Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Dini merak edilen Sorular

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
YEMİN

a) Mahiyeti : Sözlükte kuvvet, sağ taraf, sağ el, ant, kasem vb. manalarına gelir. Dini anlamda ; Bir kimsenin bir işi yapıp yapmaması veya bir olayın doğru olup olmaması konusundaki söylediği sözünü ALLAH’ın adını veya sıfatını zikrederek kuvvetlendirmesini ifade eden bir terimdir. Mesela Vallahi şu işi yapmam. Vallahi şu yere gitmeyeceğim. Vallahi borcumu ödedim. Vb. sözler yemindir. Fıkıhta ise Kasem adı verilir.
Yeminin yemin olması, Allah’ın isim veya sıfatlarından birisi ile olur……………
Vallahi, Billahi, Tallahi, Allah şahit Rahim olan Allah hakkı için and olsun, Allah adına yemin ederim.
Şu yemeği yemek bana haram olsun, yemin olsun vb. yemin statüsüne girerken, müslüman olmayayım ki, İslam’dan uzak olayım ki vb. şeylerin yemin olması için yemin niyetiyle yani sözü teyid maksadıyla söylenmiş olması gerekir.
Birde şu önemli söylenen şeyin yemin olması örfün kullanımı da önemlidir. Kabe hakkı için, Kur’an çarpsın, Ekmek çarpsın, anam avradım olsun vb. bu vb. sözler yemin amaçlı sözü teyid, örfü olarak yemin mahiyeti telakkisi varsa yemin olarak değerlendirilir. Yoksa yemin olmaz. Birde şu önemli… Değerli, kutsal şeyleri yeminimize alet etmemeliyiz… Yoksa bu kutsal değerlerimizi günlük çekişme ve tartışma konusu olmaması çok güzel olacaktır…
Yemin etmek Mübah bir davranış olmakla birlikte gereksiz yere yemin etmek ve ettirmek doğru değildir. Sıkça yemin eden kişi sözüne Allah’ı şahit tutmuş, O’na karşı saygısızlık etmiş ve kutsal şeyleri kendi doğruluğu yönünde yıpratmıştır…
Hele yemininden dolayı sorumluluk vardır, hele yaptığı yemini bilerek ve sorumlu olarak yanlış davranışını doğru olarak yeminle bağdaştırarak yapması büyük günahtır.

Kur’an’da verilen sözün yerine getirebilmesi bağlamında: Yeminlerinizi koruyunuz Maide 5-89 Allah adına yaptığınız ahidleri yerine getirin. Allah’ı kefil tutarak kuvvetlendirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı bilir. Nahl 16/91’ de buyuruyor.
Bu itibarla bir müslümanın yemin etmemesi, yemin etmişse bu verdiği söze Allah’ı şahit tutmak demek olduğundan mutlaka yeminine bağlı kalması gerekir.
Yemin ettikten sonra yeminini tutmayıp bozan yemin keffareti ödemesi gerekmektedir...
Biriyle konuşmamaya, borcu olduğu halde borcunu ödememeye vb. şeylerde yemin bozmak daha iyi, (keffareti öder) olur.
Hadiste “ Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan hayırlısını görürse yeminini bozsun ve keffaret versin” Müslim-Eymen 15-16

b) Yemin Çeşitleri…………………………………………………………

Yemin üç Çeşittir.

1- LAĞV YEMİNİ:Yanlışlıkla doğru olduğu sanılarak yapılan yemindir. Borcunu ödemediği halde, ödediğini sanarak, Vallahi borcumu ödedim. diye yemin etmesi… Bazen de hiçbir şey içerik düşünmeden dil alışkanlığıyla, vallahi, billahi vb. yeminler lağv yeminlerdir… Rabbımız… Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden (lağv yemininden) dolayı sizi dorumlu tutmaz.Maide 5-89 Bu durumda keffaret yoktur.
Ancak ağız alışkanlığıyla konuşurken ikide bir yemin edenlerin bu kötü hareketlerini kesinlikle bırakmalıdırlar…
2- GAMÛS YEMİNİ: Geçmiş zamanda yapılmış veya yapılmamış bir iş hakkında bile bile, kasten ve yalan yere yapılan yemindir. Keffâret kurtarmaz ve zaten gerekmez.
Bir kimse borcunu ödemediği halde, Vallahi borcumu ödedim veya vb. yemin etmesi durumu. Böyle yeminler büyük günah ve sahibine çok ağır bir vebal yükler. Bu kasıtlı yanlışlığın bağışlanması için keffâret var. Keffâret yalnız yeterli olmaz. Bol tevbe istiğfar etmeli ve yeminle zayi olan haklar hak sahibinde de ödenmeli, helallik dilenmelidir….
3-MÜN’AKİDE YEMİNİ: Yeminin terim anlamına uygun olan şekli olup, mümkün ve geleceğe ait bir konuda yapılan yemindir. Bir kimsenin şu tarihte borcunu ödeyeceğine yemin etse, yerine getirmelidir. Yerine getiremezse, keffâret gerekir.
Burada keffâret, Allah’a karşı işlenen bir hatanın ve mahcubiyetinin yine ibadet cinsinden örtmeye çalışmaktır. Keffâret , 1 köle azat etmek è 10 fakiri yedir è 10 fakiri giydir. Bunlara güç yetiremeyen, 3 gün ard arda oruç tutmalıdır.
Köle azad etme ve boşanma mahiyetli yemin ve yargılama hukukunda ispat vasıtası yemin çeşitleri.
Şu yere giderken karım boş olsun, şu işi yaparsam kölem azad olsun, şu işi yaparsam vs. Amaç ne ise, o işi yapmama veya gitmeme ise yemin olarak değerlendirilir. Fakat sonuç ne olacak, yemini bozdu. Hanım boş mu oldu? Yoksa keffâret mi gerekir? Tartışma konusu bu. Fakihler.. Bu tür sözler geçersiz, keffaret gerekmez. Boşamada olmaz demişlerdir…..
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Evlilikte istihare duası var mıdır?
Sizce, evlilik öncesi istihare yapmayanlar, belli bir yol aldıktan sonra (aileler tanıştıktan, yüzük aşamasına gelmişken) istihareye yatsa uygun mudur, gerek var mıdır?




Evlilikte istihare ne zaman yapılmalı?
İstihare bir duadır. Kelimenin kendinden de anlaşılacağı üzere, niyetine girdiğimiz bir işin hayırlı olmasını Allah´tan istemektir.
Bir başka ifadeyle, yapmayı düşündüğümüz bir işin hakkımızda hayırlı olup olmadığında tereddüt ettiğimizde, yaptığımız bir duadır; Allah´a yalvarmaktır, Allah´ın yardımını istemektir.
Peygamberimiz (a.s.m.) her iş için istihare duasını okuduğu gibi, sahabilerine de Kur´ân´dan bir sure öğretir gibi bu duayı öğretir, okumalarını tavsiye ederdi.
Bu yönüyle istihare duası bir Peygamber uygulamasıdır, genel anlamda herkes tarafından bilinen meşhur bir sünnettir.
Bu duayı her zaman okuyabiliriz, belli bir vakti ve süresi yoktur. Gündüz de okuyabiliriz, gece de okuyabiliriz. Bu açıdan mutlaka gece yatmadan okunur diye bir kural yoktur.
Duanın başındaki tarifeye ve duanın kendisine baktığımızda sözünü ettiğimiz durumu görmek mümkün.
Yaşadığımız bu günün hayırlara vesile olması için istihare duasının manasını vermek istiyorum. Efendimiz şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz bir iş tasarladığı zaman iki rekât namaz kılsın, sonra şöyle desin:
"Allah´ım! Senin ilminden ötürü senden hayır istiyorum. Senin kudretine dayanarak işimde bana güç vermeni diliyorum. Senin büyük fazlından senden istiyorum. Zira Sen takdir edersin, ben takdir edip güç yetiremem. Sen her şeyi bilirsin, ben bilemem. Sen bütün gaybı bilensin. "Allah´ım! Eğer bu iş dinimde ve yaşayışımda, işimin sonunda (yahut başında) ve akıbetinde benim için hayırlı olduğunu biliyorsan, onu bana takdir et. Eğer bu işin, dinimde ve yaşayışımda, işimin sonunda (yahut başında) ve akıbetinde kötü olduğunu biliyorsan, onu benden uzaklaştır, beni de ondan uzaklaştır. Hayır nerede ise banaonu takdir et, sonra beni verdiğinde razı kıl (Sonra dileği ne ise onu söyler)"

İstihare duası namazlı bir duadır; duanın içinde yer aldığı gibi, bu duayı yapmayı düşündüğünüz işin başında okuyabileceğiniz gibi, daha sonra da okuyabilirsiniz. Bazı işler vardır ki, başında iyi gider, sorun çıkmaz, problem yaşamazsınız. Fakat ileri aşamalarda bazı engeller ve aksamalar çıkabilir. Dolayısıyla istihare duasını başından okuduğunuz, hayırlı olmasını Allah´tan istediğiniz gibi, sonuna doğru da hayırla sonuçlanması ve hayırlı bir şekilde yürümesi için de dua edersiniz. "İstihare yatma" meselesine gelince, istihare bir duadır. Allah´a elinizi açarsınız, dilekte bulunursunuz. Allah duanıza cevap verir, içinize o işi yapmak için bir istek, bir arzu, bir iştah verir, severek yapmaya başlarsınız.
Bazen bu böyle bir istek ve arzu da olmayabilir ama yaptığınız iş, mesela evlilik hayırlıdır, herhangi olumsuz bir şey de yoktur, aradığınız şartlar gelin/damat adayında mevcuttur. Bir işaret alamasanız da, içinize bir şey doğmasa da yine yolunuza devam edersiniz. Çünkü yaptığınız yanlış bir şey değildir.
Bu dua genellikle "yatma" ve "rüyada görülen şekle ve renge" bağlı olarak düşünülmüş, uygulama da böyle devam etmiş.
Oysa hadiste ve sahabe uygulamasında böyle bir şey söz konusu değildir. Duadan sonra yatmak, görülen rüyaya göre hareket etmek, daha sonraki bazı alimler tarafından tavsiye edilmiştir.
Ancak böyle bir şarta bağlı kalmadan da duayı ayrı ayrı zamanda yedi sefere kadar okuyabilirsini
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=Times New Roman, Times, serif]SIRAT KÖPRÜSÜ[/FONT]

Sual: Bir kisim mezhepsiz sirat köprüsüne inanmiyor.
Inanmak farz degil mi?

CEVAP

Peygamber efendimize ve Islam âlimlerine inanmiyan bazi ahmaklar, nakli degil de akli ölçü aldiklari için Sirat köprüsünün varligini kabul edemiyorlar. Köprü denilince, bilinen köprüler zannediyorlar. (Sinif geçmek için imtihan köprüsünden geçilir.) diyoruz. Halbuki imtihanin köprüye benzer tarafi yoktur. Sirat köprüsü de, bilinen köprülere veya imtihan köprüsüne hiç benzemez. Benzemiyen seyi, benziyenlerle mukayeseye kalkmak yanliş sonuç verir. Islam âlimlerinin en büyüklerinden olan Imam-i Gazalî hazretleri buyuruyor ki: Mutezile firkasi, cehennem üzerinde kurulacak olan Sirat köprüsüne inanmadi. Sirat köprüsüne inanmak farzdir. Çünkü Sirat köprüsü Nass ile sabittir. Kur'an-i kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Onlari Cehennem Siratina götürüp hapsedin! Çünkü onlar mesuldür.) [Saffat 23, 24]

Nuhbet-ül-Leali kitabinda diyor ki:
Sirat, cehennem üzerinde bir köprüdür. Kur'an-i kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Içinizden oraya [cehenneme] ugramayacak hiç kimse yoktur.) [Meryem 71]

Sirattan geçerek herkes cehenneme ugramiş olacaktir.

Sirati ilk geçenler
Kur'an-i kerimi en iyi açikliyan Peygamber efendimiz, Sirat köprüsü hakkinda bildirdigi hadis-i seriflerden bazilari söyledir:

(Cehennem üzerine Sirat köprüsü kurulur. Buradan ümmetiyle ilk geçecek Peygamber ben olurum.) [Buharî] (Kiyamette Sirat köprüsünün basinda durur, ümmetimin geçmesini beklerim. Allahü teâlâ, "Diledigini iste, istediklerine sefaat et, sefaatin kabul olunacaktir." buyurur. Ümmetime sefaatten sonra, yalvarmaya devam ederim. Rabbim bana "Ümmetinden ihlasla bir defa "La ilahe illallah" diyen ve imanla ölen herkesi cennete koy" buyuruncaya kadar yerimden kalkmam.) [I. Ahmed] (Sirat köprüsünü geçmek herkesin nuruna baglidir. Kimi göz açip yumuncaya kadar, kimi simşek gibi, kimi yildiz akmasi gibi, kimi kosan at gibi sirati geçerler. Nuru çok az olan da yüzüstü sürünür. Elleri ve ayaklari kayar, tekrar yapisir. Nihayet sürüne sürüne kurtulur.) [Taberânî] (Ehl-i beytimi ve Eshabimi çok seven kimselerin, Sirat köprüsünden geçerken ayaklari kaymaz.) [Deylemî]

Sirattan kim geçemez
(Hiçbir bid'at ehli Sirattan geçemez, cehenneme düser.) [Ibni Asakir] (Cehennem atesi müminlere der ki: Ey mümin, üzerimden çabuk geç, senin nurun atesimi söndürüyor.) [Taberânî] (Nice kimseler Sirattan geçtigini bilmedikleri için, meleklere derler ki:

- Sirat ve cehennem nerede kaldi, biz oralardan geçtik mi?

Melekler de söyle cevap verirler:
- Siz cehennem üstündeki Sirattan geçtiniz; fakat cehennem atesi sizin nurunuzdan çekilip, örtülmüstü.") [Camius-sagir]

Peygamber efendimizin ümmetinden olan bazi kisiler, mezardan kalkinca dogruca cennete giderler. Melekler bunlara derler ki:

- Hesab gördünüz mü?
- Hayir biz hesap falan görmedik.
- Sirat köprüsünü geçtiniz mi?
- Hayir Sirat falan görmedik.
- Cehennemi gördünüz mü?
- Hayir Cehennemi de görmedik.
- Siz ne amel islediniz de böyle hesap görmeden, Sirata ugramadan dogruca Cennete geldiniz?
- Bizim iki hasletimiz var idi. Onun sayesinde bu nimete kavustuk. Allahtan utanir, yalnizken de günah islemezdik. Bir de Allahin verdigi az rizka razi olurduk. Melekler derler ki:
- Bu nimetler sizin hakkinizdir. (Ibni Hibban)
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
[FONT=Times New Roman, Times, serif][FONT=Times New Roman, Times, serif]ADAK[/FONT][/FONT]

Dini literatürde ibadet denince akla namaz, oruç, zekât ve hac ibadetleri aklımıza gelir. Ancak keffâret ve adak gibi yemin gibi konularda ibadet kavramı ile yakından ilgilidir.


ADAK
a) Mahiyeti: Arapça’da nezir (nezr) diye ifade edilen adak DİNEN YÜKÜMLÜ OLMADIĞI HALDE, İBADET CİNSİNDEN BİR ŞEYİ KENDİSİNE VACİP KILMASInı ifade eder.
Başka bir ifade ile; Kişinin farz veya vacip cinsinden bir ibadeti yapacağına dair Allahu Teâlâ’ya söz vererek, o ibadeti üzerine borç kılması, vacip kılmasıdır.
Adakta bulunma, arzu edilen sonuçları elde etme, beklenmeyen durumlardan koruma vardır. Allah’ın yardımını talep etmek için dini bir davranıştır.
Kur’an’da değişik yerlerde verilen sözde durulması, ahde ve akitlere bağlı kalınması, Allah’a verilen sözün tutulması (Maide-5-1, İsra 17-34, Nahl 14/91) emredilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Allah’a yaklaşma kabilinde adakları hoş, diğerlerini ise uyulmamasını istemiştir.
Yine Allah Rasülü pek adama işini hoş karşılamamış hatta: Adak bir fayda sağlamaz, sadece cimrinin malını eskitmiş olur.
Bu sebeple İmam Şafi ve Ahmed b. Hanbel ve bazı fakihler adak adamanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Hanefiler ise, Allah’a ibadet ve taat yönlü adağın Mübah olduğunu savunurlar.
Şu bir gerçek ve hakikattir ki, dünyevî bir menfaatı konu alan şartlı adak, tamam ibadet niyetlide olsa, Allah’la bir pazarlık mahiyetini taşımaması gereklidir. Şartsız adak tabiki daha doğrudur. Ancak şu unutulmamalıdır. Allah’a isyan mâsiyeti içermeyen tüm adakları yerine getirmek biz kullara vaciptir…………………………………
b) Şartları:
Yapılan bir adağın geçerli olması için
1-Adakta bulunan,
2-Adağın konusu, ile ilgili bir takım şartlar vardır…
Adağı yapan kimsenin, adağı geçerli olabilmesi için;
Müslüman olması, akıllı ve buluğa ermiş olmalıdır. Şu unutulmamalıdır. Adağın geçerliliği hususunda Hanefi fakihleri ikiye ayrılır.
Bir kısmı; adağı adayan ciddi, hür ve istekli olması… gerekir diyenlerin yanında, diğer kısmı; öfke, şaka vb. yollarla yapılan adakları bağlayıcı görenler de vardır.
Adağın geçerliliği için adak konusunda aranan şartlar, şu şekilde sıralanır.

1-Adanan şeyin cinsinden bir farz veya vacip ibadetin bulunması gerekir. Namaz, oruç, sadaka, kurban vb. gibi Hasta ziyareti, mevlid okumak vb. adak konusu olmaz. Türbelere mum yakma, horoz kesme, bir yere bez bağlama, şeker ve helva dağıtımı gibi halk arasında görülen adak adetlerinin İslam’da yeri yoktur.
2-Adanan şey bizzat hedeflenen(maksut) ibadet cinsinden olmalı, başka bir ibadete vesile olduğu için farz veya vacip sayılan bir ibadet olmamalıdır. Mesela è abdest almayı, ezan okumayı, mescide girmeyi konu alan adak geçerli olmaz.
3-Adana husus, adayan şahsın o anda veya daha sonra yapması gereken farz veya vacip bir ibadet olmamalıdır. Zaten üzerine farz olan namazını ve tutması gereken Ramazan Orucunu adayamaz. Adak konusu olamaz.
4-Adanan şeyin meydana gelmesi ve yapılması maddeten ve dinen mümkün ve meşru olması, mal ise adayan şahsın mülkiyetinde bulunması gerekir. Bir kimsenin sahip olmadığı bir malı adaması geçersiz, sahip olduğundan fazlasını adaması geçersizdir. Ancak ileride elde edeceği malla ilgili adağı geçerlidir. Mirastan gelen malına adama yapabilir.
5-Adanan fiil Allah’a isyanı, bidat, günah ve masiyet içermemelidir. Bu takdirde adak geçersizdir.
C) Hükmü
Herhangi bir şart ve zamana bağlanmayan (mutlak) adaklar, adama anından, itibaren gerekli hale gelir ve ilk fırsatta yerine getirilmesi uygun olur.
Şarta bağlı adaklar, şartın gerçekleşmesi halinde yerine getirilmelidir. Şart gerçekleşmeden adak yerine getirilse de geçersizdir. Yapılan bu durum nafile sayılır. Bir kimse bir işim olursa 10 gün oruç tutacağım. İşi olmadan 10 oruç tutsa oruç nafiledir. İşi olunca tekrar üzerine vacip olan orucunu tutması VACİPTİR…
Yerine getirilmesi gelecek bir zamana bağlanan adaklar Ebu Hanife, Ebu Yusuf’a göre, bu zaman gelmeden de önceden de yerine getirebilir. İmam-ı Muhammed, Şafi ve Hanbeliler, sadaka gibi mali ibadetlerde aynı görüşü paylaşmakla birlikte namaz oruç gibi bedeni ibadetler vakit gelmeden hükümün sabit olmayacağı görüşü hâkimdir.
Meydana gelmesi istenmeyen bir şarta bağlı olarak adakta bulunana şahısların, mesela yalan söylemeye, kötü bir fiili işlememeye adamak, adağını bozunca, sözünü yerine getirmesi lazım, Mesela bir daha içki içmeyeceğim, içersem bir ay boyunca oruç tutacağım. İçti o zaman bir ay oruç tutar.
Ancak burada dilerse yeminin keffaretini de ödeyebilir. Hanefiler bu durumda yeminin keffaretinin daha isabetli bir davranıştır… Çünkü bu ahidleşme yemin sayılmaktadır.
Tasaddukla ilgili adaklarda mekân, zaman ve şahıs itibarıyla belirleme yapılsa bile bu belirlemeye uymak gerekmez. Falan camiye, falan fakire adasa fark etmez, başka cami veya başka fakir olması bir şey gerekmez. Adak olmuştur…
Kurban kesmeyi adayan kimse bu adak kurbanın etinden yiyemeyeceği gibi bakmakla yükümlü olduğu kimseler yiyemez, yerlerse yediklerinin oranında tasaddukta bulunurlar.
Adaktan doğan yükümlülük yeminde olduğu gibi kazaî değil, diyânî’dir. Yani yargıyı değil kişinin dindarlığıyla ilgilidir. Kul ile Allah arasında var olan bir iştir.
Üzerinde mali bir adağı olan ölmeden vasiyet etmişse malının 1/3’ünden öderlerken, vasiyet yoksa mirasçıların insafına kalmıştır. Mirasçılar mecbur değildir.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Soru:-Ölümü istemek ne kadar doğrudur?
Yusuf Suresi 101. âyetinde Yusuf (a.s.) ailesine kavuştuktan sonra sâlihlerden olarak ve Müslüman olarak ölmek için dua ediyor.

Biz dua olarak bu âyeti okursak, ölümü mü istemiş oluruz?
Bunun bir sakıncası var mı?
*****
Cevab:- Hz. Yusuf'un bu duası, bir Kur'ân duasıdır. Kur'ân'da geçen diğer bütün dualar gibi, bu duayı da hem bir Kur'ân âyeti olarak okuruz, hem de bir dua metni olarak dualarımızın içine katarız. Diğer yandan bu duayı okuyunca, ölümü istemiş olmuyoruz. Zaten ölüm istemekle gelen bir şey değildir.

Kur'ân'ın ifadesiyle ecel birdir değişmez. Ne zamanından önce gelir, ne de gecikir. Her canlı kendisi için belirlenen zaman dilimi içinde ölür. Yusuf Aleyhisselâm'ın Müslüman olarak ölümünü ve iyi kulların arasına katılmayı istemesi, hepimiz için söz konusudur. Hangimiz Müslüman olarak ölmeyi, son nefesimizi imanlı olarak vermeyi ve sâlih kulların arasına katılmayı istemeyiz?

Diğer yandan bizim için hayat mı hayırlıdır, ölüm mü hayırlıdır, bilemediğimiz için bu konuda Peygamberimizin şu sözlerine kulak veririz: "Sizden hiç kimse maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka onu yapmak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin: Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al."1

Hz. Yusuf'un ölümünü istemesinin altında şu hakikat yatıyordu: -Yusuf Aleyhisselam küçük yaşta iken, kıskançlık sebebiyle kardeşleri tarafından kuyuya atılır. Su çeken bir kafile tarafından kuyudan çıkarıldıktan sonra Mısır'a götürülür, köle olarak saraya satılır. Sarayın hanımı güzelliğe göz koyar, reddedilince de iftira sonucu zindana atılır. Uzun yıllar zindanda kalır, sonra kralın rüyasını yorumlaması üzerine tekrar saraya döner, devletin hazine/maliye yönetimine getirilir. Aldığı ekonomik tedbirler sonucu bölgede çok şiddetli kıtlık baş göstermesine rağmen, Mısır halkı uzun yıllar açlık sıkıntısı çekmez. Bu arada önce kardeşlerine, daha sonra da anne-babasına kavuşur.

Yusuf Aleyhisselam bu esnada dünya saadeti açısından zirvede bulunmaktadır. Dünyanın her çeşit nimetini tatmış, maddi manevi en yüksek konuma gelmiş, Rabbi tarafından da Peygamber olarak seçilmiştir. Fakat dünyada yaşayacağı, tadacağı, göreceği ve ulaşacağı bir saadet kalmamıştır, her şeyi elde etmiştir. Bunların tamamının geçici ve fani olduğunu bildiği için gerçek hayatın âhiret hayatı, sonsuz mutluluğunun âhiret mutluluğu olduğunu bilmiş ve ebedi saadetin vesilesi olan ölümü istemiştir.

Kur'ân'da Yusuf (a.s.) kıssasını okuyanlar, bu duaya geldiklerinde bir üzüntüye ve bir acıya kapılmazlar. Tam tersine bir müjde ve sevinç duygusu içinde bulunurlar ve şu dersi alırlar: "Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır." İkinci bir ders de şöyle verilir: "Dünyanın en parlak ve en sevinçli hali dahi Hz. Yusuf'a gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor."2

1 Buhari, Merdâ:19.
2 Bediüzzaman. Mektubat, (23. Mektub) s.271

Mehmed Paksu
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Nazar - göz değmesi gerçek midir ve büyüyle ilgisi var mıdır?

Parapsikoloji dilinde “Psikokinezi” denilen nazar, yani göz değmesi bir çeşit büyülemedir. Baktığımız kişilerden veya eşyalardan çok defa gözlerimizi alamadığımız olur. Gözler ruhi fonksiyonları ve beyin gücünü en rahat ve en tesirli şekilde kullanabildiğimiz organlarımızdır. Bilim adamlarının da tespit ettikleri gibi, göz yoluyla bir çeşit hipnoz olayı gerçekleşmektedir. Yılan, fareyi, kuşu veya diğer avlarını böyle yakalar. Gözlerinden gönderdiği zehirli şualar yoluyla avının beyin fonksiyonlarını bozmakta ve talihsiz av, bir anlık göz göze gelmenin bedelini hayatiyle ödemektedir.

İşte aynen insanlar için de geçerli olan bu husus, göz yoluyla karşı tarafa zarar verebilmektedir. Bir kısım gözlerin nazar konusunda daha etkili olması da saydamlığının fazla olması ile ilgili olsa gerektir. İnsan özellikle kıskançlıkla ve kötü niyetle, yani kem gözle bir şeye baktığı zaman daha çabuk zarar verebilir. Bu yüzden kişinin beğendiği bir şeye ısrarla bakması halinde ona, “Allah dilemezse hiçbir şey olmaz” anlamına gelen “Maşaallah” veya “Allah’ın bereketi üzerine olsun anlamına gelen “Barekallah” demesi tavsiye edilmiştir.

Göz değmesi hakkında rivayet edilen hadisler, bunun hak ve gerçek olduğunu açıklığa kavuşturmakta ve nazara karşı yapılması gereken hususları da ortaya koymaktadır. Yani nazar, bazılarının zannettiği gibi “Batıl” bir inanç değil, hak ve gerçektir. Buhari, Müslim ve Ebu Davud’un İbn Abbas’tan rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

“Göz değmesi haktır. Eğer kaderi (delip) geçecek bir şey olsaydı, bu, göz değmesi olurdu.” (1) Hz. Aişe (r.a)’den rivayet edilen bir hadiste de Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “(Göz değmesinden) Allah'a sığının. Zira göz değmesi haktır.” buyurduğu nakledilmektedir. Yine Sahiheyn ve Ebu Davud'da Ebu Hüreyre (r.a)'tan: "Rasulullah (s.a.v)’in: "Göz değmesi haktır" dediği rivayet edilmiştir.”(2)

Ebu Davud’un Hz. Aişe (r.a)’den rivayet ettiği bir hadisi şerifte ise, gözü değen ve kendisine göz değmesinin zarar verdiği kimselere ait yapılacak işlemden bahsedilmektedir:
“Gözü değene (ain) abdest alması emredilir, onun abdest suyu alınır, bununla göz değmesine uğrayan (main) yıkanırdı.”(3) Ayrıca, Kalem suresinin 51. ve 52. ayetlerinin de nazara karşı tedavi edici özelliğinin bulunduğu söylenmektedir.

Nazardan korunmak için en sağlıklı yol dua etmek ve yukarıda Hz. Aişe validemizden nakledilen hadise göre hareket etmek gerekir. Yoksa nazar boncuğu, öküz boynuzu, at nalı, sarımsak vs. gibi, halk arasında yaygın olan batıl inançlara itibar edilmemelidir. Bunların hepsi yasaklanmıştır.

(1) Müslim, Selam 42, (2188); Tirmizî, Tıbb 19, (2063).
(2) Buhari, Tıbb 36, Libas 86; Müslim, Selam 41, (2187); Ebu Davud, Tıbb 15, (3879).
(3) Ebu Davud, Tıbb 15, (3880).
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Namazda cep telefonu çalarsa ne yapmalıyız?

Diyanet İşleri Başkanlığı DİYK Üyesi Prof. Dr. Yeprem, namaz esnasında çalan cep telefonlarının ibadet mantığına aykırı olduğunu belirtti. Peki namazda cep telefonunuz çalar ise ne yapmalı?


54535.jpg



Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, namaz esnasında çalan cep telefonlarının ibadet mantığına aykırı olduğunu belirterek ''Allah karşısında, sırf Allah'a ibadet etmek için konsantre olan kişilerin namaz dışı herhangi bir şeyle hem bedenen hem de fikren meşgul olmaması gerekir'' dedi.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Yeprem, camiye girerken cep telefonlarının kapatılması gerektiğini söyledi. ''Hastanelere ve kutsal mekanlara silahla girilmemesi gerektiği gibi camiye de cep telefonlarıyla girilmemesi gerekir'' diyen Yeprem, kişinin camiye girerken amacının sadece ibadet olması, ibadet dışındaki beklentilerini de dışarda bırakması gerektiğini dile getirdi. İnsanların unutmaları dışında, bilerek ve bir telefon bekledikleri için camiye girerken telefonlarını açık bıraktıklarını ifade eden Yeprem, cep telefonu çalan kişinin, hem kendisinin hem de çevresindekilerin ibadet huzurunu bozacağını belirtti.
Hazreti Muhammed'in, ''soğan, sarımsak yiyenler mescide gelmesin'' dediğini hatırlatan Yeprem, ''Bu tam da kıyaslanabilecek bir durum. Soğan, sarımsak yiyenler yanındakilerini rahatsız ederler. Cep telefonları da aynı şekilde. Hele bazen oyun havaları gibi melodiler çalıyor ki insanın tamamen konsantrasyonu bozuluyor. Bütün bunlar başkasının hakkına saygısızlık etmek demektir. Zaruri haller olmadıkça camilere telefonların kapatılarak girilmesi gerekir'' dedi.


NAMAZI BOZAN HALLER


Namazı bozan haller konusunda Kur'an ve hadislerle belirtilenlerin dışında İslam alimlerinin içtihatlarına dayalı görüşler de bulunduğunu belirten Yeprem, kişinin dışarıdan bakıldığında namaz kılıyor gibi gözükmemesinin namazın bozulmasına neden olduğunu söyledi. Yeprem, İslam alimlerinin konuyu çok iş (amel-i kesir) ve az iş (amel-i kalil) şeklinde ikiye ayırdıklarını anlatarak ''buna göre namaza duran kişinin gözlüğünü silmesi, saatini ayarlaması gibi namaz içindeki davranışlarının namaz kılmıyor hissi uyandırması namazı bozar. Ancak bir de az iş denilen küçük davranışlar vardır. Bunlara amel-i kalil deniyor. 'Amel-i kalil' de namaz esnasında zaman harcamadan, çok kısa bir sürede, zaruret halinde yapılan bir iş demek. Yani namaz kılma pozisyonunu bozmayan, dikkati dağıtmayan, dışardan görüldüğü zaman da 'bu adam namaz kılmıyor' dedirtecek kadar abartılı olmayan hareketlerdir bunlar'' diye konuştu. Zorunlu hallerde telefonlarını açık bırakanların namaz esnasında çalan telefonlarını tek elle, fazla hareket etmeden kapatabileceklerini kaydeden Yeprem, bu durumun namazı bozmayacağını söyledi.


''SON ZAMANLARDA BİR BİLİNÇLENME YAŞANIYOR''



Konuyla ilgili görüşlerini belirten Erzurum Müftüsü Ahmet Arslantürk de cemaatin camiye girerken, giriş kapıları ve duvarlarda asılı bulunan uyarıları dikkate alıp cep telefonlarını kapattığını, bu anlamda son zamanlarda bir bilinçlenme yaşandığını söyledi. Aslantürk, buna rağmen dalgınlıkla telefonunu kapatmayı unutan insanların olabildiğini belirterek, ''Namaz esnasında kapatılması unutulan ve o anda çalan telefonlardan ilginç melodiler duyuluyor. Telefon sahibi ise namaz bozulur endişesiyle telefonunu susturmuyor. Bazen namaz sonuna kadar sürebiliyor bu durum. Tabii camideki ahenk de bozuluyor, camideki cemaat hayli rahatsız oluyor. Halbuki, vatandaşımız telefonunu fazla hareket etmeden tek eliyle kapatabilir'' diye konuştu.


TELEFONLARIN SİNYALİNİ KESEN CİHAZLARA İZİN YOK

Arslantürk, telefon sinyallerini kesen ''GSM sinyal kesici'' cihazlarının kullanımının ise yasal olmadığını kaydetti. Türk Telekom'un, sinyal karıştırıcı cihazların haberleşme hürriyetini kısıtladığı gerekçesiyle camilerden çıkarılmasını istediğini hatırlatan Arslantürk,''Pek çok camide sinyal kesiciler kaldırıldı. Şu anda sadece bir camimizde var. Cemaat, kendi parasıyla aldığı cihazı taktırmış. Yasal izin yok ama cemaatimiz de çıkarılmasını istemiyor. Bunun için de vatandaşı ikna etmeye çalışıyoruz'' dedi
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Domuz Eti Nicin Haramdir?

imtahanin Gereği:

Bir şeyin Helal Veya Haram Olmasi. Allahin Emrine Tabidir.allah Birşeye Helal Derse Helal.
Haram Derse Haram Olur.yani Din Bir Imtahandir. Insanlara Yapilan Bir Tekliftir.

Cenabi Hak Cennete Layik Bir Duruma Getirmek Için. Insanlari Imtahana Tabi Tutuyor.
Bu Sebeple. Bazi Emir Ve Yasaklar Koymuştur.esas Olanda Bu Emir Ve Yasaklara Uymaktir.

Bu Prensiplerin Gerek Insanin şahsi Hayatina . Gerekse Cemiyet Hayatina Pek çok Faydalari Vardir.
Dolayisiyla Bunlar . O Emir Ve Yasağa Daha şuurlu Olarak Riayet Etmemizi Sağliyor.

Dinimizin Yasakladiği Hususlardan Birisi De Domuz Etidir.bu Yasklamanin. Pek çok Hikmeti Vardir.
Biz Burada Sadece Birkaçina Işaret Etmeye çalişacağiz.

zehirli Maddeler :

Domuz Eti çok Yağlidir.yenildiği Taktirde Bu Yağ Kana Geçer.
Böylece Kan Yağ Tanecikleriyle Dolmuş Olur.kandaki Bu Fazla Miktardaki Yağ Atar Damarlarin
Sertleşmesine Tansiyon Yükselmesine Ve Kalp Infarktüsüne Sebep Olur.

Ayrica Domuz Yaği Içerisinde Sutoksin Denilen Zehirli Maddeler Mevcuttur.vücuda Giren Bu
Zehirli Maddelerin Dişari Atilamasi Için . Lenf Bezlerinin Fazla çalişmalari Icab Eder.bu Durum
Bilhassa çocuklarda Lenf Düğümlerinin Iltahaplanmasi Ve şişmesi şeklinde Kendini Gösterir.
Hasta çocuğun Boğaz Bölgesi Anormal Bir şekilde şişerek Adeta Domuza Benzer.bu Sebeple Bu
Hastaliğa Domuz Hastaliği (skrofuloz) Adi Verilir .
Hastaliğin Ilerlemesi Halinde Bütün Lenf Bezleri Cerahatlanarak şişer.ateş Yükselir , Ağri Başlar
Ve Tehlikeli Bir Durum Ortaya çikar.

fazla Miktarda Kükürt:

Domuz Etinde Bol Miktarda Bulunan Sümüksü Bağ Dokusu Kükürt Yönünden çok Zengindir.bu Sayade Vücuda
Fazla Miktarda Kükürt Alinmiş Olur.bu Fazlaliksa; Kikirdak , Kas Ve Sinirlere Oturarak Eklemlerde
Iltahaplanma , K,reçlenme Ve Bel Fitiği Gibi Hastaliklara Yolaçar.

Domuz Eti Devamli Yenilirse Vücuttaki Sert Kikirdak Maddesinin Yerini, Domuzdan Geçen
Bağ Dokusu Alir.bunun Sonucu Olarak, Kikirdak Yumuşar; Vücut Ağiliğina Tahammül Edemeyerek
Altinda Ezilir.böylece, Eklemlerde Bozulmalar Meydana Gelir.

Domuz Eti Yiyenlerin Elleri Pelteleşir, Yağ Tabakalari Teşekkül Eder.
Mesela Yiyen Kimse Sporcuysa; Tembel Ve Az Hareketli Olur.bazi Futbolcular Bu Sebeple Mesleklerinden
Olmuşlardir.

Aşiri Büyüme:


Domuzda, Büyüme Hormonuda çok Fazladir.
Doğduğu Zaman 600-700 Veya Daha Fazla Gram Olan Domuz Yavrusu 6 Ayda 100 Kiloya Erişir.
Bu Kadar Süratli Gelişme , Büyüme Hormonunun Fazlaliği Sebebiyledir.

Domuz Etiyle Fazla Miktarda Alinan Büyüme Hormonu Vücutta Doku şişliklerine Ve Iltahaplanmalara
Yol Açar.burun,çene, El Ve Ayak Kemiklerinin Anormal şekilde Büyümesine Ve Vücudun Aşiri Bir şekilde
Yağlanmasina Sebep Olur.

Büyüme Hormonunun En Etkili Yönü, Kanserin Gelişmesine Zemin Hazirlamasidir.
Nitekim Domuz Kesim Işiyle Uğraşanlar, Erkek Domuzlarin Belli Bir Yaştan Sonra Mutlaka ''kansere ''
Yakalandiklarini Bilimsel Ve Kişisel Verilerle Ifade Ederler.

deri Hastaliklari:

Domuz Etinin Ihtiva Ettiği Histamin Ve Imtidazol Denilen Maddeler ,
Deride Kaşinti Hissi Uyandirir.ekzama , Dermatit, Nörodermatit Gibi Iltihabi Deri Hastaliklarina
Zemin Hazirlar.

Bu Maddeler Ayrica; Kan çibani , Apandisit, Safra Yollari Hastaliklari, Toplar Damar Iltihaplari
Gibi Hastaliklara Yakalanma Ihtimalini Arttirir.bu Sebeple Doktorlar, Kalp Hastalarina Kesinlikle
Domuz Eti Ye*******ini Kesinlikle Tavsiye Ederler.

domuz Eti Ve Trişin:

Domuz Eti Ile Insana Bulaşan Tehlikeli Hastaliklardan Birisi De Trişin Hastaliğidir.domuzlar
Bu Hastaliği Trişinli Fare Veya Trişinli Domuz Eti Ile Beslenmekle Alirlar.fakat Trişin,
Domuzlarda Ağir Bir Hastalik Yapmaz.halbuki Insanlarda , çok Tehlikeli Ve öldürücü Bir Hastalik
Meydana Getirir.

Domuz Etiyle Alinan Trişin Kurtçuklar , Mide-barsak Yoluyla Kana Geçer . Böylece De , Bütün
Vücuda Yayilirlar.trişin Kurtçuklari özellikle çene , Dil, Boyun, Yutak Ve Göğüs Bölgelerindeki Kas
Dokularina Yerleşirler.çiğneme, Konuşma Ve Yutma Adalelerinde Felçler Meydana Getirler.yine Kan
Damarlarinda Tikanikliğa , Menenjit Ve Beyin Iltihabina Sebep Olurlar.bazi Ağir Vakalar ölümle
Sonuçlanir.bu Hastaliğin En Kötü Taraflarindan Birisi De Kesin Bir Tedevi şeklinin Olmamasidir.

Trişin Hastalari Bilhassa Avrupa Ve Hristiyan ülkelerinde Aşiri Bir şekilde Yaygindir.siki
Veteriner Kontrolleri Yapilmasina Rağmen , Isveç, Ingiltere, Polonyada Trişin Salginlari Fazla
Miktarda Görülmektedir.

Yurdumuzda Ve Islam ülkelerinde Yerli Hristiyanlarin Dişinda Hiç Bir Müslümanda Trişin
Hastaliği Görülmemiştir.çünkü ülkemizde Vede Islam Topraklarinda, Hristiyanlar Dişinda Kimse
Domuz Eti Yememektedir.

Gidalar Ve Insan Mizaci:


Insan Ve Hayvanlar Yedikleri Gidalrin Az-çok Tesirinde Kalirlar.mesela ,köpek,arslan Gibi
Et Yiyen Hayvanlarin Yirtici;koyun,keçi,deve Gibi Ot Ile Beslenen Hayvanlarinsa Daha Uysal Ve
Yumuşak Huylu Olduklari Malumdur.
Bu Durum,insanlar Içinde Geçerlidir.nebati Gidalarla Beslenenlerin ,genellikle Halim-selim;
Et Ve Et ürünleriyle Beslenen Insanlarin Ise Daha Sert Mizaçli Oldujlari Tesbit Edilmiştir.
Domuz,dişisini Kiskanmayan Bir Hayvandir.domuz Eti Ile Beslenen Insanlarda,kiskançlik
Hissinin Zayifladiği Veya Dumura Uğradiği Gözlenmiştir.
Fransiz Filozoflarindan Savorin De Beslenmenin Mizaç üzerindeki Bu Tesirine çok önem Vererek
(bana Ne Yediğini Söyle,senin Ne Olduğunu Haber Vereyim ) Demiştir.

Helaller,ihtiyaca Yeter:


Yüce Rabbimiz,istifademiz Için Pek çok Gida Yaratmiştir.bunun Yaninda,bazi Zararli şeylerin
Yenilip Içilmesiniyasaklamiştir.çünki O,sonsuz şefkat Ve Merhamet Sahibidir.kullarina,taşiyamayacak-
Lari Yükleri Yüklememiştir.emir Ve Yasaklari,insanlarin Rahatlikla Altindan Kalkabilecekleri
şeylerdir.acaba Insan Içki Içmeyince,domuz Eti Yemeyince Ne Kaybeder?

yapan Bilir:

Bir Makinenin Mühendisi,o Makinenin Hangi şartlarda Ve Nasil çalişacağini Da Belirtmiştir.
Mesela Kataloğunda,bir Makinanin 220 Voltta çalişabileceği Yaziyor.bizse,daha Iyi çalişabileceğini
Düşünerek,500 Volta Takmiş Olalim.bir Anda,makinenin Ne Hale Geleceği Malumdur...
Işte Insan Vücudu Da,cenab-i Hakk'in Yarattiği Mükemmel Bir Motor Ve Harika Bir Makinadir.bu
Makinanin En Iyi Nasil çalişacağini Da,elbette Yapan Bilecektir.madem Ki Allah'imiz Domuzetini
Haram Kilmiştir,öyleyse Yememiz Mahzurludur
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Salavatin Anlami Nedir?

Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o rahmeten li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir. Öyle ise, sen salâvatı kendine, o rahmeten li’l-Âlemîne vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. umum ümmetin, rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.

Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ « بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ » صَلِّ وَسَلَّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْناَ رَحْمَةً تُغْنِيناَ بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ اٰمِينَ

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Madem her şey yazılmış ben neden sorumlu tutuluyorum?

[Mademki her şey kader kitabında yazılıdır lehvi mahfuz da saklıdır neden biz sorumlu tutuluyoruz?

İşin inceliği ve esprisi şuradadır:
Orda öle yazıyor diye biz öyle yaşamıyoruz, biz böyle yaşayacağımız için orada öle yazılmış, yani bir tiyatro piyesini canlandırmıyoruz.
Bunu şöyle açıklamaya çalışalım:
Bir mühendis yaptığı arabanın sınırlarını bilir değil mi? Mesela ne kadar hız yapabileceğini, kaç derecelik açıyla dönebileceğini, ne kadar yolda ne kadar benzin tüketeceğini… Bunları o arabayı yapan mühendis bilir. Peki bir insan bile yaptığı makinenin neler yapabileceğini bilirken bizleri yaratan Allah bizim neler yapacağımızı bilmez mi? Elbette bilir, bilmekle kalmamıştır bir de bizi daha yaratmadan evvel bizim neler yapacağımızı yazmıştır, bunlar bizim kader kitabımızda saklıdır.
Kadere inanmak demek, Allah’ın daha bizi yaratmadan evvel bizim hayatta neler yapacağımızı nasıl yaşayacağımızı bilmesine ve yazmış olmasına inanmaktır, bunu da şöyle örnekleyelim:
Takvimlerde mesela 3 yıl sonra güneşin şu şu günde şu saatte tutulacağı yazar, şimdi sorarım size takvimde yazdığı için mi güneş tutuluyor yoksa güneş tutulacağı için mi takvime öyle yazmışlar?
Elbette daha evvelden hesaplamışlar güneşin tutulacağını bilmişler ve daha o olay olmadan evvel yazmışlar. İşte bizim kader kitaplarımızda bu şekilde yazılmıştır. Allah bizim neler yapacağımızı daha bizi yaratmadan evvel bilmektedir ve yazmıştır, biz de buna inanırız yani Allah’ın bizi yaratmadan evvel bizim amellerimizi bildiğine inanırız. Bu, Allah ne denli sonsuz kudreti ve ilmi olduğunu gösteri
Sorumluluk bahsine tekrar dönecek olursak kişi isterse günaha girer isterse girmez tamamen özgürdür.
Camdan aşağı atlamak ya da atlamamak tamamen benim elimde ama Allah beni uyarmış, ey kulum intihar etme demiş. Ben buna rağmen edersem suçlusu tabi ki benimdir. Şimdi gidip zina edip bu benim kaderimde varmış diyemezsiniz çünkü zina etmek işi cüzi iradeyle ilgilidir o fiili yapıp yapmamak konusunda özgürüz ondan dolayı da sorumluluğu bize aittir.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
DUA HASTALIKLARIN TEDAVİ SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR

"Kalpten Ölüm %30 Oranında Azaldı", "İyileşme % 11 Hızlandı", "Kısırlık Tedavisi %25 İlerledi" , "Toplu Dua AIDS'i İyileştirdi"…

Son günlerde gazetelerde yer alan bazı haberlerdeki bu başlıklar dikkat çekici bir araştırmanın sonuçlarının özeti niteliğindedir. Dua ile iyileşme süreci arasındaki bağlantıyı incelemek amacıyla yürütülen araştırmalar son derece önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. Mind/Body Medicam Enstitüsü'nün kurucusu Dr. Herbert Benson tarafından 10 yıl boyunca devam eden ve 1800 kişinin katıldığı bir araştırma, bu alanda şimdiye kadarki en geçerli sonuçların elde edildiği araştırma olarak nitelendirilmektedir. ABD'de federal hükümetin 2.3 milyon dolar fon ayırdığı araştırmalarla ulaşılan sonuç, dua ve hastalıkların iyileşmesi arasında birebir bağlantı olduğudur.
Allah'tan Yardım Dilemek
"Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamlarına gelen dua, Kuran'a göre "insanın içten bir kalp ile Allah'a yönelmesi, O'na muhtaç bir varlık olduğunun bilinci ile sonsuz güç sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah'tan yardım dilemesi"dir. Hastalık anları da insanın bu acizliğini daha net hissettiği, Allah'a yakınlaştığı anlardan biridir. Ayrıca hastalıklar Allah'ın takdiriyle gerçekleşen çok hikmetli bir imtihan, dünya hayatının geçici ve kusurlu olduğunu hatırlatan bir uyarı, sabreden ve tevekkül edenler için ahirette bir ecir kaynağıdır.
Allah bir ayette duaya şöyle dikkat çekmektedir:
Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)
İman etmeyen kimseler, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Sağlıklıyken vücutlarındaki sistemi çalıştıranın, hastalandıklarında şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru var edenin Allah olduğunu düşünmezler. Pek çok kişi ancak doktor ve ilaçların yetersiz kaldığına kanaat getirince, Allah'a yönelir. Böyle bir durumdaki kişi, içinde bulunduğu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlayarak, yalnızca Allah'tan yardım diler. Allah bu ahlakı bir ayette şöyle bildirmektedir:
İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)
Halbuki insanın sağlıklıyken ya da bir zorluk, sıkıntı içinde olmadığında da dua etmesi, Allah'ın kendisine verdiği rahatlık, sağlık ve diğer tüm nimetler için şükretmesi gerekir.
Fiili Duanın Önemi
Dua ile ilgili çok önemli bir konu da şudur: Sözlü duanın yanı sıra kişinin fiili dua olarak çaba sarf etmesi de son derece önemlidir. Fiili dua, kişinin herhangi bir isteğine ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişinin sözlü duanın yanı sıra mutlaka uzman bir doktora başvurması, kendisi için faydalı ilaçları kullanması, gerekli ise hastanede tedavi görmesi, hassas bir bakım altında olması da gerekebilir. Çünkü Allah dünyada meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Dolayısıyla kişinin de bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri alması, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, tevekkül, teslimiyet ve sabırla sonucunu Allah'tan beklemesi gerekir.
İmanın ve duanın hastaların üzerindeki olumlu etkisi ve tedavi sürecini hızlandırması doktorların da dikkatlerini çeken, tavsiye olarak dile getirdikleri bir konudur.
Duanın İyileştirici Etkisine Örnekler
newsweek_2003_11_10.jpg
ABD'de yayınlanan ünlü haber dergisi Newsweek, 10 Kasım 2003 sayısında "Allah ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor?" (God & Health: Is Religion Good Medicine? Why Science is Starting to Believe?) başlığı altında dinin iyileştirici etkisini kapak konusu yaptı. Allah inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığını bildirdi. Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir.

Michigan Üniversitesi'nin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, Chicago'daki Rush Üniversitesi'nin araştırmasına göre, düzenli olarak ibadet ve dua edenlerin erken ölüm oranı, dine bağlı olmayanlara göre yüzde 25 daha az olarak tespit edilmiştir.
Bu konuda The New York Times gazetesinde yer alan bir habere göre ise bugüne kadar dua ve hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantıyla ilgili olarak yapılan bazı önemli araştırmaları ve sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:
Duke Üniversitesi'nin anjiyo operasyonu geçiren 750 hasta üzerinde yaptığı bir başka araştırmada da, "duanın iyileştirici gücü" bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dua okuyan kalp hastalarının, ameliyattan sonraki birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde 30 daha az olduğu tespit edilmiştir.
St Luke's Hastanesinde tedavi gören kalp hastalarından, 466 tanesine din adamları dua okumuş, sonuç olarak kendileri için dua okunan hastaların %11 oranında daha çabuk iyileştiği ve rahatsızlık belirtilerinin azaldığı görülmüştür.
Columbia Üniversitesi'nin yaptığı araştırmada üreme sorunları yaşayan kişiler için düzenli olarak dua okunmuştur. Bu kişilerde döllenmenin başarı oranı %8'den %16'ya çıkmıştır. Embriyonun sağlıklı bir şekilde büyüme ihtimali ise %25'ten %50'ye yükselmiştir.
Bu konuda yapılan araştırmalar bu örneklerle sınırlı değildir. San Francisco Hastanesi'nde 393 kalp hastası üzerinde yapılan başka araştırmada, 150 hasta için düzenli olarak dua edilmiş, tanımadıkları kişilerin kendilerine dua ettiği bu hastaların, ilaç tedavisine daha çabuk cevap verdikleri ortaya çıkmıştır.
1998'de yayınladığı bir araştırmayla Dr. Elizabeth Targ Afrika'daki bazı AIDS hastalarının toplu yapılan dualarla iyileşme gösterdiklerini kaydetmiştir.
Bütün bu örnekler dua ile çeşitli hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantının delillerindendir.



dua_vatan11ekim04.jpg

Vatan, 11 Ekim 2004
dua_yeniasya12ek04.jpg



Yeni Asya, 12 Ekim 2004
Her An, Her Konuda Allah'a Yönelmek
Allah'ın Kuran'da bildirdiği dualardan bir kısmı şöyledir:
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 83-84)
Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)
Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın." Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 89-90)
Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. (Saffat Suresi, 75)
Daha evvel de belirttiğimiz gibi dua sadece hastalıktan ya da dünyevi sıkıntılardan, zorluklardan kurtulmak için olmamalıdır. Samimi iman eden bir kişi, her zaman Allah'a dua etmeli ve Allah'tan gelecek her karşılığa razı olmalıdır. Kuran'da pek çok ayetle bildirilen dua ibadetinin, günümüzde bilimsel olarak da faydalarının ispatlanması Kuran'ın mucizevi özelliklerinden biridir. Başka bir ayette duayla ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)


sevildikce_dua.jpg
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
HERŞEYİ HAYRA YORMAK




Olayları hayra yormak aslında toplumun büyük çoğunluğunun aşina olduğu bir deyimdir. Birçok insan günlük hayatlarında sık sık "vardır bir hayır" ya da "hayırdır inşaAllah" gibi sözleri kullanırlar. Ancak bu kullanım genellikle ya ağız alışkanlığından ya da bu sözlerin halk arasında gelenekselleşmiş olmasından kaynaklanır. Yoksa bu insanlar hayra yormanın gerçek anlamda ne ifade ettiğinin ya da bu anlayışın günlük hayata nasıl aktarılacağının bilincinde değildirler. Hatta, kimileri bu sözün bir deyimin ötesinde yaşama geçirilebilecek nitelikte bir anlam taşıyabileceğinin bile farkında değildir.
Oysa insanın iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz gibi görünen tüm olayları her ne olursa olsun mutlaka hayra yorması, Allah'a karşı duyulan samimi imandan kaynaklanan önemli bir ahlak özelliği ve yine imanın getirdiği bir yaşam şeklidir. Ve bu gerçeğin farkına varmak da insana dünyada ve ahirette tüm nimetlerin kapısını açan, kişinin hayatına huzur ve esenlik getiren önemli bir konudur.
Gün içinde müminin hiçbir şeye üzülüp karamsarlığa kapılmaması, imanı doğru anladığının bir göstergesidir. Karşılaşılan olayları hayır gözüyle değerlendirememek, sürekli tedirgin ve ümitsiz bir ruh hali içinde yaşamak, aksilik beklentisi içinde olmak, hüzne kapılıp duygusallaşmak ise, tertemiz, açık bir imanı puslu anlamanın alametleridir. Bu pus hemen kaldırılmalı, kesintisiz iman neşesi sabit hayat özelliği haline getirilmelidir. Allah'a iman eden bir insan terslik veya hata gibi görünen bir olayla karşılaştığında, aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı olduğunu bilmelidir. "Aksilik", "terslik", "keşke" gibi kelimeleri ise ancak ders almak, ibret çıkarmak amacıyla kullanmalıdır. Yani, "bu olay hikmetli ve hayırlı, fakat bir dahaki sefer aynı hatayı yapmayayım, şu an öğrendiğim şekilde doğrusunu yapayım" şeklinde bir bakış açısı içinde olmalıdır. Tekrar aynı zorlukla karşılaşırsa veya aynı hataya düşerse, yine hayır ve hikmetle yaratıldığını aklından asla çıkarmamalı ve "bir dahaki sefere doğrusunu yapayım" diye niyet etmelidir. Hatta aynı olay defalarca da tekrarlansa, yine de Müslüman için bu durumda bir hayır olduğunu bilmelidir; çünkü bu, Allah'ın kanunudur ve Allah'ın kanunu asla bozulmaz.
Bir insanın nefsinin mutmain, dengeli hale gelmesi ise Allah'tan gelen hayır ve hikmetin kesintisiz devam ettiğini bilmesi ile olur. Bu hakikati kavramak dünyada mümin için büyük bir nimettir. Din ahlakından uzak, inkar içindeki insan kesintisiz azap içindedir; her olayı kendi aleyhinde yorumlar. Ve bundan dolayı da sürekli sıkıntı içindedir. Mümin ise olayların hikmet ve hayır yönlerini görebilmenin sevincini yaşar.
İşte bu yüzden ortalı bir tavır içinde olmak, karşılaştığı olayları hem hayra hem şerre yorarak azap içinde kalmak ahirette mümine büyük utanç verebilir. Bu kadar açık ve kolay olan bir gerçeği tembellik ve gafletle anlamazlıktan gelmek, vicdana ve akla tam kabul ettirmemek ahirette ve dünyada azap içinde yaşamaya sebep olabilir. Bilinmelidir ki, Allah'ın hazırladığı kader bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar ve hikmetler vardır. İmanlı bir mümin irade ve akıl ile gün içinde hiçbir olayda şeytanın tuzağına düşmez. Olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun hayır hükmünde olduğunu asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir, ama önemli olan herşeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır.
Ne var ki insan kimi zaman aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı hemen görmek isteyebilir. Eğer bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve inatçı bir tavır sergileyebilir. Kuran'da insanın bu aceleci yönü şöyle bildirilmiştir:
İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)


Oysa insanın kendi doğru ve iyi gördüğü şeylerde ısrar etmesi, bunlara ulaşmak için acele etmesi, hırsa kapılması değil, Allah'ın karşısına çıkardığı olaylardaki hikmetleri ve hayırları görebilmek için çalışması gerekir. Örneğin bir insan maddi imkanlarının genişlemesini çok istiyor ve bunun için çaba harcıyor olabilir. Ancak tüm çabasına rağmen bu isteği uzun bir süre, hatta hiçbir zaman gerçekleşmeyebilir. Bu durumu kendisinin aleyhine değerlendiren insan ise yanılır. Elbette herkes Allah rızası için kullanmak üzere malca ve mülkçe zenginleşmek için dua edebilir. Ancak bu, gecikiyorsa veya hiç gerçekleşmiyorsa bunda büyük hayırlar vardır. Belki belirli bir olgunluğa ulaşmadan elde edeceği zenginlik insanı Allah yolundan saptıracak, şeytanın tuzağına düşürecektir. Böyle bir olayın ardında, insanın yakın zamanda görebileceği veya ancak ahirette kavrayabileceği buna benzer daha pek çok hayır gizlenmiş olabilir. Bir başka örnek olarak ise bir iş adamı, çalışma hayatında büyük başarı elde edebileceği çok önemli bir toplantıyı kaçırabilir. Ama belki o toplantıya gitse yolda bir trafik kazası geçirecektir ya da toplantı başka bir şehirdeyse bindiği uçak düşecektir.
Elbette bunlar çok genel örneklerdir ve her insan yaşamında bu tarz olaylarla karşılaşmıştır. İlk bakışta ters gidiyor gibi görünen olayların birçok hayrını görmüştür. Ama şunu unutmamak gerekir ki, kişi ilk bakışta terslik gibi görünen bu olayların hayrını henüz kavrayamamış da olabilir. Çünkü biraz önce de belirttiğimiz gibi insanın bir olaydaki hayrı kısa süre içinde görmesi gibi bir şart yoktur. İnsan belki bir olayın hayrını seneler sonra öğrenebilir veya hiç öğrenmeyebilir. Belki de Allah, karşılaştığı zor bir durumun hayrını ona ahirette gösterecektir. Sonuç olarak tevekküllü ve kadere teslim olmuş bir insanın yapması gereken, her olayı -kendi hikmetini kavrasın veya kavramasın- hayır gözüyle değerlendirmek ve herşeyden razı olmaktır.
Ancak şunu da özellikle belirtmek gerekir ki "hayır gözüyle bakmak", olayları görmezlikten gelmek, umursamamak ya da aşırı iyimser davranmak demek değildir. Tam tersine, her insan karşılaştığı olaylarda elinden gelen tüm tedbirleri almakla, her yolu denemekle yükümlüdür. Olayın bu yönünün de mutlaka göz önünde bulundurulması gerekir çünkü cahiliye ahlakında farklı anlayışlar geliştiren insanlar da vardır. Örneğin cahiliye toplumunda olaylara kayıtsız kalan ve son derece umursamaz davranan belli bir kesim vardır ki, bunlar her olayı aşırı iyimser değerlendirirler. Böyle insanlara toplum içerisinde genellikle "hayata pembe gözlüklerle bakıyor" denilir. Bu kişiler hem olaylara karşı umursamaz yaklaştıkları hem de çözüm getirmek yerine çocuksu bir iyimserlik ve saflıkla hareket ettikleri için akılcı tavırlar gösteremezler. Örneğin, kendisine ciddi bir hastalık teşhisi konulan kişi "boşver, bir şey olmaz" mantığıyla hareket ederse hastalığı daha da ilerleyecektir. Ya da evi soyulduğu halde tedbir almayı gereksiz gören insan, yeni hırsızlara kendi eliyle imkan sağlamış olacaktır.
Kuşkusuz böylesine saf bir yaklaşımın bu kitapta bahsedilen hayra yormak ve tevekkül kavramları ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu tarz tavırlar açıkça umursamazlıktır. Nitekim bu modeldeki akılcılıktan uzak insanların aksine müminler, bir olay karşısında ellerinden gelen tüm gayreti göstererek fiilen de bir çaba harcarlar; yani bir nevi "fiili dua" yapmış olurlar. Ancak bu çabayı gösterirken, her işin sonucunun Allah'ın dilediği şekilde gerçekleşeceğini de akıllarından bir an olsun çıkarmazlar.
Kuran'da bu gerçeğin bilincinde olan peygamberlerin ve salih müminlerin yaşamlarından örnekler verilmiş, zorluk ve baskılar karşısındaki tevekküllü tavırları insanlara örnek gösterilmiştir. Bu örneklerden biri Hz. Hud'un inkarcı kavminin tehditlerine karşı verdiği, tevekküllü ve Allah'a olan teslimiyetini gösteren cevabıdır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:


"Ey Hud" dediler. "Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terk etmeyiz. Sana iman edecek de değiliz."
"Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır' (demekten) başka bir şey söylemeyiz." Dedi ki: "Allah'ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
"O'nun dışındaki (tanrılardan). Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın."
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"
"Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 53-57)


gorbagor_4%5B1%5D.jpg
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Abdest, ibadet için gereken en güzel kostümdür


İbadetlere mânen ve ruhen hazırlanmaya vesile olan ve onlardan azamî istifadeyi sağlayan abdest, özellikle namaz yolunda ilk tembih ve birinci hazırlıktır. Abdest her amel ve ibadet için değil, başta namaz olmak üzere bazı ibadetler için farz kılınmıştır.

Namaz kılmak, tilavet secdesi yapmak veya Kur'an-ı Kerim'i elle tutmak için abdestli olmak farzdır; Kabe'yi tavaf etmek için alınan abdest vacip; ezan okumak, kâmet getirmek ve din ilimlerini okuyup okutmak gibi maksatlarla abdest almak ise menduptur; yani, din kat'î olarak emredilmese de yapıldığında sevap kazanılan bir ameldir. Ayrıca, Resûl-i Ekrem Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) her zaman abdestli olmaya itina gösterdiği ve abdest almadan hiçbir iş yapmadığı malumdur; bu itibarla da, Müslüman'ın sürekli abdestli bulunması sünnettir.
Evet abdest, namaz yolunda ilk ikaz ve birinci hazırlıktır. Ne var ki, onun istenilen semereyi verebilmesi insanın mülahazalarındaki derinliğe bağlıdır. Aslında insan, duygu ve düşüncelerindeki samimiyet ölçüsünde, yaptığı bütün işleri derinleştirebilir ve başından geçen her hadiseye bambaşka bir mahiyet kazandırabilir.

Eksiksiz abdest, günahlardan arındırır
Namazı daha derince duyabilmek için de henüz abdeste teşebbüs ederken aynı şekilde gönülden mülahazalarla dolu olmak gerekir. "Allah'ım, Senin huzuruna dünyevîliklerden arınmış bir insan olarak çıkmam için bana abdest kurnasını işaret ettin; bu işaret ve emrine binâen abdest alıyorum. Şayet, 'Namaza durmadan önce yedi defa deryaya dalman lazım' demiş olsaydın, ben onu da yapardım." deyip abdesti Cenâb-ı Hakk'ın emri olan bir vazife bilmek ve onu Allah Teâlâ'nın tayin ve tespit ettiği bir nevî ibadet kostümü şeklinde değerlendirmek icap eder. Çünkü, abdestin ne ifade ettiğini, nasıl bir temizliğe vesile olduğunu ve bizi misal âlemi itibariyle hangi hüviyete büründürüp nasıl güzelleştirdiğini sadece O bilir ve O görür. Bir de, O'nun izniyle mele-i âlânın sakinleri ve hafaza melekleri görürler. Dolayısıyla, Hazreti Rahman, "matlûp keyfiyet şudur" deyip bize emir buyurduğu temizlenme tarzı ne ise ve bizi nasıl görmek istiyorsa, onu o şekilde kabul edip uygulamak mü'min olmanın gereğidir. Abdestin va'd ettiklerine ulaşabilmenin ilk şartı da, ona her şeyden önce sırf Allah emrettiği için değer vermek ve maddî-manevî temizleyiciliğine inanıp onu dinin belirlediği esaslar çerçevesinde ele almaktır.

Abdestin manevî kir ve lekeleri de yuyup yıkayan bir temizleyici olduğunu vurgulayan Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir mü'min abdest alırken yüzünü yıkayınca, gözüyle işlediği bütün günahlar yanaklarından damlayan o su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür gider; ellerini yıkayınca elleriyle yaptığı hataların vebali abdest suyuyla beraber düşer kaybolur; ayaklarını yıkayınca da harama yürümek suretiyle ayaklarının sebep olduğu bütün günahlar parmaklarının ucundan süzülen en son damlayla akıp tükenir. Böylece, eksiksiz abdest alan bir kul, günahlarından bütün bütün arınmış ve temizlenmiş olur." (Müslim, Taharet 32) Demek ki, sağdan-soldan üzerine bulaşan maddî kirleri temizleyen insan, abdest sayesinde, manevî lekelerden de arınmış, huzur-i Kibriyâ'ya en uygun ibadet kisvesine bürünmüş ve Hazreti Sultan'nın yüce dergahına çıkmaya tam hazırlanmış olur.
Diğer taraftan, namaza duracak insanın önce abdest kostümünü giyinmesi gerektiği gibi, kalbini ibadetin ruhundan uzaklaştırabilecek bütün meşgalelerden de âzâde olması icab eder. Onun içindir ki, insanın sıkıştığı bir durumda namaza durması çirkin görülmüştür. İnsan, evvela, atması gerekli olan şeyleri atmalı, ibadet turnikesine sadece ibadet duygusuyla girmeli ve kendisini meşgul edebilecek bütün menfi tesirlerden kurtularak namaza öyle durmalıdır. Zaten, fıkıh kitaplarında bu mesele ele alınırken hüküm kalbin meşgul olup olmamasına bağlanmış ve şayet insan tuvalete gitme ihtiyacı içinde ise onun namaza durması mekruh sayılmıştır. Çünkü, kalb ve zihin bir işle meşgulken diğer bir işe konsantre olamaz. Zihni bir ihtiyaca yoğunlaşan insanın ikinci bir meseleye teksîf-i himmet etmesi çok zor, hatta imkansızdır. Dolayısıyla, böyle bir ihtiyaçla meşgul olan kimsenin namazı şuurluca kılması, onun hakkını vermesi ve ibadetini derince duyması mümkün değildir. Dahası, öyle bir vaziyette namaza durmada, namaza hakaret de söz konusudur; zira o, hemen geçiştiriliverecek kadar basit bir iş değildir. Namaz, hemen aradan çıkarılıversin diye değil, hem o anı nurlandırsın hem de bütün hayatı aydınlatsın diye vardır. Bütün bu hususlardan dolayıdır ki, Vehbe Zühaylî gibi bazı fıkıhçılar, abdeste niyetin daha ıtrahâta gidilirken yapılmasını uygun bulmuşlardır. Çünkü, böyle bir niyet sayesinde, huzur-u kalble namaz kılmak için yapılan bütün ön hazırlıklar ibadet kategorisinde değerlendirilir; abdest öncesi hazırlıklardan başlayıp namaza durma anına kadar geçen her merhale insana sevap kazandırır.

İbadet havasına bürünme ve namaza konsantre olma açısından da abdest çok önemlidir. Ne havanın soğukluğu ne de sıcaklığı, bir mü'minin tastamam abdest almasına mani değildir. Şartlar nasıl olursa olsun, o bir yolunu bulur ve miraca yükselecek bir yolcu edasıyla maddî-manevî temizliğe koyulur. Daha ellerini suyun altına götürürken, çoktan Rabbin mehafet ve mehabeti altında bir ibadeti eda ediyor olma havasına girer ve dünyaya ait fuzûlî sözleri terk eder. Sonra da, her uzvunu yıkayışıyla biraz daha mesafe alır, farklı bir aydınlık idrak eder ve daha ayrı bir canlılığa erer.. abdest esnasında okunan duâları bilir ve zikrederse ya da onların ihtiva ettiği manaları zihninden geçirip bir de o yüce duygularla Cenâb-ı Hakk'a yönelirse, işte o zaman bütün bütün ruhânîleşir ve bambaşka bir metafizik gerilim içine girer.



sabanok2.jpg



ÖZETLE

1- İbadetlere mânen ve ruhen hazırlanmaya vesile olan ve onlardan azamî istifadeyi sağlayan abdest, özellikle namaz yolunda ilk tembih ve birinci hazırlıktır.
2- Abdestin va'd ettiklerine ulaşabilmenin ilk şartı, ona sırf Allah emrettiği için değer vermek ve maddî-manevî temizleyiciliğine inanıp onu dinin belirlediği esaslar içinde ele almaktır.
3- Namaza duracak insanın önce abdest kostümünü giyinmesi gerektiği gibi, kalbini ibadetin ruhundan uzaklaştırabilecek bütün meşgalelerden de âzâde olması icab eder.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Sure Isimlerinin Türkce Karsiligi

1.Abese: "Yüzünü ekşitti."
2.Âdiyât: Nefes nefese koşanlar
3.Ahkaf: Bir yer adı, kum tepeleri
4.Ahzâb: Hizipler, gruplar, kabileler
5.A'lâ: Yüce, büyük, kutlu
6.Alak: Embriyo, ilgi, pıhtı, düşmanlık
7.Âli İmran: İmran Ailesi
8.Ankebût: Dişi örümcek
9.A'raf: Cennetle cehennem arası bölge
10.Asr: Çağ, asır, zaman
11.Bakara: İnek
12.Beled: Belde, kent, bölge
13.Beyyine: Kanıt, belge, aydınlık
14.Bürûc: Burçlar
15.Câsiye: Çöken, oturan
16.Cin: Cin, görünmeyen varlık
17.Cumua: Cuma, toplanma, topluluk
18.Duha: Kuşluk vakti
19.Dühan: Duman, sis, pus
20.En''am: Hayvanlar, davarlar
21.Enbiya: Peygamberler
22.Enfâl: Ganimetler, gelirler, vergiler
23.Fâtır: Yaratan, varlığın ilkelerini koyan
24.Fâtiha: Açılış, açan, özetleyen
25.Fecr: Şafak vakti
26.Felak: Tan yeri, yarılma, açılma
27.Fetih: Fetih, açılış
28.Fîl: Fil
29.Furkan: Işıkla karanlığı, doğruyla eğriyi ayıran
30.Fussılet: "Ayrıntılı yaptı."
31.Ğâşiye: Bürüyen, örten, kuşatan
32.Hac: Ziyaret
33.Hadîd: Demir
34.Hâkka: Geleceği kuşkusuz olan şey
35.Haşr: Haşir, toplama, diriltme
36.Hicr: Bir topluluğun adı
37.Hucurât: Hücreler, odalar
38.Hûd: Hz. Hûd
39.Hümeze: Alaycılar, gıybetçiler
40.İbrahim: Hz. İbrahim
41.İhlas: Samimiyet
42.İnfitâr: Açılma, yarılma, parçalanma
43.İnsan (Dehr): İnsan (zaman)
44.İnşıkak: Yarılma, ayrılma, kopma
45.İnşirah: Gönül ferahlığı, iç açılması
46.İsra: Gece yürüyüşü
47.Kaaria: Şiddetle çarpan
48.Kadir: Kadir Gecesi
49.Kaf: "Kaf" harfi
50.Kâfırûn: Kâfirler
51.Kalem: Kalem
52.Kamer: Ay
53.Kasas: Peygamberlerin hayat hikâyeleri
54.Kehf: Mağara
55.Kevser: Kevser Havuzu, yoğun güzellik ve iyilik
56.Kıyamet: Kıyamet
57.Kureyş: Kureyş Kabilesi
58.Leyl: Gece
59.Lukman: Hz. Lokman
60.Mâide: Sofra
61.Mâûn: Kamu hakkı, zekât, vergi
62.Meâric: Miraçlar, yükselme noktaları
63.Meryem: Hz. Meryem
64.Muhammed: Hz. Muhammed
65.Mutaffifûn: Ölçü ve tartıda hile yapanlar
66.Mücâdile: Hakları için savaşan kadın
67.Müddessir: Örtüsüne bürünen, saklanan
68.Mülk: Mülk, yönetim
69.Mümin (Ğâfir): İnanan (affeden)
70.Müminûn: Müminler, inananlar
71.Mürselât: Görevle gönderilenler
72.Mümtehine: İmtihan eden
73.Münâfikûn: İkiyüzlüler
74.Müzzemmil: Örtüsüne bürünen, köşesine çekilen
75.Nahl: Balarısı
76.Nas: İnsanlar
77.Nasr: Yardım
78.Nâziât: Çekip koparanlar, yay çekenler
79.Nebe': Haber
80.Necm: Yıldız
81.Neml: Karınca
82.Nisa: Kadınlar
83.Nûh: Hz. Nûh
84.Nûr: Işık
85.Ra'd: Gök gürültüsü
86.Rahman: Rahmeti bol olan
87.Rûm: Bizanslılar
88.Sâd: "Sâd" harfi
89.Saff: Saf tutmak
90.Saffât: Saf bağlayanlar ihtiyaçların
91.Sebe': Sabâ ülkesi
92.Secde: Secde
93.Şems: Güneş
94.Şuara: Şairler
95.Şûra: Şûra, toplu denetim
96.Tâhâ: "Tı" ve "Ha" harfleri
97.Tahrîm: Haramlaştırma, yasaklama
98.Talâk: Boşama, boşanma
99.Târık: Târık Yıldızı, tokmak gibi vuran
100.Tebbet: "Eli kırıldı."
101.Teğâbün: Aldanış ve aldatış
102.Tekâsür: Mal ve evlat çokluğunda yarış
103.Tekvîr: Büküp dürme
104.Tevbe: Tövbe
105.Tîn: İncir
106.Tûr: Tûr Dağı
107.Vâkıa: Olan, ortaya çıkan
108.Yâsîn: "Ya" ve "Sîn" harfleri
109.Yûnus: Hz. Yûnus
110.Yûsuf: Hz. Yûsuf
111.Zâriyât: Tozutup savuranlar
112.Zilzal: Zelzele
113.Zührûf: Süs-püs
114.Zümer: Zümreler, klikler
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Amel Defteri

İnsanın dünya hayatında yaptığı iyi ve kötü bütün işlerin sözlerin kayıt edildiği defter. Bu defter sesli bir film misali insanın her türlü hâl ve hareketini, konuşmalarını zapt eden bir defterdir. Bu kayıt ve zabıtlarla insan ahirette hesaba çekilecek, bu defter insanın leh veya aleyhinde bir şahid olacaktır. Kur'an'da "kitab" olarak zikredilmektedir .

Dünya hayatında devamlı olarak insanla beraber bulunan ve onun yaptıklarını kaydeden melekler vardır. Kur'an-ı Kerîm bu melekler hakkında şöyle buyurur,


"Halbuki üzerinizde gözetleyici melekler var, şerefli yazıcı (melekler). Her ne yaparsanız bilirler" (el-Infitâr, 82/10-12). "O, (İnsan) her ne söz söylerse muhakkak yanında hazır bir gözcü vardır" (Kaf, 50/18).


Amel defterine insanın yaptıklarını yazan meleklere Hafaza* (Hâfaza) melekleri veya Kirâmen Kâtibîn * (Şerefli Yazıcılar) yahut "Rakîb Atîd" denmiştir.


Her insana, kendi amel defteri, Ahiret gününde verilecek ve insan kendi yaptıklarını orada bizzat görüp okuyacaktır. Defterleri sağ tarafından verilen kimseler Cennetlik bahtiyarlar, sol tarafından veya arkasından verilen kimseler ise Cehennemlik bedbahtlar olacaklardır. Bahtiyarların hesabı ya çok basit geçecek veya onlar hiç hesaba çekilmeyecek; bedbahtlar ise çok çetin bir hesapla karşılaşacaklardır. Kur'an-ı Kerîm bu hususta da şöyle buyurur:


"İşte o vakit kitabı (amel defteri sağ eline verilmiş olan kimse der ki: Gelin kitabımı okuyun. Çünkü ben hesabıma ulaşacağımı (hesaba çekileceğimi) zannetmiştim! Artık o hoşnut bir hayatta yüksek bir Cennet'tedir " (el-Hâkka, 69/19-22). "Kitabı sol eline verilmiş olan ise, der ki: Eyvah, keşke kitabım bana verilmeseydi... Hesabının da ne olduğunu bilmeseydim! Tutun onu hemen bağlayın onu, sonra Cehennem'e atın onu..."(el-Hâkka, 69/25-27, 30-31).

İnsan, kendi amel defterinde hayatının bütün teferruatını görünce hayret edecek ve Kur'an'ın tabiriyle şöyle diyecek "Eyvah bize, bu deftere ne olmuş, küçük büyük bırakmayıp hepsini toplamış... " (el-Kehf, 18/49).

Amel defteri insanın dünya hayatındaki kendi yaptıkları ameller doğrultusunda doldurulduğuna, insan da iradeye sahip olduğuna göre amel defterinin iyi veya kötü şeyleri ihtiva etmesinde insanın kendisi etkilidir. "İman edecek salih amel işleyenlerin amelleri zâyi' olmaz. Biz onu yazmaktayız. " (el-Enbiyâ, 21/94). Bu hususta başkasını suçlamasına mahâl yoktur. Arzu edilir ki o defter yüz ağartıcı sahifelerle dolu olsun. Yüzümüzün akı olacak salih ameller, o defteri süsleyecek olanlardır. Bu da ancak Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak, bu dini yaşamak ve Allah Resulü’nün gösterdiği yoldan gitmekle elde edilir.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Sükür Listesi

1- Vücudumdaki tüm organlar birbirleriyle uyum içinde çalışıp bu nedenle sağlıklı olduğum için şükrediyorum.
2- Yüzümle, bedenimle, düşüncelerimle, duygularımla, davranışlarımla, hayatla ve insanlarla barışık olduğum için şükrediyorum.
3- Bedenimdeki tüm hücreleri, kemikleri, kasları, damarları, sinirleri ve cildimi seviyorum ve tüm hastalıklardan özgür oldukları için şükrediyorum.
4- Zeki ve yetenekli olduğum için şükrediyorum.
5- Sağlıklı bir vücut, sağlıklı bir zihin ve sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip olabildiğim için şükrediyorum.
6- Bolluk ve bereket içinde yaşadığımız için şükrediyorum.
7- Çalışacak bir işim olduğu için şükrediyorum.
8- Mal varlığım sürekli çoğaldığı için şükrediyorum.
9- İhtiyacımız olan tüm eşyalara sahip olduğumuz için şükrediyorum.
10- İhtiyaçlarımıza ve isteklerimize yetecek kadar gelirimiz olduğu için şükrediyorum.
11- Kuvvetli bir belleğe sahip olduğum için şükrediyorum.
12- Sıhhatle nefes alabildiğim, görebildiğim, duyabildiğim, koklayabildiğim, tat alabildiğim, dokunabildiğim, haz alabildiğim için şükrediyorum.
13- Öğrendiğim ve hayatıma uygulayabildiğim tüm standartlarım için şükrediyorum.
14- Her sabah erken saatlerde uyanabildiğim ve uyanınca güne güvenle ve neşeyle başyayabildiğim için şükrediyorum.
15- Her sabah sevdiklerime ve ayrıca geçmişte beni üzen, yaralayan, inciten herkese dua edebildiğim için şükrediyorum.
16- Geçmişimde beni üzen, yaralayan ve inciten kişileri affedebildiğim için ve geçmişimden özgürleştiğim için şükrediyorum.
17- Amirim bana güvendiği ve beni sevdiği için şükrediyorum.
18- İnsanların iyi yanlarını görüp, onları oldukları gibi kabullenebildiğim için şükrediyorum.
19- Sağlıkla zayıflayabildiğim için şükrediyorum.
20- Yeteneklerimi sergileyebilme imkanı bulduğum için şükrediyorum.
21- Tanıdığım ve tanımadığım kişileri pozitif etkileme gücüne sahip olduğum için şükrediyorum.
22- Genç , sağlıklı ve dinamik göründüğüm için şükrediyorum.
23- Beni seven, birbirimize bağlı annem – babam ve kardeşlerim olduğu için şükrediyorum.
24- Güven duyabildiğim ve sevdiğim çalışma arkadaşlarına sahip olabildiğim için şükrediyorum.
25- İyi komşulara ve arkadaşlara sahip olduğum için şükrediyorum.
26- Bilinç seviyem ve sezgilerim her geçen gün arttığı için şükrediyorum.
27- Sevdiklerimle iyi koşullarda tatil yapma imkanına sahip olabildiğim için şükrediyorum.
28- Sevgi dolu bir yüreğim ve iç huzurum olduğu için şükrediyorum.
29- Her zaman şükretmeyi alışkanlık haline getirebildiğim için şükrediyorum.
30- Veeee bütün güvenim , ümidim ,geleceğim, makamın Allah’tan olduğu için şükrediyorum.
31- Tabii Müslüman olduğuma da şükrediyorum
.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Cennette Hangi Dil Konusulacak.

Cennet dili Arapça'dır. Değildir diyenlere deriz ki:
Resululullah (s.a.v) buyuruyor:

* Üç hasletten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur. Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır. (2)

Bu hadis-i şerifi destekleyen ayet-i kerimeler:

* Apaçık Arapça bir dille. (3)
* Onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. (4)

Allah Resülü, İki Cihan Serverinin (s.av) konuştuğu dil Arapça olacak da Cennet dili Arapça dan başka bir dil mi olacak. Hz.Adem (a.s) yeryüzüne indirilmeden Arapça konuşacak da, Cennet dili mi Arapça olmayacak?

Hz.Aişe r.a. buyuruyor:

* Cennet ehli Muhammed aleyhissel**** diliyle konuşacaklar. (5)
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Önce, hayatımı düzelteyim, sonra Kur’an-ı Kerim’i öğrenirim diyorum. Bu doğru bir düşünce mi?”

Kur’an öğrenmeme yönündeki bu tarz mazeretleri nefis ve şeytan fısıldıyor. Halbuki yaşantımız ayrı, Kur’an-ı Kerim öğrenmek ayrı bir şeydir. Belki çevremiz bunu yadırgayacaktır; ama önemli olan çevremiz değil bizim Allah’la (cc) olan irtibatımızdır. Yarına çıkacak garantimiz var mı?

Kur’ân’ı okumak, mânâsı üzerinde düşünmek ve tefekkür etmek, onu ezberlemek, namazda kıraat etmek ibâdettir. Kur’ân’ı doğru yorumlamak ibâdettir. Kur’ân’ı anlamak ibâdettir. Kur’ân’ı öğrenmek ibadettir. Kur’ân’ı yaşamak ibâdettir. Kur’ân’ın doğru yorumları olan tefsirlerini mütalâa etmek ibâdettir. Kur’ân’ı hatim niyetiyle baştan sona okumak, bitirip yeniden başlamak, okudukça tefekkürü artırmak, okudukça feyiz almak, okudukça kulluğun sırrına ermek, ibâdetin inceliğine vâkıf olmak ibâdettir. Kur’ân ile A’dan Z’ye meşgul olmak ibâdettir.

Kur’ân, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle yerin ve göğün sahibi olan Allah’ın tenezzül buyurup bizimle konuşmasıdır.(Şuâlar, s. 115.) Kur’ân Arş-ı Azam’dan, İsm-i Azam’dan, her ismin en büyük mertebesinden gelmiş; bütün âlemlerin Rabb’i unvanıyla Allah’ın kelâmıdır; bütün mevcûdatın İlâhı sıfatıyla Allah’ın fermanıdır; bütün semâvât ve arzın Hâlık’ı nâmına insanlara teveccüh buyurularak söylenmiş bir hitaptır, bir mükâlemedir, bir konuşmadır, bir ezelî hutbedir, Rabb-i Rahîm’in yüksek bir iltifâtıdır. (İşârâtü’l-İ’câz, S.15.)

Bundandır ki, namaz Kur’ân’la mümkündür, niyâz Kur’ân’la mümkündür, duâ Kur’ân’la mümkündür.

Bundandır ki, namazda Kur’ân okumak farzdır. Kur’ân’sız namaz sahih değildir. Çünkü Kur’ân, Allah’ın Kelâm sıfatından gelmiş ve halîfe-i rûy-i zemîn vasfıyla ve insan olarak bizim omuzlarımıza yüklenmiş en mukaddes, en muazzez, en temiz, en pâk, en kıymetli ve en mânâlı bir emânet-i İlâhî’dir. Bu emânete sahip olmak, kimliğimizi kavramak, nereden gelip nereye gideceğimizi öğrenmek, bu dünyâdaki vazîfemizi benimsemek ve buna göre davranış geliştirmek ancak Kur’ân’ı okumak ve öğrenmekle mümkündür. Cenâb-ı Hakk’ın, “Kur’ân’ı tane tane, açık açık oku!”(Müzzemmil Sûresi, 73/4.) emri kulaklarımızda çınlamalıdır.

* Hazret-i Âişe (ra) validemiz anlatır: Resûlullah Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’ı mâhir olarak (mahrecini, tecvidini, sesini, kıraatini bilerek) okuyan, şerefli, itaatkâr elçiler olan meleklerle berâberdir. Kur’ân’ı kendisine zor geldiği halde kekeleyerek okuyan kimseye ise iki kat sevap vardır.”(Riyâzü’s-Sâlihîn, 991.)

* Berâ b. Âzib (ra) diyor ki: Üseyd b. Hudayr (ra) iki uzun iple atını bağlamış, evinde Kehf Sûresini okuyordu. Okuyup dururken, üzerinde bir bulut peyda oldu, bulut yaklaştıkça yaklaştı. Nihâyet at ürktü, deprenmeye başladı! Üseyd: “Yâ Rab, âfetten emîn kıl!” diye duâ etmeye başladı. Sabah olduğunda Peygamber Efendimiz’e (asm) geldi ve bu hâli anlattı. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm): “Oku ey adam! Durma oku! Bu tecellî sekînedir (sekînet, vakar ve rahmet yüklü ruhlar ve melekler). Kur’ân’ı dinlemek için, Kur’ân’a hürmeten inmiştir” buyurdu.(Buhârî, 9/ 306.)

Çocuklarımıza Allah kelâmını öğretebileceğimiz, öğrenmelerine kapı açabileceğimiz, yardımcı olabileceğimiz altın günlerin içinde bulunuyoruz. Çocuklarımız, kendi Yaratıcılarının öz kelâmıyla bire bir muhatap olsunlar; okusunlar, öğrensinler.

Câmilerimiz, Kur’ân Kurslarımız, dershanelerimiz hizmete hazır. Birbirinden değerli gönüllü Kur’ân öğreticilerimiz çocuklarımızı altın kalpleriyle kucaklayacaklar. Yeter ki biz gönderelim, ihmal etmeyelim, ilgimizi eksik etmeyelim.

Yarın mahşerde, “Annem veya babam bana dînimi öğretmedi, Kur’ân’ı öğretmedi. Allah’ım, senin kelâmını öğretmedi” şikâyeti bizi mahcup eder. Mahşerin mahcubiyeti bizi perişan eder.

Spor kursuna, resim kursuna, yüzme kursuna, müzik kursuna, tiyatro kursuna zaman ayırıp imkân bulduğumuz gibi; daha bir ihtimamla Kur’ân kursunu da ihmal etmemeliyiz. Aksi takdirde yalnız mahşerde değil; dünyada bile zarar etmiş oluruz.

Öyleyse, buyurun; Kur’ân öğrenmeyi ve öğretmeyi bir seferberlik haline getirelim.

KUR'AN-I KERİM ÂYETLERİNDE KUR'AN'IN FAZÎLETİ

1- "Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir. Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin" (İsrâ, 78, 79).

2- "O kitap (Kur'ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir" (Bakara, 2).

3- "Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'ân'ın indirildiği aydır" (Bakara, 185).

4- "Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik" (Nisâ 174).

5- "Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir" (Mâide 15, 16).

6- "Bu (Kur'ân), Ümmü'l-Kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler" (En'âm, 92).

7- "İşte bu (Kur'ân), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin" (En'âm, 155).

8- "Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik" (A'râf, 52).

9- "Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz" (A'râf, 170).

10- "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" (Arâf, 204).

11- "Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. De ki: Ancak Allah'ın lûtfuf ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu onların (dünya malı
olarak) topladıklarından daha hayırlıdır" (Yunus, 57, 58).

12- "Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır" (İbrahim, 1).

13- "Biz, Kur'an okunduğu zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz. Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur'an'da Rabbinin
birliğini yadettiğinde onlar, canları sıkılmış bir vaziyette, gerisingeri dönüp giderler" (İsrâ, 45, 46).

14- "Biz, Kur'an'dan öyle birşey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır" (İsrâ, 82).

15- "Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri hem de
gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitab, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz" (Zümer, 23).

16- "İşte böylece sana da emrimizle Kur'ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin" (Şûrâ, 52).

17- "Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz" (Haşr, 21).

18- "Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır" (Kadr, 1, 2, 3).

19 - "İşte o apaçık delil Allah tarafından gönderilen ve en doğru hükümleri hâvî tertemiz sahifeleri okuyan bir elçidir" (Beyyine, 2, 3).

20- "Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız" (Hicr, 9).-
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Ezan Nedir ve Başka Lisanlarla Ezan Okumak


ezan1.jpg

Farz namazlar için muayyen vakitlerde mâlum lafızlarla okunan mübârek sözlere 'ezan' denir. Ezan okuyan kişiye de 'müezzin' adı verilir.
ezanayetleri.gif

'Ezân-ı Muhammedî' hicretin 1. yılında meşrû kılınmıştır. Erkekler için vâcip kuvvetinde bir sünnet-i müekkededir. Meşrûiyeti kitap ve sünnetle sabittir.
Kur'ân-ı Kerim'de,
'(Ezanla) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman...' (Mâide, 58),
'Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman...' (Cum'a, 9) buyrulmaktadır.

Hicretin birinci yılında Medîne-i Münevvere'de Mescid-i Nebevî tamamlanınca cemaatle namaz kılınmaya başlanmıştır. Namaz vakitlerinde de Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a.) Resûlüllah (s.a.v.)'ın emriyle 'es-Salâh' (Namaza-namaza) veya Müslümanlar'ın güzel bir cemaat hâlinde yaşamalarına vesîledir, birtakım güzellikler ve şükür nevilerini ihtivâ etmektedir) diye seslenirdi. Ancak bu usûl, Müslümanlar'ı, zamanında cemaate toplanmaya ve onları cemaatten mahrum etmemeye elverişli olmamaktaydı. Bu sebeple cumayı ve beş vakti zamanında bildirecek bir alâmete ihtiyaç duyulmuştu.
Bu iş için Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in riyâsetinde bir müşâyere heyeti toplandı. Mecliste hazır bulunan ashâb-ı güzîn tarafından çeşitli teklifler ortaya konuldu. Bu teklifler; namaz vakitlerinin boru çalınarak, ateş yakılarak, çan çalınarak veya yüksekçe bir yere bayrak dikilerek haber verilmesi tarzındaydı. Fakat peygamberimiz (s.a.v.) bu tekliflerin her birini, başka millet ve dinlere ait olması sebebiyle münâsip görmemişti. Neticede, müşâvere heyeti bu hususu karara bağlayamadan dağıldı.
Nihâyet ashâb-ı kirâmdan bâzı zevâtın aynı şekilde görmüş oldukları sâdık bir rüyâya ve onu te'yid eden bir vahye dayanan bildiğimiz üslûb ve tarzda ezan okumaya başlanmıştır.

Ezanla alâkalı rüyayı ilk gören, ensârdan Abdullah bin Zeyd (r.a.)'dir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Abdullah'ın bu rüyası üzerine,
-İnşâallah, bu hak rüyâdır. Gördüğünü Bilâl'e öğret; çünkü onun sesi, senin sesinden güzeldir' buyurdu.

O da Efendimiz'in emirleriyle, rüyasında öğrendiği bu ezânı, Bilâl-i Habeşî (r.a.)'ye öğretti. Hz. Bilâl de Medîne'nin en yüksek yerine çıkarak, Zeyd (r.a.)'den öğrendiği bu ezânı yüksek ve çok tatlı bir sesle okudu.

Ezân-ı Muhammedî'nin Medine semâlarına yayıldığı sırada, bu ilahî dâveti duyan Hz. Ömer (r.a.) evinden çıkıp koşa koşa Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek,

-Ya Resûlüllah, aynı rüyâyı ben de gördüm,dedi. Ve o sırada ilâhî vahy de gelmiş bulunuyordu. (Cum'â, 9)
Ezan ve Kâmet ile ilgili bazı hususlar
- 'Ezan' ve 'kâmet', ister mukim ister seferî olsun, farz namazların edâsında, kazâsında ve cuma namazında erkeklere müekked bir sünnettir... Beş vakit namazı tek başına dahi kılsalar ezan ve ikâmet getirmeleri gerekir.
- 'Ezan' ağır ağır, kâmet ise sür'atli okunur.
-'Ezan'ın ezan olduğu anlaşılsa bile, Arapça olmayan bir dille okunması kâfi gelmez, böyle bir ezâna itibar edilmez.

Ezan namaza dâvettir ve İslâm dünyasını birleştiren bir semboldür, sesli bir bayraktır. Dolayısıyla, Peygamber nasıl emr ettiyse O’nun istediği şekilde yapılmalıdır. O, bugünkü şekli uygun görmüştür. Ashabı bunu kabul etmiştir. Ashaptan sonra Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve sonra her asırda gelen ve Peygamberin vekili, vârisi, halifesi durumunda bulunan icazetli ulema ve fukaha böyle istemiştir. Mü’minler de Ezan’dan razıdırlar. Ezan-ı Muhammedî yani Arapça Ezan icmâ-i ümmetle sâbittir, Kıyamet’e kadar böyle okunacaktır.

Ülkemizde bir ara, tek parti devrinde, Başbakan İsmet İnönü’nün istek ve gayreti ile Ezan’ın Türkçe okunmasını emr eden, Arapça ezan okunmasını yasaklayan bir kanun çıkartılmıştır. 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara geçince, Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan Bey Meclis’e bir kanun teklifi vererek Türkçe Ezan okumayı mecburî kılan ve Arapça ezan okumayı yasaklayan anti-demokratik kanunun kaldırılmasını istemiştir. Meclis böyle bir kanun çıkartmış ve ezanı serbest bırakmıştır. Şu hususu, üzerine basa basa belirtmek gerekiyor: Millî iradeyi temsil eden Meclis “Türkçe ezan okunamaz, ille de Arapça okunacak” dememiştir, sadece eski kanunu kaldırmıştır. Bu yeni kanun yürürlüğe girer girmez Türkiye’nin her yerindeki onbinlerce caminin minarelerinden Arapça Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlamıştır, Türkçe ezan okuyan bir tek cami kalmamıştır.

- 'Ezan'ı vaktinden önce okumak da câiz değildir. Şayet okunmuşsa, vakit girdikten sonra iâde edilir, yani tekrar okunur. Buna da müeezinlerin çok dikkatli olaması gerekir. Zira Tirmizî'de geçen bir hâdis-i şerifte Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) 'imam (cemaatin namazının) mes'ûliyetini üzerine almıştır. Müezzine de (namaz vakitleri) emânet edilmiştir...' buyurmuşlardır. Bu emânete riâyet gerek.
- Camide iken bir vaktin ezanı okunacak olursa, o vaktin namazını kılmadan çıkmak mekruhdur. Bu durumdaki bir kimse namazı tek başına kılıp çıkrsa bu defa cemaati terk etmesi sebebiyle kerahet işlemiş olur.

- Kamet getirilirken camiye giren kişi, ayakta beklemeyip oturmalı ve oradaki cemaatle beraber kalkmalıdır.

Ezan' ve 'kâmet'i dinleyen kimse ne yapar?- Müezzinin söylediklerini aynen söyler. Sadece 'hayye alessalâh' ile 'hayye alel felâh'ları söylemez. Müezzin bunları okurken, o her seferinde 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azıym' der. - Ezan' bittikten sonra da,
'Allahümme Rabbe hâzihi'd-dâ'veti't-tâmme ve's-salâtil-kâim, âti Muhammeden el-vesîlete vel-fazîleh ve'dderecete'r-refiah. Veb'ashü makâmen mahmûdeni'llezi va'adteh inneke lâ tuhlifü'l-mîâd.' diye duâ etmelidir. Çünkü böyle duâ eden, şefaate hak kazanmış olur.


Bu duânın meâli şöyledir:


'Allâh'ım! Ey bu tam dâvetin, yâni mübârek ezânın ve kılınmak üzere bulunan namazın mukaddes Rabbi. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e vesîleyi ve fazîleti ihsan et ve O'nu, kendisine va'd buyurmuş olduğun Makâm-ı Muhmûd'a eriştir. Şüphe yok ki, sen va'dinden dönmezsin.'
'Vesîle'nin cennette bir âlî makam, 'fazilet'in de yine yüksek bir makam, 'Makâm-ı Mahmûd'un ise şefâat-ı kübrâ makâmı olduğu beyan olunmaktadır. Binâenaleyh böyle bir duâda bulunmak, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.)'e muhabbetin ve kuvvetli bir irtibatın alâmetidir.



Kaynaklar
1) Fazilet Takvimi, 14-16 Haziran1997
2) Dürerü'l-Hükkâm, Molla Husrev
3) Nîmet-i İslâm, M.Zihnî Efendi;
4) Büyük İslâm İlmihali Ömer Nasuhi Bilmen;
5) Nûru'l-İzah, Hasan bin Ammar eş-Şürrünbilâlî
6) İlmihal 1, İman ve İbadetler, Türkye Diyanet Vakfı, 1999
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
13:31
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Cehennemin en pis kokan yeri
* Kendini olduğundan fazla gösteren kimse, kendi durumunu inkâr etmiş olur.

* İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için çalıştıkları kadar, Cehennemden korkup, korunmak için çalışsalardı, mutlaka Cennete giderlerdi.

* İnsanlar zaruret diyerek, yiyecek kazanma peşinde koşarlar. Halbuki esas zaruret günahlardan kaçınmaktır. Fakat çokları bundan kaçınmayıp, yiyecek peşinde koşarlar.

* Sadık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez.
* Gafillerden, cahillerden ve yaltakçılardan uzak dur!

* Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zira Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir.

* Bir kimse bir nimete kavuşur da bunun şükrünü yapmazsa, o nimet elinden gider de, o kimsenin haberi bile olmaz.

* Şu üç şey Allahü teâlâyı çok üzer: 1- Vakti boşa geçirmek, 2- İnsanlarla alay etmek, 3- Gıybet etmek.

* Cehennemin en pis kokan yeri, zina yapanların bulunduğu kısmıdır!

* Allah’tan başka her neye taparsanız, hepsi hiçtir. Yazıklar olsun o kimseye ki, bir hiç iledir.

* Bir şeye ihtiyaç duyulduğu halde, çalışıp onu temin etmemek, çoluk çocuğu perişan bırakmak, cahillik ve tembelliktir.

* Bir haber duyduğunuz zaman onu nakletmek için değil, ona uymak için iyi anlayıp düşünün! Çünkü ilmi rivayet edenler çoktur, fakat riayet edenler pek azdır.

* İşin esası üç şeydir: Helal yemek, ahlak ve amelde Resulullaha tâbi olmak, her işi yalnız Allahü teâlânın rızası için yapmak.

* Kulluğun en güzeli; kulun Allahü teâlânın verdiği nimetler karşısında, şükürden aciz olduğunu bilmesidir.

* Kim ilmi ararsa; öğrenir ve günah işlemekten korkar ve ondan kaçar. Günahtan kaçan ise, kıyamet günü cezasından kurtulur.

* Günahlar gizli olarak işlenirse; bunun zararı, günahı işleyenleredir. Lakin açıktan işleniyor ve buna mani olunmuyorsa, bunun zararı herkesedir.

* İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak benim için daha sevimlidir.

* Fakirlik, haline şükredip, kimseye şikayet etmeyerek ihtiyacını gizlemektir.

* Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimsedir.
* Ölüm gelmeden hesabınızı yapınız! Tevbe ediniz ki, affa kavuşasınız
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst