanım biçimleri: Bir tatlı kaşığı ince kıyılmış kuşburnu kabuğu, orta boy bir su bardağı dolusu soğuk suya eklenir, hafif ısıda kaynama derecesine kadar ısıtılır, 10 dakika kadar kaynatılır ve süzülür; veya aynı miktar bitki aynı miktar kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak kuşburnu çayı yeterlidir.
Karışım: Soğuk algınlığı ve gribe karşı, kuşburnu ve ıhlamur çiçeği çok ince kıyılarak eşit oranda karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Balla tatlandırılıp içine biraz limon sıkılan çay, elden geldiğince sıcak ve yudumlanarak içilir. Günde 2-4 bardak yeterlidir.Uyarı: Çok ender olmak üzere alerjik tepkilere yol açabilir. Çay içimine son verildiğinde bu tepkiler de sona erer. Bilinen başkaca bir yan etkisi yoktur.

Kuşburnu: Şimdi Çok Gerekli


Hangi vitamini ararsanız var. Grip ve soğuk algınlığı için bire bir. Çayı, marmeladı, hatta şarabı artık sofralarımızda...
Şehir yaşamına son yıllarda giren kuşburnu, aslında Anadolu'da çok bilinen ve tüketilen bir bitki. Özellikle Karadeniz'de yetişen kuşburnunun, Gümüşhane'de adına festivaller düzenleniyor. Büyük şehirlerde ise daha çok çay olarak tüketiliyor. Boya sanayisinden gıdaya, peyzajdan erozyona kadar pek çok alanda kullanılan, çok amaçlı bir bitki.

Önce bir vitamin deposu olma özelliklerinden söz edelim. Portakalın C vitamini deposu olduğunu biliyoruz. Kuşburnunda bulunan C vitamini portakaldan kat kat fazla. (100 gramında 500-1700 mg).

C vitamininin yanı sıra A, B1, B2, K, P vitaminleri ile, protein, mineraller, potasyum, sodyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, meyve asitleri ve şeker bulunuyor. Çekirdeğinde ise vanilin var.

Kuşburnu, enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, bedenin savunma sistemlerini güçlendirir. Genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı kullanılabilir.

Besleyici ve güçlendirici, hafif müshil, hafif idrar söktürücü özelliği var. Kabızlık ve safrakesesi, böbrek ve mesane rahatsızlıklarında rahatlık sağlıyor. Ayrıca, böbreküstü bezlerini çok olumlu etkileyerek önemli hormonların üretimine destek sağladığı bilimsel olarak kanıtlanmış.

Yara iyileştirici ve kanı temizleyici özelliği var. Böbrek ve idrar yolu taşları ve kumlarında, kanlı idrarda, gut hastalığında, soğuk algınlığı ve gripte, bitkinlik durumlarında, rahim kanamasında, mide kramplarında, yanıklarda, yaralarda, yağlı yemeklere karşı duyarlılık durumlarında kullanılıyor.

Kan yapıcı, tansiyon düzenleyici, vücudun hastalıklara karşı direncini artırma gibi özelliklerinin yanı sıra kuşburnu; hemaroid ve ülser gibi hastalıklarda da yararlı oluyor. Şeker hastalarının kullanması öneriliyor.

Çok yoğun vitamin zenginliği nedeniyle gözlerin dostu. Ve düzenli kuşburnu tüketmek selüliti engelliyor.

Kuşburnu, A vitamini ve karotenoidler içermesi nedeniyle, gece körlüğü ve diğer göz problemlerinin yanı sıra akne gibi bazı cilt bozukluklarını önler, bağışıklığı artırır, kansere karşı koruyucu etki gösterir. İçerdiği B1 Vitamini; Kan oluşumuna yardımcı olur. Kavrama yeteneği ve beyin fonksiyonlarını geliştirir. Enerji, büyüme ve öğrenme kapasitesi üzerinde olumlu etkileri vardır. Vücudu yaşlanmanın, sigara ve alkolün zararlı etkilerine karşı korur. C Vitamini ise, dokuların gelişimi ve tamiri için gereklidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir.

Kullanıldığı yerler : Kuşburnu, doğal tüketilmesinin yanı sıra gıda sanayisinde de kullanılıyor. Soframızda; marmelat, reçel, şarap, likör, komposto, jöle, salata, nektar, meyve suyu, çay biçiminde yer alıyor.

Kuvvetli bir kök yapısına sahip olduğu ve toprağı iyi tuttuğu için erozyonla mücadele için gerekli yerlere özel olarak ekiliyor.

Kırmızı renkli, yumuşak etli kökleri ayrıca boya sanayisinde de kullanılıyor. Beyaz ve uçuk pembe renkli çiçekleri, kırmızı meyveleri nedeniyle de peyzaj çalışmalarında tercih ediliyor.

Kullanım biçimleri: Bir tatlı kaşığı ince kıyılmış kuşburnu kabuğu, orta boy bir su bardağı dolusu soğuk suya eklenir, hafif ısıda kaynama derecesine kadar ısıtılır, 10 dakika kadar kaynatılır ve süzülür; veya aynı miktar bitki aynı miktar kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak kuşburnu çayı yeterlidir.
Anadolu'da özellikle ezme şeklinde kullanılır. Meyveler suda kaynatılır, ezilir, çekirdeklerinden kurtarmak için elekten geçirilir, sulu kısım hafif ateş üzerinde, bulamaç kıvamına gelene kadar kaynatılır. Reçel gibi ekmek üzerine sürülerek yenir.

Soğuk algınlığı ve gripte, kuşburnu ve ıhlamur çiçeği çok ince kıyılarak eşit oranda karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Balla tatlandırılıp içine biraz limon sıkılan çay, elden geldiğince sıcak ve yudumlanarak içilir. Günde 2-4 bardak yeterlidir.

Kimlik kartı: Kuşburnu gülgiller familyasından. Halk arasında Yabangülü, Şillan, Deligül, Gülburnu, Gülelması olarak da biliniyor. Çalı formunda. Yaşam süresi çok uzun. 300 yıllık kuşburnu çalıları olduğu biliniyor. Ancak ekonomik ömrü 30-40 yıl kadar.

Tarihçesi : Kuşburnunun tarihinin gülle eşzamanlı olduğu söyleniyor. M.Ö. Akdeniz ülkelerinde saflık ve temizliğin simgesi olarak yetiştirilmiş. Romalılar çiçeğini karın ağrıları için ilaç olarak kullanmışlar, meyvelerinden kek, reçel ve şarap yapmışlar. Hipokrat zamanında iltihaplara karşı, Ortaçağ'da ve daha sonraki dönemlerde kan tükürmelere, dişeti kanamalarına, böbrek ve safra taşlarına, tenyaya, yılancık hastalığına karşı kullanılmış.

Hava değişimine karşı kuşburnu

Sonbahar döneminde ani hava değişimi nedeniyle ortaya çıkan gribal enfeksiyonlara yakalanmamak için bol C vitamini içeren kuşburnu çayı tüketilmesi önerildi.
Bir insanın, günlük C vitamini ihtiyacının 70 ile 100 miligram arasında bulunduğunu anlatan Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aziziye Araştırma Hastanesi Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Parlak, bu ihtiyacın, bir bardak kaynatılmış suyun içerisine 7-8 adet kuşburnu meyvesi konulup bir süre bekletildikten sonra içilmesiyle karşılanabileceğini kaydetti.
Prof. Dr. Mehmet Parlak, sonbahar dönemlerinde nezle hastası sayısında önemli oranda artış yaşandığına dikkati çekti. Hava sıcaklıklarındaki ani değişimin yaşandığı dönemlerde vücut direncinin düştüğünü anlatan Prof. Dr. Parlak, şunları kaydetti:
“Grip, nezle ve soğuk algınlığı gibi hastalıklara karşı bol C vitamini tüketilmesi çok etkili. C vitamini de kuşburnunda bol miktarda mevcuttur. 100 gram kuşburnunda 400 ile 3 bin miligram arasında C vitamini bulunmaktadır. Bu vitamine ihtiyaç duyulduğu her zaman kuşburnu tüketilmesi gerekir.”

Parlak, kuşburnunun enfeksiyonlara ve soğuk algınlığına karşı, beden savunma sistemlerini güçlendirici bir etkiye sahip olduğunu vurguladı.

Sonbahar döneminde düzenli olarak her gün en az 3 bardak kuşburnu çayı tüketilmesinin önemli olduğunu dile getiren Parlak, şöyle devam etti:
“Kuşburnu, genel güçsüzlüklere ve yorgunluklara karşı da kullanılabilir. Kabızlık ve hafif safrakesesi, böbrek ve mesane rahatsızlıklarına karşı da etkili olduğu bilinen kuşburnu, özellikle sonbahar döneminde ani hava değişimine bağlı olarak ortaya çıkan grip gibi hastalıklara karşı tüketilmeli.”

Bir insanın, günlük C vitamini ihtiyacının 70 ile 100 miligram arasında bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Parlak, bu ihtiyacın, bir bardak kaynatılmış suyun içerisine 7-8 adet kuşburnu meyvesi konulup bir süre bekletildikten sonra içilmesiyle karşılanabileceğini kaydetti.

Parlak, ayrıca sonbahar döneminde vücut ısısının dengeli tutulmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayarak, bu dönemde giyim kuşama daha fazla dikkat edilmesini tavsiye etti
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0

[FONT=&quot]KİŞNİŞ[/FONT]




[FONT=&quot]Latince ismi : Coriandrum sativum[/FONT]


Diğer Adları Aşotu, Kişnişotu
Maydanozgiller familyasındandır. Anayurdu Akdeniz havzası olup günümüzde birçok yerde ve ülkemizde yabani bitki ya da kültür bitkisi olarak yetişmektedir. 60 cm'ye kadar boylanabilen biryıllık otsu bitkidir. Gövdesi yuvarlak kesitli, boylamasına oluklar halinde çizgili, soluk yeşil renkli ve dallara ayrılan yapıdadır. Bitkinin alt ve üst bölümündeki yaprakları farklı görünüşte olur. Alt yaprakları maydanoz bitkisininkilere benzer.
Hafif tüylü, tuhaf ve pek de hoş olmayan koku taşırlar. Bitkinin üst kesimindeki yaprakları ip gibi ince ama düzgün kesimli ve gene hoş olmayan keskin ve tuhaf kokulu olurlar. Yaz başı ile ortası arasında gevşek şemsiyeler oluşturarak açan, beyaz ya da pembemsi açık mor renkli küçük çiçekleri olgunlaşınca, 2-7 mm. çapında yuvarlak, açık kahverengi tohum kılıfını taşıyan kokulu, kuru meyvelere dönüşür. Bol güneşli yerleri, bitek ve hafif topraklan seven kişniş bitkisi, tohumları sonbaharda ekilerek çoğaltılır. Ancak, çapraz döllenmeyle bitkinin yozlaşması meydana geleceğinden, rezeneden uzak yerlere ekilmesine dikkat edilmelidir.
Kişnişin tohumunu taşıyan meyvesinde nişasta, tanen, şekerler, sabit ve uçucu yağlar bulunur. Uçucu yağında yüksek oranda coriandrol ile düşük oranda geraniol, borneol, pinen, phelladron ve asetik asit vardır.
Kişniş tohumlan pastacılıkta, baharat olarak bazı çorba ile yemeklerin hazırlanmasında, içki endüstrisinde ve kişniş şekerinin yapımında kullanılır. Bazı yerlerde bitkinin körpe yaprakları salata ve güveçte pişen yemeklere katılır. Gövde ve kökü de sebze gibi pişirilip yenir.

Tibbi Etkileri ve Kullanımı

Eski Mısır papirüsleri, Çince ve Sanskritçe metinlerde ve hatta İncil'de sağlığa yararlı etkilerinden övgüyle söz edilen kişnişin, tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle sıralanabilir:

• Kişniş tohumları içerdiği yağlarla mideyi uyarır; iştahı açar, sindirimi kolaylaştırır ve hazımsızlığa iyi gelir.
• Aynı nedenle mide ve bağırsaklardaki gazı söktürür.
• Aniden başlayan mide ve karın ağrılarını bastırır.
• Özellikle çocuklarda diyareyi kesici etkiler yapar.
• Hafif yatıştırıcı etkisi vardır.

Kişnişin bu etkilerinden yararlanmak üzere, bitkinin çiçek şemsiyeleri yaz sonunda alınır ve tohumlarının olgunlaşması için gölgeli ve havadar yerde bir süre itekletilir. Sonra şemsiyeler başasağı edilerek bir kağıdın üzerine sallanır ve dökülen tohumlan toplanır. Bunlardan ya da piyasadan alınan kişniş tohumlarından 1 tatlı kaşığı kadarı biraz ezilerek 1 bardak kaynar suya dökülür. Kabın üzeri sıkıca kapatılarak 5 dakika süreyle demlendirilir. Bu şekilde elde edilen infüzyon, yemeklerden önce birer bardak olarak içilir. Aynı etkilerinden yararlanmak için, tohumları yemeklerden önce ağızda çiğnenebilir.
• Kişniş antiseptik (mikrop kırıcı) etkiler de taşır. Bu etkisinden yararlanmak için yukarıda tarifi verilen infüzyon, akne ya da yaraların üzerine uygulanır

Kişniş, Koriander, Coriandrum sativum


Familyası: Maydanozgillerden, Doldengeweaechse, Apiaceae

Drugları: Kişniş tohumu (meyvesi): coriandri fructus
Kişniş yağı (eteryağı): coriandri aetheroleum


Kişniş tohumu çay, baharat ve natürel ilaç yapımında ve kişniş tohumundan eldeedilne eter yağı aroma tedavisinde ve de baharat olarak kullanılır.

Kişniş maydanozgillerin bir alt grubu olan coriandrealardan olup, bu grupta sadece iki tür mevcuttur. Bunlar yabani ve kültür kişnişi diye ikiye ayrılır. Kültür kişnişide Türk ve Rus kişnişi olarak ikiye ayrılır ve her ikisi de coriandrum sativum’un alt türüdür.
Bu türden Rus kişnişi küçük tohumlu: coriandrumsativum var.
microcarpum ve Türk kişnişi: coriandrum sativum var. macrocarpum (var. vulgare) diye anılır. Kişnişin MÖ: 1500 yüzyılında Mısırlılar tarafından kullanıldığı ve yine 2. yüzyılda Çinliler tarafından kullanıldığı belgelenmektedir.
Vatanının doğu Akdeniz ülkeleri: Mısır, Suriye, Flistin ve Türkiye olduğu ve buradan Avrupa’nın batısından Çinin doğusuna kadar yayılmıştır. Günümüzde başta Türkiye, Fas, Japonya, ADB, Hindistan, Çin, Arjantin, Macaristan ve Balkan ülkelerinde yetiştirilir.
Botanik: Kişniş 30-80 cm boyunda genellikle bir yıllık bir bitkidir, fakat iki yıllık olan alt türleri de mevcuttur. Kökleri iğ şeklinde, bitkinin tamamı kendine has bir kokuya sahiptir ve bu kokuda tahtakurusunun pis kokusuna benzer.
Alt yaprakları uzun saplı üç parça kenarları kertikli ve parçalar kalp şeklindedir. Orta ve üstteki yapraklar gövdeye oturmuştur ve ortadaki yapraklar önce üç sonra tekrar üçe ayrılırken, en üsteki yapraklar iplik gibi incedir.
Çiçeklerinden 10-20 tanesi topluca bir arada şemsiyecik oluşturur ve kenardaki çiçeklerin ters yumurta şeklinde beyaz veya pembe renkte her bir çiçek 3-5 taç yaprağa sahiptir ve ortada taç yaprağı olmayan çiçekler pemepe renklidir. Şiemisyecikleruzun bir sapla kendisi gibi 3-5 adet şemsiyeceğin bir araya gelmesi ile geriden şemsiye şeklinde çiçek demetleri oluşturur.
Meyveleri sarımsı, küre şeklinde, üzerinde 8-10 adet yay şeklinde çıkıntılar vardır ve yayalar boydan boya uzanır. Dış kabuğun içinde iki ayrı parça karşılıklı bulunur ve Rus kişnişi 1,5-3 mm ve Türk kişnişi 3-5 mm çapındadır.
Yetiştirilmesi: Türkiye’nin Konya, Burdur Isparta yörelerinde yaygın olarak yetiştirilir.
Hasat zamanı: Meyveleri farklı zamanlarda yani Ağustostan Eylüle kadar olgunlaştığından, önce olgunlaşanlar toplanır, sonra beli bir süre sonra tekrar olgunlaşan meyveleri toplanır ve hasat böyle devam eder. Şayet olgunlaşan meyvelerin yanında olgunlaşmamış meyvelerde toplanırsa bu sonradan iyice kurutulsa da kötü bir koku yayar.
Araştırmalar: ABD’nin New York şehrinde iki ilim adamı Prof. Dr. Med. Omura ve Dr. Klinghardt taze kişnişin salata şeklinde yenmesi halinde dişlerdeki zehirli dolgu maddesi civanın sebep olduğu hücre zehirlenmesini önlediği tespit edilmiştir. (Nhk.01.00.44)
Kullanılması:
a-) Üniversite kliniklerinde insanlar üzerinde tedavi denemekleri ve araştırmalar yapılmıştır ve buna göre taze kişniş dişlerdeki amalgamın içerdiği cıva zehirlenmesine karşı etkilidir. Fakat bu araştırma yeterlimidir?
b-) Komisyon E’nin 18.09.1986 tarihli ve 173 nolu monografi bildirisine göre kişniş tohumunun sindirim zafiyeti ve iştahsızlığa karşı kullanılabileceği beyan edilmiştir.
c-) Aroma tedavisinde kişniş yağı başta şişkinlik, hazımsızlık, kramplar ve iştahsızlığa karşı kullanılır.
d-) Halk arasında kişniş şişkinlik (gaz), hazımsızlık ve kramp başta olmak üzere mide-bağırsak rahatsızlıklarına karşı kullanılır. Bu rahatsızlıklara karşı kişniş, kimyon, anason, rezene ve kakule gibi bitki tohumları ile birlikte kullanılır ise daha etkili olur.
Çay: İki tatlı kaşığı kişniş (kişniş tohumu sade kişniş diye anılır) hafif ezilerek demliğe konur ve üzerine 300-500 ml kaynar su ilave edilerek 5-10 dakika demlemeye bıraktıktan sonra süzülerek içilir.
Yan tesiri: Bilinen bir yan tesiri yoktur, fakat eter yağının çok sert olması nedeniyle dikkatli kullanılmalıdır

Cinsel gücünüzü arttırın: Kişniş

Özelliklere kadınların cinsel istek ve heyecanlarını arttıran kişniş, erkeklere de olumlu etki eder, ancak erkeklerin fazla kullanımında ters tepkiye yol açar.
Kişnişin sofralarda çok çeşitli kullanım biçimleri vardır. Kişnişin yararları 3000 yıldır bilinir. Öyle ki, eski Sanskrit tabletleri, Mısır papirüsleri, Bin Bir Gece Masalları ve İncil’de de adı geçer.
Kişnişi Kuzey Avrupa’ya getiren Romalılar, bu bitkiyi eti muhafaza etmek için kullanırlardı. Çinliler ise eski zamanlarda kişnişin insana ölümsüzlük verdiğine inanırlardı.
Ortaçağ’da afrodizyak özelliğiyle ön plana çıkan kişniş aşk iksirlerine katılırdı.
Kişnişin her yerinde keskin bir koku vardır, bir Peru kabilesi bu kokuyu o kadar çok sever ki, yapraklarından parfüm yapar.
Kişnişin günümüzde Orta Avrupa, Hollanda, Romanya, Rusya, Hindistan, Doğu Asya, Japonya, Kuzey ve Güney Amerika, Mısır ve özellikle Marokka'da tarımı yapılmaktadır.

Nelere faydası vardır?

- Cinsel gücü arttırır ve cinsel arzuyu kamçılar
- Sinirleri yatıştırır
- İştah açıcı etkisi vardır
- Gaz söktürücüdür
- Tansiyonu düşürür
- Baş dönmesini giderir

Nasıl kullanılır?

Tohumu: Domates turşusu, sosis, köriler ve elmalı çöreklerde kullanılır. Ezilmemiş tohumu çorba ve sebze yemeklerine katılır. Suda kaynatılarak çayı yapılır. Tohumu ayrıca güzel kokusu sayesinde potbori tabaklarında kullanılabilir.
Yaprağı: Körpe alt yaprakları güveç, salata ve soslara eklenir.
Gövdesi: Fasulye ve çorbalarla birlikte pişirilir
Kökü: Taze kökü sebze gibi pişirilip yenilir
Tozu: Toz halindeki kişniş bal veya şekerle karıştırılarak kullanılır
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]KİMYON





[FONT=&quot]Latince ismi : Cuminum cyminum[/FONT]



Bilimsel sınıflandırma
Alem Plantae (Bitkiler)Şube Magnoliophyta (Kapalı tohumlular)Sınıf Magnoliopsida (İki çenekliler)Takım:Apiales Familya Apiaceae (Maydonozgiller)Cins: Cuminum Tür: C.cyminum
- Kimyon (Cuminum cyminum) Mayıs-Haziran ayları arasında, beyaz ve pembemsi renkli çiçekler açan, 40-60 cm boyunda, bir yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri dik, üstte dallanır. Yaprakları iplik gibi parçalı ve tüysüzdür. Çiçekler şemsiye durumunda toplanmışlardır. Şemsiye, 3-5 saplıdır. Çiçekler beyaz veya pembe renklidir. Meyvesi köşeli, oval şekilli, 4-5 mm boyundadır. Temmuzda meyveler olgunlaşır. Özel kokuludur ve meyveleri sabit ve uçucu yağ, tanen ve reçine taşımaktadır. Midevi, gaz giderici, terletici olarak kullanılır. Ayni zamanda özellikle Kuzey Afrika, Orta Doğu, batı Çin, Hindistan ve Meksika mutfağında çok kullanılan bir baharattır Tohumlar tüketim için genelde toz haline getirilir. Kimyonun genel olarak en sık yetiştiği yerler: İran, Özbekistan, Tacikistan, Türkiye, Fas, Mısır, Hindistan, Suriye, Meksika ve Şili. Türkiye'de yetiştiği yerler: Ege ve Karadeniz Bölgesinde kültür olarak yetiştirilir. Hindistan'da kimyon jiira olarak, Pakistan/İran'da ziira olarak, batı Çin'de ziran olarak adlandırılır
Kimyon nedir, nerde yetişir?
Latincesi Cuminum cyminum olan kimyon, bir yıllık otsu bitkidir, meyvaları için yetiştirilir. Meyvaları baharat olarak kullanılır. Ülkemizde Frenk kimyonu denen, Carum carvi diye bir türü de vardır. Kars bölgesinde bu bitkinin genç dalları çorbalara ve yemeklere koku vermesi için katılır. Kefe Kimyonu denen Laser trilobum borkh, ülkemizde yetişen diğer bir kimyon türüdür. Özellikle çam ormanlarının altında yetişir. Olgun meyvaları baharat olarak kullanılır. Toros dağlarının Mersin/Adana kesiminde yetişen türüne sıra ismi verilir. Adana, Tarsus ve Mersin bölgelerinde baharat olarak kullanılır ve satılır.
Akdeniz bölgesinde tarih öncesinden beri yetişen bir bitki kimyon. Fas, Mısır ve Suriye’nin yanı sıra Hindistan, Meksika, Kuzey Amerika ve Şili de yetiştirilmektedir. Sebzelerde, sakatat, et yemekleri ve içeceklerde kullanılır. Spesifik olarak, Fas ve Ortadoğu ülkelerinde tavuk, keçi eti ve uykuluk terbiyesinde kullanılırken, Hindistan da baharat olarak kullanılmasının yanı sıra, sindirimi kolaylaştırmak için çay gibi demlenir.

Tarihte kimyon
Şu anda en fazla kimyon kullanan ülke mutfakları arasında Hindistan, Fas ve Mesika geliyor. Ancak, milattan önceki dönemde kimyonu en fazla Yunanlılar ve Romalılar kullanmış.
Eski Yunanlıların yemek masalarının üzerinde duran özel bir kimyon kutuları varmış. Kimyonu o denli bol kullanıyorlarmış ki, cimriliği kimyon kullanımıyla tarif eder olmuşlar. Cimri bir insana, 'kimyon tanesini bölen' anlamına gelen kyminopristes diyorlarmış! Antik Roma döneminde kimyonun, 'hırsın ve paranın' sembolü haline geldiğini de söylemeliyiz. Her şeye hükmeden ve sahip olan Marcus Aurelius’un takma ismi kimyon du. Kral Antonius savurgan insanlara tutumlu olmayı öğretmeye kalkınca bu tutumundan dolayı, o da hakaretten nasibini aldı ve kimyonu ikiye yarar cümlesi onu taklit ve alay eden insanlarca kendisine karşı kullanıldı.
Aşağı yukarı aynı yıllarda kimyon, Doğu Akdeniz ülkelerinde ve özellikle de Nil Nehri’nin yukarı kısımlarında yetiştiriliyordu. Bu sırada sindirimi kolaylaştırmasının yanı sıra, ekmek ve et yemeklerine lezzet vermesi için de kullanılırdı. Kimyonun diğer bir görevi ise vergi ödemek için para yerine geçmesiydi. Ayrıca, meşhur hatip Pliny, öğrencilerine konuşma yaparlarken tenlerine soluk, yüzlerine dikkatli ifade verdiği için kimyon yemelerini tavsiye etmiştir.
Romalıların her yiyecekle kimyonu özgürce kullandıklarını söyleyebiliriz. Öyle ki 'patina de piris' isimli bir tür armut tatlının içine bile kimyon koymuşlar. Kabuklu deniz hayvanları için kullandıkları başka bir sos ise, bal, sirke, maydanoz, nane, karabiber ve bol miktarda kimyondan oluşuyormuş.

Nerelerde kullanılıyor
Günümüzde kimyonun kullanıldığı Avrupa mutfakları sınırlı. Fransa ve Almanya’da ekmeklerde, Hollanda ve İsveç’te ise bazı peynir türlerinde kullanılıyor. İspanya da hiç kullanılmıyor. Meksika da onu İspanyollar tanıttıkları için halen bu mutfağın bir numaralı baharatı olma özelliğini koruyor

KİMYON (Carvi fructus)
Bitki :Carum carvi

Meyveleri % 3-7 oranında uçucu yağ taşır. Gastrointestinal sistem üzerinde etkilidir. Spazm çözücü ve gaz söktürücüdür. Ayrıca antimikrobiyal etkiye sahiptir. Özellikle midede şişkinlik hissi, sindirim güçlüğü gibi hazımla ilgili sorunlarda ve iştahsızlıkta kullanılır.
Dahilen: Günlük doz 2,5 - 6 g’ a eşdeğer olacak şekilde, 1-3 çay fincanıdır. Günlük dozun sabah, öğle, akşam şeklinde alınması tavsiye edilir. Amaca göre, iştah açıcı ve gaz söktürücü olarak kullanıldığında yemeklerden yarım saat önce, sindirim güçlüğünde kullanıldığında ise yemeklerden sonra içilmesi önerilir.
KİMYON ZİRAATI
1-KİMYONUN EKONOMİK DURUMU : Kimyon, kokusundan faydalanılan baharat bitkisidir. Son yıllarda yurt içinde ve yurt dışında sucuk imalinde, ilaç sanayinde ve boya sanayinde kullanılmaktadır. Türkiye'den A.B.D' ne Avrupa, Orta Doğuda, Arap ve Körfez ülkelerine devamlı ihraç edilmektedir.
2-KİMYONUN BİTKİSEL DURUMU : Kimyon tohumu 4-5 mm uzunluğunda, açık kahverengi renkte küçüktür. Kimyon bitkisi 35-40 cm boyunda ( mercimek bitkisi ) gibi dallanan ince uzun üzerinde küçük yaprak, bulunan hafif bir bitkidir. Genellikle Orta Anadolu da erken ilkbaharda 15 şubat- 15 Mart tarihleri arasında mutlaka ekimi yapılmalıdır.
3-KİMYONUN İKLİMİ İSTEĞİ : Kimyon ziraatı genellikle Orta Anadolu Bölgesinde bilhassa Afyon, Ankara, Eskişehir, Konya, İlleri ile bunların çevresinde bulunan illerde yapılmaktadır.
Eskişehir yöresinde kimyon bitkisine (ZIRA) tabir edilmektedir. Bu sebeple kimyon bitkisi ilkbaharda erken ekim yapılacak yazları sıcak kışları soğuk olan Orta Anadolu bitkisidir.
4- KİMYONUN TOPRAK İSTEĞİ : Kimyon bitkisi hafif ve nazik bir bitki olduğundan genellikle ot getirmeyen yumuşak, kaymak bağlamayan hafif topraklarda iyi yetişir ve randımanlı olur.
Bilhassa hamdan yeni açılan topraklarda daha fazla randımanlı yetişir. Çorak, kepir, topraklarda yetişmekle beraber randıman alınabilmesi için yılın yağışlı geçmesi şarttır.
5- KİMYONUN GÜBRE İSTEĞİ: Kimyon ekimi yapılırken kimyon tohumu mutlaka fenni gübre ile ekilmelidir. Kimyon bitkisi fosforlu gübreye ihtiyacı olmakla beraber daha fazla azotlu gübreye ihtiyaç duyulmaktadır. Ekimi ile birlikte toprağa 10 kg % 18-46 DAP veya 10 kg % 15-45 Kompoze ve 10 kg % 20-20 Kompoze veya yalnız 10 kg % 26 lık A. Nitratla ekilebilir, Ekimden sonra kimyon toprak yüzünde görülünce dönüme 10-15 kg azotlu gübre serpildiği taktirde randıman alınır.
6- KİMYONUN TOPRAĞININ HAZIRLANMASI: Kimyon bitkisi genellikle Orta Anadolu'da münavebede hububattan sonra ekilir. Bu münasebetle hasadı yapılmış anız tarlalarının saplarının mutlaka yakılarak yağışlara müteakip mutlaka kimyon güzden soklu pullukla 18-20 cm derinliğinde aktarılmalıdır. Kimyon ekilecek tarla yağışlarını iyice alıp yumuşadıktan sonra erken ilkbaharda 15 Şubat 15 Mart arasında
a) Kazayağı ile ikilenerek erken çıkan otlar imha edilir.
b) Barana (tırmık ) çekilerek üçlenip ekilecek saha kısmen tesviye edilir. Tarla ekime hazır duruma getirilir.
7- KİMYONUN EKİMİ: Kimyon tohumu genellikle mibzerle sıraya ekilir. Serpme ekim daha ziyade dar arazilerde tatbik edilebilir. Kimyon tarlası arzu edilen şekilde hazırlandıktan sonra dekara 10 kg fenni gübre ile 1 kg tohum hesaplanarak gübre ile tohum iyice karıştırılır. Bu karışım mibzerlerin tohum sandığına konulur. Kombine mibzeri ile tohum sandığı ayarı 10-12 dereceye getirildiğine dekara 10 kg gübre 1 kg tohum en idealdir. Tohumlar genellikle 2-3 cm derinliğe ekilmelidir. Daha derine giderse katiyetle çıkmaz. Bunun için Kimyon ekilecek tarlanın toprak hazırlığının iyi yapılarak ekimde tohumunun derine gitmesi önlenmelidir. Kimyon bilhassa tavsiye edilmiş kısmen sıkıştırılmış topraktan 30-40 gün içinde toprak yüzüne çıkar.
8- KİMYON BAKIMI VE YABANCI OT İLAÇLAMASI : Kimyon ekildikten sonra genellikle 30-40 gün içinde toprak yüzüne çıkar. Kimyon ot getirmeyen veya az ot getiren tarlaya ekilebilir.
Kimyonla birlikte yabancı otlarda kimyon tarlası içinde büyümeye başlarlar, Nisan ortalarından sonra kimyon üst azotlu gübreden atıldıktan sonra 1-15 Mayıs arasında yabancı otların,
a) Elle yolmalıdır.
b) Veya kimyon yabancı otunu imha eden AFALON ilacı ile hububat tarlalarında yapılan yabancı ot ilaçlaması gibi beher dekara 150-200 gr arası bir ilaç ile 20 litre su düşecek şekilde yabancı ot ilaçlaması yapılmaktadır. Çiçek zamanı yapılacak yabancı ot ilaçlaması kimyonun verimini çok düşürmektedir.
9-KİMYONUN HASAT VE HARMANI: Kimyon mahsülü genellikle Haziran ayı içinde çiçeklenerek Haziran sonrası Temmuz başlarında rengi yeşilden mat kahverengi rengi alınca hasadın mutlaka yapılması lazımdır.
Bin işçi günde yarım dekar ile 1 dekar arası yolma yapabilir. Yapılan demetler tarlaya batör ayarı düzenlenmiş ve rüzgarlıkları kısmen yapılmış biçer döver yürütülerek önüne atmak suretiyle hasat ve harman yapılır. Kimyon harman yerinde sopalarla dövülerek veya dövenle sürülerek harmanı yapılmakta beraber harmanı güçtür.
10-KİMYONUN VERİMİ: Kimyon genellikle iyi ekimi yapılmış iyi gübrelenmiş iyi ot alınmış kuvvetli tarlalardan ortalama beher dekara 50-80 kg arasında verim yapar. Zayıf şartlarda bu verim 20-30 kiloya düşebilir. Yüksek verim almak için az sahaya yapıp iyi emek verip birim sahadan yüksek verim almak esastır
Romalılar döneminden beri bedene yararlı etkileri bilinen ve kullanılan kimyonun tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöylece sıralanabilir:

• Midevidir: iştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır.
• Mide ve bağırsaklardaki gazı söktürür.
• Diyareyi hafifletici etkisi vardır.
• İdrar söktürücüdür.
• Sinirleri uyarır.
• Terletici etkisi de bulunmaktadır.

Bu etkilerinden yararlanılmak üzere yaz mevsiminde bitkinin çiçek şemsiyeleri tam olgunlaşmadan önce kesilip alınır. Bunlar gölge ve havadar bir yerde kurutulur. Yere serilen bir kağıdın üzerine bu şemsiyeler başaşağı edilip silkelenir. Böylece toplanan olgun tohumlar ya da piyasadan satın alınan kimyon tohumlarından 1-2 tatlı kaşığının üzerine 1 bardak kaynar su dökülüp kabın üzeri kapatılarak 10-15 dakika süreyle demlendirilir. Bu şekilde elde edilen infüzyondan günde iki kez sabah ve akşam yemeklerinden önce birer bardak içilir
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]KETEN TOHUMU





[FONT=&quot]Latince ismi : Semen lini[/FONT]


OMEGA-3 ( N-3 ) yağ asitleri içeren besinlerin sağlığımız açısından önemini belgeleyen araştırma sonuçları arttıkça, beslenme uzmanları, doktorlar ve tüketicilerin, balık yağı ve keten tohumuna ilgileri arttı. Bu ürünlere yönelişin artmasındaki diğer önemli unsur da, vücudumuzun üretemediği N-3 yağ asitlerinin, mutlaka dışarıdan besin yoluyla alınmasının gerekliliği.
Keten tohumu yüksek oranda çoklu doymamış yağ asitleri, düşük oranda doymuş yağ asidi, yüksek oranda lifle birlikte bol miktarda potasyum, az miktarlarda ise magnezyum, demir, bakır, çinko ve çeşitli vitaminler içerir. 100 gr. keten yağı 13.4 mg. E vitamini, 100 gr. keten tohumu ise yaklaşık 450 kcal. içerir daha uygun sanki. Keten tohumunun amino asit profili soya ununa benzer özellikler gösterir. İçerdiği N-3 yağ asiti oranı, (Omega-6 nın yaklaşık dört katıdır) çözünebilir ve çözünemez liflerce zenginliği ve bir çeşit bitkisel östrojen olan lignanların en zengin kaynağı olması nedeniyle keten tohumu beslenme uzmanları tarafından sıklıkla önerilir. Lignanlar, hormonlara bağlı kanser türlerinde (göğüs, prostat vb.) seks hormonlarına müdahale ederek kansere karşı koruma yapar; tümör hücrelerinin büyümesini engeller. Keten tohumunda bulunan lignanlar birer doğal SERM’dir (östrojeni seçerek alan modülatörler); östrojen kullanımının zararlarından korurken tüm diğer olumlu etkilerinden de yararlanmayı sağlarlar. Örneğin; östrojenin kemiklerde bağlantı kurup büyümeyi sağlamasına izin verirken; hasar verebileceği göğüs ve rahim içi gibi hassas bölgelere girmesine izin vermezler. Fazladan bir hücre büyümesi olmadığında kanser riski azalır. Keten tohumu 100 gramda toplam 240.6 mg. bitkisel östrojen içerirken, birçok diğer gıda maddesinde bu 100 gramda 17 mg.’ı geçmez.
İçerdiği lifin yaklaşık olacak üçte ikisi suda çözünemeyen, geri kalanıysa çözünen lif özelliğini taşır.
Suda çözünmeyen lifler dışkı yoğunluğunu arttırarak, bağırsak geçiş zamanını azaltarak kabızlığı önleyici, bağırsakları yumuşatıcı etki yaparlar.
Keten tohumunda bulunan suda çözünür lifler (mucilage zamkı/sakızı) kan şekeri seviyesini korur, kolesterol seviyesini düşürürler. Beslenmedeki yüksek lif miktarının kanser önleyici etkileri de söz konusudur.
Beslenmede ideal yağ asidi dengesini sağlamak için, ana yağımızı tekli doymamış yağ asidi oranı yüksek soğuk sıkım zeytinyağı olarak seçmeli, doymuş ve trans yağları (hidrojene) minimuma indirmeli, tahıla - ekmeğe bağlılığımızı düşürmeli, bol bol yeşil yapraklı gıdalar tüketmeli ve mutfağımızı keten tohumuyla takviye etmeliyiz.
Keten tohumu içerdiği alfa-linolenik asit (N-3 yağ asitlerinin en önemli üyesi) açısından besinlerin en zenginidir. Alfa-linolenik asitin bir kısmı, vücutta uzun zincir N-3 yağ asitleri EPA ve DHA ya dönüşürler ki bunlar iyi kolesterolü yükseltir, yüksek tansiyonda düşürücü etki yapar, kanın pıhtılaşma eğilimini azaltır, plazma trigliserid düzeyini, aritmi riskini azaltır. Dolayısı ile alfa-linolenik asitin koroner kalp hastalığı riskini azalttığı tespit edilmiştir. Keten tohumu üzerine yapılan araştırmalar, düzenli keten tohumu kullanımının dolayısı ile alfa linolenik yağ tüketiminin, arterioskılerozun (damar sertliği) gelişmesini önleyebileceğini, iltihabi hastalıklarda olmalı ve oto bağışıklık rahatsızlıklarında etkili olabileceğini göstermektedir. N-3 dengeli beslenmenin kanseri engelleyici özellikleri de tespit edilmiştir. Yağ asitleri dengesinin N-6, doymuş yağ asitleri ve trans yağlar tarafına kayması sadece daha az N-3 tüketmemiz anlamına gelmemekte aynı zamanda bu yağlar, alfa-linolenik yağ asitinin uzun zincir N-3 yağ asitlerine dönüşmesi engelleyerekte vücudumuz N-3 yağ asitlerinden gerekli faydayı sağlamasını engellemiş olurlar.
Keten tohumunu doğal ürün dükkanlarından veya aktarlardan temin edebilirsiniz. Tazeliğini anlamak için çimlenip çimlenmediğine bakabilirsiniz, eğer çimlenmiyorsa aldığınız yere iade ediniz. Keten tohumları sert olduğundan dikkatli bir çiğnemede bile yeterince öğütülemeyebilirler, bu da yeterince sindirilmeden vücuttan atılmalarına sebep olur. Öğütülmüş keten tohumunun sindirimi çok daha kolaydır. Keten tohumlarını öğüterek yersek onun şifalı özelliklerinden daha fazla faydalanabiliriz. Keten tohumunu öğütmek için karabiber veya kahve el değirmenleri ya da bu tip tohumları öğütmek için özel olarak üretilmiş elektrikli öğütücüler kullanılabilir (ülkemizde bulunmaktadır). Keten tohumu oda sıcaklığında bir yıl tazeliğini korur. Öğütülmüş keten tohumu ise 30 gün boyunca hava geçirmez kapaklı bir kavanozda buzdolabında saklanabilir.
Batıda fırıncılık sektörü tüketicinin talebini karşılamak üzere karışık tahıl ekmeklerine öğütülmüş keten tohumu ekleme yoluna gitmiştir.
Öğütülmüş keten tohumu ayrıca hazır karışımlarda (kekler vb), dondurulmuş hamur işlerinde ve hazır eritilerek servis yapılan ürünlerle gıda endüstrisine girmiştir. Ayrıca tavuklara keten tohumu yedirilerek elde edilen N-3 çe zenginleştirilmiş yumurtalar da vardır.
Sizler de mutfakta keten tohumunu el altında bulundurarak, onu öğütülmüş halde salatalarınıza, yoğurdunuza, müslinize serpebilir, fırında yaptığınız hamur işlerine katabilir, pilavdan çorbalara, tatlılardan tuzlulara her yemeğinizde kullanabilirsiniz.
Günlük 2000 kcal.’ ye eşdeğer besin tüketen bir insan için günde 1 çorba kaşığı öğütülmemiş keten tohumu kullanımı N-3 yağ asitleri kullanımı açısından yeterli katkıyı sağlayacaktır.
Yaptığınız hamur işlerinde her bir bardak unun içinden 2 çorba kaşığı un alıp yerine 2 çorba kaşığı öğütülmüş keten tohumu katabilir veya yağca bir değişim yapmak istiyorsanız her 1 ölçü yağ yerine 3 ölçü öğütülmüş keten tohumu katabilirsiniz. Laboratuar çalışmalarında öğütülmüş veya öğütülmemiş tohumların fırında 2 saat boyunca 178 derece sıcaklıkta N-3 yağ asitlerini ve lignanlarını neredeyse hiç yitirmediği tespit edilmiştir. Fakat keten tohumu yağı iyi bir N-3 yağ asiti kaynağı olsa da, tohumdaki lif ve lignanlarını yitirmiştir. Keten tohumu yağının kullanım esnasında ısıya maruz bırakılmaması tavsiye edilmektedir (yemekler piştikten sonra ve salatalarda).
Geleneksel tedavide kullanımı
Keten tohumu antimantari, antimitoz ve antioksidan özellikler taşır.
Keten tohumlarında bulunan müsilaj, bağırsakta su çekip şişerek,mekanik müshil olarak tesir eder. Ketenin bu etkiyi göstermesi biraz zaman alır fakat tahriş yapmama gibi önemli bir avantaja sahiptir. Yine bu özelliğiyle diğer müshillere nazaran daha uzun süre kullanılabilir. Ayrıca içerdiği yağda müshil yapıcı etkiye destek sağlar.
Eski Mısırlılar zamanından beri bu amaçla kullanıldığı bilinmektedir.
Yine müsilajın yumuşatıcı etkisinden dolayı gastrit, mide ülseri gibi sindirim sistemi tahrişlerinde de kullanılır.
Bu amaç için günde bir kez tercihen yatmadan önce 1-2 çay kaşığı tohum yenir, üzerine 2 bardak su içilir.
Öksürüğe, nezleye, üşütmeye karşı 1 çorba kaşığı keten tohumu 3 fincan suda 10 dakika kaynatılır; 3-5 dakika bekletilip süzüldükten sonra içilir.
Bu çayın buharı burundan teneffüs edilir.
Akciğer hastalıkları ve zatürede 80 gr. keten tohumu 40 gr. rezene tohumuna karıştırılarak az sıcak suda lapa yapılır ve iki tülbent arasına konarak göğse ve sırta yerleştirilir.
Çıban, gece yanığı ve eziklerin iyileştirilmesinde 80 gr. keten tohumu ile 40 gr ebegümeci lapası yapılarak yaranın üzerine konur.
Böbrek ağrısı ve kramplarda iki çay kaşığı keten tohumu 6 fincan suda 10 dakika kaynatılıp, 5 dakika bekletilip süzülür.
KETEN TOHUMUNU HAYATINIZA SOKUN

10 bin yıldır gıda olarak da kullanılan keten bitkisi, etkili bir gençlik, sağlık ve güzellik kaynağı

Keten tohumunu hayatınıza sokun
Keten tohumunda yok yok; Kolesterol düşürücü, felç, kanser, unutkanlık önleyici, bağırsak çalıştırıcı ve temizleyici etkisi bunlardan birkaçı. Uzmanlar, sıvı şeklinde, salataların üzerine serpiştirilerek veya günde bir çorba kaşığı şeklinde tüketmeyi öneriyor.
Sağlık açısından pek çok yararı var keten tohumunun. Yüksek oranda lif, Omega-3, Omega-6 yağ asitleri, protein, B12 vitamini, mineral ve amino asit içeren keten tohumu, özellikle mide-bağırsak sistemindeki sorunlar, fazla kilolar, yüksek kolesterol, yüksek kan şekeri, kemik zayıflığı, kalp-damar sağlığı, romatizmal hastalıklar, bazı deri hastalıkları, yaralar, solunum yolu rahatsızlıkları üzerinde olumlu etki yapıyor. Anadolu'nun hemen hemen her yerinde yetişmesine rağmen, aslında keten tohumunun, layık olduğu ilgiyi pek de göremediğini söyleyebiliriz. Hatta Türkiye'de birçok doktor bile keten tohumunun şifa dağıttığından habersiz. Oysa, günde bir çorba kaşığı keten tohumu sayesinde pek çok hastalıktan uzak durmak mümkün...
Şifa kaynağı
Latince adı 'Linum Usitatissimum' ile keten, dünyada tarımı yapılan ilk ürünler arasında yer alıyor. Sadece dokumacılıkta, kumaş yapımında değil, yaklaşık 10.000 yıldır gıda olarak da kullanılıyor keten bitkisi. Vatanının Mısır olduğu düşünülüyor. Çünkü milattan en az 5000 yıl önce Mısırlılar keten bitkisini, mumyaları sarmak için yetiştirmeye başlamışlar. Ancak artık Türkiye ve Hindistan dahil, tüm dünyada yetişiyor. Uzmanlara göre sağlık açısından ketenin özellikle tohumlarından ve yağından yararlanmak gerekiyor. Keten tohumunun yararlarından söz eden Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü Can Başer, keten tohumunun özellikle mide-bağırsak sistemindeki sorunlara karşı iyi geldiğini ve içerdiği yüksek oranda Omega-3 yağ asitleri sayesinde, adeta bir şifa kaynağı olduğunu söylüyor. Ayrıca Anadolu Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç Araştırma Merkezi (TBAM) kurucusu ve eski müdürü olan Başer, "Keten tohumunun, ayrıca kolon kanserini önleyici etkileri hayvan deneylerinde de gösterilmiştir. Keten tohumu içeren gıda takviyeleriyle kandaki kolesterol seviyesinde de düşme gözlenmiştir. Klinik çalışmalarda keten tohumu destekli gıdaların kanser ve lupus nephritis gibi hastalıklarda olumlu etki yarattığı gözlenmiştir. Keten tohumu, kalp-damar hastalıklarını da önler. Ayrıca eklem romatizmasındaki yararlı etkilerinin keten tohumunda yüksek oranda bulunan linolenik asit ve sekoizolarisirezinol'den ileri geldiği sanılmaktadır" diyor. Uzmanlar, keten tohumunu mutlaka yaşamımıza dahil etmemiz gerektiğini vurguluyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Omega-3 yağ asitleri. Keten tohumunun, adeta bir somon balığı kadar Omega-3 içerdiğini belirten uzmanlar, bu yağların özellikle kalp sağlığı açısından vazgeçilmez olduğunu belirtiyorlar. Prof. Başer, "Keten tohumu uzun zincirli Omega-3 yağ asitlerine dönüşen alfa-linolenik asitçe (ALA) zengindir. Balık yağları gibi, bu yağ asitlerinin eksikliğini gidermek amacıyla bitkisel bir kaynak tercih edenler için gıda takviyesi olarak kullanılabilir. Optimum ALA miktarı günde bir veya iki tatlı kaşığı (2-9 g) keten yağı alınmasıyla temin edilebilir. Tohum içinde yağ iki yıl süreyle muhafaza olur. Yağ elde edildikten sonra dikkatle saklanmalı, raf ömrü etiketine yazılmalı, ısı ve ışıktan korunmalıdır. Yağı dondurarak saklamak en iyi yoldur" diyor. Hem dövülmüş keten tohumu hem de keten tohumu yağının, çeşitli kronik hastalıkların tedavisinde, özellikle de kalp rahatsızlıklarının önlenmesinde ve hormona bağlı kanserlerden korunmada ümit vaat ettiğini belirten Başer, keten tohumunun normal diyetin parçası olarak gıda maddelerine katılarak rahatlıkla kullanılabileceğini söylüyor. Başer, "Güvenirliğinin yüksekliği ve başka ilaçlarla etkileşmemesi nedeniyle ideal bir gıda bütünleştiricidir" diyor.
Zayıflatıcı özelliği de var
Keten tohumunu özellikle kadınlar için cazip kılan en önemli özelliği ise, zayıflatıcı özelliğe sahip olması. Tokluk hissi uyandırarak kişinin daha az yemek yemesine yol açıyor. Zayıflatıcı özelliği, aslında içerdiği Omega-3 yağ asitlerinden kaynaklanıyor. Tıpkı balık gibi etkisi var keten tohumunun. Keten tohumu, somon balığı kadar Omega-3 yağı içeriyor. Günde 1 yemek kaşığı alındığında ayda ortalama 4-5 kilo verilebilir. Ancak tabii ki bu, kişiden kişiye ve bünyeden bünyeye de değişir. Bir uzmana danışmak çok önemli. Nedense 'doğal' gıdaların veya bitkilerin zararsız olduğuna inanılır Türk toplumunda. Oysa bir bitki de bilinçsiz kullanıldığında sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Suyun bile fazlası zarar. Keten tohumunu da dozunu kaçırarak tüketirseniz, bağırsaklar fazla yumuşar ve vücut aşırı su kaybeder. Dolayısıyla aşırı kilo kaybı olur. İdeali günde bir yemek kaşığı. Ama kilo sorununa göre alınması gereken dozaj değişebilir. Aslında bu dozajı insanlar kendileri de ayarlayabilirler. Bağırsaklar fazla yumuşamayacak şekilde kullanılırsa dozu kaçırılmamış olur.
Bilinen ciddi bir yan etkisi yok
Susama benzeyen, ancak kahverengi olan, parlak bir madde keten tohumu. Özellikle gıda sanayisinde, başta ekmekler, kurabiyeler, börekler olmak üzere pek çok unlu mamullere katılarak da kullanılıyor. Keten tohumunu yağ, tohum, ya da öğütülmüş toz şeklinde kullanmak mümkün. Doğal Tıp Derneği Başkanı Dr. Ender Saraç, "Amaca göre kullanım şekli değişir. Bazen kabuklu, bazen de kabuksuz tüketmek gerekebilir. Yeterince posalı, lifli gıda tüketmeyen insanlara bunu öğütmeden vermek daha yararlı. Çekirdek haliyle, posalı, lifli şekilde tüketmek daha iyi. Normal hazım yapabilen bir insan, çekirdek haliyle tüketebilir. Bazı kişilerde belki gaz yapabilir, ama bu kişilere de keten tohumunun üzerine bir fincan rezene çayı içmelerini öneriyorum ve sorun ortadan kalkıyor. Keten tohumunun bilinen ciddi bir yan etkisi yok" diyor. Keten tohumunun en büyük etkisi, müshil, yani bağırsakları çalıştırıcı olması. Uzmanlar özellikle de kabızlık sorunu olan kişilere keten tohumunu öneriyorlar. Genellikle tohumların tüketildiğini, ancak son yıllarda keten tohumu yağının da yaygınlaşmaya başladığını belirten Saraç, "Keten tohumu yağı bağırsakları çalıştırırcı, temizleyici ve iç organların yüzeylerini rahatlatıcı olarak kullanılıyor. Ayrıca cildi yumuşatıyor ve öksürüğe karşı iyi geliyor. Kolay bozulan bir şey değil. Yani herhangi bir kavanozda uzun süre saklanabilir. Ayrıca ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak da kullanılabilir. Öksürükte, gıcıkta, ses kısıklığında ve de gastrit gibi mide sorunlarında da olumlu etkisi var" diyor. Keten tohumunun ciddi miktarda B12 vitamini içerdiğini de sözlerine ekleyen Saraç, özellikle vejetaryenlerin keten tohumu alımına dikkat etmeleri gerektiğini vurguluyor. Saraç, "Son yıllarda dünyada vejetaryenlik çok arttı. Vejetaryenlerin en çok dikkat etmesi gereken konular ise kansızlık açısından demir, çinko ve B12 vitamini. Demir ve çinko doğadaki pek çok bitkide var. Ama hayvanlar ve hayvansal protein dışında B12'nin yüksek oranda bulunduğu tek gıda keten tohumu. Dolayısıyla keten tohumu, özellikle vejetaryenler için Vitamin B12 açısından çok gerekiyor.”
Her gün 1 çorba kaşığı keten tohumu yeterli olabilir. Keten tohumu aynı zamanda Omega-3 yağ asitlerinden de çok zengin. Omega-3 de hayvansal kaynak dışında özellikle keten tohumu, semizotu ve fındıkta bulunuyor. Omega-3, özellikle kalp krizine, pek çok damar hastalıklarına, bazı bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, bazı cilt hastalıklarına karşı korunmak için gerekli. Somon balığındaki kadar Omega-3 var keten tohumunda. Son yıllarda keten tohumu, östrojene benzer maddeler içerdiği, menopoza bağlı şikâyetleri azalttığı için de tüketilmeye başlandı. Ancak uzmanlar, menopoz dönemi şikâyetlerini gidermek için sadece keten tohumuna değil, bir hekime de başvurulması ve doktor kontrolünde olunması gerektiğini vurguluyorlar.
Keten tohumuyla genç kalın
Anti-aging, dünyada ve Türkiye'de de gittikçe yaygınlaşmaya başladı. İnsanlar 'genç yaşlanmak', zayıf kalmak, formunu korumak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. İşte uzmanlara göre, keten tohumunun burada da olumlu etkileri var. Keten tohumunun yaşlanmayı geciktirdiği belirten Saraç, "Keten tohumundaki Omega-3, Vitamin B12 ve lifler, hücreleri genç tutarak yaşlanmayı geciktiriyorlar. Zayıflatıcı özelliği de var bu tohumların. Keten tohumu hem kabızlık oluşmasına engel oluyor hem de çok lifli olduğu için de suyla, sütle ya da başka sıvılarla şişerek tokluk hissi de sağlıyor. Ancak aşırı miktarda alınırsa, sonuçta bunda da yağ ve vitamin olduğu için zayıflatıcı etkisi olmaz. Ama 1 veya 1 buçuk çorba kaşığı keten tohumu, günlük tüketim açısından yeterli" diyor. Keten tohumunun yararlarının pek bilinmediğine, dolayısıyla insanların bunu pek fazla tüketmediklerine değiniyor uzmanlar. Oysa Türkiye'nin her köşesinde bulunan bu minik tohumlar, hem sağlığa hem de ekonomik olduklarından keseye de hitap ediyorlar.

Keten tohumunun yararları

  • Mide-bağırsak sorunlarına karşı iyi gelir
  • Bağırsakları yumuşatır, kabızlığa karşı iyi gelir
  • Kemikleri güçlendirir. Özellikle menopoz döneminde yararlıdır
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir
  • Menopoza bağlı şikâyetleri hafifletir
  • Kalp-damar hastalıklarından korur
  • Kolesterol, şeker seviyesini dengeler
  • Yüksek tansiyonu düşürür
  • Romatizmal hastalıkları önler
  • Sinir sistemini güçlendirir
  • Hafızayı güçlendirir
  • Konsantrasyon bozukluğuna karşı iyi gelir
  • Yaşlanmaya bağlı dikkat dağınıklığına karşı iyi gelir
  • Haricen kullanılarak yaraların çabuk iyileşmesini sağlar
  • Egzama ve sedef hastalıklarında kullanılır
  • Nasırlarda kompres olarak kullanılır
  • Solunum yolu hastalıklarında olumlu etki yapar
  • Ruhsal bozukluklara karşı iyi gelir
  • Öksürüğü giderir
  • Ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak kullanılır
  • Lifleri sanayide, özellikle dokumacılıkta kullanılır
KETEN TOHUMU YAĞININ BİLİNEN BAZI FAYDALARI
  • Mide-bağırsak sorunlarına karşı iyi gelir.
  • Bağırsakları yumuşatır, kabızlığa iyi gelir.
  • Kemikleri güçlendirir. Özellikle menopoz döneminde yararlıdır.
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir.
  • Menopoza bağlı şikâyetleri hafifletir.
  • Kalp-damar hastalıklarından korur.
  • LDL Kolesterol ve Trigliserit seviyesini düşürür.
  • Yüksek tansiyonu düşürür.
  • Romatizmal hastalıkları önler.
  • Sinir sistemini güçlendirir.
  • Hafızayı güçlendirir.
  • Kan şekerini dengeler.
  • Konsantrasyon bozukluğuna karşı iyi gelir.
  • Yaşlanmaya bağlı dikkat dağınıklığına karşı iyi gelir.
  • Haricen kullanılarak yaraların çabuk iyileşmesini sağlar.
  • Egzama ve sedef hastalıklarında kullanılır.
  • Nasırlarda kompres olarak kullanılır.
  • Solunum yolu hastalıklarında olumlu etki yapar.
  • Ruhsal bozukluklara karşı iyi gelir.
  • Öksürüğü giderir.
  • Ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak kullanılır.
  • İkridarsızlık, prostat ve kısırlığa karşı etkilidir.
Keten tohumu ne içerir?
  • Omega-3, Omega-6 ve Omega-9 yağ asitleri
  • Yüksek oranda çözünür ve çözünmez lif
  • Protein
  • Lignanlar (kansere karşı maddeler)
  • Vitaminler
  • Mineraller
  • Amino asitler
  • Keten tohumu nasıl tüketilir?
  • Kaynatılarak içilebilir.
  • Dövülerek, öğütülerek toz haline getirilebilir. Bir kaşık ağza atıldıktan sonra arkasından su içilebilir.
  • Kavrulmuş olarak tüketildiğinde daha lezzetli olur. Keten tohumunun çok özel bir tadı veya kokusu yoktur, ama kavrulunca güzel bir tada kavuşur.
  • Tohum şeklinde de tüketilebilir.
  • Yemeklere, yoğurda, salatalara, müsliye, pasta, börek gibi unlu mamullere karıştırılarak da tüketilebilir.
  • Günde 1-1.5 çorba kaşığı keten tohumu sağlıklı kalmak açısından yeterlidir. Dozunu kaçırmamakta yarar var
KETEN TOHUMU Linum Usitatissimum
Ziraatı yapıldığı gibi, çalılıklarda ve ormanlarda yabanisi de yetişir. Boyu 30-100 cm arasındadır. Haziran ve Ağustos ayları arasında çiçek açar.Keten tohumu kabuğunun altında bulunan yağlı bileşimin tedavi edici etkisi vardır. Yağı çıkarılır yada ezilerek kullanılır. İltihaplı yaraların iyileşmesini sağlar. Keten tohumu lapası yada yakısı kullanılır.
  • Yeni doğan çocuklarda balgam söktürmek için keten tohumu dövülür şekerle yalatılır.
  • Nefes darlığı, astım, ses kısıklığı, öksürük ve bronşite faydalıdır. Kavrulmuş ve çekilmiş 1 çorba kaşığı keten tohumu bal ile karıştırılır, yemeklerden bir saat önceyenir.
  • Bir fiske keten tohumu, bir tutam hatmi çiçeği cezvede demlenip şekerle içilir.
  • Kafi miktarda su ile keten tohumu tozunu ateşte lapa kıvamında pişirip, normal sıcaklıktayken göğüs üzerine konursa, göğsü yumuşatır.
  • Böbrek taşlarını düşürür; Bir litre suya, bir yemek kaşığı keten tohumu, bir yemek kaşığı gülhatmi kökü ve yarım kaşık meyan kökü konur.Yarım saat kaynatılıp süzülür, ılık ılık aç karnına 3-4 bardak içilir.
  • Toz haline getirilmiş keten tohumu yemeklerden bir saat önce bir çorba kaşığı bir bardak ılık su ile yutulur.
  • Kabızlığı giderir; Keten tohumu doğal müshildir.Bir bardak sıcak suya, bir çay kaşığı keten tohumu tozu konup demlenir ve süzülür. Günde bir fincan içilir.
  • Az yağlı beslenmeyle yapılan keten tohumu desteğiyle, prostat kanserine önlem alınabilir.
  • Keten tohumları şeker hastalarına da tavsiye edilir. 1 yemek kaşığı keten tohumu 1 litre suda su 7/2 litreye dönüşünceye kadar kaynatılır. Elde edilen maya günde 3 kere içilir.
  • Akciğer tüberkülozunda, kan tükürmede, dalak şişliğinde, mide ülserinde kullanılır. 10'ar gram keten tohumu unu bal ile macun yapılır, 30-40 gr sabah aç karnına yutulur.
  • Mide ülserinde 1 kg keten tohumu havanda dövülür.1 kg sütle kaynatılır.Kıvamlı hale gelince ateşten indirilir yemeklerden yarım saat önce bir yemek kaşığı alınır.
  • Dolama , çıban ,burkulma, çıkma ve basurda lapası ılık olarak rektum üstüne konulur. İltihap ve şişliklerde, lapa yapılıp üzerine konur
  • Barsak iltihaplarını ve karın ağrılarını giderir. Sindirim yolarını dezenfekte eder.
  • Nezlede, tütsüsü yapılır. Soğuk algınlığında iyi gelir.
  • Apseli dişe, sütle karıştırılıp ısıtılır lapa olarak tülbent arasında ağrılı ve apseli dişe dışarıdan konulur.
    Hayvan apselerine karşı da lapası kullanılır.
  • Afrodizyaktır, keten tohumu, bal ve karabaşberle macun yapılıp yutulur
KetenYağı:

LDL kolesterol ve trigliserid seviyesini düşüren Omega 3 yağ asidinin en çok bulunduğu bitkisel yağdır.Omega 3 ihtiyacı hamur işlerine keten tohumu ekleyerek, keten tohumu ile beslenen tavuklardan elde edilen yumurtalar yiyerek karşılanabilir. Keten yağı enflamasyonu engelleyerek eklem hastalıklarındaki şişme ve ağrıyı önler. Sedef gibi cilt hastalıklarının düzelmesinde de yararlıdır. Keten tohumu ve keten yağı preparatlarında ayrıca lifli elemanlar da bulunur. Bu lifli elemanlar, çoklu doymamış yağ asitleri ile birlikte hem kolesterol seviyesinin iyileşmesinde hem de bağışıklık sisteminin güçlenmesinde etkilidir. Keten tohumu ile beslenen deney hayvanlarında hormona bağlı kanser türlerinin (meme,rahim ve prostat) oluşmasının engellendiği gösterilmiştir.Bu olumlu etki, içerdiği fitoöstrojen ( doğal bitkisel östrojen hormonu ) sayesindedir
Keten tohumu (Linium usitatissimum)
Bitki özellikleri: 50-70 cm yüksekliğe ulaşan, mavi çiçekli bir kültür bitkisidir. Keten tohumu ve keten lifi elde etmek için yetiştirilir. Baharatçılardan satın alınabilir.
Bileşim: Bitkinin tedavi amaçlı kullanımında öncelikli yeri olan, bol miktarda müsilaj. Müsilajın etkinliğini arttıran sabit yağ. Çok az miktarda hidrosiyanik içeren linamarin. Linamarin bir glikozittir. Hidrosiyanik ise zehirli bir maddedir, ama bitkinin içerdiği oran öylesine düşüktür ki, yüksek dozajlarda kullanılsa bile hiçbir tehlike oluşturmaz.
Kullanım alanları ve biçimleri: Keten tohumu, öncelikle kronik kabızlığa karşı kullanılır. Çok etkili müshil ilaçlarının, sürekli kullanım halinde bağırsakları tahriş ettiği ve organizma için gerekli olan minerallerin (özellikle potasyum) azalmasına yol açtığı artık biliniyor. Halbuki, keten tohumu kullanımında bu tür yan etkiler kesinlikle söz konusu olmaz. Çünkü keten tohumunun müshil etkisi mekaniktir. Sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere, en az ikişer yemek kaşığı dolusu, ezilmiş veya öğütülmüş keten tohumu, bol suyla yutulmalı, daha sonra da 1-2 bardak su içilmelidir. Bağırsaklara ulaştığında genişlemeye başlayan keten tohumu, bağırsakları uyarır. Uyarılan bağırsaklar böylece dışkılama işlemine başlar. Sonuçta kesinlikle etkili, ama çok hızlı sonuç vermeyebilen bir yöntemdir bu. Yani, kronik kabızlıklarda, sonuç alabilmek için 2-3 gün beklemek gerekebilir. Ama beklemeye değecektir. Çünkü çok rahatlatıcıdır. Bu yöntemle hatta, dışkılamanın zamanı bile programlanabilir. Bunun için, keten tohumunu bir süre kullanıp, onu tanımak gerekir. Drog, meyve püresi veya bal ile karıştırılarak alındığında daha da etkili olur. Daha sonra bol su içmeyi unutmamak gerekir.
Keten tohumu, içerdiği bol miktarda müsilaj sayesinde, tedavi amacıyla başka alanlarda da kullanılabilir. Tahriş olmuş veya iltihaplanmış mukozanın üstünde koruyucu bir tabaka oluşturduğu için, ağız içi, boğaz ve dişeti rahatsızlıklarında gargara ve çalkalama, öksürük gıcığı, ses kısıklığı ve mide mukozası iltihabında ılık çay biçiminde kullanılmalıdır.
Keten tohumu çayı: 1 tatlı kaşığı ezilmemiş tohum, 1 bardak suya eklenir ve arada bir karıştırılarak, 20-30 dakika bekletilir. Tohumların suyu sıkılmadan süzülür ve hafifçe ılıklaştırılarak içilir.
Yan etkiler: Bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.
KETEN TOHUMU, Baharatçılarda rahatça bulacağınız kahverengi, susam gibi, tadı hoş olan keten tohumunu manuel veya elektrikli kahve değirmeninde (toz haline getirilmezse vücut susama benzeyen bu tohumdan yararlanamıyor) un gibi çekerek buzdolabında cam kavanozda ( veya derin dondurucuda) saklayın; günde birkaç tatlı kaşığı suyla için, yiyin, yoğurdunuza, çorbanıza, kekinize, salatanıza, sabah kahvaltınızda tahıllara, yulaf ezmesine, unlu gıdalarda 3-5 kaşık un yerine bol bol karıştırın ama pişirmeden yemeği tercih edin. Yağını da öyle. Çünkü keten tohumunda kalbe iyi gelen ve kalp krizlerini önleyen, yağlı somon gibi balıklarda bulunan zengin omega-3 yağları yanı sıra, magnezyum, potasyum ve posa , B vitaminleri, protein ve çinko var ve kolestrol yoktur, doymuş yağı ve kalorisi yok denecek kadar azdır. Artrit romatizmada ağrıya, şişmeye ve yangılanmaya iyi gelir. Kanda kolestrolü ve trigliseridleri, kotu kolestrol LDL i düşürür. Kolestrol nedeniyle damarlarda duvarlardaki sertleşmeyi azaltır. DEPRESYONA, kansere, enfeksiyonlara, kalp hastalığı riskine, sekere, kabızlığa, böbrek hasarlarına iyi gelebilir. Kadınlarda menapozda ateş basmalarında da etkili olabilmektedir. Her derde deva önemli ve çok ucuz bir kaynak.
Keten tohumunu kek, börek, çörek, ekmek gibi fırın ürünlerinde kullanabilirsiniz.
Keten tohumu suda ya da ıslak kaldığında sümüksü bir hal alır, sizi korkutmasın, bu doğaldır, doğası gereğidir.

Keten tohumunu toz haline getirip salatalarına da koyabilirsin.
Keten Tohumu ayrıca Omega 3 ve Omega 6 yag asitleri açısından da çok zengin.. Hepimizin mutfağında bulunması gereken bir tohum. Zaten kullandıkça yeni kullanım alanları da bulmak mümkün. Soğuk algınlıklarında da kullanıldığını belirterek bitireyim.

Keten tohumunun en önemli katkısı B12 den ziyade Omega 3 içeriğidir. Sadece
soğuk su balıklarında görülen bu hayati yağ asidi bizim denizlerimizde yaşayan
balıklarda son derece az. O nedenle keten tohumu önemli bir kaynak. Kullanımı
gayet basit. Mutfak robotu vb. bir aletle irice öğütün çorbalar başta olmak
üzere neye yakıştırıyorsanız bolca kullanın. Baharatlar gibi baskın bir tat ve
kokusu olmadığından kolaylıkla tüketebilirsiniz
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
KEREVİZ Latince ismi : Apium graveolens

Kerevizin yaprak ve saplarının, bol vitaminleri ve çeşitli madeni maddeleriyle çok faydalı olduğunu belirten uzmanlar, mideyi kuvvetlendirdiğini ve iştah açtığını bildiriyor. Uzmanlar, kerevizin, iç salgı bezlerini ve özellikle vücutta çok çeşitli vazifesi olan böbrek üstü bezlerini çalıştırdığını, sinir yorgunluğunu da önlediğini ifade ediyor. Kanı pisliklerinden temizlediğini ve sivilcelerin geçmesine, yüzün pembe bir hal almasına yaradığını vurgulayan uzmanlar, kerevizin diğer faydalarını şöyle sıralıyor: “Karaciğerin şişliğini giderip onu yorgunluk maddelerinden temizliyor. Sarılığı gideriyor, böbrekleri çalıştırıyor, fazla suyu dışarı atıyor. Böbreklerden kumu, taşı döküyor. Şişmanları zayıflatıyor ve cinsel faaliyeti çok arttırıyor.”
Akdeniz mutfağının lezzetlerinden kereviz, içerdiği maddeler sayesinde sinirliliği önlüyor.B vitamini, demir ve kireç yönünden zengin olan kereviz şeker, yüksek tansiyon ve romatizma hastalıklarına da iyi geliyor. Uzmanlar düş kırıklığı çekenlerin kereviz ve havuç yemesini tavsiye ediyor. Salatası, çorbası, zeytinyağlı yemeği yapılarak tüketilebildiği gibi, yemeklere kendine özgü bir lezzet de katan kereviz, içerdiği değerlerle alternatif tıpta birçok hastalığın tedavisinde de kullanılıyor. Yaprak ve kök kerevizi olarak iki çeşidi bulunan ve anavatanı Güney Avrupa olan kereviz, deniz havası alan rutubetli yerlerde yetiştiyor ve soğuk havada kolayca don tutuyor.
Uzmanlar, lezzeti ve besin değerinde kayıp meydana gelmemesi için kereviz alırken don yememiş olmasına özen gösterilmesi gerektiğini belirtiyor. Kerevizin içeriğindeki ’sedanonik anhidrit’, ’sedanolin’, ‘limonen’, ‘palmitik asid’ ve ‘gayakol’ gibi maddeler sayesinde zihinsel yorgunluğun giderilmesine iyi geldiğini kaydeden uzmanlar ayrıca B vitamini, demir ve kireç içeren kerevizin, unutkanlığı ve sinir yorgunluğunu giderdiğini ifade ediyorlar. Uzmanlar idrar söktürücü özelliğe de sahip bulunan kerevizin, böbrek taşı ve kumlarının düşürülmesine yardımcı olduğunu, şeker, yüksek tansiyon ve romatizma hastalıklarına da iyi geldiğini kaydediyorlar.
Cinsel gücünüzü arttırın: Kereviz
Kerevizin tarihi çok eskilere, antik Yunan’a kadar dayanır. O zamanlar kereviz o kadar kutsal bir bitki olarak biliniyordu ki, spor yarışmalarını kazananların başlarına ödül olarak yabani kerevizden taç yapılıp konulurdu. Ancak kerevizin şöhreti kötü bir talihsizlik sonucu (spor yarışmalarını kazanan kralın oğlunu kereviz yaprakları arasına giren bir yılan soktu) lekelendi ve yalnızca ölüm çelengi olarak kullanılmaya başlandı.
Kereviz, çeşitli iklim koşullarına uyum sağlayabilir, ancak ılıman ve nemli iklimlerde daha verimli olarak yetişir. Geniş yaprakları ve uzun yaprak sapları ve şişkin bir gövdesi vardır. İki çeşit kereviz vardır, bunlarda bir tanesi kökü yumru bağlamayan, yaprak sapları uzun olan yaprak kerevizi, diğeri ise, yaprak sapları kısa kökü yumrulu, kök kerevizidir.
A, B ve C vitamini, kalsiyum, demir, potasyum ve kireç içerir. Kanserden yüksek tansiyona, gripten kolestrole kadar her türlü hastalığa karşı tedavi edici etkisi vardır. Onun mucizevi etkileyici gücü geçmişte Yunanlılar ve Romalılar tarafından keşfedilmiş ve onlar kerevizi tıpta ve yemeklerinde kullanmaya başlamışlardı.
2500 yıl önce hekimlerin babası Hipokrat, “altüst olmuş sinirleriniz için kereviz besininiz ve ilacınız olsun” demiştir. Özellikle erkeklerde cinsel arzuyu kamçılayan ve cinsel gücü arttıran kereviz, zamansız iktidarsızlık için doğal bir çaredir.
Kerevizin anayurdu Akdenizdir. Eski Yunan, Romalılarca koku verici olarak ve ayrıca şifalı ot gibi kullanıldığı bilinmektedir. Yaprakları ise çeşitli dönemlerde hüznün ve zaferin simgesi olmuştur. Homeros, İlyada’sında Archille in bu bitkiyi görkemli saçlarının tedavisinde kullandığından söz eder.

Sağlıktaki rolü
C vitamini yönünden oldukça zengin olan kereviz, vücudun günlük C vitamini ihtiyacının % 15 ini karşılar. 100 gr. kerevizde 2 mgr. A vitamini, 15 mgr. C vitamini, 4 mgr. kalsiyum, 10 mgr. potasyum ve 2 mgr. demir bulunur. İki orta boy kerevizde sadece 20 kalori vardır.
Son yıllarda yapılan araştırmalar kerevizin kanserden yüksek tansiyona, gripten kolesterole kadar her türlü hastalığa karşı savaştığını ortaya çıkarmıştır.
Amerika da yapılan deneylerde, kerevizin içindeki kimyasal maddelerin vücudun bağışıklık sistemini güçlendirdiği, canlılarda tümör oluşumunu önlediği ve tümör oluşum riskini % 38 ile % 50 oranında azalttığı gözlemlenmiştir.
Her gün kereviz yiyen ya da kereviz suyu içen hastaların tansiyonunun düştüğü ve kan basıncının dengelendiği görülür. Vücudun kaybettiği suyu yenilemenin en iyi yolu kereviz suyu içmektir. Kereviz suyu aynı zamanda stresi azaltır, uykusuzluğa iyi gelir ve baş ağrılarını engeller.
Diyet yapanlar için de faydalı olan kereviz suyu, tatlı ihtiyacını engeller. Sindirim sistemi ve böbrekleri dengeli çalıştırır. İyi çiğnenerek yenen kerevizler mideyi güçlendirir. Yorgunluğa ve iştahsızlığa iyi gelir.
Nelere faydası vardır?
- Cinsel gücü arttırır ve cinsel isteği kamçılar
- İç salgı bezlerini, özellikle böbrek üstü bezlerini çalıştırır
- Sinir yorgunluğunu engeller
- Kanı pisliklerden temizler
- Akneleri geçirici ve cildi temizleyici özelliği vardır
- Böbrek taşı ve kumunun kolay düşürülmesini sağlar
- Diyet uygulayanların zayıflamasını kolaylaştırır
- Unutkanlığa iyi gelir
- İdrarı söker
- Kan ve süt yapar
- Karaciğeri temizler
- Yüksek tansiyona iyi gelir
- Romatizmayı tedavi edici etkisi vardır
- Uykusuzluğu giderir
- Baş ağrılarını geçirir
- Mideyi güçlendirir

Nasıl kullanılır?
Sofrada: Tohumu öğütülür. Çorba, köri, güveç ve turşulara kullanılır, tuzsuz rejimlerde tuz yerine bu tohum uygulanabilir. Yaprağı salataya doğranabilir, bunun dışında yemeklere de katılabilir. Sebze çorbası ve güveçlere, ateşten alınmadan 3 dakika önce eklenebilir.
Sağlık için: Tohumu kaynatılarak özü çıkarılır ve içilir. Sinirleri yatıştırıcıdır ve midedeki fazla gazı çıkarmaya yardımcı olur. Yaprağı çay gibi demlenerek içilir. İştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır.

Satın alma
Kereviz satın alırken sağlıklı yaprakları olan sağlam, körpe kerevizleri seçin. Sapının ezik, çürümüş olmamasına dikkat edin. Kerevizleri buzdolabında, yıkanmamış olarak ve plastik torbalar içinde 2 haftaya kadar taze olarak koruyabilirsiniz.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
KEKİK

Latince ismi : Thymus serpyllum

Kekik (Thymus serpyllum, Thymus vulgaris),çimenlik tarla kıyılarında, orman kıyılarında, ve çayırlardaki karınca yuvalarının üstünde yer almaktan hoşlanır. Güneş ve sıcak istediği için, toprak sıcaklığının fazla olduğu kayalık ve dağlık bölgelere çoğalır. Güneşli öğlen sıcaklarında menekşe renkli çiçeklerinden yayılan güzel koku, arıları ve böcekleri kendisine çeker. Ülkemizde kekik adı altında Origanum (Mercanköşk türleri) türlerinden elde edilen drogun satışı yapılmaktadır. Eterli uçucu yağ; Thymol (%50 civarında), Carvacrol, Borneol, Cymol, Pimen, Tanen ve flavonlar içerir. Öncelikle baharat olarak kullanılır. Yağlı ve ağır yemeklerin tadını zenginleştirir, sindirimi kolaylaştırır. Şifalı bitki olarak kekik; öncelikle kramp çözücü, dezenfekte edici ve balgam söktürücü olarak kullanılır. Akciğer ve bronşlar, mide ve bağırsaklar, kekiğin başlıca kullanım alanlarıdır. Bitkinin önemli etken maddesi olan eterli uçucu yağlar kana karışıp, bronşiyal kasları etkileyerek, krampları çözebilir. Aynı zamanda o bölgelerde bakteri oluşumunu önler. Öksürük ve üst solunum yolları iltihabında ve gargara biçiminde kullanılabilir. Kekik iştah açar ve sindirim sistemini uyarır. Sindirim sisteminde görülen ekşimeler ve kramplı ağrılar bir bardak ile geçiştirilebilir, kötü kokulu ve yumuşak dışkı normalleşir. Boğmaca ve öksürük, sinir sistemi zafiyeti, romatizma ve bağırsak hastalıklarına karşı, içiminin yanı sıra, da çok yararlıdır. Güçsüz, zayıf ve solgun çocuklara da yaptırılabilir. ile ayrıca adet kanamaları dengelenebilir, adet zamanlarındaki kramplı ağrılar geçiştirilebilir, ergenlik sivilceleri iyileştirilebilir. içimi ve kekikle karıştırılmış bal yenmesiyle organizma güçlendirilebilir ve dengeye kavuşturulabilir. friksiyonları ile (ovarak sürme) romatizmal ağrılar, sinirsel rahatsızlıklar ve organ titreklikleri tedavi edilebilir. ağrılı bölgenin üstüne konularak büyük rahatlıklar sağlanabilir. Bu küçük bitki yastıklarını herkes hazırlayabilir. Kekik, öksürük ve mide rahatsızlıklarına karşı başka bitkilerle daha da başarılı biçimde kullanılabilir.
kekik2.gif
Kekik ı, bedenin değerli organlarını temizler. Sabahları kahve veya çay yerine bir bardak kekik çayı içen, etkisini kısa sürede fark edecektir: Zeka keskinliği, midede rahatlık, sabah öksürüğüne tutulmamak ve genel bir rahatlık. Kekik, ve , güneşli havada toplanıp, bir kuru hazırlanır. Bu yastığı uygularken, bir yandan da aynı bitkilerin karışımından hazırlanmış çay içildiğinde, sinirsel yüz ağrıları iyileşebilir. Eğer aynı zamanda kramp da varsa, kurutulmuş yastığı uygulamak gerekir. Kekik, çiçeklenme zamanı olan Haziran- Ağustos arasında toplanır ve öğlen sıcağında toplananları en etkili olanlarıdır. , kötürümlükte, kalp krizlerinde, organ sertleşmesinde (skleroz ), kas erimesinde, romatizmada ve burkulmalarda kullanılabilir. Mide ve dölyatağı kramplarında bitkinin içten ve dıştan kullanılması önerilir. Günde 2 bardak içilmelidir. Dıştan kullanıldığında, bitkilerin sap ve çiçeklerinden hazırlanmış bir uygulanmalıdır. Yatmadan önce bu yastık sıcak hava ile ısıtılır (kaloriferin üzerine koyarak veya saç kurutma makinesi kullanılabilir) ve midenin veya dölyatağının (rahim) üstüne koyulur. Tümörlerde, eziklerde ve eskimiş romatizmalarda da bu yastık önerilir. Solunum yolları hastalıklarında, kekik, ile birlikte çok eski zamanlardan beri kullanılmakta olan etkili bir yöntemdir. Balgamlı bronşitlerde, bronşiyal astımda ve hatta boğmacada, kekik ile karışımını, çayı, limon ve nöbet şekeri ile karıştırılarak, günde 4-5 bardak içilebilir. Zatüre tehlikesine karşı bu çay saatte 1 yudum içildiğinde etkisini gösterecektir. Kekik'in, alkol bağımlılığına karşı kullanılabileceğini de unutmamak gerekir. Bir avuç dolusu bitki, 1 litre kaynar suda haşlanır ve demlenmesi için 2 dakika beklenir. Çay termosa koyulur ve hastaya 15 dakikada 1 yemek kaşığı içirilir. Sonra mide bulanması, kusma, dışkı ve idrar çıkarma, terleme, yemek ve içmek için duyulan büyük iştah izler. Bu uygulama doğal olarak bir kerede kalmamalı ve gerektiğince yinelenmelidir. Kekik, sara krizlerine karşı da önerilebilir. Günde 2 bardak içilen bitki çayı yalnızca krizler arasında değil, yıl boyunca, 10 günlük aralarla 2-3 haftalık kürler halinde uygulanmalıdır.
UYARILAR :Kekik Çayı, içerisindeki en etkili madde olan eterli uçucu yağın (Thymol) yitirilmemesi için hiçbir zaman kaynatılmaz! Hamilelerin (Düşükleri kolaylaştırır ve bebeğin rahimden çıkmasını çabuklaştırır.) kullanmaması tavsiye edilir. Önerilen dozlar aşılmadığında, bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Fakat kekik yağının içten kullanımında aşırılığa kaçılması, tiroid bezinin işlevini arttırabilir. Bu nedenle guatr hastalarının kekik yağını kullanmaması tavsiye edilmektedir. Kekik çayı içimi ise böyle bir duruma yol açmaz.
Kullanım Biçimleri:

Yarım veya bir tatlı kaşığı kurutulup, ince kıyılmış kekik,orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapatılarak 8-10 dakika demlendirilir ve süzülür. Günde 2-3 bardak yeni demlenmiş olarak, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan ve yudumlanarak içilir.
Kekik Banyosu: 70-100 gr kurutulmuş kekik bir tülbentin içine gevşekçe bağlanarak 2-3 litre soğuk suya eklenir. Kaynama derecesine kadar ısıtıldıktan sonra (kaynatılmaz), üstü kapalı olarak 15 dakika demlendirilir. Tülbentteki posa iyice sıkıldıktan sonra sıcak banyo suyuna (Küvet) eklenir. Banyo suyu sıcaklığı 37-38 derece arasında olmalıdır ve banyo süresi 15-20 dakikayı aşmamalıdır. Bu süre boyunca küvet içerisinde oturularak yapılan banyodan sonra üşütülmemeli ve bir bornoza sarılınarak yatakta bir süre dinlenilmelidir.
Öğlen güneşinde toplanmış ve ince kıyılmış çiçekli dallar, gevşekçe, bir şişenin ağzına kadar doldurulur, üstüne konyak veya 35-40 derecelik etil alkol, bitkilerin üstüne çıkana kadar eklenir. 14 gün boyunca, arada bir çalkalanarak, güneşli ve sıcak bir ortamda bekletilir, sonra tülbentten geçirilerek süzülür. Koyu renkli şişelerde, serin bir ortamda saklanmalıdır.
Bitki yastığı: Öğlen güneşinde toplanıp kurutulmuş çiçekli dallar, ince kıyılarak keten bezinden yapılmış bir yastığa doldurulur ve ağzı dikilir. Yatmadan önce sıcak, kuru hava ile (Örnek : Kaloriferin üzerinde veya saç kurutma makinesi kullanılabilir) ısıtılır ve hasta organın üstüne koyulur.
Kekik Yağı: Aynı tentür işlemi gibidir, konyak yerine, sızma zeytinyağı kullanılır. Bir şişenin içine doldurulan çiçeklerin üstüne sızma zeytin yağı eklenerek, 10 gün güneşte bekletilir ve kullanılacak kadarı süzülür.
Karışım: Öksürüğe karşı, 2 ölçü kekik, 1 ölçü , 1 ölçü ezilmiş iyice karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki "Çay Hazırlamak" başlığı altında belirtildiği şekilde demlenir ve balla tatlandırılarak, küçük yudumlarla içilir.
Kekik, birçok derde iyi geliyor
Uzmanlar, kekik otunun yapısında bulunan minerallerinden dolayı birçok sağlık probleminin çözümünde etkili olduğunu belirtiyor.
Kolesterol düşürülmesinden, sara krizini önlemeye ve ağrıların tedavisine kadar bir çok işe yarayan kekik, baharat özelliğiyle de yemeklerde kullanılıyor.
Yaygın olarak lezzet arttırıcı baharat olarak sofralarda kullanılan kekik otunun, birçok sağlık problemine iyi geldiği bildirildi. Halk arasında “tahtacı otu”, “güvey otu” ve “pervane otu” olarak adlandırılan kekiğin; kolesterolü düşürdüğü, sara krizin önlediği, mide, karın ve baş ağrılarında etkili olduğu, ani spazmları çözdüğü ve ergenlik sivilcelerinin tedavisinde etkin rol oynadığı belirtildi. Uzmanlar, kekik otunun ve kekik otundan yapılan çay ve
yağların dikkatli ve ölçülü kullanılması halinde, birçok sağlık problemini kendiliğinden çözdüğünü vurguladı.
İşte kekik otuyla yapılabilecekler ve çeşitleri:


Kekik çayı:
Kekik çayı sindirim sistemi üzerinde son derece etkilidir. Sindirimi kolaylaştırma, mide rahatsızlıklarına iyi gelme, iştah açma özelliğiyle öne çıkan kekik çayı, ayrıca adet kanamalarını dengeler, kramplı adet ağrılarına iyi gelir, organizmayı güçlendirir ve ergenlik sivilcelerini engeller.


Kekik yağı:
Sızma zeytinyağı ile birlikte kullanılan kekik yağı, ağrının olduğu bölgeye masajla birlikte uygulanırsa acıyı dindirir ve ağrının yayılmasını engeller.


Kekik suyu:
Bağırsaklardaki parazitlerin düşmesini sağlar. Yatıştırıcı özelliği vardır. Spazm çözücüdür, organizmanın düzenli çalışmasını sağlar. Mide için son derece faydalıdır. Kolesterolü düşürür. Böbrek ve kum taşlarında iyi sonuç verir. Ağız, diş ve boğaz iltihaplarında gargara yapılırsa iyileştirici etki sağlar. Sara krizini önler. Vücuttaki fazla yağların yakımında etkilidir. Mide, karın ve baş ağrılarında etkilidir
KEKİK MUCİZESİ
kekik3.jpg
Türkiye'de yoğun olarak yetişen kekik çeşitlerinin, antioksidan, antikanserojen, antidiyabetik ve antikolestremik özelliği olduğu bildirildi.
Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, kekik üretimi açısından dünyada önemli bir konumda bulunan Türkiye'de, Origanum, Thymus, Thymbra, Saturaje, Sideritis ve Salvia cinsi kekiklerin yoğun olarak yetiştiğini, bu kekik çeşitlerinin sağlığa çok faydalı olduğunu söyledi.
Dünyada kekik çeşitleriyle ilgili birçok araştırma yapıldığını, bu araştırmalar sonucunda bu bitkilerin mikrop öldürücü özellikte olduğu ve yoğun şekilde fenolik madde içerdiğinin saptandığını belirten Sağdıç, kekiğin sağlığa faydalarını şöyle özetledi:
“Kekik, içerdiği maddelerle hücrelerden salgılanan serbest radikalleri bağlayarak sağlık açısından birçok fayda oluşturmaktadır. Kekik, içeriğindeki maddelerle vücutta hücre koruma sistemlerini geliştirmesiyle antioksidan, kanser oluşumunu engellemesiyle antikanserojen, diyabet hastalığını engellemesiyle antidiyabetik ve vücuttaki kolestrol oranını ayarlamasıyla antikolestremik özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri ile kekik, yaşlılığı geciktirmekte, tümör oluşumunu engellemekte, şeker hastalığına iyi gelmekte ve gıdaların bozulmasını doğal yollarla engellemektedir.”
DOĞAL KORUYUCU
Gıdaların bozulmalarının önlenmesi için koruyucu maddeler kullanıldığını, ancak kimyasal koruyucu maddelerin sağlık açısından bazı riskler taşıdığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, doğal koruyucu özelliği olan kekiğin bu riskleri ortadan kaldırdığına dikkati çekti.
Gıdaların üretiminden tüketimine kadarki süreçte sağlıklı olarak saklanabilmelerinin önemli bir sorun olduğunu ve bu alanda sürekli araştırmalar yapıldığını kaydeden Sağdıç, şöyle devam etti:
“Gıdaların mikroorganizmalar ve oksidasyonla bozulmaları sonucu, ticari değerleri kaybolmaktadır. Bunun için gıdaların tüketiciye ulaşıncaya kadar dayanıklılığının korunması için, kimyasal sentetik koruyucular kullanılmaktadır. Kullanımları gıda kodeksleri ile sınırlandırılan kimyasal koruyucular, limit aşımında kanserojen etki yapmakta ve insan sağlığını tehdit etmektedir. Doğal antimikrobiyal özellik taşıyan kekik grubu bitkiler, bu riskleri ortadan kaldırmakta, doğal yollarla koruma sağlamaktadır.”
Kekiğin, sağlık açısından faydaları göz önünde bulundurularak çok farklı alanlarda kullanılabileceğini kaydeden Sağdıç, gıda sektörünün yanı sıra tıp, eczacılık ve kozmetik alanlarında da kullanılabileceğini, hayvan yemlerine katılarak et kalitesinin ve hayvan sağlığının korunabileceğini, çay olarak içilerek insan sağlığına faydasının sağlanabileceğini söyledi.
EKONOMİK BOYUT
Türkiye'nin dünyada baharat bitkilerinin üretimi ve ticaretinde Çin ve Hindistan'dan sonra üçüncü ülke konumunda olduğunu, yıllık 30 bin ton civarında doğal bitki ihraç ettiğini bildiren Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, birçok önemli kekik türünün yetiştiği Türkiye'nin, dünya kekik ihracatının yüzde 75'ini elinde bulundurduğunu söyledi.
Kekik üretimi ve ticaretinin geliştirilmesiyle ülke ekonomisine ciddi katkılar sağlanabileceğini belirten Sağdıç, Türkiye'nin yıllık ortalama 11 bin ton civarında kekik üretimi yaptığını ve bundan 21 milyon dolar gelir elde ettiğini ifade etti.
Türkiye'nin ABD, Avustralya, Kanada ve Avrupa ülkelerine ihraç ettiği kekik türleri arasında Türk kekiği (Origanum onites), sütçüler kekiği (Origanum minutiflorum), karabaş kekiği (Thymbra spicata) ve beyaz kekik (Origanum majorana) bulunduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kekik üretiminin ülke ekonomisine sağladığı katkının artırılması için, üretimin teşvik edilmesi gerekir. Kekik, belediyelerce süs bitkisi olarak kullanılabilir, ormanlara tohumları saçılarak geliştirilebilir ve tarlalarda yetiştirilerek gelir kaynağı haline getirilebilir. Türkiye, toprak ve iklim şartları bakımından buna çok uygundur.”
KEKİK
Sinir Sistemi : Bedeni ve Ruhi bunalımlarda, sinir zafiyetinde.
Solunum yollarında : Astım, Bronşit, Verem, Enfizeme de diğer hastalıklar için Solunum yollarını sterilize etmekte.
Dolaşım sistemi Düşük tansiyonu normal hale getirmede, Kansızlıkta, Beyaz kürecikleri artırarak dayanıklılığı artırır.
Hazım yollarında: iştah açmada, hazım zorluğunda bağırsaklardaki kokuşma ve gazda, ishallerde, Tifoda çok fayda verir, bağırsaklardaki faydalı mikropları güçlendirir.
Soğuk algınlığı, Grip, Nezle, Beyin nezlesi, ateş Anjinde çok faydalıdır.
Regl söktürür.
Bağırsak parazitlerini döker.
kekik1.jpg

KEKİK (thymus serpyllum)
Güneşli çimenliklerde, tarla ve orman kenarlarında, çayırlarda yetişir. Çok sıcağa ve güneşe ihtiyacı vardır. Onun için taşlı yerlerde, toprak sıcaklığının çok sıcak olduğu yerlerde yetişir. Öğle sıcağında morlarla süslü renkli çiçeklerinin yaydığı güzel kokuya arı ve böcekler üşüşür.
KULLANIM TABLOSU
Çay: dolu çay kaşığı kekiği 200 gr. Su ile kaynatın ve bir dakika demleyin.
Hülasa: öğle güneşinde toplanmış çiçekler bir litrelik şişeye ağzına kadar doldurun.40 derecelik iyi şarap, üzerine doldurarak, 14 gün güneşte bırakın.
Kekik yağı: Öğle güneşinde toplanmış çiçekli sapları aynen şişeye doldurup üstüne zeytinyağı koyun. Kekiklerin üstünde iki parmak yağ olsun. 14 gün güneşte bırakın.
Kekik şurubu: Güneşte toplanan çiçekli sapları elinizde nemlendirerek, ıslak ellerle bir kavanoza koyun, aralarına kat kat şeker koyun. Üç hafta kadar güneşte bekletin, sonra kekikleri az su ile yıkayın. Bu suyu şuruba ilave edin ve en kısık şekilde kaynama haline gelmeden pişirin, şurup ne ince ne kalın olsun. Bunun için bir yada iki defa soğutulup denemesi yapılır.
HASTALIKLAR
İdrara ve kadınların adetlerine tesir eder ve düşüğü önler. İç organları temizler, cüzam, felç ve sinir hastalıklarına tavsiye edilir. Mide ve adet kramplarına kekik yağı, müzminleşmiş romatizma için kuru ot yastık çok faydalıdır. Kekik banyosu rahat uyutur. Kekik alkolikler içinde çok faydalı bir koruyucudur
KEKİK
Romatizmadan tansiyona, öksürükten hazımsızlığa birçok rahatsızlığa olumlu etkisi var
Sağlık kaynağı kekik
Yemeklerin tadını zenginleştiren bir baharat olarak biliyoruz onu. Ama aynı zamanda yağıyla, suyuyla, çayıyla şifa veren bir bitki. Mikropları öldürüyor, hazmı kolaylaştırıyor, kolesterolü düşürüyor. Tansiyonu dengeleyip ağrıları gideriyor. Ve dünyanın en iyi kekiği Türkiye´de yetişiyor.

Çoğu insan pirzolayı, ızgara eti onsuz düşünemez. Mis gibi kokusuyla ete ayrı bir lezzet katar. Akdeniz mutfağına özgü yemeklerin de vazgeçilmez baharatıdır. Salatalarda, zeytinyağlılarda, makarna soslarında sıkça kullanılır.
Kekikten söz ediyoruz. Odunsu saplı, küçük yapraklı, alçak boylu bitkiden. Kekiğin yemeklere kattığı lezzetin dışında bir önemli özelliği daha var. Şifalı bitkilerin önde gelenlerinden kekiğin sindirimi kolaylaştırıcı, kandaki şeker miktarını azaltıcı, sakinleştirici, idrar söktürücü, âdet düzenleyici, öksürük giderici gibi etkileri bulunuyor.


Türkiye, kekik açısından cennet bir ülke. Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü Can Başer, ``Türk kekiği, dünyanın en kaliteli kekiği'' diyor. Aynı zamanda 1980´de kurulan Anadolu Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç Araştırma Merkezi (TBAM) Müdürü olan Prof. Başer, Türkiye´nin son yıllarda dünyanın en büyük kekik üreticisi olduğunu söylüyor. Türkiye´den yılda 7000-7500 ton kadar kuru kekik ihraç ediliyor. Kekiğin yanı sıra, kekik yağı da ihraç ediliyor (yılda en az 50-60 ton kadar).


Kekiğin yanı sıra, daha birçok bitki araştırılıyor, inceleniyor, denetleniyor Türkiye´nin ilk ve tek bitki araştırma merkezi TBAM´da. Ancak Prof. Dr. Hüsnü Can Başer´in kalbinde, kekiğin yeri bambaşka. Öyle ki, onun adını alan bir kekik türü bile var: `Origanum Husnucan-Baserii'... Başta kekik olmak üzere, bitkilerin yararları, zararları, merkezde yapılan araştırmalar, bitkilerin doğru kullanımı gibi daha birçok konuda sorularımızı yanıtlayan Prof. Başer ile `bitki âlemine' dalarak sohbet ettik...
Nedir Türk kekiğinin sırrı?
Türkiye adeta bir bitki cenneti. Özellikle de kekik konusunda çok iddialıyız. Bugün Türkiye´den en çok ihraç edilen bitki kekik. Kekik yağı da ihraç ediliyor. Türk kekiği, dünyanın en kaliteli kekiği.
Kekiğin yanı sıra hangi bitkiler ihraç ediliyor?
Meyankökü de Türkiye'den gidiyor dünyaya, ancak meyankökü ihracatı son yıllarda azaldı, çünkü meyankökü ilaçtan çok, tütün, şekerleme ve meşrubat sanayisinde kullanılmaya başlandı. Bunun dışında, adaçayı, defne, şakayık çiçekleri, şakayık kökleri, sarı kantaron da sık ihraç edilen bitkiler arasında. Ayrıca Türkiye, gül yağı üretimi konusunda da dünya çapında bir ülke. Bunların yanında Türkiye, pek çok değişik bitki esanslarının önemli üreticisi haline geldi. Yaptığımız bir çalışmada, Türkiye'nin tıbbi ve aromatik bitki ile bitkisel ürünler ihracatının, yılda 100 milyon dolarlık bir kapasiteye ulaştığını tespit ettik. Yani Türkiye yılda 100 milyon dolarlık ihracat yapma kapasitesine sahip. Bu sayı artmış bile olabilir. Ürünlerimizin kalitesi arttıkça fiyatı da artıyor. Örneğin kekikte çok iyi durumdayız. Dünyanın en temiz, en kaliteli kekiği, en temiz kekik yağı Türkiye'den gidiyor.
Kekiğin en çok hangi bölümü işe yarıyor?
Pilot tesislerimizde hammaddeleri kazanın içine koyarız. Esansını elde etmek istiyorsak, alttan buhar veririz. O buharla birlikte esanslar bitkinin içinden serbest hale geçer ve suyla birlikte soğutucuda soğuyup tekrar sıvı haline dönüp aşağıya iner. Yağ, suyla karışmadığı için yüzer. Biz de onu ayırırız. Özel tesislerimizde bitkinin içindeki özü alıyoruz. Kekiğin posasını istersek su, istersek alkolle kaynatıp onun içinden de bir ekstre elde ederiz. Onu yoğunlaştırdığımız zaman da katı bir madde elimize geçer. Bu da antioksidan özelliğe sahiptir. Bunlar da doğal katkı maddeleri olarak gıdalarda kullanılabilir. Kekiğin aslında çok özelliği var. Hemen hemen hiçbir şey israf olmuyor. Her şeyi alınmış posa da gübre olarak kullanılabiliyor. Yem fabrikalarına da verilebilir. Hemen hemen her tarafı işe yarıyor kekiğin.

Peki neden eczacılar bitkilere sahip çıkmıyor? Birçok gelişmiş ülkede doktorlar bitkisel ürünleri reçeteye yazar ve eczacı bu ürünleri eczanesinde hazırlayarak hastaya verir.

Sahip çıkıyorlar, ancak doktorlar reçeteye yazmıyor. 30-40 yıl önce, tıp fakültelerinde Materia Medica diye bir ders vardı. Bu derste, tıpta kullanılan bütün maddeler ve bitkiler öğretilirdi. O zamanki tıpçılar bitkileri bilirdi. Ancak artık hekimler tıbbi bitkileri hiç bilmeden mezun oluyor. Konuyu bilmedikleri için de bitkilerden uzak duruyor, bunları `koca-karı ilaçları' olarak görüyorlar. Örneğin Almanya'da tıp fakültelerinin hepsinde bitkilerle tedavi dersi okutuluyor. Bitki işini eğitimleri sırasında gördükleri için de hastalara daha bilinçli bir biçimde reçete yazıyorlar. Bir doktor-eczacı-hasta zinciri oluşmuş durumda. Türkiye'deki eksiklik bu.

Bitki Kimyası Bölümü:
Anadolu Üniversitesi Bitki Kimyası Laboratuvarı´nda küçük çaplı üretimler yapılıyor. Örneğin kekik yağı, defne yağı, adaçayı yağı gibi bitkisel esanslar burada üretiliyor.

Uçucu Yağlar Bölümü:
Aromatik bitkilerden uçucu yağ (esans) üretimi, analizi, kalite kontrolü, biyolojik etkinliği ve aroma kimyasallarının izolasyonu, kalite kontrolü gibi işlemler yapılıyor. Mikrodistilasyon Sistemi sayesinde, tek bir tohumdan veya yapraktan dahi uçucu yağ elde edilebiliyor. Normalde 100, 200 gram, hatta yarım kilo gerekebilir. Uçucu yağlar, parfümeri, kozmetik ve gıda sektöründe kullanılabilir.
Aletli Analiz ve Kalite Kontrol: İyi laboratuvar uygulamaları kurallarına uygun olarak doğal ve sentetik hammaddeler ile ilaç ve kozmetik ürünler üzerinde son teknoloji kullanılarak analiz ve kalite kontrol yapılıyor.
Pilot Tesisler: Endüstriyel üretim öncesinde deneme üretimleri bu bölümde yapılıyor. Bitkisel ekstre ve yağ üretimi konusunda yeterli imkânlara sahip olan tesiste, öğütme, ekstraksiyon (bitkinin içindeki maddeleri elde etme), distilasyon, kimyasal reaksiyon, buharlaştırma, kurutma, püskürtme gibi işlemler gerçekleştiriliyor.

Hücre ve Doku Kültürü Laboratuvarı:

Bu laboratuvarda, insan ve hayvan dokuları üretilerek, onlar üzerinde bitkilerle deneyler yapılıyor. Örneğin anti-kanser etki deneyleri yapılıyor, yara iyileştirici maddeler veya yaşlanmayı önleyici etkiler, bitkilerin zehirli olup olmadıkları araştırılıyor. Bu çalışmaların avantajları var. Hayvan deneylerinde sürekli hayvanları kanser edip öldürmek gerekiyor. Oysa hücreler üzerindeki deneylerde, istenilen miktarda hücre üzerinde çalışılabiliyor. Bu hücreler ise eksi 195 derecede donduruluyor.

Biyotransformasyon Laboratuvarı:

Burada `mikroplar çalışıyor'. Mikroorganizmalar, verilen maddeleri yedikleri an, metabolize edip onları başka bir maddeye çeviriyorlar. Her mikrop farklı madde üretiyor. Böylece yeni maddeler de keşfedilmiş oluyor. Biyoteknolojinin ön adımları olan bu çalışmalarla, değeri olmayan veya tedavi edici etkisi az olan birtakım maddeler mikroplara çevirtilerek, tedavi etkisi yüksek maddeler haline getirilebiliyor. Örneğin kokusu olmayan maddeler kokulu hale; ucuz maddeler pahalı hale dönüşüyor.

Kozmetoloji: Kozmetik araştırma ve geliştirme laboratuvarında, maddelerin cilt üzerindeki nem ölçümleri, ürünlerin yasal yönetmeliklere uygunluğunun saptanması ve kalite kontrolleri gibi işlemler yapılıyor.
Kütüphane ve Dokümantasyon Birimi: Geniş bir kütüphane ve arşive sahip olan TBAM´da, bütün bilgiler bilgisayar ortamında saklı. Birçok eserin orijinallerini de bu kütüphanede bulmak mümkün.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]KARANFİL




[FONT=&quot]Latince ismi : [/FONT]Caryophyllus aromaticum


Bilimsel sınıflandırma

Alem:PlantaeŞube:MagnoliophytaSınıf:MagnoliopsidaTakım: MyrtalesFamilya: MyrtaceaeCins:''''Syzygium''''
Binominal adı

Bilimsel Adı Syzygium aromaticum

Karanfil ile ilgili birden fazla anlam vardır. Karanfil baharatı Syzygium aromaticum ağacından elde edilirken, Karanfil çiçekleri Dianthus petraeus bitkisinden elde edilirler.
Karanfil baharatı (kuru)
İlk olarak bulunmuştur. Karanfil ağacı dört mevsim yeşil kalır ve 10 m uzunluğa erişebilir. Karanfil baharatı ( ) ile benzer kokuya sahip olduğu için bu ad verilmiştir.
Tarih
Milattan Önce 3. yüzyılda Çin imparatorları ve aristokrasisi her ziyaretçilerine ağız kokuları için Karanfil ikram etmeden görüşmezlerdi. Eski Romalılar`da karanfili baharat olarak kullanıyorlardı. Romalı Plinus'un, "Bir yıl geçmiyor ki, Hindistan, Roma İmparatorluğunu 50 milyon sesterce kurutuyor" sözünü İlk ve Ortaçağ Batı Uygarlıklarında karanfilin yüksek fiyatına kanıt olarak gösterebiliriz. 17. ve 18. yüzyıl İngiltere'sinde karanfil, yüksek fiyatı sebebiyle altın ile eşdeğerdi. 15. yüzyıldan itibaren karanfil, Avrupa'da yeniden tanındı. Hollandalılar, karanfil ticaretinde kartel oluşturarak, hayli zenginleştiler.Amsterdam ve Rotterdam hala büyük karanfil pazarlarından sayılmaktadır.
Kalite
Yüzdürme testi karanfilin kalitesini öğrenmek için kolay bir yoldur. Kaliteli karanfil suya atılınca ya dibe iner ya da suda dikey şekilde asılı kalır. Adi karanfil ise, su üzerinde yatay bir biçimde yüzer.
Kullanımı
Karanfil, öğütülerek baharat olarak kullanılmakla birlikte, ağızda bir süre tutularakta kullanılabilir.
  • Karanfil, güzel kokusu sebebiyle ağız kokusuna karşı kullanılabilir
  • Karanfil, ihtiva ettiği Eugenol maddesinin etkisi ile hafif ve orta şiddette diş ve dişeti ağrılarına karşı lokal uyuşturucu olarak kullanılabilir
  • Karanfil, anti-mikrobik etki yapar.
Karanfil ağacı
( caryophyllus aromaticus ) :Mersingiller familyasından anayurdu Molük adaları olan ve birçok tropik ülkelerde ve başlıca Zengibar, Filipinler ve Hindistan'da yetiştirilen, kış aylarında yaprak dökmeyen bir ağaçtır. Çiçeğinin tomurcuklarına karanfil denir. Baharat olarak kullanılır. Çiçeklerinden elde edilen karanfilyağının içeriğinde hidrokarbür, euganol, salisilik asit ve karyofilin vardır. Güzel kokuludur. Tadı acıdır. Baharat olarak kullanılır.

Kullanıldığı yerler:
Mikropları öldürür. Ağrıları dindirir. Sinirleri uyarır. Hazmı kolaylaştırır. Koku giderir. İştah açar. İshali keser. Bedeni ve zihni yorgunlukları giderir. Cinsel arzuları kamçılar. Doğumu kolaylaştırır. Karanfil esansı diş macunlarında kullanılır.
Karanfil çiçeği
( dianthus caryophyllu ) :İki çenekliler sınıfının, karanfilgiller familyasından; karşılıklı ensiz sivri yapraklı, düğüm düğüm ince saplı, 300 kadar çeşidi bulunan, otsu bir süs bitkisidir. Yaprakları pembe, beyaz veya kırmızıdır. Ençok tanınan türü çiçek karanfili'dir. Çok hoş kokuludur. Yapraklarından şurup yapılır.

Kullanıldığı yerler:
Ateş düşürür, terletir. İştah açar. Mide üşütmesinden doğan şikayetleri giderir. Dağ karanfilinin çiçekleri balla karıştırılıp yenirse, iktidarsızlığı giderir.
Karanfil kökü
( geum urbanum ) Gölgelik yerlerde yetişen sarı çiçekli bir çeşit bitkinin, karanfil kokulu köküdür. İlkbahar ve yaz aylarında toplanıp, kurutulur. İçeriğinde tanen vardır.

Kullanıldığı yerler:
Mide ve bağırsak bozukluklarını giderir. İshali keser. İştah açar. Ağrıları dindirir. Sinirleri kuvvetlendirir.
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=&quot]KARABİBER






[FONT=&quot]Latince ismi : Piper nigrum[/FONT]


Bilimsel sınıflandırma
Âlem Plantae Şube Magnoliophyta Sınıf Magnoliopsida Takım Piperales Familya Piperaceae Cins Piper Tür Piper nigrum Linnaeu
Familyası

Piperaceae
İlmi Adı

Piper nigrum
Fransızca

Poivre
İngilizce

Black Pepper
Almanca

Pfeffer
Kullanılan Kısmı

Meyvesi
Yetiştiği Yer

Hindistan, Malezya, Asya, Hindiçini, Endonezya
Toplama Zamanı

Aralık - Ocak, Temmuz - Ağustos

Özelliği
İştah açıcı, uyarıcı; sindirimi kolaylaştırır. Zayıf böbreklere, basura, mesaneye ve hassas midelere zararlıdır.
Sağlık Açısından
Sağlam midelere: Pankreasın üsaresini çoğaltarak karbohidratların ve yağların sindirimini kolaylaştırır. Ateş düşürür, öksürüğü yumuşatır.
Kullanılışı
Sindirimi kolaylaştırmak için karabiberi nane ve tarçınla yapılan bir sosla almalı. Ağızda tane olarak çiğnendiğinde tükürük miktarını çoğaltır. Dr. Bouchardat'a göre karabiber anemiklerin aperitifidir. 1/2-2 gr. kadar karabiber her gün alındığında iyi bir afrodizyak yerine geçer.
Mutfakta Kullanılışı
Yağlı etlerde, şarküteride; soslara, salataya, her tür tuzlu ve yavan yiyeceğe çeşni ve tat vermesi için serpiştirilir.
Estetik Açıdan
Yeri yoktur.
Ek Bilgi
Beyaz biber: Karabiber ve beyaz biber aynı ağacın meyveleridir. Ancak, karabiber tam olgunluğunu bulamadan koparılır, tohumun etrafındaki kılıf üzerinde kalır. Beyaz biber ise, tam olgunluğunu bulduktan sonra koparılır ve etrafındaki kılıf çıkarılır. Kılıfın çıkması için beyaz biber deniz suyuna daldırılır. Beyaz biberin özelliği, kullanıldığında karabiber gibi sosların rengini bozmaz; tadı ve kokusu karabiber gibidir.
Hindistan'ın umman körfezine bakan Batı kıyılarındaki ormanlarda kendiliğinden yetişen tırmanıcı, çok yıllık bir bitki olan karabiberin baharat olarak kullandığımız kısmı, üzümsü meyvelerinin kurutulmuşudur. Küçücük topçuklar halindeki meyveleri toplanır, kurutulur, sonra da çekilerek toz haline getirilir. Çok eski zamanlardan beri Güneydoğu Asya'da özel olarak yetiştirilmektedir. Eski Yunan ve Roma'da değiş - tokuş maddesi olarak kullanılır, vergiler karabiber olarak toplanırdı.

Karabiber % 1 - 3 oranında uçucu aromatik bir yağ içerir. Diğer kimyasal bileşikler sayesinde, karabiber, belki de sindirim sistemimizi en çok çalıştıran baharatlardan biridir.


Özellikle pankreası etkileyerek yağlı ve nişastalı besinlerin sindirimini sağladıktan başka, bu maddelerin vücuttaki miktarını da ayarlar. Şeker hastalığının ilerlemesini durdurur Ağızdaki tükürük miktarını ayarlayarak nişastalı besinlerin ilk sindirimini sağlar. İştah açar, yenilen yiyeceklerden zevk alınmasına yardım eder. Ete, balığa, sucuk, sosis gibi yiyeceklere karıştırılırsa onların bozulmasını engeller. İshali dindirir, mide ve bağırsaktaki gazları söktürür, yemeklerin bağırsaklarda kokuşmasını önler.


Kansızlığı gideren, sinirleri güçlendiren, bol idrar söktüren karabiber, kadında olsun, erkekte olsun cinsel isteği artırır.
NASIL KULLANILIR
Karabiber çok ince toz haline getirilerek yemeklere serpilir. Bir günde alınan karabiber miktarı 2-3 gram kadar olmalıdır. Çok alınırsa sindirim sistemini tahriş eder; özellikle iri parçalar ülsere neden olabilir. Damar sertliği, tansiyonu, egzaması, üremisi, romatizması ve sindirim sistemi hastalıkları olanlar yememelidirler. Çok yiyenler de, geçici de olsa dilde tutukluk yapabilir.
[/FONT]
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
18:14
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
KARABAŞ OTU
Latince ismi : Lavandula stoechas


(Lavandula stoechas / French lavander / Lavande) Ballibabagiller familyasından, bir veya çok yıllık otsu bir bitkidir. Ezildiği zaman çok kuvvetli ve hoş olmayan bir koku çıkartır. Çiçekleri mavi veya menekşe rengindedir. Bir türünden,
"Karabaş yağı" denilen bir yağ çıkartılır. Yurdumuzda alçak maki gruplarıyla birlikte yetişir.
Kullanıldığı yerler: Ağrıları dindirir. Kalbe kuvvet verir. Balgam söker. Uyuşukluk giderir, zindelik verir. (*1)Sara ve beyin hastalıklarında kullanılır. Damar sertliğinde faydalıdır. (*2)Lavandula stoechas (yalancı Lavanta çiçeği) Marmara ve Ege bölgesinde yaygın yapraklarından uçucu yağ elde edilir,süs bitkisi olarak da yetiştirilir...
"Fransız lavantası diye de bilinen, karabaş otu, başta Batı bölgelerimizde olmakla birlikte İstanbul'da da yetişmekte. Egelilerin soğuk algınlıklarında sıkça başvurduğu bu güzel bitki de lavanta ailesinden, ancak İngiliz Lavantası gibi büyük çalı formunda değil. Kökten çıkan birkaç dalın üzerinde biberiye benzeri sivri yapraklar oluşuyor. Daha sonra bu dallar uzayıp, lavantadan daha büyük mor bir çiçeğe dönüşüyor. karabaş otunun çiçekleri, kara duta benzer. Üzerinde sonradan çıkan eflatun minik çiçekleri ise üzerine konmuş kelebekleri andırıyor. İngiliz lavantası diye bilinen lavanta, mis kokulu mor çiçekleri olan, uçuk mavimsi yeşil, sivri yapraklı, çalı formunda bir bitkidir. 90 santimetreye kadar uzayabilir, sıcak iklimleri ve kuru toprağı sever. Bir kere ektiniz mi, yerini de sevdiyse genişleyip kocaman bir çalı haline gelir. Odunsu dalların üzerinde oluşan çiçekler yeşilden mora döner, sonra hafiften kurur. İşte bu dönemde artık toplama zamanı gelmiştir. İngiliz lavantası Türkiye'de Ege ve Akdeniz'in dışında İç Anadolu'nun belli bölgelerinde de yetişir, ancak çoğunlukla ekilmesi ya da fideden yetiştirilmesi gerekir. Karabaş otu ise çoğunlukla yol kenarlarında, tepelerde bulunur. Kendiliğinden yetiştiği gibi, doğadan aldığınız bir kök, bahçenizde de yaşamını sürdürebilir. Her iki türde kuru topraklı ve güneşli yerleri sever. Her iki lavantanın da çiçekleri yaz aylarında, çiçekler açtığında toplanır ve gölgede kurutulur.

TEDAVİ EDİCİ BİR BİTKİ
İngiliz lavantasının çiçeklerinden yapılan çay, sakinleştirici ve baş ağrılarını giderici olarak kullanılır. Lavanta yağı yanıklara, baş ağrılarına, kas ağrılarına ve uykusuzluğa iyi gelir. Karabaş otu Ege Bölgesi'nde özellikle öksürüğe karşı kullanılmaktadır. Bodrum ve civarında kekik suyu gibi karabaş otunun da suyu yapılıp satılır. İngiliz lavantası mutfakta daha çok tatlılarda kullanılır. Şekere aromasını vermesi için şeker kavanozuna bir miktar koyabilirsiniz. Sirkelere ve zeytinyağına da koku verir, marmelat ve reçellere eklenebilir. Karabaş otundan Karaburunlu kadınlar reçel yaparlar. Lavantanın Latince adı "lavare"den, yani yıkanmaktan geliyor. Romalıların banyo sularına lavanta çiçekleri serptikleri söylenir. Aromaterapinin kurucularından Rene Gattefosse, elini ciddi bir şekilde yaktığında lavanta yağı kullanmış ve lavantanın tedavi edici özelliklerini bu şekilde keşfetmiştir. O zamandan sonra yapılan araştırmalar lavantanın antiseptik ve anti bakteriyel özelliklerini ortaya koymuştur." Kitapta aynı zamanda lavanta'nın tam kimlik dökümü verilmiş.

Diğer isimleri:
Türkçe:
Yaban lavantası, karabaş otu (Muğla), ana baba kokusu,
İngilizce: Lavender
Almanca: Lavendel, Schopflavendel
Fransızca: Lavande
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst