Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Ahlak Bilgileri mutlaka okuyun

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Acelecilik

Sual: Her işte acelecilik uygunsuz mu? Uygun olduğu durumlar var mı?
CEVAP
İnsanın fıtratında acelecilik vardır. Bu husus Kur'an-ı kerimde de bildiriliyor:
(İnsan aceleci [tabiatta] yaratılmıştır.) [Enbiya 37]
(İnsan pek acelecidir.) [İsra 11]

Acele işe şeytan karışır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Acele şeytandan, teenni Rahmandandır.) [Tirmizi]
(Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder.) [Beyheki] [Teenni, acelenin zıddıdır.]

O halde, işlerde acele etmemeli ve hemen karar vermemelidir! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Nefsin istediği bir şey hatıra gelince şeytan, "Fırsatı kaçırma, hemen yap!" der. Onun için kalbe gelen şeyi yapmadan önce, bu işten Allahü teâlâ razı olur mu, sevap mıdır, günah mıdır diye düşünmelidir! Günah değil ise yapmalıdır! Böylece teenni edilmiş, yani acele edilmemiş olur.

Yalnız 5 yerde acele gerekir:
1- Misafir gelince yemek vermekte

2-
Günah işleyince, hemen tevbe etmekte

3-
Namazı vakti girince, hemen kılmakta

4-
Çocuklara din bilgilerini ve namaz kılmayı öğrettikten sonra, büluğa erince dengi çıkınca, bunlar hemen evlendirilmelidir! Kızın küfvü [dengi] bulununca, hemen evlendirmelidir! Eşiat-ül-lemeat’daki hadis-i şerifte, (Ya Ali, üç şeyi geciktirme! Namazı vakti girince hemen kıl, cenaze namazını hemen kıl! Dul veya kızı, küfvü isteyince, hemen ver!) buyuruldu. O halde, namazını kılan, günahlardan sakınan ve nafakasını helalden kazanan biri bulununca, hemen onunla evlendirmeli! Eğer evlendirilmezse, fitneye sebep olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dinini, ahlakını beğendiğiniz bir kimse, kızınıza talip olursa, hemen evlendirin! Eğer evlendirmezseniz, fitne ve fesada sebep olursunuz.) [Tirmizi]

5-
Defin işini de acele yapmalıdır!
İbadetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölmeden önce tevbe ediniz. Hayırlı işleri yapmaya mani çıkmadan önce acele ediniz. Allahü teâlâyı çok hatırlayınız. Zekat ve sadaka vermekte acele ediniz. Böylece Rabbinizin rızıklarına ve yardımına kavuşunuz!) [İbni Mace]

(En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.)
[Taberani]

(Sadaka vermekte acele edin, çünkü bela sadakayı geçemez.)
[Beyheki]

(Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayatın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyada ahireti kazanmanın kıymetini, ihtiyarlamadan gençliğin kıymetini, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini.)
[Hakim]

Zekatını vermeyen ve malını ahiret yolunda sarf etmeyen kimse, fakir olunca çok pişman olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tesvif eden helak olur.) [Berika]
[Tesvif, hayırlı iş yapmayı sonraya bırakmaktır.]

İfrat ve Tefrit zararlı
Tembellik, bir işi geciktirmek, sonraya bırakmak nasıl kötü ise, acele etmek de kötüdür. Bunun biri ifrat, diğeri tefrittir. Dinimiz orta yolu, aşırılıklardan uzak olmayı emretmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aşırı giden helak olur.) [Müslim]
Bir kimse, müsrif olursa buna ifrat denebilir. Bir kimse de cimrilik ederse, buna da tefrit denebilir. Dinimiz, her iki aşırılığı da yasaklamıştır. Furkan suresinin 67. âyet-i kerimesinde, israf edenlerle cimrilik edenler kötülenmiş, ikisinin ortası olanlar övülmüştür.

Acele eden fütura düşer. Yani gevşeklik ve bezginlik hasıl olur. Hayırlı bir işin olması için acele eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının kabul olmasını ister. Duası gecikince duayı bırakır, maksudundan mahrum kalır. Acele edenin ihlası, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta haramlara dalabilir.

Namaz kılarken acele eden, tadil-i erkanı terk edebilir. Hızlı okurken tecvide uymayabilir, yanlış okuyabilir. Onun için ağırbaşlı olmalı, düşünerek hareket etmelidir. Salihlerin vasfı Kur'an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
(Onlar Allah’a ve ahirete inanırlar, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde birbirleriyle yarış ederler. İşte bunlar salihlerdendir.) [A.İmran 114]

Böyle hayırlı işlerin haricinde acelecilik uygun değildir. Düşünerek hareket etmek ve hayırlı işlerde sebat göstermek gerekir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yavaş, yumuşak davranmak, Allah’ın kuluna verdiği büyük bir ihsandır. Aceleci olmak, şeytanın yoludur. Allahü teâlânın sevdiği şey, yumuşak ve ağırbaşlı olmaktır.) [E.Ya’la]

İftarda acele etmeli
İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Namaz borcu varsa acele kaza etmeli
Farz namazı özürsüz vaktinde kılmamak büyük günahtır. Acele kaza etmek gerekir. Zaruri işler haricinde kaza etmeyi geciktirmek de büyük günahtır. Nafile zaruri iş olmadığı için, nafile kılarak, terk edilen kazayı geciktirmek dört mezhepte de haramdır. [Nafileleri kılarken kazaya da niyet etmeli. Hem sünnet sevabı alınmış olur, hem de namaz borcu ödenmiş olur.] Düşman karşısında, bir farz namazı kılmak mümkün iken terk etmek, 700 büyük günah işlemek gibidir. (Umdet-ül islâm)

Tevbe edilen günahlar affedilir
İnsan günahını ne kadar çok büyük görürse o kadar iyidir. Fakat günahı yüzünden Allahü teâlânın sonsuz rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanmam. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]
Allahü teâlâ, tevbe edilen günahları affeder. Tevbede acele etmeli.

Müstehap işlemek için sünnet terk edilmez
Cenaze olduğu zaman, Âyet-el kürsiyi ve tesbihleri okumayarak sünnet terk edilmektedir. Cenaze sebebiyle sünneti terk etmek uygun değildir. Cenaze namazını acele kılmak müstehaptır. Müstehap işlemek için sünnet terk edilmez. Cemaat çok olsun diye, cenaze namazını vakit namazlarından sonraya bırakmak mekruhtur. Cemaatın çok olması için, cenazeyi saatlerce bekletip, sonra acele ederek Âyet-el kürsiyi ve tesbihleri terk etmek pek yanlıştır. Özürsüz bir sünneti terk etmemeli, ortadan kaldırmamalıdır.

Şeytanla bir münazara
Şeytan, abid ve âlim Salih efendiye der ki:
- Salih efendi, ne kadar çok ibadet ediyorsun? Sanki Allah’ın ibadete ihtiyacı mı var?
- Evet, Allahü teâlâ, her ihtiyaçtan münezzehtir. Hiç kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur. Ancak bizim ibadete ihtiyacımız vardır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Salih amelin faydası, bunu yapanadır) buyuruluyor. (Fussilet 46)

- Salih efendi, çok ibadet etmek için acele ediyorsun. Acele işlerde hayır olmaz. İşlerini önce bir yoluna koy, bir rahata kavuş, ondan sonra bol bol ibadet edersin. Dünyanı kazanmadan ahiretini nasıl kazanacaksın?
- Ecel benim elimde değil... Sonra bugünün işini yarına bırakırsam, yarının işini ne zaman yaparım? Hadis-i şerifte, (Yarın yaparım diyenler, helak oldu) buyuruluyor. İbadetler vakitlidir. Her ibadeti zamanında yapmak gerekir.

- Evet Salih efendi, hayırlı işte acele etmek gerekir. Hayırlı iş olan ibadetleri acele yap ki kısa zamanda daha çok ibadet etmiş olursun.
- Cenab-ı Hak, çok ibadeti değil, ihlaslı ibadeti kabul eder. Hatasız yapılan az iş, hatalı yapılan çok işten hayırlıdır.

- Ne mutlu sana Salih efendi, demek az da olsa hatasız ibadet ediyorsun. Toplumda düzgün ibadet yapamayan çok kimse vardır. İbadetinle bunlara örnek olmak için onların göreceği yerlerde ibadet etsen, daha çok sevap kazanırsın. Örnek olmamakla emr-i marufu terk etmiş olursun.
- Allahü teâlânın beni görmesi kâfidir. İnsanların da görmesini istersem, ibadete riya karıştırmış olurum. Riya ile yapılan amel kabul olmaz.
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Affedici olmak

Sual: Çok affediyorum, bu yüzden ahmak muamelesi gördüğüm de oluyor. Affedici olmak iyi bir şey midir?
CEVAP
Af, hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. Allahü teâlâ affedicidir, affedenleri sever. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!) [Araf 199]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Affedin ki, Allahü teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin!) [İsfehani]
(Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]

(Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulmedenleri affetmek, kendini mahrum edenlere
[Kendine bir şey vermeyenlere] ihsan etmek, güzel huylu olmaktır.) [İ.Süyuti]

(Sana zulmedeni affet, sana gelmeyene git, sana kötülük edene sen iyilik et, aleyhine de olsa mutlaka doğru konuş.)
[Ruzeyn]

(Musa aleyhisselam, "Ya Rabbi, senin indinde en aziz kimdir?" diye sordu. Allahü teâlâ da, "İntikam almaya gücü yeterken affedendir" buyurdu.)
[Harâiti]

(Allahü teâlâ merhameti olmayana merhamet etmez, affetmeyeni affetmez.)
[İ.Ahmed]

(Affedin ki affa kavuşasınız!)
[İ.Ahmed]

Af taraftarı olmak daha iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ceza vermekteki hata, affetmekteki hatadan daha kötüdür.) [Hakim]
Sual: Haksızı affetmenin mahzuru olur mu?
CEVAP
Haksızı da affedenler, dünya ve ahirette saadete kavuşurlar.
Kendisini içkiden kurtaramayan bir müslüman, hizmetçisine dört dirhem verir. İçki almasını söyler. Hizmetçi giderken Mansur bin Ammarisimli bir zatın, bir fakire yardım topladığını görür. Mansur, (Bu fakire 4 dirhem verene 4 dua ederim) der. Hizmetçi, fakire 4 dirhemi verir. Mansur der ki:
- Hangi duayı etmemi istersin?
- Hizmetçilikten kurtulmak istiyorum.
- İkinci isteğini söyle!
- Fakire verdiğim dört dirhem benim değildi. Benden bunu isterler. Dört dirhem isterim.
- Üçüncü isteğin nedir?
- Efendimin tevbe edip içkiyi bırakmasını istiyorum.
- Dördüncü arzun nedir?
- Allahü teâlânın beni, efendimi, seni, kavmimizi affetmesini istiyorum.

Mansur bin Ammar,hepsi için gerekli duayı yapar. Hizmetçi evine gidince, efendisi, geç kalmasının sebebini sorar. Hizmetçi durumu anlatır. Efendisi sorar:
- Sen neler istedin?
- Hizmetçilikten, kölelikten kurtulmayı istedim.
- Peki seni azat ettim. Başka ne istedin?
- Dört dirhem istedim.
- Al şu dört dirhemi. Başka ne istedin?
- Tevbe edip içkiyi bırakmanı istedim.
- Tevbe ettim. Başka ne istedin?
- Allahü teâlânın hepimizi affetmesini istedim.

Efendisi duraklar, (İşte bu benim elimde değildir) der. O gece rüyasında, (Sen elinde olanı yaptın da, biz elimizde olanı yapmaz mıyız? Seni de, hizmetçini de, Mansuru da ve orada bulunan hepinizi affettik) denir.

Her müslüman da elinde olanı esirgememeli, daima affedici olmalıdır!

Sual: Tam kesin değilse de, suçlu birisini cezalandırmak mı, yoksa affetmek mi daha uygun olur?
CEVAP
Suç kesin olmadıkça cezalandırmak caiz olmaz. Af taraftarı olmak daha iyidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ceza vermekteki hata, affetmekteki hatadan daha kötüdür.) [Hâkim]
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Ahiret kardeşi seçerken

Sual: Bir erkek bir kadınla ahiret kardeşi olabilir mi? Olabilirse erkek ona yine yabancı mıdır? Ahiret kardeşliği için dikkat edilecek hususlar nelerdir?
CEVAP
Erkekle de kadınla da ahiret kardeşi olmak caizdir. Ancak, ahiret kardeşi yine yabancıdır, kadın ise, o yine namahremdir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allah için ahiret kardeşliği yapan, ahirette öz kardeşinden daha faydalı yardımları, ondan görür. Kim ahiret kardeşini ne kadar çok severse, Allahü teâlâ da, onu o kadar çok sever.) [Ey Oğul İlm.]

(Allah için dost olan, Cennette hiçbir ameli ile erişemeyeceği dereceye ulaşır.)
[İ.Ebiddünya]
(Allah yolunda bir dost edineni, Allahü teâlâ affeder.) [İ. Rafii]

(Çok dostunuz olsun! Çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları arasında, din kardeşlerinin içinde bulunan kuluna azap etmekten haya eder.)
[Şir’a]

(İyi din kardeşi güzel koku satan kimse gibidir. Sana koku sürmese bile, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.)
[Müslim]

Ahiret kardeşine yapılacak muameleler:
1-
Senden para isterse, hemen cüzdanı çıkarıp eline vereceksin. İstediğin kadar al diyeceksin. Ne kadar lazımdı, benim de ihtiyacım var falan dersen öyle kardeşlik olmaz.

2-
Her işte onu kendine tercih edeceksin. Malını, canını ondan esirgemeyeceksin. Arkadaşın yanında, şu benim, şu senin dememeli! Salihler, bu benim kalemim diyenle veya gel gidelim diye çağırdığı zaman nereye diye soranla arkadaşlık etmezlerdi. Bunu senin için yaptım demek de onu minnet altında bırakmak olur, soğukluğa sebep olur. “Arkadaşlık ince ve latif bir cevherdir. Korumasını bilmezsen kazaya uğrar” demişlerdir.

3-
Özür dilerse, kabul edeceksin. Bir kusurunu görünce, yetmiş şekilde tevil edip onu temize çıkaracaksın. Yine kalbin mutmain olmazsa, (Sen ne katı yüreklisin! Kardeşin sana yetmiş mazeret buldu. Sen hâlâ kusur arıyorsun) diyerek kendini suçlayacaksın. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Özür dilemesinde samimi olmasa da din kardeşinin özrünü kabul edin. Böyle yapmayan Kevser Havuzunun başında yanıma gelemez.)
[Hâkim]

(Arkadaşınla tartışma! Ona buna onun halini sorma! Belki ona düşman birine rastlarsın da, onun hakkında yanlış bir şey söyleyip aranızın açılmasına sebep olabilir.)
[Ebu Nuaym]

(İki arkadaşın Allah katında en iyisi, arkadaşına karşı daha şefkatli davranandır.)
[İ. Gazali]

4-
Ona karşı vefalı olacaksın. Vefa demek, ihtiyaç halinde ona yardım etmektir. Arkadaşın kusurlarını görmemek, vefadandır. Arkadaşın dindeki ihtiyacı, maldaki ihtiyacından daha çoktur. Arkadaşlık, yakın akrabalık gibidir. Çocuğumuz bir günah işlerse onu hemen terk etmeyiz. Arkadaşı da hatasından dolayı terk etmek uygun olmaz. Kusurunu düzeltemeyen arkadaşı bırakmamalı, çünkü dört başı mamur arkadaş bulunmaz. Kusursuz dost arayan dostsuz kalır. (Külfetsiz nimet, dikensiz gül ve engelsiz yâr olmaz) demişlerdir.

5-
Bir menfaat için arkadaşlık edenden uzak dur! Çünkü beklediği şey kesilince; özür kabul etmez. Arkadaştan hiç bir menfaat beklememeli. Ona hizmet etmek için arkadaş olmalı. Eğer bunun tersi olursa, sen kendine arkadaş değil hizmetçi arıyorsun demektir
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Alay etmek

Sual: Müslümanlarla alay edenlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır?
CE VAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hindistan’daki İslam düşmanlarının azgınlarını görüyoruz. Müslümanlarla alay ediyorlar. Müslümanları kötülüyorlar. Ellerine fırsat geçerse, güçleri yeterse, Müslümanlara her işkenceyi yaparlar. Hatta hepsini öldürürler. Yahut onları dinden, imandan ayırırlar. İslam terbiyesini, ahlakını, hayasını, şerefini yok ederler. O halde, Müslümanların bu azgın kâfirlere uymamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için Allahü teâlâdan haya etmeleri lazımdır. (Haya imandandır) buyuruldu. Müslüman olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lazımdır. İslam düşmanlarını, Allah’ın emirleri ile alay edenleri, helale, harama aldırış etmeyenleri zararlı bilmelidir. Bunları aşağı tutmalıdır. Bunlara yardımı dokunan her hareketten sakınmalıdır.

Bir kimsenin Müslüman olmasına alamet, İslam düşmanlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde, Tevbe suresi 28. âyetinde kâfirlere Necs yani pis dedi. 95. âyetinde de Rics buyurdu. Rics de pis demektir. Bunun için, Müslümanların kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararlı bilmeleri lazımdır. Böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, onları sevmezler, onlardan sakınırlar. Onlarla birlikte bulunmaktan nefret ederler. Böyle kâfirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmanlarına kıymet vermek olur. Hem de, onları çok yükseltmek olur.

Onlardan yardım, şifa beklemek ve hele onlar vasıtası ile dua ve ibadet etmek boşuna uğraşmaktır. Mümin suresinin 50. âyetinde ve Rad suresinin 14. âyetinde mealen, (Kâfirlerin duaları ancak dalalettir) buyuruldu. Yani, İslam düşmanlarının duaları kabul olmaz, hiç fayda vermez. Kâfirler, papazlar vasıtası ile yapılan duaları Allahü teâlâ hiçbir zaman kabul etmez. Böyle duaların Müslümanlara faydası olmaz. Yalnız bu suretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. Onlar, dua ederken, putlarını, Allah’ın düşmanlarını araya korlar. Onlardan dua beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, Müslümanlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır.

Büyüklerden biri buyuruyor ki:
(Sizden biriniz divane olmadıkça, tam Müslüman olamazsınız). Burada (Divane olmak), İslamiyet’i yaymak için çalışmak, çabalamak ve bu arada kendi faydasını ve zararını hatırına bile getirmemek demektir. Müslümanlığa dokunmasın da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasın! Yeter ki, Müslümanlığa bir zarar olmasın! Müslümanlık demek, Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin razı olduğu, beğendiği şeyler demektir. Allahü teâlânın razı olduğu şeyden daha kıymetli ne olabilir?) (C1, m.163)

Küfrü gerektiren sözler
Muteber kitaplarda buyuruluyor ki:
Küfre sebep olan bir sözü, tehdit edilmeden söyleyenin imanı gider. Çünkü her müslümanın bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi farzdır. Bilmemesi özür olmaz, büyük günahtır. Küfre girenin önceki ibadetleri yok olur. Tevbe ederse, geri gelmez. Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. (Berika, Hadika)

Burhaneddin-i Mergınani hazretleri, (Kur'an-ı kerimi teganni ile okuyan hafıza, ne güzel okudun diyenin imanı gider. Tecdid-i iman ve tecdid-i nikah gerekir) buyurdu. (Dürr-ül-münteka)

Ebu Nasr-ı Debbusi hazretleri, Kadi Zahireddin-i Harezmi hazretlerinden naklen buyuruyor ki:
(Bir şarkıcı dinleyen veya herhangi bir haram işi gören kimse, haram olduğuna inanarak veya inanmayarak, buna, ne güzel dese, o anda imanı gider. (Müjdeci Mek. 266)

Kâfirlerin ibadet olarak yaptıkları ve kâfirlik alameti olan ve İslamiyet’i inkâr etmek ve inanmamak alameti olan ve tahkir etmemiz vacip olan şeyleri yapan ve kullanan kâfir olur. Bunlardan meşhur olanlarını bilmeyerek veya şaka olarak veya herkesi güldürmek için yapan da, kâfir olur. (Birgivi vasıyyetnamesi)

Zaruri olan ve tevatür ile bildirilmiş olan din bilgilerine inanmayan kâfir olur. İnanmamayı gösteren her söz, ister şaka olarak, isterse gönülden olmayarak olsun küfür olur. (Milel-nihal)

Küfre sebep olan bir işi yapmak küfür olur. Mesela beline, zünnar denilen papaz kuşağını bağlamak ve küfre mahsus şey giymek de böyledir. Bunları mizah için, başkalarını güldürmek içi, şaka için kullanmak da küfre sebep olur. İtikadının doğru olması fayda vermez. (Berika)

Miftah-ül-cenne
’de diyor ki
Filan müslüman benim gözümde yahudi gibidir demek küfürdür. Ahirette olacak şeylerle alay etmek küfürdür. Kabirdeki ve kıyametteki azaplara akla, fenne uygun değildir diyerek inanmamak, faiz helal olsaydı demek, İslam bilgilerini ve din âlimlerini aşağılamak da, küfürdür.

Akıllı, bilgili, edebiyatçı olduğunu göstermek için veya yanındakileri güldürmek, sevindirmek veya alay etmek için söylenen sözlerde küfre düşmekten çok korkmalıdır. Bir kimse, küçük günah işlese, buna tevbe et denildiğinde, (tevbe edecek bir şey yapmadım ki..) dese, kâfir olur.

(Filan şey, filan kimsede yoktur, varsa kâfir olayım) diye, yemin eylese, o şey, o kimsede olsun veya olmasın, o kimse, kâfir olayım dediği için küfre girmiştir. Kâfirlerin ibadetleri, İslamiyet’e uymayan işleri güzeldir demek de küfürdür.

Bir kadın, beline bir kara ip bağlasa, (bu nedir) deseler, (zünnardır) dese, kâfir olur. Nasrani olmak, yahudi olmaktan, [amerikan kâfiri olmak, komünist olmaktan] hayırlıdır demek küfürdür.

İlim meclisinde ne işim var veya din adamlarının sözü neye yarar demek küfür olur. Biri diğerine, gel fıkıh kitabını okuyalım dese, o da, (Ben ilmi ne yapayım) dese, ilmi hafife aldığı için kâfir olur. (Miftah-ül-cenne)

Şakası da ciddidir
Yukarıdaki yazıda, muteber kitaplardan naklederek, hangi sözlerin insanı kâfir edeceğini, şaka ile de söylese yine mürted olacağını bildirdik. Peygamber efendimizin, (Ciddisi de, şakası da ciddidir) buyurduğu hususlar vardır. Bunlardan birkaçı şunlardır:

Bir kimse, şakadan veya rol gereği, iki şahit yanında evlense, gerçekten evlenmiş olur. Yine bir kimse, şaka ile, alay olsun diye veya hanımını korkutmak niyetiyle (seni boşadım) dese, hanımı gerçekten boş olur.

Bir kimse, kölesine (seni azat ettim) dese, gerçekten kölesi azat edilmiş olur. Sözünden vazgeçemez. Bir kimse, bir gün oruç nezretmek isteyip de yanlışlıkla bir ay dese, bir ay oruç tutması gerekir. Dinimizin emri budur. (Dürer, Redd-ül Muhtar)

Tehdit edilmeden, bir zaruret yok iken, şaka ile, alay ile kâfir olayım demek, dini bilgilere hurafe ve inanmıyorum demek, günah işletenlere helal olsun demek küfürdür. Böyle söyleyen müslüman ise mürted olur. Mürted olanın bütün ibadetlerinin sevapları yok olur. Birkaç kişiyi güldürmek için ibadetleri yok etmek akıllı kimseye yakışır mı?

Küfre düşürücü ifade kullananın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]

(Ameller niyete göredir)
hadis-i şerifi, taatlara ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Günahlar, niyetsiz veya iyi niyetle de işlenirse, günah olmaktan çıkmaz. Mesela, (Mümini sevindireni Allahü teâlâ sevindirir) hadis-i şerifine uyabilmek için, bir mümini sevindirmek niyetiyle içki masasına oturmak sevap olmaz, günah olur.

Gülerek küfre düşmek
Sual:
Bazı cahiller, şaka ile (Ben hocaların bulunduğu Cennete değil, artistlerin, dansözlerin şarkı çalıp oynadığı Cehenneme gitmeyi isterim) diyerek gülüyorlar. Böyle söyleyenlere gülen de kâfir olur mu?
CEVAP
Cehennem gülüp oynama yeri değil, şiddetli azap çekme yeridir. Dinin bir emrini böyle alaya almak küfrü gerektirir. İsteyerek buna gülen de küfre girer. Yani kâfir olur. İradesi dışında gülerse küfür olmaz. Din ile alay edenler, gülerek günah işleyenler cezalarını elbette ahirette görürler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider.) [Ebu Nuaym]

İnanmayanların alay ettikleri gibi, Cehennem gülüp oynama yeri değil, zalimlerin, hainlerin şiddetli azap görecekleri bir ceza yeridir. Cehennem o kadar korkunç bir yerdir ki günahsız olan melekler bile, onun dehşetinden korkarlar. Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamı çok üzgün görünce sebebini sorar. O da, (Cehennemin öyle kızgın bir alevini gördüm ki, onun tesirinden hâlâ kendime gelemedim) diye cevap verir. (Taberani)

Sual: Kimi din ile, Allah ile alay ediyor. Çirkin iftiralar yapıyor. Böyle bir kimse tevbe ederse affolur mu?
CEVAP
Elbette en azılı kâfir pişman olur, sıdk ile ihlas ile Kelime-i şehadet getirirse tertemiz müslüman olur. Bütün günahları affolur. Din ile alay etmeye devam edenin ise, yaptığı yanına kalmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a karşı yalan uyduranların yüzleri, kıyamette simsiyah olacaktır.) [Zümer 60]
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Ayıplanmak korkusu

Sual: İnsanların kötülemelerine, çekiştirmelerine, ayıplamalarına üzülmek caiz midir?
CEVAP
Küfr-i cühudiye sebep olan şeylerden birisi de, insanlardan utanmak ve başkalarının kötülemelerinden, ayıplamalarından korkmaktır. Ebu Talibin küfrü böyledir. Ebu Talib, Resulullah efendimizin Peygamber olduğunu biliyordu. İnsanların kötüleyeceklerinden korkarak ve ayıplayacaklarını düşünerek, inandığı halde, inandığını söylemedi.

Ebu Talib ölüm döşeğinde iken, Resulullah efendimiz onun yanına gelerek, (Ey amcam! Sana şefaat edebilmem için, la ilahe illallah söyle!) buyurdu. Cevabında, (Ey kardeşimin oğlu, doğru söylediğini biliyorum. Lakin ölüm korkusu ile imana geldi denilmesini istemem) dedi.

Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri, Ebu Talibin yanına geldiler. Sen, bizim emirimizsin, sözlerin başımızın üzerindedir. Fakat, senden sonra, yeğenin Muhammed ile aramızda düşmanlığın devam edeceğinden korkuyoruz. Ona söyle! Dinimizi kötülemesin, dediler. Ebu Talib, Resulullaha işittiklerini söyledi. Resulullahın, onlar ile sulh yapmayacağını anlayınca, Müslüman olacağı anlaşılacak bazı şeyler söyledi. Bunları işitince, amcasının iman etmesini istedi. (İşitenler bana dil uzatacaklarından korkmasaydım, iman ederdim. Seni sevindirirdim) dedi. Öleceği zaman, bir şeyler söyledi. Bunları işitebilmek için, Abdullah ibni Abbas yanına yaklaştı. İman ettiğini bildiriyor dedi. Ebu Talibin iman ettiği şüphelidir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, iman etmedi. Hz. Ali, Resulullaha gelerek, dalalette olan amcan öldü dediğinde, (Yıka, kefen içine sar ve defnet! Men olununcaya kadar onun için dua ederiz) buyurdu. Birkaç gün evinden çıkmayarak, onun için çok dua etti. Eshab-ı kiramdan bazıları bunu işitince, onlar da, kâfir olarak ölmüş olan akrabaları için dua etmeye başladılar. Bunun üzerine, Tevbe suresinin, (Peygamber ve iman edenler, akrabaları olsalar da, müşrikler için istiğfar etmemelidir) mealindeki 113. âyet-i kerimesi nazil oldu.

Ebu Talibin öldükten sonra diriltilip iman ettiği Kurtubi tefsirinde bildirilmektedir.

İnsanların kötülemelerinden ve ayıplamalarından korkmaya karşı ilaç olarak şöyle düşünmelidir: Kötülemeleri doğru ise, ayıplarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamaya karar verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir.

Hasan-ı Basri hazretlerine, birisinin kendisini gıybet ettiğini haber verdiler. Ona bir tabak helva gönderip, (Sevaplarını bana hediye ettiğini işittim. Karşılık olarak bu tatlıyı gönderiyorum) dedi. İmam-ı a’zam Ebu Hanife’ye, birisinin kendisini gıybet ettiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip, (Bize verdiği sevapları arttırırsa, biz de karşılığını arttırırız) dedi.

Yapılan kötüleme yalan ise, iftira ise, zararı söyleyene olur. Onun sevapları bana verilir. Benim günahlarım, ona yüklenir demelidir. İftira etmek, nemmamlık yapmak [söz taşımak], gıybet etmekten daha fenadırlar.

İzzet-i nefsime dokundu demek
Sual:
“Bu söz, izzet-i nefsime dokundu" demek uygun mudur? Nefsin izzeti olur mu?
CEVAP
Nefs kelimesi, yirmiyi aşkın anlamda kullanılmakta ise de daha çok iki anlamı vardır. Birisi kâfir olan nefstir. Kâfir olan nefsin izzeti olmaz. Gururuma dokundu demek gibi yanlış bir sözdür. İslam âlimleri buyuruyor ki:

Ayıplanmak, izzet-i nefse dokunmak kuruntusuna tutulmamalı. Çünkü Allahü teâlâ, bu dini, bozuk âdetleri kaldırmak ve nefs-i emmarenin izzet-i nefs çılgınlıklarını yatıştırmak için gönderdi. (İmam-ı Rabbani)

Allah sevgisi, nefsi emmarenin azgınlığından meydana gelen, benlik ve izzet-i nefs perdesini yakar. (M. Masum Faruki)

Zillete sebep olan günah, izzet-i nefse ve kibre sebep olan iyilikten daha hafiftir. (Hikemi Ataiyye)
Bazı cahiller, öfkelenmeye erkeklik ve izzet-i nefs diyorlar ki bu yanlıştır. (İslam Ahlakı)

Görüldüğü gibi, nefsi emmare kastedilerek izzet-i nefsime dokundu demek uygun değildir.
Bir de nefs, bir şeyin özü, kendisi, kişi gibi anlama gelir. Mesela, Kur'an-ı kerimde mealen, (Her nefs, ölümü tadıcıdır) buyuruluyor.

Yani her canlı, herkes ölecek demektir. Nefsin çoğulu nüfustur. Nüfus sayımında nefsler [kişiler] sayılıyor. Nefs, insan demek olduğuna göre, izzetli insan olur. İzzet, insanlık, şerefinin ve haysiyetinin korunması demektir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(İzzet, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir.) [Münafikun 8]

Demek ki, mümin izzet ve şeref sahibidir. Bu bakımdan "Bu söz, izzet-i nefsime dokundu" demekte mahzur yok ise de, bu tabiri kullananlar öteki anlamdaki nefs için kullanıyorlar. Bu nefse, nefs-i emmare denir. Dine uymayan isteklerin kaynağıdır. O nefsin izzeti olmaz. O şekilde söylemek ise asla caiz olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Nefsinin arzularını ilah edineni gördün mü?) [Casiye 23]
(Nefsini temizleyen kurtuluşa ermiş, kötülükte [günahlarda] bırakan, ziyan etmiştir.) [Şems 8]
Nefs temizlenince, kalb tasfiye bulur. Yani nefs, kötü isteklerden kurtarılınca, kalbin haramlara bağlılığı kalmaz.İslamiyet’e uyanların nefsleri temizlenir. (Mevakib)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Hak teâlâ buyurdu ki: Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.) [M.Rabbani]
(Hak teâlâ buyurdu ki: Nefsine düşmanlık ederek bana dost ol.) [İ.Gazali]

(Akıllı, nefsine uymaz, ibadet eder. Ahmak ise nefsine uyar,
[ibadet etmez, günah işler] sonra da Allah’ın rahmetini bekler.) [Tirmizi]

(İbadet edilen, tapınılan en sevimsiz ilah, kişinin hevasıdır.)
[Taberani]
[Heva, nefsin sevdiği, istediği şeylerdir. Nefsin istekleri ise, hep hayvani arzulardır.]

(En faziletli amel, nefse en zor gelenidir.)
[İ.Gazali]

İzzet-i nefsime dokundu denirken ekseriya bu nefs kastediliyor, bu ise çok yanlıştır, kâfir olan nefsin izzeti olmaz. Günah işlemek nefse tatlı gelir. Bütün bid’atler, günahlar, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsi besler, kuvvetlendirir. Her günahın işlenmesi nefsi kuvvetlendirir. Nefs, insanın en büyük düşmanıdır. İnsanın imanını yok etmek ister. Bundan zevk alır. Bu bakımdan nefsi iyi tanımak, hilelerini bilmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nefsini tanıyan Rabbini tanır.) [Deylemi]
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Az iyiliğe çok sevap

Sual: Bir hoca ufacık bir iyiliğe, dağlar kadar sevap, ufak bir hataya dağlar kadar günah olmaz diyor, doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Allah rızası için yapılan iyiliklerin, sadakanın, zekatın karşılığı, verenin ihlas derecesine göre, bire ondan bire yediyüze kadar hatta daha fazla olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren ve her başağında yüz dane bulunan bir tohuma benzer. Allah dilediğine daha fazla da verir. O vasi ve âlimdir.) [Bekara 261]

[Vasi, takat ve kudret sahibidir, ihsan ettiği şeyler Ona darlık vermez.
Âlim, her şeyi, haliyle, hakikat ve özüyle bilicidir. İnfak edenin niyetini, ihlaslı olup olmadığını ve infak kudretini bilir.
İnfak, ihtiyaç karşılama demektir.]

Sabredenlere verilecek sevap da hesapsızdır. Sabredenlere o kadar çok sevap verilir ki, bunun miktarını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Bir âyet meali:
(Sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir.) [Zümer 10]

Bire yediyüz almak
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Bir iyiliğe on mislinden 700 misline kadar sevap verilir. Allahü teâlâ, "Ancak oruç hariç, onun mükafatını ben veririm" buyurdu.) [İbni Huzeyme]

(Rabbiniz, rahimdir. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana, bir sevap yazar. On mislinden 700 misli veya daha fazla sevap yazar. Kötülük yapmak isteyip de yapmayana bir sevap, yaparsa bir günah yazar, dilerse onu affeder.)
[Taberani]

(Malını Allah yolunda tasadduk edene, mükafatı yediyüz misline kadar artırılır. Oruç tutana verilecek sevabı, Allahü teâlâdan başka kimse bilemez.)
[Beyheki]

(Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan oruç, bir sene oruç tutmaya, bir gecesini değerlendirmek de Kadir gecesini değerlendirmek gibidir.)
[İbni Mace]

(Zilhiccenin ilk on gününden daha faziletli gün yoktur. Bir amele yedi yüz misline kadar sevap verilir.)
[Tergib]

(Bugünlerin herbiri fazilette bin güne, Arefe ise on bin güne eşittir.)
[Beyheki]

(Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sura üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevap yazılır.)
[R.Nasıhin]

(Aşure günü gusleden, yeni doğmuş gibi günahlardan temizlenir.)
[Şir’a]
(Aşure günü, zerre kadar sadaka verene, Uhud dağı kadar sevap verilir.)
[Şir’a]

Allahü teâlânın rahmeti, ihsanı boldur. Zerre kadar bir iyiliğe dağ kadar sevap verir. Mülk Onundur. Dilediğine dilediği kadar ihsan eder. Kimse Ondan hesap soramaz. Sevap-günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıkları ve ahiretteki zamanları ve dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. (Marifetname)
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Cimrilik

Sual: Cimri âlim olur mu?
CEVAP
Bilgili olmak ayrı şey, ilmi ile amel etmek ayrı şeydir. Dünyada yapılan bir iyiliğe ahirette 700, hatta daha fazla sevap verileceğine inanan kimse, cömert olmaya gayret eder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah katında, cömert cahil, cimri âlimden daha kıymetlidir.) [Deylemi]
(Cimrilikle iman, bir kulun kalbinde asla birlikte bulunamaz.) [Nesai]

(Cimri çok ibadet etse de, Cennete girmez. Cömert, çok günah işlese de Cehenneme girmez.)
[R.Nasıhin]

Bu hadis-i şerifler müminler için söylenmiştir. Kâfir cömert de olsa Cennete giremez.

[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır. Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.

(Cömert Cennete yakındır)
hadis-i şerifi de böyledir. Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider. Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (İslam Ahlakı)]
Tamah ve cimrilik
Sual:
Cimrilikle tamah aynı mıdır, bunlardan kurtuluş yolu var mıdır?
CEVAP
Tamah, mal toplama, biriktirme hırsıdır. Cimrilik ise, harcanması gereken yerde para harcamaktan kaçınmaktır. Cimriliğin içinde tamah da vardır. Her hastalığın çaresi vardır. Önce hastalığı teşhis etmek gerekir! Hastalık belli olunca ona göre ilaç verilir. Allah’tan korkan, kötülük işlemekten çekinir. Tamahın kötü olduğunu bilen müslüman da bundan kaçar. Dinimizde mal sahibi olmak kötü değildir. Kur'an-ı kerimde mala hayır adı verilerek övülmüştür. [Bekara 180]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Mal, salih kimse için ne güzeldir.) [Taberani]

Mal, kıymetli olduğu için onu israf etmek haramdır. Süfyan-ı Sevri hazretleri, malın insanın silahı olduğunu söyleyerek, insanın canını, malını, sıhhatini, dinini, şerefini mal ile koruyacağını bildirmiştir.
Dinimiz malı böyle övmüş, fakat mal hırsını, mal sevgisini yermiştir. Zengin olmak başka, mala muhabbet başkadır. Tamah mala muhabbettir. Tamahkâr malını hayırlı işlerde kullanamaz. Mal sevgisinin kötü olduğunu bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.) [Buhari]

(Mal ve makam sevgisinin, müminin dinine vereceği zarar, iki aç kurdun, koyun sürüsüne vereceği zarardan daha fazladır.)
[Bezzar]

(Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin tâ kendisidir.)
[Taberani]
(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İ. Mace]

(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.)
[Beyheki]
(Mal ve mevki sevgisi, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalbde nifakı yeşertir.)
[İ. Gazali]

(İnsanoğlunun iki dere dolusu altını olsa, üçüncüsünü isterdi. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur.)
[Buhari]

(Zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir.)
[Buhari]

(Şüphelilerden sakınan insanların en abidi olur, kanaat eden en çok şükredenlerden sayılır, kendisi için sevdiğini başkası için de seven kâmil bir mümin olur.)
[İbni Mace]

Kur'an-ı kerimde bildiriliyor ki, İbrahim aleyhisselam, (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru!) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir. Demek ki, parayı sevmek, puta tapmak gibidir. Bunun için (Paraya tapan helak oldu) buyuruldu. (Altın ve gümüşün kulu helak oldu. Sürçmedi, tamamen helak oldu) hadis-i şerifi, parayı çok sevenlerin akıbetini haber vermektedir. (Tirmizi)

Kanaat gibi zenginlik olmaz. (Âlim ilme, tamahkâr da mala doymaz) buyuruldu.

İnsan, genelde cimridir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(De ki, "Eğer Rabbimin rahmet hazineleri sizin olsaydı, tükenir korkusuyla yine de vermeyip cimrilik ederdiniz." Gerçekten insan çok cimridir.) [İsra 100]

(Allah’ın ihsan ettiği mal ile cimrilik yapanlar
[zekat vermeyenler] iyi yaptıklarını [zengin kalacaklarını] mı zannediyorlar? Halbuki kendilerine kötülük ediyorlar. Cimrilik edip vermedikleri o mallar, [Cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde] boyunlarına dolandırılacaktır.) [A. İmran 180]

Cimriliğin zararları
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik, helak edicidir.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, yemin ederek cimrinin Cennete girmeyeceğini bildirdi.) [Tirmizi]

(Cimri abid olsa da, Cennete girmez.)
[Taberani]
(En kötü hastalık cimriliktir.) [D. Kutni]
(Cimri, öyle bir kedere boğulur ki, artık sevinç ve ferahlık yüzü görmez.) [İ. Gazali]

(Her sabah iki melekten biri, "Ya Rabbi, infak edene karşılığını ver!" diye, diğeri de, "Cimrilik edenin malını helak et!" diye dua eder.)
[Buhari]

("Hakkımın zerresinden vazgeçmem" demek cimrilik için kâfidir.)
[Hakim]
(Kaybettiği dünyalığa üzülen, Cehenneme yaklaşmış olur.) [İ. Gazali]
(Ya Rabbi cimrilikten sana sığınırım.) [Müslim]

Savaşta ölen oğlu için (Vah şehidim) diye ağlayan kadına, Peygamber efendimiz, (Şehid olduğunu nereden biliyorsun? Belki boş konuşur, belki de cimri idi) buyurdu. (E. Ya’la)

Cimriliğin tedavisi

Sual: Cimrilik neden meydana gelir, tedavisi nasıldır?
CEVAP
Cimriliğin, diğer kalb hastalıkları gibi, ihlas noksanlığı, iman zayıflığı ve hatta küfürle ilgisi vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.) [Deylemi]
(Cimrilikle iman, bir kalbde, birlikte bulunmaz.) [Nesai]

Kur'an-ı kerimde de kâfirlerin cimrilik ettiği bildirilmektedir:
(Cimrilik eden, hem de herkese cimriliği tavsiye eden ve kendilerine Allah’ın fazlından verdiğini gizleyen kâfirlere hor ve hakir edici bir azap hazırladık.) [Nisa 37]

Cimrilik mal sevgisinden meydana gelir. Cimriliğin sebebi, uzun yaşama ümidi ile parasız kavuşamayacağı arzularıdır. Eceline üç gün kaldığını bilse, cimriye mal vermek zor gelmez. Fakat çocukları olur, onların yaşamasını kendi yaşaması gibi kabul ederse, cimriliği yine artar. Bu bakımdan çocuklar, cimrilik sebebi olabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çocuk, cimrilik sebebidir.) [Hakim]

Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir, imtihandır.) [Tegabün 15]
(Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın!) [Münafikun 9]

Zengin cimriler
Kimi, çok zengindir, hiç kimsesi yoktur, yaşlanmıştır, öldükten sonra, malının başkasına kalacağını da bilir. Buna rağmen, sırf mala olan sevgisinden dolayı, zekat vermez, hastalansa doktora gitmez, birkaç ilaç almakla yetinir. Hatta kendi malını yemeye bile korkar. Para, insanı ihtiyacına ulaştıran bir vasıta olduğu için sevilir. Tatlıya ulaştıran her şey tatlıdır. Cimri, tatlıyı unutmuş görünüp, tatlı alacak parayı sever.

Malı, Allah yolunda harcamak için biriktirmenin zararı olmaz. Hadis-i şerifte (İyi kimseye, malın iyisi ne güzel yakışır) buyuruldu. İyi yolda harcanmayan paranın vebali vardır. Taparcasına parayı sevmek kötüdür. Hadis-i şerifte (Altın ve gümüşün kuluna lanet olsun!) buyuruldu. (Tirmizi)

Her hastalık, sebebinin zıddı ile tedavi edilir. Nefsin çeşitli arzularından kurtulmanın, ilacı, aza kanaat ve sabırdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın ihsan ettiği az rızka, kanaat eden mümin, kurtuluşa ermiştir.) [Müslim]
(Kanaat tükenmez hazinedir.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ kanaat edeni, kanaatkâr yapar.)
[Taberani]
(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.

Çocuklarının fakir kalacağı korkusunun ilacı ise, cimrilikle zengin olunamayacağını, bıraktığı malları boşa harcayabileceklerini, hatta bazen servetin kötü yollara sevk ettiğini, zengin olacaklarsa bir başka yerden buna kavuşacaklarını düşünmelidir. Her zenginin, miras sebebiyle zengin olmadığını, mirasa konanların ise, boşa harcadıklarını da bilmek gerekir. Çocukları iyi olursa, Allahü teâlânın onlara kâfi geleceğini, kötü olurlarsa, bıraktığı malları, kötü yollarda harcayacaklarını düşünmelidir!

Birçok cimrinin gafletle öldüğünü, hasret çektiğini, bıraktığı malı mirasçıların harcadığını göz önüne getirmelidir. Cimriliğin her bakımdan kötü olduğunu düşünmelidir!

Aşırı mal sevgisinin ilacı, o maldan ayrılıp uzaklaşmaktır. Faydalı işte kullanmadığımız malı, denize atıp aşırı sevgisinden kurtulmak, cimrilikle saklamaktan daha az zararlıdır. Bir malı cimrilikle saklamak, riya ile başkasına vermekten daha kötüdür.

Mal, yılan gibi, içinde hem zehir ve hem ilaç vardır. Malı kullanmayı bilmek gerekir. Yani biz malı kullanmalıyız, mal bizi kullanmamalıdır!

Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Mesela yemeği olanın, aç komşusuna vermemesi, cimrilik olur. Cömertlik, cimrilikle israfın arasında orta yoldur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar harcadıklarında, ne israf, ne de cimrilik ederler; bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]

Cömert miyim, cimri miyim?
Sual:
Bir kimse, kendinin cömert veya cimri olduğunu bilebilir mi?
CEVAP
Bir kimseye verdiği şey zor gelmezse, cömert sayılır. Zor gelirse cömert sayılmaz. Mürüvvetin icapları ile iktifa eden, cimrilikten kurtulur. Mürüvvet, insanlık demektir.

Hz.Hasan da buyurdu ki: "Mürüvvet, kulun, dinini muhafaza edip nefsini korkutması, misafirini iyi karşılaması, münazaalarda, güzel davranması demektir. Ululuk ise, komşuya eziyet etmemek ve zorluklara göğüs germektir. Kerem de istemeden vermek, yerinde yemek yedirmek, saile yumuşak davranmak ve bol vermektir."

Zekatı severek veren, kurban kesen cömerttir. Hadis-i şerifte, (Zekatını severek veren, misafirini ağırlayan, darda kalana yardım eden cimrilikten kurtulur) buyuruldu. (Taberani)

Misafir ağırlamak
Malı saçıp savurmak ne kadar kötü ise, malı korumak da o kadar mühimdir. Misafire ikram etmek ise, malı korumaktan mühimdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Misafir ağırlamayanda hayır yoktur.) [İ. Ahmed]
(En iyiniz, yemek yedireninizdir.) [Hakim]

(Allahü teâlâ, yemek yediren cömertle meleklerine övünür.)
[İ. Gazali]
(Yemek sofrası misafirin önünde bulunduğu müddetçe, melekler, ev sahibine istiğfar ederler.) [Taberani]

(Arkadaşına, arzu ettiği yemeği ikram edenin günahları affolur.)
[Bezzar]

Bir insanın karnını bir sefer doyurmanın bile ne kadar mühim olduğu görülüyor. Birini ömür boyu doyurmak veya öldükten sonra ebedi olarak doyurmaya sebep olmak daha büyük sevaptır. Bunu esirgemek ise çok kötüdür. Onun için, (Cimrilerin en kötüsü, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayandır) buyurulmuştur.

Her bakımdan cömert olmaya heves etmelidir! Çünkü, cimrinin malı felakete uğrar, cömert de verdikçe, fazlası ile alır. Hadis-i şerifte (Cömerdin evine rızk, devenin göğsüne vurulan bıçaktan daha tez gelir) buyuruluyor. (İbni Mace)

Yüksek tansiyonu olanın, hacamat yaptırması sağlık açısından iyidir. Kan vermekle sağlığa, yeni kana kavuştuğu gibi, misafir de rızkı ile gelir, kırk gün bereket bırakıp gider. Gerekli yerlere vermekle, cömerdin eli daralmaz. Peygamber efendimiz, yemin ederek (Sadaka vermekle mal azalmaz) buyurdu. (Tirmizi)

Şeytan ise cimriliğe teşvik eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Şeytan fakirlikle korkutup, size cimriliği emreder.) [Bekara 268]
Cimri, rızk için endişelenmemelidir! Her mahlukun rızkını Allahü teâlâ verir. (Her canlının rızkı Allah’a aittir.) [Hud 6]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rızk için üzülme, takdir edilen rızk seni bulur.) [İsfehani]
(Allahü teâlâ, müminin rızkını ummadığı yerden verir.)
[İ. Hibban]

(Allah korkusunu sermaye edinen, rızkına ticaretsiz ve sermayesiz kavuşur. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki: "Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.")
[Talak 2,3-Taberani]

Peygamber efendimize inanan, vermekle malın azalmayacağını bilen bir müslüman, nasıl olur da, şeytana uyup cimrilik edebilir? Yahya aleyhisselam, (Şeytan cimri mümini sever, fasık da olsa, cömertten nefret eder) buyuruyor. Bişr-i hafi hazretleri de(Cimriyle karşılaşanın kalbi katılaşır) buyuruyor. Hadis-i şerifte ise (Aman cimrilikten çok sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir) buyuruluyor. (Müslim)

Sual: Misafire fazla ikram veya yüksünerek hizmet etmek günah mıdır?
CEVAP
Misafire ikram çok sevaptır. Misafiri nimet bilmelidir. Her nimetin bir külfet karşılığı olduğu unutulmamalıdır! Külfetsiz nimet olmaz. Elbette misafirin sıkıntısı olur. Yüksünmeden hizmet etmelidir! Misafiri ganimet bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kavme hayır murat ettiğinde, onlara hediye olarak misafir gönderir. Misafir, rızkı ile gelir-gider. Allahü teâlâ da ev halkını mağfiret eder.) [Ebu Nuaym]

Hak teâlânın bir hediyesi olan misafire ikram etmelidir! Misafir gelmezse üzülmelidir! Çünkü hadis-i şerifte (Misafir girmeyen eve melek de girmez) buyurulmuştur. Misafir gelmemesini istemek doğru değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (Misafir istemeyende hayır yoktur) buyurmuştur. Misafir için fazla ikram ve külfete girmemelidir! Misafir rahatsız olur. Hadis-i şerifte, (Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini küstüren Allah’ı küstürmüş olur. Allah’ı küstürene de Allah buğzeder) buyurulmuştur. (İbni Lal)

İktisadın önemi
Sual:
İktisat eden cimri sayılır mı?
CEVAP
Cimrilik de, israf gibi kötü huydur. Dinimiz, her işte orta yolda olmayı, iktisat etmeyi emreder. Aza kanaat eden, nafakasını kolay temin eder, geçim sıkıntısı çekmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, tok gözlü olanı zengin eder.) [Buhari]
(Müminin izzeti, insanlara karşı tok gözlü olmasıdır.) [Hakim]

(Yetecek rızka sahip olan ve Allahü teâlânın kendine verdiği rızka kanaat eden müslüman kurtulmuştur.)
[Müslim]

(Kimseye muhtaç olmadan yaşayan kanaatkâr müslümana ne mutlu!)
[Tirmizi]
(Sakın tamahkâr olmayın! Çünkü tamah, fakirliğin tâ kendisidir.) [Taberani]

(Müjde o kimseye ki, hidayete kavuşmuş, müslüman olmuş, maişeti de yetecek kadardır ve buna kanaat etmiştir.)
[Tirmizi]

(Fakir-zengin herkes kıyamette "Keşke dünyada, geçinecek miktardan fazla malım olmasaydı" diyecektir.)
[İbni Mace]

(Şüphelilerden sakın ki, insanların en abidi olasın! Kanaat et ki, en çok şükredenlerden olasın! Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, hakiki mümin olasın!)
[İbni Mace]

(İnsan, elindeki ihtiyacına yeterken, kendini azdıracak olan daha fazla mal ister. Aza kanaat etmez, çok ile de doymaz. Ey insanoğlu, vücudun afiyette ve günlük ihtiyacın mevcut olarak sabahlarsan, artık bu sana kâfi gelir.)
[Beyheki]

Tamahtan kurtuluş yolu
Kanaatkâr kimse, iktisat da ederse, tamahkârlıktan kurtulur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]
(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]

(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.)
[Hatib]
(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]

(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.)
[Ebu Davud]
(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]

Rızk için endişe
İnsan, rızk için endişeye düşüp sıkıntıya girmemelidir! Her mümin, rızkı Allah’ın verdiğine inanıp, Ona güvenmelidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]

(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Elbette O, kullarının her hâlini bilir. O, her şeyi çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin! Onların da, sizin de rızkınızı veren biziz. Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır.)
[İsra 30, 31]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ey insanlar, rızkınızı güzel yollardan arayın! Herkes takdir edilenden fazla rızka kavuşamaz. Takdir edilen rızka kavuşup onu yemedikçe de dünyadan göçmez. İstemese de rızkı kendine verilir.) [Hakim]

(Cebrail aleyhisselam bildirdi ki, rızkını yemeden kimse ölmez. Öyle ise Allah’tan korkun, rızkınızı güzel yollardan arayın!)
[Hakim]
Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani- Talak 2,3]
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Cömertlik

Sual: Cömertliğin fazileti nedir?
CEVAP
Cömerdin az ibadeti, cimrinin çok ibadetinden üstün olduğu gibi, cömert cahil de, cimri âlimden üstündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ cömerdi, gece gündüz ibadet eden cimriden daha çok sever.) [Tirmizi]
(Allah katında cömert bir cahil, cimri âlimden daha üstündür. Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır.) [Dare Kutni]

Cömerdin imanı kuvvetli, cimrinin imanı ise zayıftır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cömertlik iman sağlamlığından ileri gelir. İmanı sağlam olan Cehenneme girmez. Cimrilik, şekten, şüpheden meydana gelir. [İmanda] şüphesi olan da Cennete giremez.) [Deylemi]

(Bir kulun kalbinde cimrilikle iman bir arada bulunamaz.)
[Nesai]

(Cömert, Allah’a, insanlara, Cennete yakın, Cehennemden uzaktır. Cimri ise bunun aksinedir.)
[Tirmizi]

(Cömert olun ki, Allahü teâlâ da size cömertlik etsin! İyi bilin ki cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.)
[Deylemi]

Cömert, gayri müslim bile olsa, Cehennemdeki azabı, diğer kâfirlerinki kadar şiddetli olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cömert kâfir, Cehenneme girerken, Allahü teâlâ, [Cehennemde vazifeli meleklerin en büyüğü olan] Malike, "Bunu, dünyadaki cömertliği nispetinde Cehennemin azabı hafif olan tarafına koy" buyurur.) [Deylemi]

Cömerdin kazancı, malı bereketi olur. Cömertliği nispetinde malı artar. Misafirin rızkı ile geldiği, kırk gün bereket bıraktığı, sadaka vermekle malın eksilmeyeceği hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
Cömert olmaya çalışmalı, cimrilikten sakınmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir.) [Müslim]

Cimrilikten kurtulup cömert olmak
Sual:
Cimrilik nedir? Cömert olmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Cimrilikten kurtulup cömert olmak için, cimriliğin dünya ve ahiretteki zararlarını cömertliğin de faydalarını iyi bilmek ve inanmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın evliyasının hepsi cömert ve güzel ahlaklıdır.) [Dare Kutni]

(Ebdal denilen evliya, çok namaz kıldığı, çok oruç tuttuğu için değil, cömertlik ve halka nasihat etmeleri sebebiyle Cennete girer.)
[Ebu Nuaym]

(Cennet, cömertler yurdudur.)
[Ebuşşeyh]
(Cennette cömertler köşkü vardır.) [Taberani]

(Rabbim, "İbrahim cömert olduğu için, dost edindim" buyurdu.)
[Taberani]
(Cömert olan ve halktan az şikayet eden, bu ümmetin efendisidir.)
[Taberani]

(Cömert, Allah’a hüsnü zannı olduğu için cömerttir. Cimri de, Allah’a suizannı olduğu için cimridir.)
[Ebuşşeyh]

(Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış bir Cennet ağacıdır. Kim bu ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de, dalları dünyaya sarkan Cehennem ağacıdır. Bu dalın birine yapışan, Cehenneme gider.)
[Beyheki]

(Allahü teâlâ, cömertlikle güzel huyu sever, cimrilikle kötü huyu sevmez.)
[Berika]
(Ben kefilim ki, cömert Cennete cimri Cehenneme girecektir.) [İsfehani]

(Cömerdin yemeği ilaç, cimrinin ki hastalıktır.)
[Dare Kutni]
(Kendi ihtiyacı varken, başkasını tercih edenin günahları affolur.) [İ. Hibban]

{Kur'an-ı kerimde Eshab-ı kiram, böyle övülüyor: (Kendileri zarurette iken, başkalarını kendilerine tercih ederler.) [Haşr 9]}

(Cömert olursanız, Allahü teâlâ da size, cömertçe ihsanda bulunur.)
[Deylemi]
(Yukarıdaki el, aşağıdakinden, veren el, alan elden üstündür.) [İ.Huzeyme]

[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır. Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.

(Cömert Cennete yakındır)
hadis-i şerifi de böyledir. Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider. Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (İslam Ahlakı)]

Cömertlik için ne dediler?
Sual:
Cömertlik nedir, cömert kime derler?
CEVAP
Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden ihsanda, bağışta bulunmak demektir. Teşekkür edilmeyi, övülmeyi istemek de cömertliğe yakışmaz. Kerem sahibi bir cömerde sorarlar:
- Muhtaçlara çok ihsanda bulunuyorsun. Acaba onlar sana minnettarlık hissi içinde bulunuyorlar mı?
- Hiçbiri bana minnettar kalmaz. Yani onlara o hissi verecek şekilde hareket etmem. Bir şey verirken kendimi aşçının elindeki kepçe gibi kabul ederim. Kepçenin övünmeye, minnete sebep olmaya hakkı yoktur.

Bir zat da buyurdu ki:
"Servetiyle ülkeler satın aldığı halde yapacağı ikram ile gönülleri satın almayan adama şaşarım."
Bir bedeviye (Efendiniz kim?) derler. O da, (Kötü sözlerimize dayanan, isteyene veren, cahilliklerimize göz yuman) der.

Hz. Hüseyin’in oğlu Ali: "Ben isteyene vermem" diyen cömert sayılmaz. Hakiki cömert, Allah’a itaat eden kullarına Allah hakkını ödeyen, bunun karşılığında teşekkür beklemeyen ve bunu yalnız Allah için yapan kimsedir, demiştir.

Mala bağlanmak
Hasan-ı Basri hazretlerine sorarlar:
- Cömertlik nedir?
- Allah rızası uğrunda servetini sarfetmektir.
- Mala nasıl bağlanmalı? [Yani malı korumak için ne yapmalı?]
- Onu Allah yolunda dağıtarak...
- İsraf nedir?
- Mal ve makam sevgisi yolunda infaktır.

Cimrilik ve cömertliğin ölçüsü insandan insana değişir. Mesela bazı şeyler, fakir için normal karşılanırken zengin için ayıplanır. Yabancılar normal karşılarken aile efradı onu ayıplar. Gençlere normal olan bir husus, ihtiyar için hoş görülmez. Erkekler yaparsa kötü, fakat kadınlar yaparsa önem verilmez.

Kasaptan, bakkaldan aldığı şey, az noksan diye geri götürüp veren cimridir. Bir şey yer iken, pencereden evine gelen birini görüp, hemen yediğini saklayan, cimridir.

Dünyalık ele geçirmek veya nefsin kötü arzularına kavuşmak için vermek de cömertlik sayılmaz. Hiçbir karşılık beklemeden dünyalık vermek malda cömertliktir. Dinde cömertlik ise, yine hiçbir karşılık beklemeden Allah yolunda, yalnız Allah sevgisi için canını vermektir.

Mal, insanoğluna bir fayda için verilmiştir. O malı saklayıp faydalı bir işte kullanmamak cimrilik olur. Faydalı işler, dinin ve mürüvvetin verilmesini iyi gördüğü şeylerdir. Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak, arzusudur. İnsanlık yiğitlik demektir.

Karşılık beklemek
Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden vermektir. Muhtaçları gözetmeden vermektir. Muhtaçları gözetmek, istemeden vermek ve verdiğini azımsamak cömertliktir.

Zaman icabı, ileride bir sıkıntıya düşmemek için malı, parayı saklamak, avam için cimrilik sayılmazsa da, ilim ehli salih kimseler için cimriliktir. Dinin ve mürüvvetin icaplarını yerine getiren cimrilikten kurtulursa da cömert sayılmaz.

Övülmek veya teşekkür beklemek için veren de cömert sayılmaz. (Biz şunu verelim, o da bana bir şey verebilir, vermezsem ayıp olur, yoksa cimri derler) gibi düşüncelerle veren de cömert değildir.
Büyükler buyuruyor ki: (Cömert verene değil, verdiğine sevinene denir.)

Cömertliğin üstün mertebesi olduğu gibi, cimriliğin de aşırı derecesi vardır. Bu da kendine gerekmeyen şeyi vermemektir. Canının istediği şeyleri almaya gücü yeterken param gidecek diye almaz. Hatta hastalansa, bedava ilaç alma yollarını arar. Bunu da bulamazsa tedavi olmaktan vazgeçer.

Cömertlikte zirve

Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri başkalarına vermektir. İsar ise, kendine gereken şeyleri vermektir. Yani başkalarını kendine tercih etmektir.

Cömertliğin üstün derecesi olan isar büyük bir haslettir. Ancak bunu büyük insanlar yapar. Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı överken buyuruyor ki:
(Onlar, fakr-u zaruret içinde olsalar bile, diğerlerini kendilerine tercih edip öz canlarından daha üstün tutarlar.) [Haşr 9]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Kendisine gerektiği şeyi, kendi arzu ve ihtiyacını tehir edip başkasına verirse, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder.) [İbni Hibban]

Medine’nin yerlisi olanlar [Ensar-ı kiram], Medine’ye hicret eden müslümanlara [Muhacirlere] büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Bütün mallarına onları ortak etmişlerdir.

Resul-i ekrem efendimiz, ganimetlerin taksiminde iki teklifte bulundu. Ya Ensarın evlerinden çıkıp başka bir yerde kalmaları şartı ile ganimetlerin hepsi Muhacirlere verilecek veya Muhacirler, Ensarın evinde bir müddet daha kalmak şartı ile, ganimetler Ensar ile Muhacirler arasında taksim edilecekti. Bu teklifler için Ensar-ı kiram, (Biz ganimet istemeyiz. Hepsi Muhacirlere verilsin! Onların evlerimizden çıkmalarına da asla razı olamayız) dediler. Buna Peygamber efendimiz çok memnun oldu.

Başkasını kendine tercih
Peygamber efendimize misafir geldi. Evde yenecek hiçbir şey yoktu. Ensardan biri bu misafiri alıp evine götürdü. Onun da evinde yalnız bir kişilik yiyeceği vardı. Kandili söndürüp yemeği misafirin önüne koydu. Kendi de sofraya oturup yer gibi yapıyor, ellerini yemek kabına götürüp getiriyordu. Sabahleyin Resulullah efendimiz, ev sahibine buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, sizin misafire gösterdiğiniz cömertliğe çok memnun oldu. "Kendileri, ihtiyaç içinde olsalar da, başkalarını kendilerine tercih ederler" âyet-i kerimesini gönderdi.)

Hz.Musa’ya, Peygamber efendimizin sahip olduğu makamlardan birinin nuru gösterilince, bayılacak hâle geldi, bu dereceye nasıl yükseldiğini sordu. Allahü teâlâ, (Yüksek ahlakı sayesinde bu dereceye kavuştu. Bu ahlak isardır. Ya Musa, ömründe bir kere isar edene, isar ahlakı ile bana kavuşana hesap sormaktan haya ederim) buyurdu. Cenab-ı Hak, Peygamber efendimizi överken (Elbette sen hulk-i azim [büyük ahlak] üzeresin) buyuruyor. (Kalem 4)

Önce can sonra canan
Sual:
Önce can sonra canan demek uygun mu? Lüzumlu bir şeyi başkasına vermek günah mı?
CEVAP
Önce can sonra canan demek uygundur. Yani önce kendimizi kurtaracağız sonra başkalarını. Kendi itikadımız, kendi ahlakımız düzgün değilse, başkalarını nasıl kurtarabiliriz?
Önce can gelir sonra canan demişler
Gemisini kurtaran kaptan demişler

Mal yönüyle de böyledir. Kendimiz yokluk içinde iken, elimizdekini başkalarına vermek doğru olmaz. Dinimiz, (Sadaka verirken israf etmeyin) buyuruyor. Sâbit bin Kays hazretleri, bir günde 500 ağacın hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek evi için hurma bırakmadı. Muaz bin Cebel hazretlerinin de bir hurma ağacı vardı. Hurmalarını toplayıp hepsini sadaka verdi. Kendine bir şey kalmadı. Ondan sonra (İsraf etmeyin) âyeti geldi. Bir âyet meali de şöyledir:

(Elini boynuna bağlayıp asma [cimrilik etme], büsbütün de açıp saçma. [itidalli ol, iktisada riayet et.Malını, kendine kalmayacak şekilde dağıtma!) Sonra kınanmış olur ve eli boş açıkta kalırsın.) [İsra 29]
İbni Mesud hazretleri anlatır: (Bir çocuk, Resulullah efendimize gelip, bazı lüzumlu şeyleri sayıp “Annem beni sana gönderip bunları istedi” dedi. “Bugün bende bunların hiç biri yok” buyurdu. “Gömleğini bana ver” dedi. Hemen, mübarek gömleğini çıkarıp çocuğa verdi ve kendisi gömleksiz kaldı. Camiye gidemedi. O zaman, bu âyet geldi.) Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Paranız ile, önce kendi ihtiyaçlarınızı alın. Artarsa, çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin. Bundan da artarsa, akrabanıza yardım edin!) [Müslim]

(Kendisi veya çoluk çocuğu muhtaç iken veya borcu var iken verilen sadaka kabul olmaz. Borç ödemek, sadaka vermekten, köle azat etmekten ve hediye vermekten daha önemlidir. Başkasının malını, sadaka vererek, yok olmasına sebep olmayın!)
[Buhari]
Hz. Ebu Hüreyre anlatır: Resulullah efendimize biri gelip, bir altınım var, ne yapayım dedi. (Bununla kendi ihtiyaçlarını al) buyurdu. Bir altınım daha var dedi. (Onunla da çocuğuna lazım olanları al) buyurdu. Bir daha var dedi. (Onu da, âilenin ihtiyaçlarına sarf et) buyurdu. Bir altın daha var dedi. (Hizmetçinin ihtiyaçlarına kullan) buyurdu. Bir daha var deyince, [bu bildirdiklerimi ölçü alarak] (Onu kullanacağın yeri sen daha iyi bilirsin) buyurdu. (Begavi)

Cömertlik menkıbeleri

Cömert esir
Resul-i Ekrem, götürülen düşman esirlerinin, birini işaret edip bırakılmasını emredince, Hz. Ali, sual etti ki:
- Bunların hepsi düşman, hepsinin suçu da bir, bunu niçin istisna ediyoruz?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Cebrail aleyhisselam geldi, bunu bırakmamı; çünkü bunun cömert olduğunu, cömertliği Allahü teâlânın hoşuna gittiğini söyledi.) [İ. Gazali]

Mektubu açmadan
Birisi Hz. Hasan’a bir mektup getirdi. Mektubu açmadan, İsteğin yerine getirilecektir diyerek geleni gönderdi. Oradakiler (Mektubu okumadan niçin cevap verdin?) dediler. Buyurdu ki:
(Mektubu okuyana kadar bekletirsem çekeceği sıkıntıdan Allahü teâlâ beni mesul tutar.)

Herkesin değeri
Yanına oturan fakir bedeviye Hz. Ali (Bir isteğin mi var?) buyurur. Bedevi utancından diliyle bir şey söylemeyip işaretle bildirir. Hz. Ali, yanında bulunan iki giyeceğin ikisini de Bedeviye verir. Bedevi sevinerek güzel bir beyit okur. Beyit Hz. Alinin çok hoşuna gider. Çocukları, için ayırdığı üç altının hepsini Bedeviye verir. Bedevi, (Ey Emir el müminin, beni kendi ailemin en büyük zengini ettin) der. Hz. Ali de, şu hadis-i şerifi nakleder:
(Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.) [M. Cami]

Sahibini bulan kelle
Eshab-ı kiramdan birine bir koyun kellesi hediye edildi. (Benden daha fazla ihtiyacı olan vardır) diyerek bir başkasına verdi. Kelle, aynı şekilde yedi kişiye dolaştıktan sonra tekrar ilk veren zata geldi. Onun diğerlerinden daha muhtaç olduğu meydana çıktı.
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Çalışmak ibadettir

Sual: Çalışmak ibadet midir?
CEVAP
Müminin çalışması ibadettir. Fakat imansızın çalışması ibadet olamaz. Ben namaz kılmam ama bak çalışıyorum, bu da ibadettir demek yanlıştır. Namaz kılmayanın da çalışması ibadet olmaz.Kimseye muhtaç olmamak için çalışmak çok kıymetlidir. Peygamber efendimiz, Hz. Muaz ile müsafeha edince buyurdu ki:
- Ya Muaz, ellerin nasırlaşmış.
- Evet ya Resulallah, kazma elimde toprakla meşgul oluyor ve bu sayede çoluk çocuğumun nafakasını kazanıyorum.
Fahr-i kâinat efendimiz, Hz. Muaz’ı öpüp buyurdu ki:
- Bu eli Cehennem yakmaz. (Tibyan)

Yine bir gün bir genç, sabah erkenden işine gidiyordu. Eshab-ı kiramdan bazıları, bunu uygun görmediler. Orada bulunan Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir. Eğer kazanacağı para ile öğünmek, keyf sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir.) [Taberani]

Görüldüğü gibi bir müslümanın iyi niyetle çalışması ibadettir. Fakat kâfirin ve her haramı işleyen kimsenin çalışması ibadet olmaz. Namaza ne lüzum var, çalışmak da ibadettir demek çok yanlıştır. Böyle söyleyen kâfir olur. Namaz kılan, haramlardan kaçan kimsenin iyi niyetle çalışması ibadettir. (K. Saadet)

Rızk için çalışmak
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın rızkı da bellidir. Rızk hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden ölmez. Bu konudaki âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyle:
(Allahü teâlânın rızk vermediği, bir canlı yoktur.) [Hud 6]
(Birçok canlı, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır.) [İsra 30]
Allah’ın kimine çok, kimine az rızk verdiğini çok kimse bilmez. (Sebe 36)
Allah’tan korkana ummadığı yerden rızk gelir. (Talak 2,3)

Herkesin rızkı ayrılmıştır
İnsan, rızkını aradığı gibi, rızk da, sahibini arar. Çok fakirler vardır ki, zenginlerden daha iyi, daha mutlu yaşar. Allahü teâlâ kendisinden korkanlara, dinine sarılanlara, ummadıkları yerden rızk gönderir. Allahü teâlâ, insanları yaratırken, ömürleri gibi, rızklarını da takdir etmiştir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Allahü teâlâ, müminin rızkını ummadığı yerden verir.) [İ.Hibban]

(Allah’tan korkun, istediğiniz şeylere kavuşmak için, iyi sebeplere yapışın. Kötü sebeplere yanaşmayın! Hiç kimse, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez.)
[Hakim]

(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder. Rızk için sıkıntı çekerseniz, Allahü teâlânın emrine uygun hareket edin.)
[Taberani]

(Allah korkusunu sermaye edinen, rızkına ticaretsiz ve sermayesiz kavuşur.)
[Taberani]

(Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, sabah aç gidip, akşam tok dönen kuşlar gibi rızka kavuşurdunuz.)
[Tirmizi]

Helal rızka kavuşmak isteyen sebeplerine yapışmalıdır! Para kazanmak, malı arttırır. Fakat, rızkı arttırmaz. Rızk, mukadderdir. Yani ezelde ayrılmıştır. Rızk, maaşa, mala, çalışmaya bağlı değildir. Fakat Allah emrettiği için çalışmak gerekir. Çünkü, Allahü teâlânın işleri, sebepler altında tecelli eder. Âdet-i İlahiye böyledir. Fakat, bazen, sebebe yapışıldığı halde, iş hasıl olmayabilir. Yahut, sebepsiz de, hasıl olabilir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Rızkının bol olmasını isteyen, sıla-i rahm etsin!) [Buhari]
(Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar!) [İbni Mace]
(Cömerdin evine rızk, devenin göğsüne vurulan bıçaktan daha tez gelir.) [İbni Mace]

(İstiğfara devam eden, ummadığı yerden rızıklanır.)
[İ.Mace]
(Namaz kılmak rızkın bereketine sebep olur.) [Miftah-ül cenne]
(Hanımı ile [iyi geçinip] şakalaşanın, rızkı artar.) [İ.Lal]

Fakirliğe sebep olan şeyler
Bazı şeyler fakirliğe yol açar, rızkın güçlükle gelmesine sebep olur. Mesela tırnağı uzun olanın rızkı meşakkat ile, sıkıntı ile hasıl olur. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Günah işlemek, rızktan mahrumiyete sebep olur.) [İbni Mace]
(Yalan söylemek rızkı azaltır.) [İsfehani]

(Zina fakirliğe yol açar.)
[Beyheki]
(Sabah uykusu rızka manidir.) [Beyheki]
[Rızkların dağılması sabah namazından sonra olur. Manevi rızkların dağılması ise ikindi namazından sonradır. Bu iki vakitte uyumamaya dikkat etmelidir! (El-Envar)]

(Sabah namazını kıldıktan sonra uyumayın, rızkınızı aramaya çalışın!)
[Taberani]
(Hak teâlâ rızkları, fecr ile güneşin doğacağı vakitler arasında verir.) [Beyheki]
(Rızka kavuşan çok hamd etsin!) [Hatib]

Hamd etmek, Allahü teâlâya şükretmek demektir. Her nimetin Allahü teâlâdan geldiğine inanmak gerekir. Allahü teâlâ, Hz.Musa’ya buyurdu ki:
(Kendine verdiğim nimeti, benden bilip kendinden bilmeyen, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmeyen ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.) [İ.Gazali]

Zarardan dönmek gerekir
Zararın neresinden dönülürse kârdır. Rızk endişesiyle, harama el uzatmamalı ve şu hadis-i şeriflerin muhatabı olmamalıdır:
(Bir zaman gelir ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünür, helalini ve haramını düşünmezler.) [Buhari]

(Bir zaman gelir, insanın bütün kaygısı midesi olur, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olur. Böyle kimseler, halkın kötüleridir.)
[Sülemi]

Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Rızk değişmez, azalıp çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak'tır, her varlığın rızkını vericidir. Allahü teâlâ, (Herkesin rızkı bana aittir) buyuruyor. Rızk için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Rızk için üzülme, takdir edilen [ezelde ayrılmış olan] rızk seni bulur.) [İsfehani]
(Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Allahü teâlâdır.) [R.Muhtar]

(Allah’tan kork, rızkını güzel yoldan ara, helali al, haramı terk et!)
[İbni Mace]
(Rızkını gecikmiş sayma! Hiç kimse, rızkına kavuşmadıkça ölmez.) [Hakim]

(Hiç kimse, nasibinden fazla rızka kavuşamaz. Rızkına kavuşup yemedikçe de ölmez. İstemese de rızkı kendisine verilir.)
[Hakim]

(Hak teâlâ, Hz.Adem'e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını arasın! Sakın dini geçim vasıtası yapmasın!)
[Hakim]

(Zikrin hayırlısı hafi
[gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi olanıdır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek kadar] verir.) [Ebuşşeyh]

(Allahü teâlânın verdiği rızka kanaat eden mümin kurtulmuştur.)
[Müslim]
(Helal kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vacip olur.) [İ.Gazali]
(En güzel rızk, helale, harama dikkat edilerek kazanılandır.) [Nesai]

Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu mealdeki âyeti okudu:
(Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani-Talak 2,3]

Allahü teâlâ emrettiği için çalışan, rızkını helal yoldan arayan, ezeldeki rızkına kavuşur. Rızkı da bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevap kazanır. Eğer, rızkını haram yoldan ararsa, yine ezelde ayrılmış olan rızka kavuşur. Fakat, bu rızk ona hayırsız, bereketsiz olur, kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler.
Hz.Hızır'ın tamir ettiği binanın altındaki altın levhada şunlar yazılı idi:
(Ölüm hak iken gülüp eğlenen, kadere inandığı halde üzülen, rızka Allahü teâlâ kefil iken zahmetlere giren, Kıyamette sorgu-sual varken gaflete dalan, fâniliğini bildiği dünyaya bel bağlayan kimseye nasıl hayret edilmez?)

Dünya için çalışmak
Sual:
Bir hadis-i şerifte, "Dünyaya, burada kalacağınız kadar, ahirete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!" buyuruluyor. Ne kadar büyük olursa olsun, bir sayının sonsuzun yanındaki değeri sıfır kabul edildiğine göre, dünya için hiç çalışmamak gerekmez mi?
CEVAP
Dinimiz, dünyaya da, ahirete de çalışmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen (Dünyadan da nasibini unutma!) buyuruluyor. [Kasas 77]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Dünyanızı ıslaha, düzeltmeye çalışınız! Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için amel ediniz!) [Deylemi]

(Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışınız!)
[İbni Asakir]

(Sizin hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır.)
[Deylemi]

(Dünya malından ayrılınca üzülmek, buna kavuşunca sevinmek ve azgınlık yapmak, insanı Cehenneme götürür.)
[Tirmizi]

(Dünyayı seven, ahiretine zarar verir. Ahireti seven, dünyasına zarar verir. O halde, devamlı olanı, geçici olana tercih etmelidir.)
[Beyheki]

(İlim, Allah rızası için değil, dünya menfaati için öğrenildiği ve ibadetler, dünya menfaatlerine alet edildiği zaman fitneler zuhur edecektir.)
[A.Rezzak]

Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür. Baki olan, salih ameller, Rabbinin katında, mal ve evlatlardan ve dünyalıklardan iyidir.) [Kehf 46]

İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki:
Dünya çalışma yeridir. Hadis-i şerifte, (Dünya ne güzel binektir. Ona binin ki, sizi ahirete kavuştursun!) buyuruluyor. Dünya mutlak manada kötü değildir. Ahiret azığını hazırlayanlar için servet yurdudur. İbrahim aleyhisselam, (Ya Rabbi ne zamana kadar daha dünyayı takip edeceğim) dediği zaman Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Ya İbrahim, böyle konuşma! Çoluk çocuğunun nafakası için çalışmak dünya talebi değil ki ondan şikayet edilsin!) [Edeb-üd-dünya]

Dünya bir alet, bir vasıtadır. Bu vasıtayı iyi yolda kullanan kazanır, kötü yolda kullanan kaybeder. Mesela size yeni, güzel bir araba veriyorlar. (Bu araba ile, şu kadar zamanda şu karşıdaki köprüyü geçerseniz, kurtuluşa ereceksiniz) deniyor. Siz de, arabaya bakıp (Ne kadar da güzelmiş) diyerek onu sevmekle meşgul olur, verilen zaman içinde karşıya geçmezseniz, düşman gelir, sizi kıskıvrak yakalar, köprüyü geçemezsiniz. Bu vasıta, yolcuları sahile çıkaran bir gemi de olabilir. Bu vasıtaya zamanında binip gitmeyen kurtulamaz. Dinimiz bu vasıtayı, kötülememiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dünya, ahiretin tarlasıdır.) [Deylemi]
(Dünya, ahiretin köprüsüdür.) [Deylemi]

(Allah rızasını kazanmak, ahiret azığını temin etmek için, dünya ne güzel yerdir. Allah rızasını kazanmayan, ahiret azığını temin etmeyen için de, dünya ne kötü yerdir. Bir kimse,
"Allah dünyayı rezil etsin!" derse, dünya da ona, "Hangimiz Rabbimize asi oluyorsa, Allah onu rezil etsin!" der.) [Hakim, İbni Lal]

(Dünyaya sövmeyin; çünkü mümin için ne güzel bir binektir. Hayra onunla erişilir, şerden onunla kurtulunur.)
[Deylemi, İbni Neccar]

Dinimiz, bu bineğin sevgisini kötülemiştir. Yani "Binek ne güzelmiş" diyerek, onunla meşgul olup hedefe varmamak kötülenmiştir. Nitekim, hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.) [Beyheki, İbni Ebiddünya]

Demek ki, bineği sevmekle meşgul olmayıp, binip bir an önce saadet diyarına gitmeye çalışmalıdır!
Bizi maksadımıza ulaştıran bineğin iyi, sağlam olması istenir. Onun için Allahü teâlânın bize verdiği akıl, sağlık, mal gibi nimetleri yerinde kullanmalıdır! Cenab-ı Hak, dünya saadetini de istememizi emrediyor. (Ey Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de iyilik, güzellik ver!) diye dua etmemizi istiyor. (Bekara 201)

Haksız kazanç
Muhammed aleyhisselam Peygamber olarak gönderilince, şeytanlar İblisin başında toplanıp üzüntülerini bildirdiler. Bunun üzerine İblis onlara, (Bunlar dünyayı sever mi?) dedi. Onlar, evet deyince, (Öyleyse üzülecek bir şey yok. Onlara haksız kazanç sağlatırım. Lüzumsuz masraf yaptırır, lüzumlu yere de harcatmam. Zaten her kötülük bu üç şeyden meydana gelir) dedi.

Dünyalık için ne kadar üzülürsen o nispette ahiret sevgisi kalbden çıkar. Ahiret için ne kadar üzülürsen, o nispette dünya sıkıntısı kalbden çıkar. Dünyada herkes misafirdir. Yanındaki şeyler emanettir. Misafirin gitmekten, emanetin ise geri alınmaktan başka çaresi yoktur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya mümine zindan, kâfire Cennettir.) [Müslim]

Mümine dünyanın zindan olması, Cennete nispetledir. Cennette Müminler, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, akla ve hayale gelmeyen büyük nimetlere kavuşacaklardır. Hiçbir sıkıntı görmeyeceklerdir. Cennetin sonsuz nimetleri karşısında dünya hayatı, müminler için bir zindan, bir Cehennem azabı gibi gelecektir. Kâfirler için Cehennem azabı o kadar şiddetli olacaktır ki, dünyadaki en şiddetli işkence bile onlar için çok hafiftir.

Çok kazanmak için çok çalışmak
Sual:
Çok kazanmak için çok çalışmak dine aykırı mıdır?
CEVAP
Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çalışıp kazanmak farzdır.) [Taberani]

Çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplayacak kadar çalışmak mubahtır. Müslümanlara yardım için, cihad etmek için fazla çalışıp kazanmak müstehaptır, iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır.) [Kudai]

Gösteriş için, övünmek için kazanmak tahrimen mekruhtur. Çalışmak rızkı artırmaz. Çalışmak takdir edilen rızka kavuşturmaya vesiledir. Rızkı veren Allahü teâlâdır. Çalışmak sebebe yapışmaktır. Sebeplere yapışmak sünnettir. (El-İhtiyar)

Ahiret sevabı için, (çok kazanmak için, çok kazanmak gerekir) sözü elbette pek hoştur.
Kur'an-ı kerimde mal için hayır adı verilmiş ve mal övülmüştür. Hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Bir zaman gelir ki, kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilir.) [Taberani]
Dinimiz, parayı değil, paranın sevgisini kötülemiştir.

İbrahim aleyhisselam, Peygamber olup puta tapmaktan çok uzak olduğu halde, (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru!) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir.
Demek ki, parayı sevmek, puta tapmaya benzetilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Paraya tapan helak olur.) [Tirmizi]
(Altın ve gümüşün [paranın] kuluna lanet olsun!) [Tirmizi]
(Paraya gönül vermek, sizden öncekileri mahvettiği gibi sizi de mahvedebilir.) [Taberani]

(Bir zaman gelir ki, kaygısı mide, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olan kimseler çıkar. Bunlar halkın şerlileridir.)
[Sülemi]

Hadis-i kudside de buyuruldu ki:
(Hak teâlâ buyurdu ki, "Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet eden de senin hizmetçin olsun.") [Ebu Nuaym]

Dünya kötü mü?
Sual:
Dinimizde dünya ne demektir?
CEVAP
Dünya, haram ve mekruhlardır. Dünya, mal, servet, dünyalık, rızk gibi manalara da gelir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Dünya, seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler, demektir. Kadın, çocuk, mal, rütbe, mevki düşüncesi Allahü teâlâyı unutturacak kadar aşırı olursa, dünya olur. Çalgılar, oyunlar, faydasız, boş şeylerle vakit geçirmek (Kumar, kötü arkadaş, kötü filimler, mecmua ve romanlar) hep bunun için dünya demektir. Din ile dünyayı birlikte kazanmak imkansızdır. Ahireti kazanmak isteyenin dünyadan vazgeçmesi gerekir.

Bu zamanda dünyayı tamamen terk etmek kolay değildir. Hiç olmazsa hükmen terk etmek yani terk etmiş sayılmak gerekir. Bu da her işte İslamiyet’e uymak demektir. Yiyecekte, içecekte, giyecekte ve ev kurmakta İslamiyet’e uymak gerekir.

Dünya ahiretin kazanç yeridir. Kazanç yeri kötülenmez. Haram kazanç kötülenir. Dünyayı kötüleyen hadis-i şeriflere bu açıdan bakmak gerekir.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki.
(Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.) [Hakim]
(Dünya melundur. Yalnız Allah için olanlar müstesnadır.) [İbni Mace]

(Dünya peşinde koşan, açgözlü olur, hep yokluk içinde kıvranır, işleri zorlaşır, nasibinden de fazla bir şeye kavuşamaz. Ahiret için çalışanın da, işleri kolaylaşır, gönlü zenginleşir, yüz çevirdiği dünyalık da kendisine teveccüh eder.)
[Tirmizi]

(Emeli hep dünya olanın, Hak indinde değeri yoktur. Bunun meşgalesi tükenmez, fakirlikten kurtulamaz, zenginliğe kavuşamaz, sonu gelmeyen boş kuruntularla oyalanır.)
[Taberani]

(Ateşin odunu yediği gibi, dünya sevgisi de imanınızı yer.)
[İ.Gazali]
(Kalbinizi, dünyadan bahsederek meşgul etmeyin!) [Beyheki]
(Dünyanın yükselttiği her şeyi Allahü teâlâ alçaltır.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, bir kimseye ahireti kazanması için dünyayı verir, ama dünya için ahireti vermek istemez.)
[Deylemi]

(Allahü teâlâ, dünyanın akıbetini, yenilen yemeğin akıbetine benzetmiştir.)
[Taberani]

(Dünyadan yüz çevir ki, Allahü teâlâ seni sevsin! Halkın eline bakma ki seni sevsinler.)
[İbni Mace]

(Dünyayı ahirete tercih eden, üç şeye maruz kalır. Sıkıntısı hiç eksilmez, yokluktan kurtulmaz ve doymak bilmeyen bir hırsa kapılır ki, hiç bir zaman boş vakit bulamaz.)
[Taberani]

(Cenneti isteyen hayra koşar, Cehennemden korkan, haramlardan kaçar. Ölümü bekleyen dünya lezzetlerini terk eder. Dünyaya meyledene musibetler yağar.)
[İbni Hibban]

(Allahü teâlâ bir kuluna hayır murat edince, onu dünyadan uzaklaştırır, ahirete teşvik eder ve kusurlarını kendine gösterir.)
[Deylemi]

(Tahsilsiz ilme, rehbersiz hidayete kavuşmak isteyen, dünyadan yüz çevirsin!)
[İ.Gazali]

Zenginlik ve saltanat
Mal ve makam sahibi olmak başka, mal ve makam sevgisi başkadır. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmak ve insanlara hizmet edebilmek için mal ve makam sahibi olmak çok iyidir. Bütün dünya bir kimsenin olsa, mala mağrur olmadan dine uygun harcasa, çok büyük sevap kazanır. Süleyman aleyhisselam, büyük bir zenginlik ve saltanat içinde yüzdüğü halde, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, (O ne iyi kuldur) diye övmektedir. (Sad 30)

Peygamber efendimizden sonra insanların en üstünü olan Hz. İbrahim’in ovaları dolduran davarları yanında yalnız yarım milyon sığırı vardı. Mal ve makamı kötüye kullanmak zararlıdır.
İnsanı iyilik etmekten alıkoyan her şey dünyadır. Kur'an-ı kerimde, Cennetin, makam hırsıyla büyüklük taslamayan kimselere verileceği bildirilmektedir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
("La ilahe illallah" diyen, dünyayı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gazabından ve azabından kurtulur. Dini bırakıp dünyaya [haramlara] sarılırsa, Allahü teâlâ, ona; "Yalan söylüyorsun" buyurur.) [Hakim]

(Dünya işi için üzülen Allahü teâlâya karşı öfkelenmiş olur.)
[Taberani]

(Din işlerinde kendinden üstün olanı görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp Allahü teâlâya hamd eden şükretmiş olur.)
[T.Gafilin]

Çalışmadan rızk beklemeyin
Sual:
Fakirlikten kurtuluş için dua var mıdır?
CEVAP
Dinimiz çalışarak kazanmayı emretmektedir. Hz.Ömer, (Çalışın, kazanın! Çalışmadan rızk beklemeyin! Allahü teâlâ gökten para yağdırmaz) buyurdu. Hz.Lokman Hakim de, (Çalış, kazan! Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır) buyurdu. Rızk için endişe etmemelidir!
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her canlının rızkı Allah’a aittir.) [Hud 6]

(Şeytan, sizi fakirlikle korkutup, fahşaya sürükler
[cimriliğe, her türlü kötülüğe teşvik eder.]) [Bekara 268]

(Yeryüzüne dağılın, Allah’ın fazlından rızkınızı arayın!)
[Cuma 10]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rızk için üzülme, takdir edilen rızk seni bulur.) [İsfehani]
(En güzel rızk, helale, harama dikkat edilerek alın teri ile kazanılandır.) [Nesai]

(Çalışıp kazanmak her müslümana farzdır.)
[Taberani]
(İbadet on kısımdır, dokuzu çalışıp helal kazanmaktır.) [Deylemi]

(Kimseye muhtaç olmamak ve ana-baba, çoluk-çocuğunu da muhtaç etmemek için işe gidenin her adımı ibadettir.)
[Taberani]

(Allahü teâlâ sanat sahibi mümini sever.)
[Taberani]
(Çalışmayıp kendini sadaka isteyecek hâle düşüren 70 şeye muhtaç olur.) [Tirmizi]
(Geçimini helalinden kazanmak, Allah yolundaki cihad gibidir.) [Deylemi]

(Cihad, sadece kılıç sallamak değildir. Ana-babaya, evlada bakmak, kimseye muhtaç olmamak için çalışmak da cihaddır. Çalışıp kimseye yük olmayan mücahiddir.)
[İ.Asakir]

Çalışmak farzdır
Nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Cafer Huldi hazretleri, (Büyüklerimiz, kendi için değil, din kardeşlerine yardım için, çalışıp kazanmıştır) buyuruyor. Müslümanlara yardım için, cihad etmek için fazla çalışıp kazanmak müstehaptır, iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır.) [Kudai]

Şu duayı okuyan fakirlikten kurtulur demek, o dua kabul olmuşsa, ona bir çalışma kapısı açılır veya ummadığı yerden rızka kavuşur demektir. Hastalığı için dua eden de şifaya sebep olan ilaca veya başka bir sebeple sıhhate kavuşur. Çalışmak rızkı artırmaz. Rızkı veren Allahü teâlâdır. Çalışmak sebebe yapışmaktır. Sebeplere yapışmak sünnettir. (El-İhtiyar)

İhtiyaçtan kurtulmak, bereketli rızka kavuşmak için sebeplere yapışmalıdır!
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ömrüm uzun, rızkım bol olsun diyen, akrabasını ziyaret etsin, görüp gözetsin!) [İ. Ahmed]
(Sabah uykusu rızka manidir.) [Beyheki]

(İhtiyaçlarını insanlara açan, ihtiyaçtan kurtulamaz. Allahü teâlâya arz eden ise, ihtiyaçtan kurtulur.)
[Hakim]

(Allah korkusunu sermaye edinen, rızka ticaretsiz ve sermayesiz kavuşur. Kur'an-ı kerimde,
"Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir" buyuruldu.) [Talak 2, 3 - Taberani]

(Rızka kavuşan çok hamd etsin! Rızkı azalırsa istiğfar etsin!)
[Hatib]
[Hamd, "Elhamdülillah", İstiğfar, "Estağfirullah" demektir. İstiğfar etmek, günahların affına sebep olan iyilikleri yapmaktır.]

(Eve girerken
"İhlas" suresini okuyan, fakirlik görmez.) [T.Kurtubi]

(Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere
"La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]

[Duaların kabul olması için Ehl-i sünnet itikadında olmak, Allahü teâlânın emirlerini yapıp yasaklarından kaçmak gerekir.]
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Çok gülmek

Sual: Gülmek uygun mudur?
CEVAP
Tebessüm etmek, güler yüzlü olmak çok iyidir. Peygamber efendimiz kahkaha ile gülmezdi. Fakat herkese güler yüz gösterir, tebessüm ederdi. Kahkaha ile gülmek mekruhtur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hayrı, iyiliği güzel yüzlü olanların yanında arayınız!) [Dare Kutni]
(Mümin kardeşinin yanında suratı asık durana, melekler lanet eder.) [Hatib]
(İyiliği, güzel yüzlü kimselerden talep ediniz.) [Beyhekî]

İmam-ı Gazali hazretleri, İhya’da, Allah korkusundan ağlamanın faziletini anlatırken, (Az gülüp, çok ağlasınlar) mealindeki âyet-i kerimeyi bildirmektedir. Bir bayan okuyucu, imam-ı Gazali hazretlerini tenkit ediyor, (O âyet kâfirler için inmiştir. Müslümanın ağlaması doğru değildir) diyor. İmam-ı Gazali hazretleri o âyetin kim için indiğini bilmez mi? Demek ki müslümanların da az gülüp çok ağlaması gerekiyor ki, o âyeti bildirmiştir. Âyeti en iyi anlayan Peygamber efendimiz, bu konuda şunları buyurmaktadır:
(Eğer Cennet ve Cehennemi görseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Müslim]
(Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider.) [Ebu Nuaym]
(Çok gülmek kalbi öldürür ve müminin değerini düşürür.) [Tirmizi]

(Allahü teâlânın kendinden razı olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene şaşılır.)
[E. Nuaym]
(Mescitte gülmek, kabirde karanlıktır.) [Deylemi]

Peygamber efendimiz, Hz. Mikail’in gülmeyişinin sebebini Hz. Cebrail’e sual eder. O da, (Cehennem yaratıldığından beri hiç gülmemiştir) cevabını verir. (İ.Ahmed)

Bezzar ve Buhari’de bildiriliyor ki, Peygamber efendimiz de, rastgele gülenleri görünce, (Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız) ve (Kur'an-ı kerim, Cennet ve Cehennemin halini bildirirken nasıl böyle gülersiniz) buyurdu. Sonra şu mealdeki âyet-i kerimeler nazil oldu:
(Kullarıma haber ver ki, çok bağışlayıcı ve pek merhametli olduğum gibi, azabım da çok şiddetlidir.) [Hicr 49,50]

Enbiya ve ulema buyurdu ki:
Ey havariler, sizde iki cahillik alameti vardır. Hayret veren bir şey olmadan gülüyor ve sabaha kadar hiç kalkmadan uyuyorsunuz. (Hz. İsa)

Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş yap, az da olsa zararlı iş yapma! Boş yere gülme, lüzumsuz dolaşma, hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, husumette kötü konuşmaktan kaçın! Bir işin olmadan bir yere gitme, günahların için ağla! (Hz. Hızır)

Çok gülenin heybeti azalır, çok şaka yapan hafife alınır. (Hz. Ömer)

Ömrümde bir defa güldüm, ona da pişmanım. (İmam-ı a'zam)

Cennette ağlamak ve Cehennemde gülmek çok tuhaftır. Fakat Cennete mi, Cehenneme mi gideceğini bilmeden gülmek daha çok tuhaftır. (Muhammed bin Vasi)

Dört şey, mümini gülmekten alıkoymalıdır: Ahiret işleri, geçim derdi, günahların verdiği sıkıntı, musibetlerden gelen elem. (Yahya bin Muaz)

Hasan-ı Basri
hazretleri de, kahkaha ile gülen bir gence, (Oğlum, Sıratı mı geçtin veya Cennete gideceğine dair bir garantin mi var da böyle gülüyorsun?) buyurmuş, O gencin de bir daha boş yere güldüğü görülmemiştir.

Üç şey kalbi katılaştırır:
1- Şaşılacak bir şey olmadan gülmek,
2- Acıkmadan yemek,
3- Lüzumsuz konuşmak.

Şu beş şeyi de düşünen kahkaha ile gülemez:
1- İşlediği günahları düşündükçe, endişe içinde olur, gülemez.
2- Yaptığı iyi amellerin kabul olduğunu bilmeden, gülmesi doğru olmaz.
3- Acaba gelecekte neler yapar, akıbeti nasıl olur diye düşünen kimse, endişe içinde olur.
4- Cennet ve Cehennemden hangisine gideceğini bilmeyenin üzülmesi gerekir.
5- Acaba, Allahü teâlâ kendisinden razı mı, yoksa kendisine dargın mı? Bunları düşünen, kahkaha ile nasıl gülebilir? (Tenbih-ül-gafilin)

Lüzumsuz yere çok gülmek, devamlı mide ile meşgul olmak iyi değildir. Ramazan-ı şerif haricinde de ara sıra oruç tutmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aç ve susuz kalarak üzüntülü olmaya çalışın) [Taberani]

Gülerek küfre düşmek
Sual:
Bazı cahiller, şaka ile (Ben hocaların bulunduğu Cennete değil, artistlerin, dansözlerin şarkı çalıp oynadığı Cehenneme gitmeyi isterim) diyerek gülüyorlar. Böyle söyleyenlere gülen de kâfir olur mu?
CEVAP
Cehennem gülüp oynama yeri değil, şiddetli azap çekme yeridir. Dinin bir emrini böyle alaya almak küfrü gerektirir. İsteyerek buna gülen de küfre girer. Yani kâfir olur. İradesi dışında gülerse küfür olmaz. Din ile alay edenler, gülerek günah işleyenler cezalarını elbette ahirette görürler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider.) [Ebu Nuaym]

İnanmayanların alay ettikleri gibi, Cehennem gülüp oynama yeri değil, zalimlerin, hainlerin şiddetli azap görecekleri bir ceza yeridir. Cehennem o kadar korkunç bir yerdir ki günahsız olan melekler bile, onun dehşetinden korkarlar. Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamı çok üzgün görünce sebebini sorar. O da, (Cehennemin öyle kızgın bir alevini gördüm ki, onun tesirinden hâlâ kendime gelemedim) diye cevap verir. (Taberani)
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Çok sual sormak

Sual: Çok sual soruyoruz. Her suali sormanın sakıncası var mıdır?
CEVAP
Sırf öğrenmek niyetiyle Allah rızası için faydalı olan her suali sormak caizdir. (Hz. İbrahim’in kestiği koçun etini kim yedi?), (Falanca âlimin anasının adı nedir?), (Hz.Yunus’u yutan balık, erkek miydi?) gibi sualler soruluyor. İnsanın, bilmesi gerekmeyen şeyleri sorması mekruhtur. Âlimler buyuruyor ki: Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Mesela Hz. Lokman peygamber midir? Cin, insanlara nasıl görünür gibi şeyler sormamalı, çünkü bunları öğrenmekle emrolunmadık. (Tahtavi)

Bugün çok kimse, ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyor. Bilinmesi gerekmeyen sorulmamalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) [Deylemi]

(Allah rızasından başka bir maksatla sual sorup ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden Cehenneme gidecektir.)
[Tirmizi]

(Âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve itibar kazanmak için ilim öğrenen Cehenneme gidecektir.)
[Tirmizi]

(Çok sual sormayın! Sizden öncekiler, bu yüzden helak oldu.)
[İ. Maverdi]
(Sizi çok sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani]


Kötü niyetle sual sormak
Kötü maksatlılara ilim öğretmek yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]
Suali de uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani)

Kendisine farz-ı ayn olan faydalı sualleri sormak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlim hazinedir. Anahtarı sual sormaktır. Sual sorun ki, Allahü teâlâ sizlere merhamet etsin. Çünkü sual sormakla dört kişi mükafat alır: Soran, cevap veren, dinleyen ve bunları seven.) [Ebu Nuaym]

Faydalı bir sual sorana cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, “Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun” buyurdu.) [Taberani]

(İlmini başkasına bildirmeyen, hazineyi gömüp kimseye yardım etmeyene benzer.)
[Taberani]
(İlmini gizleyene, denizdeki balıklardan, gökteki kuşlara kadar her şey lanet eder.) [Darimi]
(İlmini gizleyen kimseye, kıyamette ateşten gem vurulur.) [Taberani]

İlim sahibi biliyorsa söylemeli, bilmiyorsa bilmiyorum demelidir. Fetva vermenin mesuliyeti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bilmiyorum demek ilimdendir.) [İ. Mace]
(Âlimim diyen kimse cahildir.) [Taberani]

(Bilmeden fetva verene, yer ve gökteki melekler lanet eder.)
[İ. Lal, İ. Asakir]
(Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud, Hakim]

(Ben bilirim) demek doğru değildir. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki:
(Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]

Âlimler buyuruyor ki:
(Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı sevap, bildiği hususta konuşanın aldığı sevaptan az değildir. Zira cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir.) [Şabi]

(Bir âlim, “Bilmiyorum”derse, şeytan kahrolur ve, “Âlimin susması, konuşmasından daha zararlı oluyor”der.) [İbrahim Edhem]

(Hakiki âlim, suale cevap verirken, kıyamette “Bu cevabı hangi kitapta buldun” diye sorulacağından korkan zattır.) [H.Nişapuri]

Suali, muteber eserlerden nakledenlere sormalı, kendi anladığını din kabul eden sapıklara sormamalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim de, namaz da dindir. Bunun için ilmi kimden aldığınıza, namazı nasıl kıldığınıza iyi bakın. Kıyamette bunlardan sorguya çekileceksiniz.) [Deylemi]

(Ahir zamanda, âlim azalır, cahillik artar. Âlim kalmayınca da, cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, hem kendilerini, hem de başkalarını saptırırlar.)
[Buhari]

(Bir zaman gelecek, o zamanın fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin en kötüleridir.)
[Taberani]

(Cehennem zebanileri, günahkâr hafızlara, puta tapanlardan daha çok azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılan günahtan daha kötüdür.)
[Taberani]

(Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecektir.)
[Hakim]
Şu halde, lüzumsuz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi)

Mahrem konuları edeple sormak lazım
Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.

Hz. Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hz. Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari)
Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi)

Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzab 53]

Sual sormanın sevabı
Sual:
Gazetelerdeki veya radyolardaki hocalara sual sormanın vebali var mıdır?
CEVAP
İşe yaramayan lüzumsuz suallerin vebali olur. Ama lüzumlu sual sormak çok sevaptır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İlim, hazinedir. Anahtarı sual sormaktır. Sual sorun ki, rahmete kavuşun. Sual sormakla dört kişi sevap alır:
1- Sual soranlar.
2- Cevap verenler.
3- Dinleyenler.
[Gazetelerde, maillerde bunları okuyanlar, Radyolarda ise dinleyenler.]
4- Bunları sevenler.
[Adam gazete alamıyordur, yahut bilgisayarı maili yoktur, okuyamıyordur. Radyoyu o saatte dinleyemiyordur. Ama gazete alsaydım veya benim de bilgisayarım olsaydı da bu sual cevapları okusaydım, yahut radyoda konuşulurken o saatte müsait olsaydım da dinleseydim diyenler diğerleri gibi sevaba kavuşur. Mesela Osman Ünlü hoca konuşuyor, dinleyemiyorsak, ama (Ne iyi nakle uygun suallere cevap veriliyor, Osman hocadan ve Osman hocaya o imkanı verenlerden Allah razı olsun) denirse, sevapta ortak olur
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Denemeden iyi demek

Sual: Abdullah bin Mübarek hazretlerinin "Şu dört cümle, dört bin hadis-i şeriften seçilmiştir; Kadına güvenme, mala aldanma, mideni fazlaca doldurma, işine yarayacak kadar ilim öğren" nasihatinde geçen kadına güvenme ne demektir? Burada kadın kötülenmiyor değil mi?
CEVAP
Evet kadın kötülenmiyor. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir]

Tedbirsiz hareket etme, tecrübe etmeden, iyi tanımadan her kadına güvenme demektir.
İşin önemini belirtmek için her dilde mübalağalı anlatım olur. Türkçe’de, biraz bekleyen kimsenin, (Kaç saattir bekliyorum, sabahtan beri bekliyorum, sana bin kere söyledim bunu) demesi gibi.

Peygamber efendimiz, (Cehenneme baktım kadınların ve zenginlerin çoğu orada idi) buyuruyor. Saliha kadın ve salih zengin Cehenneme gitmez. Demek ki çoğunluk olarak Cehennemde kadın ve zengin bulunuyor. (Okur yazar değilim ama Kayseriliyim) diye de bir söz var. Bu demek her Kayserili gözü açık demek değildir. Ama gözü açıklar çok olduğu için böyle denmiş. Kadına güvenme demek, bazı kadınlara güvenilmez, iyi tanımadan güvenme demektir. Mesela bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kardeşine bile güvenme.)
[Taberani]
Bu da hiçbir kardeşe güvenme demek değildir. Tecrübe etmeden, iyi tanımadan güvenme demektir.

Yahya bin Muaz Razi hazretleri buyuruyor ki:
(Allah'tan başka hiç kimseye güvenme.)
Salih insanlara da güvenme demek değildir. Bunlar tedbir için söylenmiş sözlerdir.

Hz. Ali, ehl-i beyte buyururdu ki:
(Soyunuza güvenmeyin, ibadet yapmaya devam edin.)
Halbuki onların Cennete gidecekleri hadis-i şerifle bildirilmiştir. Sanki böyle bir şey yokmuş gibi dinin emrine uyun diye ikaz ediyor.

İmam-ı a’zam hazretleri, imam-ı Ebu Yusuf’a ettiği nasihatte buyurdu ki:
(İlim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Fasıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Kimseyi küçümseyip hafife alma. Sırrını kimseye açma. Çok iyi bilmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme.)
İmam-ı a’zam hazretlerinin sözü sorduğunuz hadis-i şerifi açıklar mahiyettedir. (Çok iyi bilmediğiniz kimseye güvenme) buyuruyor. Buna kadın da dahil elbette.

Zeynel Âbidin hazretleri, oğlu Muhammed Bâkır’a buyurdu ki:
Ey oğlum, dört çeşit kimseyle arkadaşlık etme ve onlara güvenme!
1- Fasıklarla,
2- Cimrilerle,
3- Yalancılarla,
4- Sıla-i rahmi terk edenlerle.

Demek ki güvenilmeyecek kimseler kötü kimselerdir. Yalancı mı, cimri mi bilmeden, tanımadan hemen güvenme diye bir ikaz var burada.
Bir atasözü:
Güvenme varlığa, düşersin darlığa.
Bu sözler hep tedbir için söylenmiştir.

Bir âlim de, kendini yüzüne karşı övene buyurdu ki:
(Beni niçin övüyorsun? Öfkeli iken tecrübe ettin de beni halim selim mi buldun? Benimle yolculuk ettin de iyi biri olarak mı gördün? Bana bir emanet verdin de buna riayet ettim mi? Bilmediğin kimseyi nasıl översin?)
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Dilenmek

Sual: Bazılarının zengin olduğu, dilenciliği meslek haline getirdiği söyleniyor. Böyle kimselere para vermek haram mıdır? Sadaka istemek ne zaman caiz olur?
CEVAP
Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin dilenmesi haramdır.
Hiç yiyeceği bulunmayıp, sağlam, çalışacak, ticaret edecek halde olan kimsenin de, yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi haramdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de haramdır. Ancak istemeden verilen malı alması caizdir.

Aç veya hasta olanın yiyecek istemesi gerekir. Bir günlük yiyeceği olup da çalışabilecek haldeki kimse, ilim öğrenmekle veya öğretmekle meşgul ise, yiyecek istemesi caiz olur.

Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez. Camide cemaat arasında dolaşarak dilenmek haramdır. (Redd-ül Muhtar)

Görüldüğü gibi, İslamiyet’te, eli ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çalışmayıp kendini sadaka isteyecek hâle düşüren, 70 şeye muhtaç olur.)
[Tirmizi]
(Muhtaç olmadan dilenen, ateş koru yutan kimse gibidir.) [Beyheki]
(Mal biriktirmek için dilenen, ateş koru dilenmiş olur.) [Müslim]

(Kendisinin veya çoluk çocuğunun katlanamayacakları bir ihtiyacı yok iken, dileneni Allahü teâlâ ummadığı yer ve zamanda muhtaç eder.)
[Beyheki]

(Dilenci, dilenmekteki vebali bilseydi, hemen dilenmekten vazgeçerdi.)
[Taberani]

(Gerçek yoksul, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi olmayan, hatırlanmadığı için sadaka verilmeyen, kendisi de kalkıp kimseden bir şey istemeyen kişidir.)
[Buhari]

(Şu üç şey için yemin ederim: Sadaka vermekle asla mal eksilmez. Öyle ise sadaka verin! Zulüm gördüğü şahsı, Allah rızası için affeden, dünya ve ahirette aziz olur. Öyle ise affedin! İsteme kapısını açana da, Allahü teâlâ fakirlik kapısını açar.)
[İ.Ahmed]

(Dilenmeye mani olan zenginlik, sabah-akşam yiyeceğe malik olmaktır.)
[Rüzeyn]

Dilenmekteki ölçü
Bir günlük yani sabah-akşam yiyeceği olanın dilenmesi caiz değildir. Dilencinin önünde bir günlük yiyecek parası varsa, ona bir şey vermek caiz olmaz. Fakat önünde para yoksa veya çok az varsa, onun bir günlük yiyeceği olduğu bilinmediğinden sadaka vermek caiz olur.

Her gün az da olsa sadaka vermelidir. Bir ay bekleyip de daha çok vereyim diyerek sadakasız gün geçirmemelidir.

Bilal-i Habeşi hazretleri, misafirlerine ikram etmesi için Resulullah efendimize vermek üzere en iyi hurmalardan bir yığın hurma ayırmıştı. Bir gün Peygamber efendimiz, Hz. Bilal’in evine gelip bu hurmaları görünce, bunların ne olduğunu sordu. Hz.Bilal de, (Bunları misafirlerinize ikram edesiniz diye size vermek üzere sakladım) dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bunların Cehennemde duman olmasından korkmuyor musun? Ya Bilal bunları infak et, azalır diye korkma!) [Bezzar]
Hediye için bile uzun müddet saklamak uygun görülmemiştir.

Sual: Birisinden bir şey istemek caiz midir?
CEVAP
Bir günlük yani sabah ve akşam yiyeceği olan kimsenin başkasından bir şey istemesi haramdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İhtiyacını karşılayacak bir şeyi varken, bir şey isteyen, muhakkak Cehennem ateşini çoğaltmış olur) Bunun üzerine (Ya Resulallah, istemeye mani olan zenginlik nedir?) diye sual edildiğinde Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Sabah ve akşam yiyeceği kadar bir mala sahip olmak.) [Ebu Davud]
Başka bir rivayet ise şöyle:
(Sabah ve akşam karnını doyuracak kadar yiyeceği olmak.) [İbni Huzeyme]

Bir günlük yiyeceği varken dilenmek haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kim bana insanlardan bir şey istemeyeceğine söz verirse, ben de Onun Cennete gireceğine kefil olurum.) [Nesai]

(Kim insanlardan bir şey istemezse, Allahü teâlâ onu zengin eder. Kanaat edene de Allah kâfidir.)
[Bezzar]

(Halktan bir şey istemeyin! Bir misvakı bir defa kullanmak için de olsa.)
[Beyheki]
(Açgözlü olmaktan, istemekten sakının! Tamah, fakirliğin tâ kendisidir.) [Taberani]

(Sakın kimseden bir şey isteme! Kırbacın düşse bile, başkasından isteme, inip kendin al!)
[İ. Ahmed]

Hz. Ebu Bekir, deve ile giderken devenin yuları düşünce, devesini çöktürüp yuları aldı. Oradakiler, (Bize söyleseydin de biz alıp sana verseydik, inmene ne lüzum vardı?) dediler. Hz. Ebu Bekir, (Resulullah bana, halktan bir şey istemememi emretti) buyurdu. (İ. Ahmed)
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Edep - Haya - İffet


Sual: Edebin dinimizdeki yeri nedir?

CEVAP
Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edepli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, (Evladınızı edepli, terbiyeli yetiştirin) buyuruluyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlaklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlakı en güzel olandır) buyuruldu.

Hz. Ömer, (Edep, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayasından Resulullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Hadis-i şerifte, (Resulullahın hayası, bakire İslam kızlarının hayasından çoktu) buyuruldu. (Buhari)

İbni Mübarek hazretleri, (Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edepli ile görüşemesem üzülürüm) buyurdu

Her zaman her yerde edepli, hayalı olmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte, (Hayasızlık insanı küfre düşürür) buyuruldu. Haya, bir binayı tutan direk gibidir. Direksiz binanın durması kolay olmadığı gibi, hayasız kimsenin de imanını muhafaza etmesi zordur.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan haya edin! Allah’tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar.) [Tirmizi]

(Haya, baştan başa hayırdır.)
[Müslim]
(Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet’in ahlakı da hayadır.) [İbni Mace]
(Hayasız olan hep kötülük eder.) [İbni Mace]

(Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.)
[Deylemi]

(Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.)
[Ebu Nuaym]
(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, çirkin söz söylemez ve hayasız değildir.) [Tirmizi]

(Haya imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.)
[İ.Maverdi]
(Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir.) [İbni Hibban]

(İnsan, salih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!)
[Beyheki]

(Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez.)
[Deylemi]

(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.)
[Beyheki]

(İman çıplaktır, süsü haya, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir.)
[Deylemi]
(Haya insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu.) [Taberani]
(Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.) [Hakim]

Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdendir) buyuruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah’tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hz. Ebu Bekir, (Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir) buyurdu.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.) [Nur 19]

Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir.

Allahü teâlânın nimetinde, nimeti vereni görmeli, daima Onun huzurunda olduğunu düşünmeli, mesela otururken, yatarken edebe riayet etmelidir. Yerken, içerken, konuşurken, okurken, yazarken ve her çeşit iş yaparken, bütün bunların Allahü teâlânın kudretiyle yapıldığını, bütün işlerde Onun emrine uyup yasak ettiklerinden sakınmayı düşünmelidir. Böyle düşünmek çok üstün bir ibadettir.

Mahrem konuları edeple sormak lazım
Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.

Hz. Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hz. Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari)
Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi)
Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53]

Sual: Bazı kimseler, müstehcen konuşuyor. Ayıp şeyler söylüyor. İnsanların ayıplayacağı çirkin işler yapıyor. Müslüman olan kimse, böyle şeyler yapar mı?
CEVAP
Hadika
’da buyuruluyor ki:
Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fahiş denir. Buradaki manası çirkin olan işleri açık kelimelerle anlatmak, müstehcen konuşmak demektir. Cima için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Cimayı, abdest bozmayı ve necaseti anlatmak gerektiği zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir! Kinaye,bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli olan, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde, cima için lems [dokunmak] kelimesini söylemiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fuhuş söyleyene Cennet haramdır.) [Ebu Nuaym]

Dinimizde hayanın, utanmanın yeri çok mühimdir. Hayası olan, Allahü teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. Açıktan günah işleyen kimse, hem insanlardan, hem de Allah’tan çekinmediğini gösterir. (Allah’ın bildiğini kuldan ne saklıyayım) demek doğru değildir. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayasızlıktır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haya ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır.) [Tirmizi]

(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar.)
[Müslim]

(Bir günaha düşen, Allah’ın örtüsünü, onun üzerinde bulundurmalıdır!)
[Müslim]

İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse, fasıklar bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar?) diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun için (Kabahat da gizli, ibadet de gizlidir) denmiştir.

Bunun gibi atasözlerinin çoğu bir hadis-i şerife dayanmaktadır. (Haya elbisesine bürünenin aybı görülmez. Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin ve duyulunca insanların hoşlanmıyacağı şeylerden kaç!) buyurulmuştur.

Haya, imanın esasındandır
Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayasız kimsenin küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdür) buyuruldu. (Hakim)

Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.) [Beyheki]

(Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının! )
[Nesai]
(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez.) [Tirmizi]

(Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır.)
[İbni Ebiddünya]
(Allahü teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez.) [İbni Ebiddünya]

Görüldüğü gibi, hayanın iman ile, hayasızlığın da imansızlık ile alakası büyüktür. İnsanlardan utanan kimsenin, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. İnsanları, böyle kimselerin zararından sakındırmak için onların gıybetini yapmak caizdir. Hadis-i şerifte, (Haya cilbabını [örtüsünü] üzerinden atanları gıybet etmek günah olmaz) buyuruldu. (Haraiti)

Yalnız iken de Allah’tan haya etmeli
Evde kimse yok iken de, çıplak durmak günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalnızken de, avret yerinizi açmayın! Zira yanınızda hiç ayrılmayanlar [hafaza melekleri] vardır. Onlardan utanın ve onlara saygılı olun.) [Eşiat-ül-lemeat]

(Avret yerlerinizi örtün! Yalnız iken de Allahü teâlâdan haya edin!)
[Tirmizi]
(Allahü teâlâ hayayı ve örtünmeyi sever. Öyle ise yıkanırken avret yerinizi örtün.) [E. Davud]

(Gece guslederken avret yerini açmaktan sakının. Eğer sakınmayan çıkar da, onda delilik alameti görülürse, kendisinden başkasını suçlamasın.)
[Hakim.]

Avret yerini açmak veya başkasının avret yerine bakmak büyük günahtır. Hamama, kaplıcaya, denize gidenin diz ile göbek arasını ve dizlerini de örtmesi farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Erkeğin göbek ile dizleri arası avrettir.) [Ebu Davud]
(Uyluk avret yeridir.) [Buhari, Ebu Davud, Tirmizi]

(Avret yerini açmak büyük günahtır.)
[Hakim]
(Erkek, erkeğin; kadın, kadının avret yerine bakması helal olmaz.) [Müslim]

(Evlerin en kötüsü hamamdır. Orada sesler yükselir, avretler açılır. Tedavi veya kirden temizlenmek için girecek olan örtülü girsin.)
[Taberani]

(Allah’a ve ahirete inanan hamama peştamal ile örtülü girsin!)
[Nesai]
(Avret yerini açana ve başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!) [Beyheki]
(Din kardeşinin avret yerine kasten bakanın kırk gecelik namazı kabul olmaz.) [İ. Asakir]

Aşık olmak günah mı?
Sual:
Günah işlememek şartı ile birini sevmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Sevgi, insanın elinde olmayan bir duygudur. İffeti, yani namusu korumak ve günah olan işlerden kaçmak şartı ile birisine karşı sevgi duymakta mahzur yoktur. Hatta iffetini koruyarak sevgisini gizlemek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehiddir.) [Hakim, Hatib]

(Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, Allahü teâlâ affedip Cennetine koyar.)
[İbni Asakir]

Demek ki, dinimizde iffeti muhafaza etmek ve sevgisi sebebiyle günah işlememeye sabretmek, çok sevaptır. Çünkü genel olarak sevgi insanı kör ettiği için, insanın kendisini günah işlemekten alıkoyması zordur. Zor olan işleri başarmanın sevabı da büyük olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk belasına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir.) [Deylemi]

İffetlinin eşi de iffetlidir
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Aklı dinlemeyen, en çok ona isyan eden şehvettir. İnsanların, başkalarının ayıplamaları gibi sebeplerle bu şehvetten kaçınmaları faydalı ise de, büyük sevap alamazlar. Fakat günah işlemek için bütün imkanlara sahipken, ortada hiçbir korku yok iken, sırf Allah rızası için, Allah’tan korktuğu için şehvetine esir olmazsa, ona mani olursa, en büyük fazilete kavuşur. Bu derece sıddıklar, şehidler makamıdır.)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Haya, iffet, dile hakimiyet ve akıl, imandandır. Böyle kimselerin ahiret arzusu çoğalır, dünya hırsı azalır. Cimrilik, müstehcenlik, çirkin sözlülük, hayasızlıktan, nifaktan ileri gelir. Böylelerinde dünya hırsı çoğalır, ahiret arzusu azalır.) [Beyheki]

Erkekler, iffetsiz olursa, yakınları da kötü yola düşebilir. Peygamber efendimiz, (Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur) buyurdu. (Taberani)

İbni Neccar
ın bildirdiği (Zina eden, aynı şeye maruz kalır) mealindeki hadis-i şerif, iffetli olmayanın yakınlarının da, iffetsiz olabileceğini göstermektedir. İffetli olmaya gayret eden bunu başarır. (İffetli olmak isteyeni Allahü teâlâ iffetli kılar) hadis-i şerifi buna delildir. (Hakim)

Gayrı meşru işler, dünyada insan için yüzkarasıdır. Ahirette ise, azabı çok şiddetlidir. “Ben ölmem” veya “Cehennem ateşi bana zarar vermez” diyen varsa, dilediği kötülüğü işlesin! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Ahiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!) [Eyyühel veled]
Öleceğine inanan ve öldükten sonra başına gelecekleri düşünen, kötülük işleyebilir mi?

İffetli olmak için
İnsana en büyük zarar, kötü arkadaştan gelir. Kötü arkadaşlarla düşüp kalkan, kılavuzu karga olan nasıl her zaman temiz olabilir?

İyi insanlarla beraber olan kimse, bir müddet onlar gibi iyi iş yapmasa bile, onların yanında kötülük edemez. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini arkadaşının dini gibidir) buyuruluyor. (Tirmizi)

Şu halde yapılacak iş, arkadaşlık edilen kimselere dikkat etmek ve kötü arkadaşlardan uzak durmaktır. Namuslu, iffetli yaşamak isteyene cenab-ı Hakkın bunu nasip edeceği din kitaplarında yazılıdır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İffet talep edeni, Allahü teâlâ iffetli kılar.) [Hakim]

İffetli olan, aile efradının da iffetli olmasını ister. Onları da kötülükten korur. Kendisi kötü olursa, bir gün çoluk çocuğu da Allah saklasın kötü yollara düşebilir. Çocuklarının iffetsiz olmasını hangi ana-baba isteyebilir?

Çocuklara iyi örnek olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder!) [Taberani]

(Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşamak ve iffetli olmak gerekir.)
[İbni Asakir]

Asaletin önemi
Asalet, diğer hasletlerle birlikte olursa kıymetlidir. Herkes Âdem aleyhisselamdan gelmiştir. Her iyi kimsenin çocukları iyi olur, her kötünün çocukları da kötü olur diye bir kaide yoktur.

Hz. Âdem’in ve Hz. Nuh’un oğlunun biri kâfir olmuştur. Nuh aleyhisselam ile Lut aleyhisselamın hanımı kâfir idi. Ebu Cehil kâfirinin oğlu ise, insanların en üstünlerinden, yani sahabi idi. Peygamber efendimizin öz amcası Ebu Leheb kâfir idi.

Ana-babanın günahkâr olmasından dolayı, çocukların da iyi bir insan olamıyacağı anlamını çıkarmak çok yanlıştır. Allahü teâlâ, kötüden iyi, iyiden kötü yaratır. Kur'an-ı kerimde birkaç yerde, (Ölüden diri, diriden ölü çıkarır) buyuruyor. (A.İmran 27)

İslam âlimleri bu âyet-i kerimeyi açıklarken, (Kâfirden müslüman, müslümandan kâfir yaratır) buyurmuşlardır. Bunun için, soyundaki kimselerin kötü olması, kendisinin de kötü olacağını asla göstermez. Hepimiz Âdem aleyhisselamdan geldik. Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Allah indinde üstünlük ancak takva iledir. (Allah indinde en üstününüz, Ondan en çok korkanınızdır) buyuruluyor. (Hucurat 13)
[Takva ehli olmak, Allah’tan korkup dinin emirlerine uymak ve yasak ettiklerinden kaçmak demektir.]

Güzel huy bir asalettir
Muteber olmayan bir kitapta diyor ki:
(Asalet olmayınca, verilen terbiyenin fazla tesiri olmaz. Bakırı ne kadar silip parlatsanız, üç gün sonra gene kararmaya başlar. Suni parlaklık kısa bir zaman devam edebilir. Altın hiçbir zaman pas tutmaz. Silmezseniz bile parlaklığını yine muhafaza eder. Şu hadise, asaletin ne kadar önemli olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.)

Kitap muteber olmadığı gibi, bu fikir de, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırıdır.
Bir kimse, asil bir aileye mensup olmasa da, güzel huylu ise, dindar ise, onun için güzel huyu ve dindarlığı asaletten çok kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Güzel huy gibi asalet olmaz.) [İ.Mace]
(Kadın, malı, güzelliği, asaleti ve dindarlığı için nikah edilir. Sen dindar olanı seç ki, maddi ve manevi nimete kavuşasın!) [Buhari]

Nasihat ile asaletsiz insan da terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir.) [Zariyat 55]

Asaletsiz olanı da terbiye etmek mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz, (Ahlakınızı güzelleştirin) buyurur muydu? (İbni Lal)

Hazret-i Lokman’a sordular:
- Edep, asalet, mal ve ilimden hangisi daha üstündür?
- Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır.
Oğlu, Hz.Lokmana sorar:
- En iyi haslet nedir?
- Dindar olmaktır.
- Peki babacığım, bu haslet iki olursa?
- Dindarlık ve mal sahibi olmak.
- Üç olursa?
- Dindarlık, mal ve haya.
- Dört olursa?
- Dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak.
- Beş olursa?
- Dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir.
- Altı olursa?
- Oğlum, bu beş haslet kimde olursa, o kimse takva ehli, temiz bir kimsedir, Allahü teâlânın dostudur, şeytandan uzaktır.

İffetin önemi
Allahü teâlâ, insan neslini devam ettirmek için, erkek ve kadınları birbirlerine cazip kılmıştır. Aynı zamanda, bu duygu karşısında, insanları dünyada çetin bir imtihana tâbi tutmuştur. Bu imtihanı kazanan, dünya ve ahiretin kahramanıdır. İnsanların iyi veya kötülüğü, daha çok iffet işinde belli olur.

Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimin birçok yerinde, iffetini koruyabilene, büyük mükafatlar vaat etmiş, iffetini korumayana da, Cehennem azabını göstermiştir. Allahü teâlâ, iffetsizleri, adam öldüren bir katil ile bir tutmaktadır. Müminlerin vasfını anlatırken de buyuruyor ki:
(Müminler, namazlarını huşu içinde kılar, boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet eder.) [Müminun 1-8]

İffetsiz olan, Allah katında günahkâr, halkın yanında da itibarsızdır. Bir namussuzun toplumdaki iyilerin yanında itibarı [saygınlığı], bir köpeğin itibarı kadar yoktur. Zengin ve çok güzel bir kadın, eğer iffetsiz ise, itibarsızdır. Fakir ve namuslu bir kadın ise, her zaman itibarlıdır, saygıya layıktır.

Dünyadaki pek çok rezaletler, cinayetler, kavgalar, kıskançlıklar, özetle bütün fenalıklar, iffetsizlik yüzünden meydana gelmektedir. İnsanların pek çoğu, iffetsizliğin kötülüklerini bildikleri halde, kendilerini bu kötü yollara sapmaktan alıkoyamaz. Bu kuvvetli duygu karşısında, insanları alıkoyacak çareler vardır. Bu; terbiye ve ahlak meselesidir.

Allah’tan korkan bir insan iffetsiz olamaz. O halde, çocuklarımıza Allah korkusunu öğretmeye çalışmak, bizim için en başta gelen görev oluyor. Allahü teâlâdan korkmak için, Allah’ı iyi bilmek lazımdır. Allah’ı bilmek için, Onun büyüklüğünü ve sıfatlarını öğrenmek zorundayız. Allahü teâlâyı hiç düşünmeyen bir topluluk için, Allah korkusuna sahip olmak kolay değildir. Allahü teâlâdan korkmak da, bir bilgi, bir çalışma ve bir gayret işidir. Durup dururken, Allah korkusu meydana gelmez. Dinin emir ve yasaklarına riayet edene kolay gelir.

Özellikle büyük şehirlerde iffet işi tehlikeli bir yoldadır. Bir genç kızın, kendi başına yalnız kendi aklı ve anlayışı ile iffetini muhafaza etmesi, cidden güçtür. O genç kız, eğer biraz da güzelse, hatıra ve hayale gelmeyen tehlikelerle çevrilmiş demektir. Bu tehlike, okulda, yollarda, otobüste, komşularda, hatta evinin içinde, telefonda, internette yakasını bırakmaz.

Kızlarımız, tehlikeler karşısında aciz bir mahluk olarak, ahlaksızların elinde bir oyuncak olmamalıdır. Bu devirde herkesten, her yerde ona zarar gelebilir. Bu zarar, onun parasına, puluna değil, şeref ve haysiyetinedir. Paraya olan zarar telafi edilebilir. Manevi zarar, yerine konamaz. Ahlaksızların içinde genç kız için şerefle yaşamak çok güçtür. İffetli bir kız, diğer bazı kızlar gibi, flört yapmaya heveslenmemeli. Bu tehlikeli bir tecrübedir. Esasen flörtle yapılan evlilik, çok zaman mutluluk getirmez.
İffeti muhafaza için, gençleri zamanında evlendirmeli, iffeti zedeleyecek yerlerden uzak durmalıdır. Gençliğin hakkı adı altında çeşitli eğlenceler, genç kızı elde etmek için birer tuzaktır. Bunun tuzak olduğuna inanmayan bir kız, tuzağın içine düştükten sonra, aklı başına gelir. Fakat iş işten geçmiştir. Tuzağın görünüşteki cazibesine kapılan kızlar, erkeklerin elinde çabucak birer oyuncak hâline gelir. Kendine güvenen bir kız bile, onların karşısında sonuna kadar dayanamaz. Yakışıklı bir erkeğin aldatıcı gülümsemesi karşısında, yenilebilir. Artık o kız, tuzağa düşmüştür. O tuzaktan kurtulan pek az veya hiç yoktur. Halbuki, o tuzak dediğimiz eğlence yerlerine gitmemek daha kolay bir iştir. (Göz görmeyince, gönül katlanır) diye bir atasözü vardır. Oraya gitmeyen bir genç kız, oranın tehlikesinden kurtulmuş olur. Giderse, kurtulması zordur.

İffet; bir genç kızın veya kadının, değer biçilemeyen bir mücevheridir. Bu mücevheri ele geçirmek için, Allahü teâlâdan korkmayan her erkek bütün şeytanlığını kullanır. Ele geçirdikten sonra, maksadına erişmiştir. Artık o, mücevherlikten çıkmış, âdi bir taş olmuştur. Sokağa atılıverir. Bu alışverişte, erkek, bir namus hırsızı, kadın ise, mücevherini çaldırmış, bir zavallıdır.
Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Bir kızın küfvünü [dengini] bulunca, hemen evlendiriniz!) [Tirmizi]

Görülüyor ki, kadını, kızı küfvüne, yani dengine vermek gerekir.
Küfv,erkeğin soyda, malda, din işlerinde ve şerefte kadına uygun olması demektir.

Küfv demek, zengin olmak, maaşı çok olmak demek değildir. Küfv olmak, erkeğin salih müslüman olması, namaz kılması, içki içmemesi, yani İslamiyet’e uyması ve nafaka kazanacak kadar iş sahibi olması demektir. Erkeğin, yalnız zengin olmasını, apartman sahibi olmasını isteyenler, kızlarını felakete sürüklemiş, Cehenneme atmış olurlar. Kızın da namaz kılması, başı, kolu açık sokağa çıkmaması gerekir.

Namuslu olmanın önemi
İffet, yani namus ne kadar önemli ise, namussuzluk da o kadar kötüdür. Namusun önemi hakkındaki hadis-i şeriflerin birkaçı şöyledir:
(İyi bilin ki, namusunu koruyana Cennet vardır.) [Hakim]
(Zinadan korunan müslüman Cennete girer.) [Beyheki]

(Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşayın ve iffetli olun!)
[İbni Asakir]
(Başkasının karısını kızını ayartan bizden değildir.) [Hakim, İ.Ahmed]

(Bir kadın, beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocası ile iyi geçinirse, dilediği kapıdan Cennete girer.)
[İ. Hibban]

(Şu altı şeyi yapanın Cennete girmesine kefilim: Doğru konuşan, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan, ellerini kötülükten çeken.)
[İ.Ahmed]

(Haya on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir)
hadis-i şerifinde de bildirildiği gibi, kadınların hayası erkeklerden çoktur. Öyle olmasaydı, çok çirkin işler meydana çıkardı. Din düşmanları bunu bildikleri için, daha çocukken kadınlardan hayayı kaldırmaya çalışıyorlar. Hayasız bir toplum meydana getirmeye çalışıyorlar. Müslüman kadını hayalı olmaya devam etmelidir. Hadis-i şerifte, (Haya güzeldir, fakat kadında daha güzeldir) buyuruldu. (Deylemi)

Eşini kıskanmak
Sual:
Karı-kocadan birinin eşini kıskanmasında bir sakınca var mıdır?
CEVAP
Bazıları eşini kıskanmayı ayıp gibi, çağ dışı gibi göstermeye çalışıyorlar.
Gayur olmak, yani namusunu korumak için, meşru hudutlar içinde kıskançlık göstermek dinimizin emridir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mümin gayur olur. Allahü teâlâ ise daha gayurdur.) [Müslim]
(Allahü teâlâdan daha gayuru yoktur ve bunun için fuhşu yasaklamıştır.) [Buhari]
(Namus gayreti imandan, kadın-erkek bir arada eğlenmek de nifaktandır.) [Deylemi]

Namusunu kıskanmayana deyyus denir. Deyyuslar için hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Cenneti yaratınca, “Cimri sana giremez, deyyus senin kokunu bile duyamaz” buyurdu.) [Deylemi]

(İçki içene, ana-babasına asi olan kimseye ve deyyusa, Cennete girmek haramdır.)
[İ.Ahmed]

Bu büyük günahları işleyen kimsenin zerre kadar da olsa imanı varsa, günahlarının cezasını çektikten sonra Cennete gider. Fakat günahlar insanı küfre sürüklediği için, bu günahlara devam etmek büyük felakete yol açar.

Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bir an önce tevbe edip günahlardan sıyrılmalıdır. Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur.

Kadının, kocasını da kıskanması normaldir. Fakat kıskançlığıyla meşru sınırı aşmamalıdır.
(Allahü teâlâ, kıskançlığı kadınlara ve cihadı erkeklere yükledi. Hangi kadın, bu emre iman ederek sabrederse, şehid olan mücahid kadar sevap kazanır) hadis-i şerifinde de, kadınların sabır göstermelerine işaret buyurulmaktadır.

Sual: Hadis-i şerifte "Haya imandandır" buyurulmaktadır. İbadetlerini başkalarına göstermekten de haya etmek böyle midir?
CEVAP
İbadetlerini başkalarına göstermekten haya etmek caiz değildir. Haya, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten ve emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktan [ehl-i sünnet kitaplarını yaymaktan] ve imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur'an ve mevlid okumaktan haya etmek caiz değildir. (Haya imandandır) hadis-i şerifinde, haya, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan haya etmesi gerekir. Bunun için, ibadetlerini sıdk ile, ihlas ile yapmalıdır.

Buhara âlimlerinden birisi, sultanın oğullarının sokakta abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asa ile bunları dövdü. Kaçtılar. Babalarına şikayet ettiler. Sultan, bunu çağırıp, sultana karşı çıkanın hapis olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevap olarak, Rahmana karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultan, emr-i maruf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultan yaptı cevabını verince, beni halife sultan yaptı dedi. Beni de, halifenin Rabbi vazifelendirdi dedi.

Sultan, sana Semerkand şehrinde emr-i maruf yapmak vazifesini veriyorum dediğinde, ben de kendimi bu vazifeden azlettim cevabını verdi. Bu cevabına hayret ettim, emir olunmadan, izin verilmeden vazife yaptığını söyledin. İzin verilince de, azlolunmanı istiyorsun dedi. Sen izin verince, sonra azledersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azledemez dedi. Bu söz üzerine sultan, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir ferman yaz da, Cehennemdeki meleklerin reisi olan Malik, beni ateşte yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultanım var ki, her şeyimi Ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsan etti. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultan, beni duadan unutma diyerek serbest bıraktı.
 

uzm@n

New member
Local time
05:59
Katılım
14 Mart 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Evliyayı tanımakSual: Evliya nasıl tanınır, vasıfları nelerdir?
CEVAP
Çalışmak farz olduğu için, enbiya ve evliya da çalışır. Mesela Âdem aleyhisselam, çiftçilikle uğraşırdı. Nuh aleyhisselam marangoz, Davud aleyhisselam demirci idi. Evliya-i kiram da çeşitli meslek sahibi idiler. Allahü teâlâ, (Sevdiklerimi [evliyamı] halkın içinde saklarım, herkes tanıyamaz) buyuruyor. Onları tanıyan kimseler az da olsa vardır.

Evliyanın vasıflarından bazıları şöyle bildirilmiştir:
1- Evliyanın kerameti olur. Gaybı yalnız evliya değil, melekler ve hatta Peygamberler bile bilmez. Ancak Allahü teâlâ, dilerse, herhangi bir kuluna da bildirir. Peygamber efendimizin gaybı bildiren çok mucizesi vardır. Evliyanın da gaybı bildiren çok kerametleri görülmüştür.

2-
Evliyayı gören kimsenin gönlü ona mail olur. Evliyanın her sözü, her hareketi İslam’a uygundur. Yanında bulunan kimselerin kalblerinde Allah korkusu ve Allah sevgisi hasıl olur. Başka şeylerden soğur. Evliya, ölü kalbleri diriltir. Kalblerdeki pası temizler. Onun yanında duranın günah işleme arzusu yok olmaya başlar.

3-
İtikadında bozukluk olan evliya olamaz. Amelde ve itikadda bid’atin zulmeti, evliyalık nurunun kalbe girmesine mani olur. Kalb, bid’atlerden temizlenmedikçe ve doğru itikad ile süslenmedikçe, hakikat güneşinin ışıkları oraya giremez.

4-
Evliya bütün kötü huylardan uzaktır. İyi huylarla süslenmiştir. Kendisine zulmedeni affeder, darılana iyilik ve ihsanda bulunur. Onda mal, mevki ve şöhret hırsı bulunmaz. Övülmeyi sevmez. Yerilmekten korkmaz. Tevazu sahibidir. Kendisini kimseden üstün görmez. Hiç kimseyi aşağılamaz. İlim sahibidir, ihlasla amel eder. Kimsenin zararını istemez. Herkese merhamet eder, acır. İnsanların saadeti için çalışır. Sözünde durur. Emanete riayet eder. Kimseye hıyanet etmez. Suizan, gıybet ve fitneden kaçar. Haklı olsa da münakaşa etmez. Belalara, sıkıntılara göğüs gerer. Nimetlere şükreder. Ehline danışarak iş yapar. Günah işlemekten ve bilhassa imansız gitmekten çok korkar. Çok istiğfar eder.

Kısacası evliya en iyi insan demektir. Muhammed Salim hazretlerine, (Bir kimsenin evliya olduğu nasıl anlaşılır?) dediklerinde, (Tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile bir kimsenin veli olduğu anlaşılır) buyurdu.

Eskiden evliya çok idi
Eskiden Abdülkadir-i Geylani, imam-ı Rabbani ve Ahmed Rıfai hazretleri gibi mürşid-i kâmil olan evliya var idi. Evliya oldukları bazı vasıfları ile bilinirdi. Böyle zatların vasıfları kitaplarda bildirilmiştir. Allahü teâlanın sevgisine kavuşmuş olana Evliya denir. Başkalarının da kavuşmalarına vasıta olana Mürşid denir. Mürşid-i kâmilin, yani rehberlik eden evliyanın alameti, itikadının düzgün olması ve İslam ahkamına tam uymasıdır. Sözleri, hareketleri İslam ahkamına uygun olmayan zat, havada uçsa da, rehber olamaz. Evliya ile konuşmak ve onu görmek, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. Allahü teâlâdan başka her şey kalbe soğuk gelir. Allahü teâlâ, (Evliyam şunlardır ki; ben anılırsam, onlar hatırlanır, onlar hatırlanınca ben anılırım) buyuruyor. Resulullah efendimize, evliyanın alametleri sorulunca, (Onlar görülünce Allah hatırlanır) buyurdu.

Mürşidin vasıfları
Eski mürşidlerin vasıflarından birkaçı şöyledir:
1- Lüzumlu akaid ve fıkıh bilgilerine vâkıf idiler. Fıkıh bilmeyen evliya olamaz.

2-
Hep güler yüzlü olup, bir anne şefkati ile talebeyi terbiye ederler idi.

3-
Hiç bir talebenin parasında gözü olmazdı. (Allah’ın evliyası, cömertlik ve güzel ahlak üzere yaratılmıştır) hadis-i şerifine uygun vasıfta olup, talebelerine elinden gelen yardımı yaparlar idi.

4-
Talebelerinin sırlarını gizli tutarlardı. (Seçilmişlerin kalbleri sırların mezarıdır) denirdi.

5- (Üstada da, talebeye de saygılı olun)
hadis-i şerifine göre merhametli ve tevazu sahibi idiler.

6- (Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır)
mealindeki âyet-i kerime mucibince ilimleri ile büyüklenmezlerdi.

İlmi ile mağrur olanlar, ilimleri az olanlardır. Az bir şey öğrenince her şeyi öğrendiklerini zannederler. Fazla bilgi sahibi olanlar, ilmin sınırsızlığını ve sonuna ulaşmaktan aciz olduklarını bildiklerinden tevazudan ayrılmazlar. Zaten âlim, bilmediklerinin bildiklerinden çok olduğunu bilen zattır.

7-
Bilmedikleri olursa, “Bilmiyoruz” demekten çekinmezlerdi.
Peygamber efendimiz de, bütün yaratılmışların en üstünü olduğu halde, (Bilmiyorum, Cebrail aleyhisselama sorayım da öyle cevap vereyim) buyurmuştur. Hz.İbni Abbas da (Bilmiyorum diyemeyen helak olmuştur) buyuruyor.

8-
Malayani, yani boş konuşmazlardı.

9- Talebeleri de üstün kimselerdi. Her talebe, Allahü teâlânın sevgisi ile ve Onun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanardı. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldeydi. Uykuları kaçar, gözyaşları dinmezdi. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz, her işinde Allah’tan korkar, titrerdi. Allahü teâlanın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınırdı. Her işinde sabreder ve affeder, her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendinde görürdü. Her nefeste Allah’ı düşünür, gaflet ile yaşamaz, kimseyle münakaşa etmezdi. Bir kalbi incitmekten korkar, kalbleri Allahü teâlânın evi bilirdi. Eshab-ı kiramın hepsini, “radıyallahü teâlâ anhüm ecmain” diyerek iyi bilir, hepsinin iyi olduğunu söylerdi.

10-
İlmi ile amil idiler. Yani bildikleri ile amel ederlerdi. Bildiği ile amel etmeyen, kendi görüşünü din gibi ortaya atan ve bölücülük yapanlar kötü âlimlerdir. Kötü âlimler Kur’an-ı kerimde (Kitap yüklü merkebe) benzetilmiştir. (Cuma 5)

Bilin ki, evliyada üç alamet bulunur:
Biri, görenin gönlü, hep ona mail olur.

İkinci alameti sohbetten anlaşılır,
Her ne dese, dinleyen sözüne kail olur.

Üçüncüsü şöyledir, onun cümle azası,
Dinin edepleriyle, her zaman âmil olur.

Evliyayı sevenler ona gönül verenler,
Sayısız nimetlere şüphesiz nail olur.
Basireti açılır, gafleti zail olur.


Sual:
Üveysilik nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz veya evliyanın ruhları ile terbiye edilene üveysi denir. Kitaplardaki bilgiler şöyle:
Evliyadan birine üveysi olmak için her gün tenha bir yerde iki rekat namaz kılıp, bir Fatiha okuyup, sevaplarını onun mübarek ruhuna göndermeli, bir müddet onun ruhunu düşünmeli. Birkaç gün sonra onun üveysisi olunur. (Dürr-ül-mearif)

Evliyadan birinin üveysisi olmak için tenha bir yerde iki rekat namaz kılıp, sevabını o velinin ruhuna gönderip ruhunu düşünerek beklemelidir. (Makamat-i Mazheriyye)

Üveysi olmak için itikadın düzgün olması ve dinimizin emirlerine uyulması gerekir. Ayrıca, çok sevmek de şarttır. Böyle bir kimse, istediği velinin üveysisi olabilir. Üveysi olan da, o veli tarafından terbiye edilerek yükselir.

İmam-ı Rabbani hazretleri gibi Resulullah efendimizin vârislerinden birine üveysi olan, aynı zamanda Resulullaha da üveysi olmuş olur.


Sual:
Derviş ne demektir, nasıl olmalıdır?
CEVAP
Derviş, tasavvuf talebesi demektir. Allahü teâlâdan başka her şeyi gönlünden çıkarıp, İslamiyet’e tam uyarak, gönlünü yalnız Allahü teâlâya bağlayan; güzel huylarla süslenmiş kimse demektir.

Fakirlikte rahat, zenginlikte sıkıntılı olur. Olayların değişmesi, onu değiştirmez. Başkalarının kusurlarına bakmaz. Hep kendi kusurlarını görür. Kendini hiç kimseden üstün bilmez. Dost, düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılar, hiç kimse ile münakaşa etmez. Herkesin özrünü kabul eder. Dervişlik kılık kıyafet işi değildir. Onun için denmiştir ki:
Dervişlik olsaydı tac ile hırka,
Biz dahi alırdık otuza kırka

Dervişlik, kalb kırmamaktır. Bunu yapabilen, Allahü teâlânın rızasına kavuşur. Dervişlik, bir gönül işidir. Gönlünü Allah sevgisiyle dolduran ve her türlü işini bu sevginin gereklerine uygun yapan, İslam büyüklerini seven, onların terbiyesini kabul eden herkes derviş demektir.

Sözünde sadık bir derviş, daima Allahü teâlânın büyüklüğünü, Ona karşı kulluğunu, küçüklüğünü düşünür. Kalbi kırık olarak hep Ona yalvarır. Yalnız Ona sığınır, yalnız Ondan yardım bekler ve kulluk vazifelerini tam olarak yapar. Kulluk vazifelerini yapmak demek; İslam dininin emir ve yasaklarına tam uymak, her zaman Allahü teâlânın rızasına uygun olarak iş yapmak demektir.

Dervişler yıllarca akli ve nakli ilimleri tahsil etmiş, kuvvetli bir iman ve ahlak olgunluğuna ermiş, dış görünüşleri sade, alçak gönüllü, aza kanaat eden, herkese iyilik ve yardım için çırpınan, hoşgörülü, cefakâr, fedakâr, bir meslek ve sanat sahibi, fazilet örneği kimselerdi.

İslam ordularıyla birlikte harplere iştirak eder, kahramanlık örnekleri gösterirlerdi. Anadolu’nun fethi sıralarında, derviş gazilerin büyük hizmetleri görülmüştür. Bunlar, Anadolu’nun çeşitli köylerine gelip yerleşerek güzel ahlaklarıyla gönüller fethetmiş, yerli halkın İslamiyet’i kabul etmesinde önemli rol oynamışlardır.

Zenciler, fellahlar saygı görmeleri için kendilerini Arap olarak tanıttıkları gibi, topluma yük olan işsiz güçsüz takımı da kendilerini derviş olarak tanıtmışlardı.


Talebenin edebi
Sual:
Eski talebeler hocalarına yani mürşid-i kâmile karşı edebe nasıl riayet ederlerdi?
CEVAP
Ahmed Yesevî hazretleri buyuruyor ki:
Talebenin hocasına karşı riayet etmesi gerekli şeylerden bazıları şunlardır:
1- Hocanın, talebelerin hepsinden efdal olduğunu bilmek ve ona tam tâbi ve teslim olmak. Ona uyarak, yiyip içmek veya uyumak, ona uymadan gece sabaha kadar namaz kılmaktan ve her gün nafile oruç tutmaktan daha faydalıdır. Zira birincisinde, uymak ve teslimiyet, ikincisinde ise, kendi kafasına göre hareket etmek vardır.

2-
Talebe, uyanık ve dikkatli olmalı, hocasının söz ve işaretlerini anlamalıdır.

3-
Hocasının bütün sözlerinden ve işlerinden razı olmalı ve ona itaat etmeli.

4-
Hocasının özel hizmetinde veya emrettiği bir hizmeti yaparken gayet atik, dikkatli, ağırbaşlı olmalıdır. İsteksizlik, gevşeklik hâli, hocasının rızasızlığına sebep olabilir. Onun rızasızlığı, silsile yoluyla Resulullah efendimize gider. Zira İslam âlimleri Onun vârisleridir.

5-
Sözünde sadık olmalıdır. Hocasının büyüklüğü hususunda hiçbir zaman şüpheye düşmemeli ki, şüphe onun felaketine sebep olabilir.

6-
Hocasına itaatte ve teslimiyette çok titizlik göstermeli.

7-
Hocasının ufak bir işareti ile bütün malını ve mülkünü fedaya hazır olmalı, bunda en ufak bir tereddüt hâli bulunmamalı.

8-
Hocasına ait özel hâl ve sırları gizlemesini bilmelidir.

9-
Hocasının bütün hareket ve sözlerini dikkatle takip edip bunlara uymakta gevşeklik göstermemeli.

10-
Allahü teâlâya kavuşmak yolunda, kendisini vasıta yaptığı hocası için, her fedakârlığa hazır olmalı. Onu sevenlere dost olmalı, sevmeyenlere ve düşmanlarına sevgi göstermeyi öldürücü zehir bilmelidir.


Talebelik kolay mıdır?
Sual
: Eskiden Âlim ve evliya zatlara talebe olunuyormuş. Herkes talebe oluyor muydu? Talebeyi imtihan ediyorlar mıydı? Talebe nelere dikkat ediyordu?
CEVAP
Yunus Emre kırk yıl odun taşır, sırtı yara olur, bir gün kendi kendine (Bu kadar sene çalıştım, fakat hocamız bana bir derece bile vermedi) der.

Bu durum hocasına malum olur. Yunus Emre yine bir gün dağdan odun getirmeye gider. Odunu yükler sırtına, dönüş için koca dağın tepesine çıkar. Burada şehre inmek için dinlenirken, iri yarı genç bir delikanlı yanına gelir. 60 lık ihtiyar olan Yunus Emre'nin odununu alıp tepeden aşağı getirdiği yere yuvarlar. Halbuki Yunus Emre’nin o odunları toplaması birkaç saatini almıştı. Zira eğri odunları almaz, düz odun toplamak için dağ tepe dolaşırdı. Yunus Emre kızar ama sadece “Evladım ben genç olsaydım bu zulmü bana yapamazdın” diye söylenir. Genç delikanlı kerametle hemen şeklini değiştirir, Yunus Emre bakar ki bu genç kendi hocası. Özür dilemeye başlar ama hocası der ki:
Evet kırk yıldır odun taşıyorsun, ama benlikten kurtulamadın, ben genç olsaydım dedin, eğer BEN demeseydin seni çok yüksek makamlara eriştirirdik.

Tevazuu elden bırakmamalı, benlikten uzak kalmalı ki bir şeye kavuşmalı. Tecrübeli Yunus Emre bir şiirinde der ki:
Tevazu ile gelsin, kimde erlik var ise.
Merdivenden iterler, yüksekten bakar ise.
Kim ki yüksekte gezer, er geç yolundan azar
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.
Aksakallı bir koca, hiç bilmez ki hal nice
Boşa gitmesin hacca, bir gönül yıkar ise.

Talebeliğe talip olmak sıkıntıya talip olmak demekti. Bunu her babayiğit yapamazdı.
Bunun için talebelik zordur, odun taşıtırlar, ciğer sattırırlar, zehir tattırırlar, hepsine katlanmak gerekir.

Hz. Musa Peygamber iken Hızır aleyhisselama talebelik yapmıştır. Onun için âlimler (Talebe, rütbe itibarı ile hocasından üstün olsa da, hocasına tevazu göstermelidir. İlim talebesi, ilme ve ilim öğreten hocasına hürmet etmedikçe, öğrendiği ilmin faydasını göremez) buyurmuşlardır.

Tevazuun aşırı şekline temellük denir. Nefsini zelil etmek demektir. Bunu yapmak caiz olmaz. Temellük, ancak hocaya, üstada, âlime karşı caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Üstad hariç, temellük mümin ahlakından değildir.) [İ. Maverdi]
(Hocaya hürmet eden, Rabbine hürmet etmiş olur.) [İ. Maverdi]
(İlim öğrendiğiniz zata tevazu gösterin!) [Taberani]

Eskiden sadık bir talebe, hocasına hürmet olarak onun kapısını çalmaz, çıkmasını beklerdi. Hocasının hakkının ana-babasının hakkından önce geldiğini bilirdi. Hocasına hürmet göstermedikçe, ilimden fayda görmeyeceğini anlardı. Hocasının yanında izinsiz konuşmaz, konuşmak icap edince de az konuşurdu. Mecbur kalmadıkça sual sormazdı. Hocası, kendisine hitap ederse, ona bakar, başka hiç bir yere bakmazdı. Hocasından hoşuna gitmeyen bir işi görürse, kötü düşünmezdi. Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın kıssasını hatırlardı.

Abdullah-ı Ensari Hirevi hazretlerinin (Ya Rabbi! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor, sana kavuşamayan onları tanımıyor) buyurduğu gibi, Hak teâlânın rızasına kavuşmak için hocasının rızasına kavuşmayı, talebe kendine şart bilmeli. Hocasının kıymetini bilmeli, ona tam teslim olmalı. Cenab-ı Hakkın rızasına kavuşmak için hocasının sohbetini büyük nimet bilmeli.
Talebe edeplerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edepleri yerine getiremezse, yani uğraştığı halde başaramazsa affa uğrayabileceğini, aksi takdirde edepleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, hocasının feyz ve bereketlerine kavuşamayıp helak olacağını bilmeli. Talebe bilmeli ki, hocasının her işi, kendisine iyi ve güzel görünmedikçe, onun yüksekliklerinden hiç birine kavuşamaz. Hocasına sevgi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu felaket bilir. (Mek. Rabbani)

İlim ve sanat öğretenlerin hakkı büyüktür. Ustasına hürmet eden yoksulluk yüzü görmez. Ustasına hürmet etmeyenin de kazancının bereketi olmaz. Hadis-i şerifte, (Babalar üçtür. Bunların en iyisi ilim öğretendir) buyuruluyor. İlim öğreten zat, baba olarak bildirilmiştir. İlim öğreten üstadın duasını almaya çalışmalı! Hadis-i şerifte, (Babanın çocuğuna duası, Peygamberin ümmetine olan duası gibi makbuldür) buyuruluyor. İlim babası olan üstadın duası, elbette daha kıymetlidir. (İmad-ül islâm)

Hz. Ali’nin, (Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim) buyurması, hocaya hürmetin önemini göstermektedir. Bir harften maksat, ilimden bir meseledir.

İmam-ı Şafii hazretleri, bir çobanı görünce ayağa kalkar. Yanındakiler, (Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir?) diye sual edince, (Bu zat, bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim hocam olduğu için hürmet ediyorum) buyururdu.

Doğru yolu bulmamıza sebep olanlara, bize çok lüzumlu ilimleri öğretenlere, gösterilecek hürmetin önemini idrak etmeye çalışmalıyız! (R. Nasıhin)

Şihabüddin-i Sühreverdi hazretlerinin vasiyetinde yazılı hadis-i şerif şöyle:
(Üstadına hürmet etmeyen, üç türlü belaya maruz kalır:
1- Kendisine bilgi müyesser olmaz.
2- Bildiklerini de unutur.
3- Ömrünün sonunda fakirliğe duçar olur.)

Hoca hakkı, ana-baba hakkından daha üstündür. Çünkü, ana-baba evladı büyütür, bakar. Kötülükten, haramlardan korur. İbadete alıştırır. Hoca ise, hem dünya ve hem de ahiret hayatını kazandırır, din ve diyanetini, Ehl-i sünnet itikadını, farzları, haramları öğretir. Dinini, imanını öğreten ana-babanın hakkı, hoca hakkından da üstündür.

İslamiyet akıl dinidir
Sual:
Din kitaplarında, (İslamiyet, nakle dayanan akıl dinidir) buyuruluyor. Geçen günkü bir menkıbede, Yunus Emre’nin odun kesmek için dağın tepesine çıktığı anlatılıyordu. Niye dağın tepesine çıkıyor da aşağılardan odun kesmiyor? Bu akla zıttır. Bana hurafe gibi geldi. Menkıbe niye akla uygun değil?
CEVAP
İslamiyet’i tarif şekliniz eksik. Din kitaplarında, (İslamiyet, nakle dayanan akıl dinidir) denmiyor. (İslamiyet, nakle dayanan selim akıl dinidir) buyuruluyor. Selim akıl herkeste bulunmaz. Bulunsa idi, bütün dünya Müslüman olurdu. Bu İslamiyet gerçekten akla uygun derlerdi. Peygamber efendimiz bir anda Miraca çıkıp geldi, bu selim olmayan akla zıt olduğu için müşrikler inanmadı.

Hadis-i şerifte bildiriliyor ki:
(Dabbet-ül arz denilen hayvan, asa-i Musa ile müminin dokunur, alnına “cennetlik” yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, mührü Süleyman’ı vurur, “cehennemlik” yazılır, yüzü simsiyah olur) [Tirmizi]
Bu da herkesin aklına uygun gelmez. Müslüman olduklarını söyleyen Batıniler bile, hadis-i şerifi inkâr etmiyor, akla uygun değil diyorlar, tevil edilmesi gerekir diyorlar, yani başka anlamı var diyor.
Zamanımızdaki Müslüman gruplardan bile böyle düşünenler var. (Dabbetül arz, AIDS’tir) diyenler bile çıkmıştır. Güneşin batıdan doğmasını da akıl erdiremiyorlar. Nasıl dünya tersine döner ki diyorlar. Hıristiyanların Müslümanların kardeş olması gibi acayip teviller ediyorlar.

Demek ki selim olmayan akılla dini anlamak kolay değildir. Akıl dinde ölçü değildir. Akıl, Rafızilikte ölçüdür.

Dinde dört delil vardır. Akıl bunların içinde değildir. Akıl ile dini ölçmek yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Dini akılla ölçmek kadar zararlı bir şey yoktur.) [Taberani]
Eğer bir olay nakle dayanıyorsa, inkâr etmek doğru olmaz.
Odun olayı şöyledir:
Yunus Emre hazretleri, düzgün odun getirirdi, eğri odun bile kesmezdi. Hocasının dergahını kastederek, (Bu kapıdan odun bile olsa, eğrisi girmemeli) derdi. Onun için herkesin girdiği yerlere değil dağlara giderdi. Bu dağda yoksa öteki dağa giderdi, balta girmemiş ormanlar daha yüksekte oluyordu. Oralara çıkar, düzgün olanlarını keserdi. Yine böyle bir iki tepeye çıkıp odun toplar. Son çıktığı dağın tepesinden şehre kestirme yoldan gelmek ister. Dağın eteklerini dolanarak uzun yoldan gitmek istemez. Tepeden hemen aşağıya iniveririm diyor. Tam tepede iken biraz şurada dinleneyim diyor. Aklımızın almayacağı şekilde bir genç gelip, odunu şehirden tarafa değil de, öteki tarafa yuvarlıyor. Bunun selim akla zıt tarafı yoktur. Sakim olan akıl bunu anlamayabilir. Sakim olan akıl her zaman yanılmaya mahkumdur. Selim olan akıl Peygamberlerde bulunur. Eshab-ı kiramın aklı da onlarınkine yakındır.

Akıl denince kimin aklı esas alınır ki? Bizim aklımıza uygun gelen sizinkine gelmeyebilir, gelmiyor da. Gelse idi herkes, akıl dini diye Müslüman olurdu, herkes ehli sünnet olurdu. Bekara suresinin başında, (İyi kimseler gayba inanırlar, yani görmedikleri halde, bilmedikleri halde, akıllarına uygun gelmese de, doğru olduğuna inanırlar, beğenerek kabul ederler) buyuruluyor. Böyle gayba inananlardan olmalıdır. Benim aklım almıyor diye, nakle dayanan bilgileri inkâr etmemelidir.


Tasavvufta edep
Sual:
İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyük zatların sohbetinde bulunan kişiler sohbeti başkalarına da bildirmek için konuşulanları yazarlar mıydı? Yani sohbetlerde not tutarlar mıydı?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimlerinin sohbetlerinde not tutmazlardı. Not tutanları kibar şekilde ikaz ederlerdi. Bu notları okuyacak zamanınız olmaz derlerdi. Sohbette not tutmak, başka şeylerle meşgul olmak anlamına gelir. Bu ise edebe aykırıdır. Ayrıca, (İlim, sadırlardan [göğüslerden] satırlara geçince feyzi eksilir) buyururlardı. İlmi kalbden kalbe aktarmak gerekir.

İmam-ı Rabbani hazretleri, sohbetin edepleri hakkında buyuruyor ki:
Talebe, gönülden, her şeyi çıkarıp, bütün varlığı ile ona bağlanmalı. Onun yanında zikir bile yapmamalı, ondan başka hiçbir şeye bakmamalı. Bütün gücü ile, ona bağlanıp oturmalı, bir şey sorarsa, yavaş sesle cevap vermeli, yüksek sesle konuşmamalıdır.

Bir sultanın veziri, sultanın yanında iken, eli ile kuşağını düzeltir. Sultan, vezirin başka şey ile olduğunu görünce, Benim vezirim olasın da, benim karşımda, elbisenin kuşağı ile oynayasın, bu edepsizlik olur diyerek onu azarlar. Düşünmeli ki, bu fani dünyanın işleri için, ince edeplere dikkat edilince, Allah’a kavuşturan işlerde edepleri tam ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lazım olacağı anlaşılır.

[Bir sohbette, sohbetin tesiri ile ağlayıp gözünün yaşını silen birisine başka birisi gayri ihtiyari bakar. Hocası bunu görünce, “Buraya sohbete mi geldin, yoksa ağlayanları seyretmeye mi?” diye azarlar. Yine bir sohbette, elini cebine koyarak sohbeti dinleyen birisini de ikaz eder.]

Tasavvuf edeptir

Onun yanında, izinsiz bir şey yiyip, içmemeli ve kimse ile konuşmamalı. Hiç kimseye, hiç bir yere bakmamalı. O yok iken bile, onun bulunduğu yere doğru ayak uzatmamalı. Onun her yaptığını, her söylediğini, yanlış görünse bile, doğru bilmeli. Sohbetin edeplerine uymak lazımdır. Feyiz yolu, ancak bununla açılır. Bunlar gözetilmezse, hiçbir şey elde edilemez. Tasavvuf baştan başa edeptir, edebi gözetmeyen Allahü teâlâya kavuşamaz.

Hocasının her yaptığı ve her sözü sevgili gelmeli. Her işte, ona uymalı. Namazı onun gibi kılmalı. Fıkhı, onun ibadetlerini görerek öğrenmeli. Başka kitaplarla meşgul olmamalı.
Sevdiği bir güzelin yanında olsa kişi,
Çiçeklerle, güllerle artık olamaz işi.

İnsanların en aşağısı, bu büyüklerde kusur gören kimsedir. Onda bir keramet aramamalı. Gönlünden böyle bir şey geçirmemeli. Kendine gelen her feyzi, ondan bilmelidir. Edeplerden birkaçını yapamadığı için üzülen affa uğrar. Edepleri gözetemediği için üzülmeyen feyz ve bereketlere kavuşamaz. Onları tanımayan ve sevmeyenler, onlardan faydalanamaz, yükselemez. Çok keramet görseler de, hiç fayda olmaz. Bir çok mucize görüp de inanmayan Ebu Cehli hatırlamak yetişir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfirler, her türlü mucizeleri görseler de, inanmazlar.) [Enam 25]


Sohbetin önemi
Sual:
Sohbet ne demektir?
CEVAP
Şimdi söyleşi diyorlar. Söyleşi, konuşarak vakit geçirme demektir.
Ama dinimizde sohbetin tarifi başkadır. Sohbet, beraber olmak demektir. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnut olduğu şeyleri konuşması demektir.

Kişinin kendinden üstün olanla beraber olmasının hakikati, o zata hizmettir. Aşağısında olanla sohbetin gereği, onun hallerinden bir noksanı gördüğünde onu ikaz edip, kusurundan haberdar etmektir. Aynı seviyede olan sohbet arkadaşlarının sohbetlerinin hakikati, başkalarının, yabancıların yanında birbirlerinin kusurlarını görmezlikten gelmektir.

İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
Sohbetin fazileti, bütün faziletlerin üstündedir. Büyüklerin sohbetini ganimet bilmelidir.

Behaeddin Buhari
hazretleri, (Bizim yolumuzun temeli sohbettir) buyurdu.

Evliyanın sohbetinin bir saati, kırk günlük mücahedelerden daha üstündür.
Yabancılar ile sohbetten, bid'at ehlinin sohbetinden kaçınılmalıdır. Dervişlerin ve salihlerin sohbeti kıymetlidir. Sohbet, dünya için olup, ahiret düşünülmez ise, sonu hüsrandır.

Günah lekeleri ile kalbi paslanan kimse, salihlerin sohbetinde bulunursa, kalbinin pası silinir, günah işlemesi zorlaşır, iyilik etme isteği artar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kırk gün içinde bir ilim sohbetinde bulunmayan kimsenin kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim kalbe hayat verir. İlimsiz ibadet olmaz.) [Müj. Mek.]

(Fıkıh sohbetinde bulunmak, bir senelik ibadetten üstündür.)
[Deylemi]

(Âlimlerin sohbetine katılın, onlara yakın oturun! Çünkü Allahü teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de, hikmet nuru ile diriltir.)
[Taberani]

(Âlimlere hürmet eden, bana hürmet etmiş olur. Onları ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur. Âlim meclisinde bulunan, benim meclisimde bulunmuş olur.)
[İ.Rafii]

(Ãlimin sohbetinde bulunmak, bin rekat nafile namazdan üstündür.)
[İ.Gazali]

(Bir defa salih kimsenin sohbetinde bulunmak, defalarca kötü kimselerin sohbetlerinde bulunmanın günahlarına kefaret olur.)
[Deylemi]

Sohbet ehli yoksa
Sohbet ehli âlim bulunmadığı zaman, eskiden yaşamış, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gerekir. Bir âlimin kitabını okuyan, yarı yarıya onunla sohbet etmiş sayılır.

İlminden, iyi ahlakından istifade edilen salih bir arkadaş bulunca, ona lüzumlu hürmeti göstermelidir! Onun can ve malını, kendi can ve malından önce tutmalıdır! Ayıplarını araştırmamalı, aybı olsa bile görmemeli ve kimseye söylememeli, hatta kendi kendine aybını düşünmemeli, unutmalıdır! Sözüne itiraz etmemeli, asla münakaşaya girmemelidir! Aleyhinde konuşan olursa, uygun şekilde susturmalı, alınacağı veya üzüleceği bir söz söylememelidir! Suizanda bulunmamalı, uygunsuz hareketlerini dalgınlığa veya unutkanlığa yormalıdır! Yani bir mazeret arayıp suçsuz olduğunu kabul etmelidir! Çünkü güzel ahlak sahibi, insanları mazur görür. Onların kusurlarını meydana çıkarmaz

Yunus Emre
diyor ki:
Erenlerin sohbeti, ele giresi değil.
Sohbete kavuşanlar, mahrum kalâsı değil.

Gezmek gerek her yeri, bulmak için, bir eri,
Sarraf tanır cevheri, herkes bilesi değil.

Bir pınarın yanına, kapalı testi kona,
Kırk yıl orada dura, kendi dolâsı değil.

Sohbetle parlar iman, talip kazanır irfan.
İnsanı arif yapan, fesi, hırkası değil.

Önce doğru iman et, haramdan el etek çek
Ruha gıdadır sohbet, badem helvası değil!


Evliya olmak için
Sual:
Çalışmakla evliya olunur mu? Olunursa nasıl çalışmak gerekir?
CEVAP
Din kitaplarında şöyle bildiriliyor:
Evliya olmak için, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak ve masivayı [Allah’tan başka şeyleri] kalbden çıkarmak gerekir. Yani dünya sevgisini gönülden çıkarmak lazımdır. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için de, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, emredilen ibadetleri yapmak ve müminleri sevmek gerekir. İhlas ile yapılmayan ibadetin faydası olmaz, sevabı olmaz. İhlas, her şeyi yalnız Allah rızası için yapmaktır. İhlas, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hasıl olur.

Namaz kılan, haram işlemeyen Ehl-i sünnet itikadındaki bir kimseye Salih [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşarak, Evliya olur. Kalbde tabiat halini almadan, kendini zorlayarak günahlardan sakınmak da, takva olur ise de, veli olmak için, günah işlememek, tabiat, huy halini almalı. Bunun için de, kalbin temizlenmesi gerekir. Kalbi temizlemek, İslamiyet'e uymakla olur.

Veli olmak için, İslamiyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. (Takva sahiplerine Allahü teâlâ ilim ihsan eder) mealindeki âyet-i kerime bunu ispat etmektedir. Sünnete, yani İslamiyet'e sarılmayan, bid’atten sakınmayan kimsenin kalbine ilham gelmez. Bunun söyledikleri, nefisten ve şeytandan gelen bozuk şeylerdir.

Evliyalık, kötü huylardan kurtulmak demektir. Evliyanın, kendinin Veli olduğunu bilmesi lazım değildir. Evliyalık verilip de, Veli olduğu bildirilmezse, hiç kusur olmaz.

Veli olmak için, Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmalı. Yani Allahü teâlânın sıfatlarına uygun sıfatlar Evliyada hasıl olur. Fakat, bu benzerlik, yalnız isimdedir ve uygunluk, sıfatların topluluğundadır. Yoksa, sıfatların özelliklerinde beraberlik olamaz. (Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanın) emrini anlatırken, Hace Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlânın bir ismi, Melik’tir. Bu, her şeye hakim, galip demektir. Talib tasavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hakim, galip olur ve başkalarının kalblerine tesir etmeye başlarsa, bu sıfat ile ahlaklanmış olur.

Allahü teâlânın bir ismi de, Semi’dir. Yani işiticidir. Talip, kim söylerse söylesin doğru sözü kabul eder ve gizli hakikatleri, can kulağı ile duyarsa, bu sıfatla, huylanmış olur.

Bir sıfatı da, Basir’dir. Yani, Allahü teâlâ, her şeyi görür. Talibin kalb gözü açılır ve firaset ışığı ile, kendi ayıplarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, yani başkalarını kendinden daha üstün görürse ve Allahü teâlânın her an gördüğünü, göz önünde bulundurarak, hep Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur.

Bir sıfatı da, Muhyi’dir. Yani Allahü teâlâ dirilticidir. Talip, unutulmuş sünnetleri canlandırır, meydana çıkarırsa, bu sıfatla, sıfatlanmış olur.

Bir sıfatı da Mümit’tir, yani öldürücü demektir. Talip, sünnetlerin yerine yerleşmiş olan, bid’atleri yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bütün sıfatlar, bunlar gibidir.)

Musa aleyhisselam, çölde bir çobana rastlayıp, (Yiyip içecek bir şeyin var mı?) dedi. Çoban, (Allah kerimdir) diyerek değneğini yere vurdu. Yerden iki pınar fışkırdı. Birinden su, diğerinden süt çıktı. Hz. Musa, çobandan ayrıldıktan sonra Allahü teâlâya sual etti:
- Ya Rabbi, bu çobana keramet vermene sebep nedir?
- Ya Musa, Onun gönlünde benden başka bir şey yoktur. Beş iyi hasleti bulunduğu için ona bu kerameti verdim. Bu hasletler şunlardır:
1- Beni bir an bile, hatırından çıkarmaz.
2- Kimseye haset etmez.
3- Daima günahtan kaçınır.
4- Rızkı için endişe etmez, üzülmez.
5- Hep benden korku içindedir.

Şu halde, her işte Allahü teâlânın rızasını gözeten kimse, Hakkın sevgili kulu, yani evliya olur.

İtikadına veya ameline bid'at karıştıran evliya olamaz. Bid'at ehlinin ibadetleri kabul olmaz. Bir kimse, ihlas ile dinin emirlerine uyarsa, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okursa, Allahü teâlâ ona bilmediği ilimleri öğretir. Böyle ihlaslı bir zatın, büyük evliyaların ruhaniyetinden istifade ederek evliya olması kolaylaşır. (Hadika)

Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri buyuruyor ki:
(Bütün feyzlere, bütün nimetlere, üstadlarıma olan sevgim sebebi ile kavuştum. Kusurlu ibadetlerimiz, bizi Allahü teâlâya yaklaştırmaya [evliya olmaya] sebep olabilir mi?)

Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak için Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini, düşmanlarını sevmemek gerekir. Mesela Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın hepsini sever. Bunlardan birini sevmeyen, Ehl-i sünnet olamaz. Ehl-i sünnet olmayan da evliya olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Bir kimse, müminler için, her gün 25 kere, istiğfar okusa, Allahü teâlâ bunun kalbinden hile ve hasedi çıkarır. İsmi ebdal denilen evliya arasına yazılır. Ona bütün müslümanlar adedince, sevap verilir. Kıyamette bütün müminler, "Ya Rabbi, bizim için istiğfar okuyan bu kulunu affet!" derler.) [Miftah-ün-necat]

Müminler için okunan istiğfar şudur:
(Allahümmağfir-li velivalideyye, veli üstaziyye, velil-müminine vel-müminat, vel-müslimine vel-müslimat, el-ahya-i minhüm vel-emvat, birahmetike ya erhamerrahimin.)

Hadis-i şerifte bildirilen nimetlere kavuşabilmek için elbette Ehl-i sünnet itikadında olmak ve dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek şarttır. İtikadı bozuk olanın, bid'at ehlinin okuması fayda vermez.
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst