"Yargı darbesi" ifadesi, bana ait değil, dünya basını ve siyasi önderlerinin
ortak görüşü. Çok mu haksız bir değerlendirme? Daha seçim sandıkları
depolarda toz tutmadı bile.
Üstelik bir de seçim öncesinde yapıldığı iddia edilen ve neredeyse tümü
yanlı medyanın uydurma, yalan, hukuki mesnetten mahrum ve tekzip yemiş
haber kupürlerine dayalı bir dosya ortaya konuldu. Bu dosya da ilginç bir
şekilde "muteber" bulundu. Meclis'in yüzde 60'ına kilit vurulmak üzere. 20
milyona yakın seçmen ile birlikte Başkomutan da yargıcın karşısına gidiyor.
Geçmiş dönemde cumhurbaşkanlığı CHP'nin Çankaya örgütüne çevrildi.
Şimdi çeteci olarak ellerine kelepçe vurulanların ağırlanma yeri oldu.
Atatürk'ün millet egemenliğini ikame ettiği yer, adeta "illegalitenin" idare
merkezine çevrildi. Yine genel seçimler öncesinden başlayan süreçte yargı
CHP'nin tehdidi altında oyunun ortasında kural değiştirdi. Şimdi utanmadan
"Açılan dava devam ederken kural mı değiştirilir?" deniliyor.
Aslında ben "Bu konuyu unutup, ekonomide işimize bakalım" diyenlerdenim.
Ancak diyemiyoruz, çünkü art arda indirilen darbelerden sonra ne yazık ki
çok güçlü olduğu bir dönemde ekonominin gardı açılmaya başlandı. Tam da
not artışı beklerken, notlarımız düşmeye başladı. Hazine'den sorumlu Devlet
Bakanı Mehmet Şimşek, "Artık IMF'ye ihtiyaç yok." diye konuşurken, mayıs
sonunda bitecek anlaşmanın bir yenisiyle tahkim edilmesi şart oldu. Yatırım
kararları askıya alındı, insanlar fal bakar gibi mecalsiz, fersiz ve anlamsız
gözlerle uzak ufuklara daldı.
Allah'ım, kendi ülkesine, kendi halkının refah ve özgürlüğüne bu kadar
acımasız, bu kadar tahammülsüz bir kinle ve intikam hissiyle saldıran
"devlet aygıtı" hangi sömürgede görüldü?
Bakın öncesi de var ancak Eylül 2007'den beri Türkiye ekonomisi krize karşı
mükemmel bir direniş sergiliyor. İnsanlar geçmişte 2001 krizine neden
girdiğimizi açıklamaya çalışırken, şimdi ise neden girmediğimizi sorguluyoruz.
Aslında cevap basit, 2001 krizi öncesi yanlış olan ne varsa şimdi düzgün de
o yüzden.
Burayı biraz açalım...
Krizin arefesinde bütçe açığı (GSYH'ye oran) yüzde 8, cari açık yüzde 3,7,
brüt borç stoku yüzde 70'in, toplam dış borç yüzde 50'nin üzerinde idi.
Enflasyon ortalama olarak yüzde 70'in, reel faizler yüzde 20'nin, nominal
faizler ise yüzde 90'ın üzerinde idi. Bankaların sermaye yeterlilik oranı dibe
vurmuş, yabancı para pozisyonu kaldırılamaz bir riske dönüşmüş, bankaların
varlıklarının yüzde 70'ten fazlası kamu kağıtlarına tahsis edilmiş, bankalar
kredi veren kurum olmaktan çoktan çıkmıştı. Vatandaş tasarrufunun yüzde
75'ini yabancı para cinsinden tutarken, yerli paranın oranı sadece yüzde
25 kadardı. Faiz harcamalarının GSYH payı tam tamına yüzde 23 kadardı.
Bunun sonunda gelir dağılımı "Zimbabveleşmişti". Nüfusun en zengin yüzde
5'lik diliminin, en fakir yüzde 5'lik dilimin tam 12,5 katı kadar geliri vardı.
İşsizlik de yüzde 12 civarında idi. İthalatın içinde altın pay lüks tüketimindi.
Gelir dağılımını ölçen Gini katsayısı tam 0,44 kadardı. Yanı dramatik oranda
bir sömürge işareti.
Bakın, halkın ülkesinden kopartılıp geri püskürtüldüğü bu ortamda devreye
derin rantçılar girmişti. Örneğin emekli askerler medya plazalarda,
holdinglerde ve meşhur "hortumcu" off-shore (denetim dışı kıyı bankacılığı)
bankalarında "danışman", sözde özel üniversitelerin yönetim kurullarında ise
murahhas azalığa terfi ettiler.
Yetişen bir avuç parlak beyin yurtdışından döndüğünde işsiz gezerken,
yabancı lisan, piyasa, rekabet, liyakat gibi çağdaş kavramlara Fransız yaşlı
insanlara tomar tomar paralar neden verildi? Haksız rant takibinde ve
devlete kafa tutmada sağladıkları paravan görevi nedeniyle tabii ki.
Şimdi bazılarının haksız yalılarının, villalarının bir de silah deposuna
döndüğünü görüyoruz. Utanmadan bunun adına Atatürk düzeni dediler!
Böyle bir ortamda ekonomi neden krize girmesin ki? Neden "hasta adam"
manşetleri atılmasın ki? Neden "Türkiye'de bedava mal kapatma devri" diye
haberler yapılmasın ki? Nitekim hepsi gerçekleşti.
Sonraki yazımda, "şimdi ekonominin neden ve nasıl direndiğine", bu
muhteşem devranın milletimize nasıl zehir edildiğine eğileceğim.
İbrahim Öztürk, ZAMAN, 07 Nisan 2008, Pazartesi
ortak görüşü. Çok mu haksız bir değerlendirme? Daha seçim sandıkları
depolarda toz tutmadı bile.
Üstelik bir de seçim öncesinde yapıldığı iddia edilen ve neredeyse tümü
yanlı medyanın uydurma, yalan, hukuki mesnetten mahrum ve tekzip yemiş
haber kupürlerine dayalı bir dosya ortaya konuldu. Bu dosya da ilginç bir
şekilde "muteber" bulundu. Meclis'in yüzde 60'ına kilit vurulmak üzere. 20
milyona yakın seçmen ile birlikte Başkomutan da yargıcın karşısına gidiyor.
Geçmiş dönemde cumhurbaşkanlığı CHP'nin Çankaya örgütüne çevrildi.
Şimdi çeteci olarak ellerine kelepçe vurulanların ağırlanma yeri oldu.
Atatürk'ün millet egemenliğini ikame ettiği yer, adeta "illegalitenin" idare
merkezine çevrildi. Yine genel seçimler öncesinden başlayan süreçte yargı
CHP'nin tehdidi altında oyunun ortasında kural değiştirdi. Şimdi utanmadan
"Açılan dava devam ederken kural mı değiştirilir?" deniliyor.
Aslında ben "Bu konuyu unutup, ekonomide işimize bakalım" diyenlerdenim.
Ancak diyemiyoruz, çünkü art arda indirilen darbelerden sonra ne yazık ki
çok güçlü olduğu bir dönemde ekonominin gardı açılmaya başlandı. Tam da
not artışı beklerken, notlarımız düşmeye başladı. Hazine'den sorumlu Devlet
Bakanı Mehmet Şimşek, "Artık IMF'ye ihtiyaç yok." diye konuşurken, mayıs
sonunda bitecek anlaşmanın bir yenisiyle tahkim edilmesi şart oldu. Yatırım
kararları askıya alındı, insanlar fal bakar gibi mecalsiz, fersiz ve anlamsız
gözlerle uzak ufuklara daldı.
Allah'ım, kendi ülkesine, kendi halkının refah ve özgürlüğüne bu kadar
acımasız, bu kadar tahammülsüz bir kinle ve intikam hissiyle saldıran
"devlet aygıtı" hangi sömürgede görüldü?
Bakın öncesi de var ancak Eylül 2007'den beri Türkiye ekonomisi krize karşı
mükemmel bir direniş sergiliyor. İnsanlar geçmişte 2001 krizine neden
girdiğimizi açıklamaya çalışırken, şimdi ise neden girmediğimizi sorguluyoruz.
Aslında cevap basit, 2001 krizi öncesi yanlış olan ne varsa şimdi düzgün de
o yüzden.
Burayı biraz açalım...
Krizin arefesinde bütçe açığı (GSYH'ye oran) yüzde 8, cari açık yüzde 3,7,
brüt borç stoku yüzde 70'in, toplam dış borç yüzde 50'nin üzerinde idi.
Enflasyon ortalama olarak yüzde 70'in, reel faizler yüzde 20'nin, nominal
faizler ise yüzde 90'ın üzerinde idi. Bankaların sermaye yeterlilik oranı dibe
vurmuş, yabancı para pozisyonu kaldırılamaz bir riske dönüşmüş, bankaların
varlıklarının yüzde 70'ten fazlası kamu kağıtlarına tahsis edilmiş, bankalar
kredi veren kurum olmaktan çoktan çıkmıştı. Vatandaş tasarrufunun yüzde
75'ini yabancı para cinsinden tutarken, yerli paranın oranı sadece yüzde
25 kadardı. Faiz harcamalarının GSYH payı tam tamına yüzde 23 kadardı.
Bunun sonunda gelir dağılımı "Zimbabveleşmişti". Nüfusun en zengin yüzde
5'lik diliminin, en fakir yüzde 5'lik dilimin tam 12,5 katı kadar geliri vardı.
İşsizlik de yüzde 12 civarında idi. İthalatın içinde altın pay lüks tüketimindi.
Gelir dağılımını ölçen Gini katsayısı tam 0,44 kadardı. Yanı dramatik oranda
bir sömürge işareti.
Bakın, halkın ülkesinden kopartılıp geri püskürtüldüğü bu ortamda devreye
derin rantçılar girmişti. Örneğin emekli askerler medya plazalarda,
holdinglerde ve meşhur "hortumcu" off-shore (denetim dışı kıyı bankacılığı)
bankalarında "danışman", sözde özel üniversitelerin yönetim kurullarında ise
murahhas azalığa terfi ettiler.
Yetişen bir avuç parlak beyin yurtdışından döndüğünde işsiz gezerken,
yabancı lisan, piyasa, rekabet, liyakat gibi çağdaş kavramlara Fransız yaşlı
insanlara tomar tomar paralar neden verildi? Haksız rant takibinde ve
devlete kafa tutmada sağladıkları paravan görevi nedeniyle tabii ki.
Şimdi bazılarının haksız yalılarının, villalarının bir de silah deposuna
döndüğünü görüyoruz. Utanmadan bunun adına Atatürk düzeni dediler!
Böyle bir ortamda ekonomi neden krize girmesin ki? Neden "hasta adam"
manşetleri atılmasın ki? Neden "Türkiye'de bedava mal kapatma devri" diye
haberler yapılmasın ki? Nitekim hepsi gerçekleşti.
Sonraki yazımda, "şimdi ekonominin neden ve nasıl direndiğine", bu
muhteşem devranın milletimize nasıl zehir edildiğine eğileceğim.
İbrahim Öztürk, ZAMAN, 07 Nisan 2008, Pazartesi